13 entry daha
  • 1990 yılında matis'le yaz işi aramak için gittiğimiz antalya yöresinde bir ara ayağımız kemer'e düştüydü. o zamanlar uzunca bir yol ile o yolu kesen üç beş yolcuktan oluşan kemer'in barlarında genelde yapılan müzik, tek ya da çift akustik gitarla çalınan ortaçgiller, kızıloklar, mazhar-fuatlar, yeni türkülerin yanında simon-garfunkel, beatles, elvis presley falan... biz de benzer şeyler çalıyoruz. "türk pop"u daha patlamamış, aşkın nur yengemizin ilk albümü yeni çıkmış, sezen aksu'nun "hadi bakalım kolay gelsin" rezaletine daha bir yıl var.

    matis'te şimdi bize oyuncakmış gibi gelen bir yamaha pss 570, bende 1966 yapımı bir fender mustang* ile küçük bir fender ampli*, o bar senin şu bar benim iş ararken, dışarıdan çok şık görünen bir yer görüyoruz. ulan diyoruz, burası kalın bir yer, burada canlı müzik olur mu? kesin işleticisi de hanzodur, kemer'de epeyisiyle tanıştık onların. ne yapalım, girelim mi? girelim be moruk ne olacak, giriyoruz içeri orange bar'ın kapısından.

    kır saçlı, kır bıyıklı, durul gence'yi andıran bir kişi duruyor tezgahın berisinde. önceki akşamın yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışan ortamı, bıyıklı kişinin arkasındaki, epey taşaklı olduğu ilk bakışta anlaşılan kat kat müzik düzeninden usulca yükselen nitelikli bir caz tınısı dolduruyor. müzisyeniz diyoruz, iş arıyoruz. buyur ediyor bizi bar tezgahına, koyuyor önümüze küçük biraları, güler yüzle dinliyor, kanımızın çok çabuk kaynadığı kır bıyıklı konuşması çok düzgün ağbi. anlatıyoruz, ankaralıyız, şunları şunları çalıyoruz diyoruz, sessizce dinlemesini sürdürüyor bizimle birlikte içtiği ufak birasını yudumlarken. bu arada kendisini de tanıtıyor, adım cahit diyor, cahit oben. müzik işlerine uzak olmadığını söylüyor biz karşısındaki iki gencin onu tanımayacağı olasılığını da düşünerek. bilmez miyiz cahit oben adını? matis'in de benim de annelerimiz iyi birer müzik dinleyicisi...

    biralar bitiyor, çalgılarımızı kurmaya başlıyoruz taşaklı müzik düzeninden ayrı duran şık ses düzeninin yanında, cahit oben de yardımcı oluyor bize. küçük fender amplimin bez örtüsünü çıkarıp fişini takıyorum. sıra gitarımda, onu da kılıfından çekip alıyor, amplime dayıyorum. iki fender'i yan yana görünce yan gözle, "fender sıcak bir ailedir, birbirinden ayıramazsın." diyerek matis'le yıllar boyunca unutamayacağımız özdeyişini söylüyor cahit ağbi. kablolar, mikrofonlar, akortlar, şunlar bunlar derken artık hazırız. yerli yabancı başlıyoruz çalmaya, çok uzatmadan birkaç parça sonra da bitiriyoruz. cahit oben bizi çok seviyor, gelin çalın bende diyor. üstelik matis'in uyduruk yamaha'sını gösterip, "bende hammond var bir tane, onu getirelim buraya, sen onu çal." diyor. uçuyoruz sevincimizden. birer bira daha içip biraz daha söyleştikten sonra ayrılıyoruz orange bar'dan, antalya'ya doğru yollanıyoruz ikimizin de dudağında belli belirsiz bir gülümsemeyle.

    iki gün sonra yine gidiyoruz kemer'e, konuşuyoruz cahit ağbi'yle. kesinlikle "manevi" olmayan, sanırım "maddi" bir nedenle çalamıyoruz orange bar'da. üzülüyoruz, o da üzülüyor ya, yapacak bir şey yok. kemer'den vazgeçip antalya kaleiçi'nde "yesterday's" adında bir bara çörekleniyoruz bütün yaz. ufak tefek sorunların dışında keyif de almıyor değiliz orada çalarken (matis yamahasından kurtulmuş barın piyanosunu çalıyor), ama yüreğimiz kemer'de, cahit ağbi'nin yerinde kalıyor. keşke orada mı çalsaydık lan, diye soruyoruz arada sırada matis'le birbirimize, bunca yıl sonra.
78 entry daha
hesabın var mı? giriş yap