87 entry daha
  • her ne kadar filler, 90'lı yılların ortalarında sadece kenya'da 300 kadar insanın ölümüne neden olsa da filmde "öykü uydurma" dır bu sahne. hamilelikte yaşanan her türlü şiddetin, travmanın somutlaştırılması, fil adam da çıktısıdır. konu dahli olması yaşanmışlığı sorgulatmaz.

    ötekiler üzerine benden de bu kadar diyen film, sanayi devri üzerine çarpıcı sistem eleştirisi. makineleşme ile iş kazalarının arttığından özellikle dem vuruyor.

    filmin başlarında dr.treves'in john merrick i ilk görmeye gittiğinde kafasının üzerine yatarsa öleceğinden bahsedip ölümünün de tam bu şekilde olması senaryoya katılım ve finale izleyiciyi hazırlama epizotlarıdır.

    hz. isa'nın, dinlerüstü ve birleştiriciliği üzerine ideolojik göndermeler de vardı (david lynch bilinçaltına işlemeyi seven bir yönetmen ne de olsa) bir de katedral yapıyordu john (joseph). katedral bittiğinde john da tekamüle erişecekti. kendileşme, normalleşme yani insanlaşma ve sonra ayrılıp gitme... (pek bilindik hollywood klişeleri, senaryo bazında)

    sonlara doğru fil adam tiyatro oyununa gidiyor. oyunu doktora yorumlarken önce beğendiğini sonra da canavarın kafesten hiç çıkamayacağını sandığını söylüyor. burada da bildiğiniz üzere "yerine koyma" metodu var. canavar kendisi, kafes de hayatıdır aslında.

    john merrick'in bir anda popülerleşmesi yazılı basında oluyor. bu da "ingilizler gazete okur" a dair bir başka gönderme

    diyerek gönderme'nin suyunu çıkarmayalım.
    ya da çıkaralım; bir film bir dünyadır hayatın algılardan ibaret olduğu dilimde.

    başhemşire çömez hemşirelere sakın ama sakınlıkla odaya ayna getirilmemesi gerektiğini söylüyor. üstüne yanılmıyorsam bir de ayna ile bir kabusu vardı merrick'in. bunlar da beynelmilel klasiklerinden bir demet; özellikle vurgulanarak bahsedilmiş şeyler %90 oranında olacak demektir.

    merrick in asıl arkadaşının onu sirkten kaçıran ucubeler olduğunu söyleyen yazarlar var. burada da "-onu gömmeyeceğim o bunu istese bile" diyen sahibini duyan o küçük çocuğun fikri olduğunu sezinledim ben. küçük ama kocaman yüreği vardı. ucubelerden yardım isteyen o'ydu.

    doktorun hastaya yaklaşımı hayırseverlik miydi yoksa profesyonelce mi? hayırseverlik daha kapsayıcı olduğundan, hayırseverlik profesyonellikle de yapılabilir fakat burada dr.treves, nörofibrotozisli fil adama yaklaşımını da irdeliyor, kendi iç hesaplaşmalarıyla bizden önce cevap veriyor; ben iyi bir insan mıyım? medyatik olmak için mi yaptım bunca şeyi. bunu da başhemşire ile tartıştıklarında gözlemliyoruz: popülerlikle bağlantılı artan ziyaretleri başhemşire samimiyetsiz bulduğu için karşı çıkarken doktorun gurura kapılıp, 'doktor benim ne diyorsam o olacak' cevabında.

    üstelik burada selvi boylum al yazmalım'daki gibi çıkışı var başhemşirenin; sevgi, ilgi emek ise ben onu yıkadım, ben onu temizledim. bu da güzel bir kareydi.

    fil adam john merrick intihar ediyor tabi. bir sahnede doktora beni iyileştirebilir misin diye sorduğunda hayır cevabını alıyor. artık bunu öğrenmişliği mi yoksa son sahnelerde söylediği "-beni seven biri var artık; bunun farkındayım" sözüyle dünyada isteğine kavuşmuşluğu mu buna iten,
    muallak. tıpkı ilk yıllarına dair öyküsünü bilmediğimiz gibi. bu ayrıntılara yer verilmemesi daha cazibeli olmuş, filmin teması gölgelenmemiş.

    ****

    ingiliz sosyetesinin fil adamı ziyaret ettiği bir sahnede fil adam çayları tazeliyodu. adam o kadar rahattı ki bu sahneden sonra hastane artık sonsuza kadar senin evindir dediklerinde "-yok hacı.. bi ev buldum londra çarşısının ordan var yaaa... şömineli mönimeli" dese beklerdim o tavırları görünce. ya sen ne fil(m) adamsın diyesim geldi...

    yönetmen olsam aynı finali yapardım ben de. bulut gider, rüzgar eser, nehir akar kalp çarpar. hiçbir şey ölmez! annemiz bizi bekliyor. sevdiğim motif; inanç.

    eklemeden geçemeyeceğim mevzu batı sineması! bunların eserlerinde gıpta ettiğim husus kelimelere olan inanç ve güvenleri! temel'in ingiltere ye gidip, "-heriflerin çöpçüleri bile inciluzce konuşiii" deyişi ile fıkraladığımız olayın aslı astarı; ucube saydıklarına bile entelektüel seviyesi bin beş yüz olan kurgulu cümlelerle yaklaşmaları, tıpkı beş yaşındaki çocuklarla girdikleri diyaloglar gibi.
    breh breh! batı böyle.

    ben koltuğun süngerlerini yedim çatlayıp.
155 entry daha
hesabın var mı? giriş yap