9 entry daha
  • alper görmüş'ün iki yazısının birleşimi:

    krikor zohrab burada yaşadı (28.06.2011)

    “istanbul’da, taksim’den dolmabahçe’ye doğru inen yokuşun sağ tarafında, askerî hastanenin karşısında, gümüşsuyu apartmanı vardır. eski adı azaryan olan bu bina krikor zohrab’ın oturduğu son yer. tutuklamaya gelen polisler zohrab’ı bir daha dönmemek üzere buradan alıp götürmüşler. önünden geçerken, o sıcak haziran gecesinde [1915 –a.g.] polislerin arasında götürülen birini görüyor gibi oluyorum. benim gördüğümü başka kimsenin görmeden gelip geçmesi de bir o kadar üzüntü veriyor. düşünüyorum, acaba bu binanın dış cephesine; ‘osmanlı ermeni yazar, hukukçu ve mebus krikor zohrab burada oturdu’ yazan bir plaket konamaz mı?”

    kendi deyişiyle, ermeni meseleleriyle ermeni eşinden daha ilgili bir türkiye yahudisi olan nesim ovadya izrail, 1915, bir ölüm yolculuğu, krikor zohrab başlıklı kitabının önsözünde soruyor bu soruyu...

    okuyup bitirdikten sonra düşündüm ki, tıpkı kitabın yazarı gibi, onu okuyanlar da soracaklardır aynı soruyu... bu düşünce beni, böyle bir inisiyatifi kullanabilme konumunda bulunan istanbul büyükşehir belediye başkanı kadir topbaş’la ilgili bir temenniye taşıdı. “keşke” dedim, “kadir topbaş da okusa krikor zohrab’ın hayatını...”

    temennim şimdilik bu kadar... keşke okusa... inanıyorum ki böylece yazarın arzusu, kaçınılmaz olarak bu şehri yöneten adamın da arzusu haline gelecektir.

    “krikor zohrab’ı tanıdıkça, hrant dink’le arasında birçok bakımdan paralellikler kurmaya başladım. toplumsal meselelere benzer yaklaşımları, ait oldukları toprakları her türlü tehlikeye rağmen terk etmeye yanaşmayan benzer kaderleri olduğunu keşfettim. hrant dink ve krikor zohrab, bu toprakların yetiştirdiği, bu topraklara ait iki özel insandı. hrant’ın toplum tarafından bilinir olmasına karşın, zohrab’ın bilinmemesine hayıflandım.”

    arkadaşım nesim’in kitabını okurken, zohrab’la ilgili bilgilerimin ne kadar sınırlı olduğunu anladım ve açıkçası biraz da utandım.

    ----

    zohrab’ın aynasında 100 yıl öncemiz ve bugünümüz (01.07.2011)
    bugün söze kitaptan değil de kitapla ilgili olarak ferda balancar’ın agos için nesim ovadya izrail’le yaptığı söyleşiyle başlayacağım... yazarın, krikor zohrab’ı türkiyeli okurlara tanıtma ihtiyacı duymasını anlattığı şu bölüm, zohrab’ın temel siyasi kişilik özelliğini anlamamız bakımından anahtar niteliğinde:

    “ermeni meselesine ilgi duymaya başladıktan sonra kafamda bir sürü soru işareti oluştu. 24 nisan tutuklamalarına takıldım. (...) gerçi zohrab 24 nisanda tutuklananlar arasında değil. ama zohrab’ı okudukça çok özel birisi olduğunu gördüm. kısmen de kendi siyasi serüvenimle paralellik kurdum. ben de hiçbir zaman radikal bir insan olmadım. (...) bir de tarihte ‘türkler’, ‘ermeniler’ gibi ifadelerin kullanılması beni çok rahatsız ediyor. ermeniler ya da türkler içinden bir kesim bir şeyler yaptığı gibi yapmayanlar da vardı. türkler şöyledir ya da ermeniler böyledir gibi ifadeler son derece yanlış ve gerçeği anlamamıza engel. (...) ‘ermeniler ruslarla anlaştı, osmanlı ordusunu 1. dünya savaşı’nda arkadan vurdu’ tezi gerçeği tam olarak anlatmıyor. evet, bunları yapan vardı ama bunlar ermeni milleti içinde bir kesimdi, taşnaklardı. hatta taşnakların tamamı dahi bu düşüncede değildiler. orduyu arkadan vurma, içerde isyan çıkarma siyaseti tüm ermeni milletine mal edilemez. bu tezi savunanlar doğal olarak sözü tüm ermeni milletinin tehcir edilmesini, büyük ıstırabın yaşanmasını savunma noktasına getiriyorlar. zohrab’ın da bu noktada sağlıklı bir yerde durduğunu gördüm.”

    nesim ovadya’nın “sağlıklı” dediği yer, farklı kimliklerin barış, adalet ve eşitlik içinde yaşayabileceğine inanmayanlar açısından gayet “sağlıksız” bir yerdi. onların fikrinin ağırlıklı olduğu bir ülkede de bu yer, doğal bir biçimde “belalı” bir yer haline geliyordu. çünkü krikor zohrab gibi kişiler, farklı kimliklerin boğazlaşmasının önündeki en büyük engeldi ve bu nedenle asıl onların ortadan kaldırılması gerekirdi.

    “siyaset, güçlük karşısında hemen kılıca sarılmak değildir...”

    19. yüzyılda başlayan ve 20. yüzyıl başında ayaklanmalar biçimine bürünen “uluslaşma” yönündeki örgütlenmeler, bilhassa nisan 1910’da başlayan arnavutluk isyanının da etkisiyle osmanlı yönetiminde büyük bir paniğe yol açmıştı. çünkü arnavutlar müslüman’dı ve imparatorluk’la en sıkı ilişkileri olan milletti.

    ermeni mebus krikor zohrab’ın konuya ilişkin olarak 22 kasım 1910’da meclis-i mebusan’da yaptığı konuşma, nesim ovadya’nın dediği gibi, “günümüz türkiye’sinde yaşanan kürt sorunu ile önemli paralellikler taşıyor”du. yine, “tartışılan konu başlıkları ve ortaya konan çözüm önerileri de tanıdık”tı:

    “(hükümet) bunu tenkil ediyor, meseleyi bitiriyor. bendeniz buna siyaset demiyorum. haddizatında siyaset diye birçok teenni ile ve yekdiğeriyle anlaşmak suretiyle barışçı bir tarzda ittihaz olunan tedbire denilir. yoksa bir zorluk önünde bulununca hemen kılıca sarılmak, bu siyaset değildir.

    “eğer bir yunanistan ve bulgaristan var diye rum ve bulgar unsurları baskı altında tutarsak, ülkede asla sükûneti sağlayamayız, ne de adaleti; çünkü insan, düşman bellediği birine karşı adalet gösteremez. (...) bir yerde bomba atılıyor, bir başka yerde bozguncu bildiriler ele geçiyor. (...) bu olaylar nedeniyle bütün rumları veya bulgarları suçlu mu saymak gerekir? (...) eğer hükümet, beyanatlarına gerçekten de sadık kalır, münferit olaylardan etkilenmeden, bütün unsurları kesinlikle birer osmanlı olarak görür ve onlara adaletle yaklaşırsa, dış entrikaların hiçbir etkisi olmaz ve makedonya’da durumumuz sağlamlaşır.”

    bu konuşma, yalnız zohrab’ın ne kadar farklı bir bakış açısına sahip olduğunu göstermiyor; 1908’de başlayıp ittihat ve terakki’nin bir darbeyle iktidarı ele geçirdiği 1913’e kadar osmanlı’da siyasi ifade özgürlüğünün ne kadar ileri bir noktada olduğunu da gösteriyor. unutmayın, bu konuşma, ülkenin meclisinde, ülke topraklarında silahlı bir kalkışmanın varlığı koşullarında yapılıyor... kürt meselesi konusunda 1980’lerde, 1990’larda tbmm’de böyle bir konuşma yapmak mümkün olabilir miydi?

    radikallerin arasında

    krikor zohrab, o yıllarda artık tıkanma noktasına varmaya başlayan “ermeni meselesi” konusunda da barışçı, yapıcı bir çizgi izliyordu. maksimalist taleplerle ortaya çıkan ermeni taşnaksutyun örgütüyle, iktidarı elinde tutan ittihat ve terakki partisi arasında koşuşturup durmaktan helâk olmuştu. türklerle ermenilerin “osmanlı” ortak kimliği altında kardeşçe yaşayabileceğine samimiyetle inanıyordu. bir elini radikal ermeni siyasetçilere, öbür elini türkiye’nin “temizlenmesi gereği”nden söz etmeye başlayan ittihat ve terakki siyasetçilerine vermiş, onları ortak bir noktada buluşturmaya çalışıyor, onlar ise zohrab’ı ters yönlerde kendilerine çekmeye çalışıyorlardı. bir süre sonra öyle bir noktaya gelinecekti ki, zohrab tuttuğu iki eli bırakmasa kendi kolları kopacaktı; fakat o yine de bırakmadı tuttuğu elleri.

    aslında kendisi de ittihat ve terakki listelerinden girmişti meclis-i mebusan’a, başta talat paşa olmak üzere ittihatçılar dostlarıydı, fakat bu, 1915’te diyarbakır’a doğru bir “ölüm yolculuğu”na çıkmak zorunda kalmaktan kurtaramayacaktı onu.

    ermeni meselesinde iki radikal ucu temsil eden taraflarla görüşmelerinde defalarca “bu iş olmayacak” noktasına gelebilirdi, fakat o iflah olmaz bir “birarada yaşama”cı olduğu için, türkiye-almanya ittifakına kadar o noktaya gelmedi. (hrant dink, “birarada yaşama”yı bile yetersiz bulur “içi içe yaşamak”tan söz ederdi.) zaten daha önce günlüğüne şöyle yazmıştı:

    “bu savaşta türkiye ile almanya müttefik olurlarsa, türkiye’deki ermenileri ölümcül tehlikede bir kader beklemekte...”

    fakat maksimalistler, tam tersine buradan rusya’nın yardımıyla “tam kurtuluş” umuyorlardı. eski erzurum mebusu karekin pastırmacıyan (armen garo), anılarında talat paşa’ya şöyle dediğini yazmıştı:

    “ulusal bilincimiz o kadar gelişkin ki, ermenistan’ı ermenisiz bırakmanıza izin vermektense, osmanlı imparatorluğu denen bu büyük yapıyı yıkmayı tercih ederiz. biz de bu harabenin altında kalırız, büyük kayıp veririz, biliyorum. fakat son tahlilde siz koca bir imparatorluk kaybedersiniz, bizse kanlı molozların altından kazar çıkarız, üstelik sizden de kurtulmuş oluruz.”

    bu madalyonun öbür yüzünde de benzer bir “tam kurtuluş” hayali yatıyordu. işin bu tarafını hepimiz “pratik”ten biliyoruz zaten...

    talat paşa’nın ölüm busesi

    zohrab, “ittifak”a rağmen hâlâ küçük bir umut besliyordu içinde, o da imparatorluğun savaşa girme kararıyla bitti. şöyle yazmıştı karardan hemen sonra:

    “korkarım ki bu karar, kaçınılmaz bir son ile sonuçlanacak. bir ölümle ve bu şartlarda bu büyük imparatorluk kalbimi yaralıyor. burada doğdum, burada büyüdüm, burada yaşadım ve bütün samimiyetimle burada uzun yaşamak isterdim. yazık!.. yazık!”

    krikor zohrab, 2 haziran gecesini cadde-i kebir’deki cercle d’orient kulübü’nde dostu talat paşa’yla kâğıt oynayarak geçirdi. talat paşa’dan 24 nisanda istanbul’da ermeni entelektüellere karşı başlatılan tutuklama ve tehcir kampanyasını durdurmasını istemişti. yanlarında, 31 mart vakası sırasında evinde sakladığı halil (menteşe) bey de vardı.

    oyun geceyarısı sona erdi. krikor zohrab gitmek için ayağa kalktığı sırada talat paşa da kalkıp ona sarıldı ve öptü. “bu iltifat neden” sorusunu “içimden geldi” diye cevaplamıştı talat paşa. oysa bu bir ölüm busesiydi. talat paşa onun tutuklandığını gösteren belgeyi bir gün önce imzalamıştı.

    gece yarısı olmuştu ama hava güzeldi, beyoğlu’ndan ayazpaşa’daki evine kadar yürümeye karar verdi. yolda takip edildiğini anlamıştı. nitekim evinin önüne geldiğinde, kendisini tutuklamakla görevli komiser, evden birkaç giysi alıp aşağı inmesini istedi, ertesi gün “sevk olunacağını” bildirdi.

    krikor zohrab, diyarbakır’a yolculuğunun 47. gününde başı taşla ezilerek öldürüldü.

    nesim ovadya izrail, çok büyük emek verdiği kitabını şu temenniyle bitirmiş:

    “tarihiyle barışıp yeniden tanışacak türkiyeli demokrasi sevdalılarının, döneminin gerek ermeni toplumunda, gerekse osmanlı düşünce yaşamında parlak bir yeri olan, demokrasi tarihimizin bu değerli insanını da tanıyıp, hakkını vermesinin çok uzak olmadığı düşünülmelidir.”

    ben de bu temenninin bir gün gerçekleşeceğine bütün kalbimle inanıyorum.
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap