2 entry daha
  • sezonun mad men özentisi iki network dizisinden ilk yayına gireni. diğeri için (bkz: pan am) 60'ların meşhur kulübünde çalışan tavşanlar ve müşterileri hakkında bir drama. "playboy" sayesinde gelen tartışmalar, ve dolayısıyla tanıtım ile bile sadece 5 milyon kişi tarafından izlendi dizi. yayın hayatı pek uzun olacağa benzemiyor kısacası. karşısında "castle" ve "hawaii five-o" gibi iki hit dizi varken başka bir şey beklemek hata olurdu zaten. "the playboy club", bir nbc dizisi olması sebebiyle baştan oyuna yenik başlıyor. zira nbc fazlasıyla gözden düşen bir kanal ve yeni işlerine pek şans verilmiyor. bir de smurfs filmini geride bırakacak kadar "bunny" kelime oyunu var, yapmasınlar bunu, komik değil. "tavşan" olmanın bir şans olarak gösterilmesini ne kadar destekliyorum, ondan da emin değilim.

    "mad men" temposunda ve kalibresinde bir işin ana akım bir kanalda tutunması mümkün değil. kablolu yayın dizileri kaliteyle özdeşleşmişlerdir ama "sex and the city" ve "true blood" gibi çok ender durumlar haricinde asla hit olmazlar. zira sıradan televizyon izleyicisi sırf dizi izlemek için bir kanala abonelik parası ödemeyi tercih etmez.

    fakat bu kanallardaki dizilere öykünen diziler de ana akım kanallarda tutunamazlar. geçen senenin büyük hayal kırıklığı lone star akıllara gelebilir hemen. her hafta bir hikaye tüketen dizilere alışık amerikan izleyicisi biz avrupalılara son derece normal gelen seri hikayelere çok prim vermez. sanat yapacağım diye tempodan ve akıcı diyaloglardan da ödün verilince ratingler düşer, dizi yayından kaldırılır. bu laneti kıran ve kablolu dizisi kadar kaliteli olup ratingleri de iyi olan tek bir dizi var şu anda yayında: (bkz: the good wife) o da ortadaki dengeyi çok iyi kurabildiği için bu günlere gelebildi.

    gelelim dizinin asıl eleştirisine:

    --- spoiler ---

    dizi kendini mad men kadar iyi zannediyor ve bizim de buna inanmamızı bekliyor. karakterlerine sigara içiriyor, derin sahneler göstermeye çalışıyor, büyük penislerden şaka yapacak kadar olgun olmaya çalışıyor... ama elbette ki olmuyor. dizi gerçekten şık gözüküyor. dönemi yansıtmayı ellerindeki bütçe çerçevesinde başarmışlar diyebiliriz. karakterler elbette ki yeterince derinlikli değil, ama ilerleyen bölümlerde bu durum değişebilir. yine de adı "the playboy club" olan bir dizinin kulüpte çalışan karakterleri daha detaylı tanıtması ve seyircinin ilgisini çekmeye çalışması gerekir. neden reddedildiği belli olmayan bir evlilik teklifi, eşcinsel kimliklere kılıf oluşturan bir evlilik, "token" olarak adlandırabileceğimiz zenci tavşan... ama akıllarından neler geçiyor, nasıl insanlar bilmiyoruz.

    maureen meşru müdafaa halindeyken akla hayale bile gelmeyecek bir şekilde cinayet işliyor. öldürdüğü adam mafya babası. olaya şahit olan nick dalton ile birlikte cesedi ortadan kaldırıyorlar. tavşanlar arası rekabet, bir mafya babasını öldürmenin sonuçları, diğer tavşanların hayatı derken konu sıkıntısı çekilmeyeceği belli. bir gece önce cinayet işleyen maureen'in ertesi gece tek sıkıntısının evli nick dalton'la adının çıkması olması komik kaçıyor, belirtmeden geçmeyelim. bir de neşeli neşeli dans ediyor yahu.

    eddie cibrian'ın canlandırdığı nick dalton'ı ister istemez don draper ile karşılaştırıyorsunuz. kimin daha esaslı bir karakter olarak yarışı kazandığını tahmin etmek zor olmasa gerek. esas kız maureen'i oynayan amber heard fazlasıyla duygusuz ve eddie cibrian ile aralarında zerre elektrik yok. dizinin tek ilgi çekici karakteri ve tek kesinlikle iyi olan oyuncusu baş tavşan carol-lynne'i oynayan laura benanti. içinde olduğu her sahneyi daha üst seviyelere taşımayı başarıyor.

    --- spoiler ---
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap