35 entry daha
  • özetle mükemmel bir dizi. henüz ikinci sezonun 16'ncı bölümündeyim ama buraya kadar izlediklerim her seferinde ağzımı açık bırakıyor.

    bir kere buram buram kalite kokuyor dizi, oyunculuklar vs. çok iyi. lakin beni asıl vuran senaryo ve işlenen davaların güncelliği.

    dizi chicago'da geçiyor ve 2009'da başlıyor. yani obamamania'nın alıp yürüdüğü zamanlar. (önemli not: barack obama başkan olmadan önce chicago senatörüydü. illinois eyaletine bağlı chicago, abd'nin en kalabalık, en zengin ve nüfusça en "diverse" şehirlerinden biri. hatta abd'nin büyükşehirleri arasında en "amerikalı" olanın chicago olduğu söylenir hep.)

    üzerine dizideki protagonist'imiz alicia florrick ve lockhart/gardner/stern'deki (daha sonra lockhart/gardner, daha da sonra lockhart/gardner/bond) ekip fena halde liberal demokrat. dolayısıyla dizinin kadınların işgücüne ve siyasete katılımı (diane lockhart ve muhipleri), azınlık politikaları, ırkçılık (üç-dört bölümde bir "n-word" konuşulur, ırk savunması yapılır), silah savunuculuğu (kurt mcveight), lgbt'lik ve ayrımcılık (alicia'nın gay biraderi ve kalinda sharma), din/dindarlık/dinsizlik (alicia-jackie-grace-zach dörtlüsü artı papaz isaiah), hatta israil-filistin çatışması gibi uluslararası ilişkilere dair meselelerde abd televizyonlarındaki birçok dizide görmeye alışkın olmadığımız kadar liberal bir çizgisi var. bununla birlikte dizide kimse mükemmel değil. herkes birbirinin ardından bir dolaplar çevirmekle meşgul, yani entrika bol.

    dahası davalar muhteşem. bu ana kadar wikileaks'i gördüm (hem de collateral murder, cablegate de değil), ilaç ve petrokimya şirketlerine karşı açılan toplu davalar gördüm, idam tartışmalarını gördüm, ip adresi abd'li bir şirket tarafından pekin hükümetine verilen çinli muhalifin baskı altında kalmasını gördüm, çay partisi hareketini gördüm, facebook ve the social network filmiyle ilgili tartışmaları gördüm, sarah palin-hillary clinton çekişmesini gördüm, hatta ve hatta peter florrick'in israil lobisiyle yediği bir yom kippur yemeğinde "ama ya filolar? gazze'ye yardım götürmeye çalışırken öldürülen dokuz aktivist ne olacak" cümlesi üzerinden mavi marmara'ya değinildiğini bile gördüm.

    "ama yetmez" diyorsanız üzerine bu dizide pek sevimli bir aşk hikayesi de mevcut. üniversiteden beri sürekli üzerine toprak atılsa da bir kenardan fışkıran will-alicia aşkı. o da abd televizyonlarında alışık olmadığımız derecede muhafazakar bir tutumla ele alınıyor gerçi ama çok güçlü olduğunu ekran karşısında hissediyoruz.

    muhafazakarlık demişken, bu dizide çok fazla seks de yok mesela. olanlar da eski türk filmleri hesabı "ekran kararır" ya da giyinik seks. dolayısıyla anne-babayla ya da çocuklarla izlerken "öhöm" diye kanal değiştirme ihtiyacı yaratmıyor hiç.

    ay ay bi de konuk oyuncular var tabi. adı guest starring geçen chris noth nam-ı diğer mr. big konuk değil başrol sayılır artık da leelee sobieski'den lost'un miles straum'u ken leung'a, rita wilson'dan yine lost'un siyah adamı, jacob'ın nemesis'i titus welliver'a kadar televizyonda görüp sevdiğimiz bir dolu insan gelip gidiyor her bölüm..

    bir de küçük bir şahsi not: ben bu diziyi hep dizi izleme sitelerinde görür afişteki julianna margulies'i famke janssen zannederdim amma alakası yokmuş meğer.

    son olarak üçüncü sezon afişine "don't let the name fool you" diye bir tagline koymuşlar ki diziyi bundan iyi anlatamazdı bence de. gerçekten de "isminin sizi aldatmasına izin vermeyin". basit bir ev hanımı dizisi gibi geliyor ilk bakışta ama ilgisi yok. the good wife is soooooo good!

    s03e02 editi: vay arkadaş şimdi de rupert murdoch, news of the world ve ryan giggs etrafında dönen gag order-twitter skandalını konu edinmişler. ar-i-es-pi-i-si-ti!

    303e03 editi: konuk oyuncu demişken opposing counsel olarak lisa cuddy çıktı karşımıza yahu. birkaç bölüm önce de mad men'deki sarışın oğlan vardı, hani şu gay kreatif direktörün çok hoşlandığı çocuk var ya, ken cosgrove, hah işte o!
310 entry daha
hesabın var mı? giriş yap