35 entry daha
  • hayatımın en berbat hastalıklarından birini- ve dolayısıyla en berbat dönemlerinden birini- geçirmekte olup resmen günün 23 saati aynı odada ve yatakta kaldığımdan dolayı, vakit geçsin diye izlediğim sonsuz filmden, ama en güzellerinden biri olan film.
    hasta psikolojisine mi yorsam, nedir artık tam sebebini bilmesem de hiç eli ayağı düzgün bir romantik komedi, efendime söyleyim dram filan izlemedim, sürekli ama sürekli hayaletli evler, perili köşkler tadında, berbat psikolojimi yara gibi kaşıyan filmler izledim durdum. fakat the awakening, gerek konusu, gerek gerçekten şahane ötesi atmosferi, gerek oyunculukları ile(kadro zaten taş gibi) tekrar izleyebileceğim filmlerden biri oldu. gerçekten çok iyi.
    eksi yönleri yok mu? tabi ki var -değineceğiz az sonra-, bir de el orfanato ile çok kıyaslanmış, şöyle söyleyim, dram yönü el orfanato'ya göre çok çok ağır basıyordu. eh korkuya ne kaldığını varın izleyin görün..

    spoiler kısmına geçmeden önce önemli not:
    işbu filmde malikaneden bozma okul olarak gösterilen yer pemberley'nin bizzat kendisidir.
    fitzwilliam darcy'nin pemberley'si: http://janeausteninvermont.files.wordpress.com/…jpg
    ahan da bu ev: http://static-l3.blogcritics.org/…?t=20111116092505
    oyuna gelmeyelim kızlar!!!11

    --- ağır spoiler ---

    filmin öncelikle afişi beni çarptı, afişi gördüğüm an bir the others, bir frágiles vak'ası ile karşı karşıya olduğumu anlayıp nasıl sevindim nasıl.
    günümüz hayalet hikayelerini değil de, insanların ölünce hayalet olmalarının bir anlamı olduğu yılların hikayelerini seviyorsanız kaçırmayın izleyin derim, zira filmin girişi bile çok etkileyici; savaşlar, salgın hastalıklar, yoksulluk ve çok uzak değil, sadece bir yüzyıl geride bıraktığımız dönemde şimdi bize, dünyanın şanslı bir kesimine uçarı gelen sebeplerle ölen milyonlarca insanın çağı gerçekten o çağlar, bu yüzden giriş çok anlamlı: this is a time for ghosts

    filmin olayı sonuna dek tam anlamıyla çözülemiyor. sadece birkaç noktada (tom, maud ve robert mallory yemek yerlerken ikidebir lafa girerken ve çocuğu kimse iplemezken, tom florance'ı savaşta ölen sevgilisi hakkında konuştururken vb..) çakozluyorsunuz ki "aslında tom yok", zaten oyuncak tavşandan çıkan "bütün çocuklar gitti/biri hariç" tekerlemesi de tom'un yokluğunun altını fosforlu yeşille çiziyor. maud'un tom'a aşırı düşkünlüğü, maud'un florance'a aşırı hayranlığı ve eğitimli olduğu için kızla gurur duyması, kitabını incil'in yanına koyması, daha sonra kız tom'a çemkirince kıza kalpsiz diye geri çemkirmesi "du bakalım bu işte bir iş var" demeyi sağlıyor ama o kadar.

    açıkçası ben florance'ın realistlik çabalarını aslında hep bir umut için sürdürdüğünü, yani savaşta ölen sevgilisinin ruhuyla irtibata geçebilmek için bir yol, bir "evet hayaletler vardır, ölmüş sevdiklerimizi geri getirebiliriz yaşasın!" diyen bir yüz arıyor olmasına yorarak düşündüm, fakat hikayenin zayıf yönlerinden biri olarak bu savaşta ölen sevgiliye hiç yer verilmediği gibi, bir de son derece gereksiz sevişme sahnesi ve zorlama bir aşk, ayrıca neye yaradığını anlamadığım bir manyak kahya olayı vardı, adam sadece sayko sayko etrafta dolanıyordu.
    ha bir de, robert mallory'nin önce sara krizi geçiriyormuş gibi hareketler yapması, sonra bunun bacağındaki kesiğe bağlanması filan, olmamış. yaptığı hareketlere bakarak adam bir exorcism vakası yaşıyor sandım lan ben.

    neyse gelelim filmin önemli kısımlarından birine: kız öldü mü, ölmedi mi? bence ölmedi. çok çelişkili bırakılmış bu kısım, ölse herhalde yeni sevgilisiyle herkesin içinde öpüşüp koklaşmaz gibime geliyor? hadi kadın hayalet diyelim, peki ya adam deli mi? bir şekilde tom florance'a kıyamadı ve kusturucu her ne haltsa onu içirerek hayata döndürdü.

    mousie - mow zee dönüşümü de bir teddy daniels - andrew leaddis anagramı gibi olmuş, hoş olmuş.

    bu arada filmin en tırsınç sahnesi: o depo gibi yerde tom'un önce kolundan başlayarak yavaş yavaş çarpık suratı ile meydana çıkmasıydı, yemin ediyorum bir samara'ya dönüştü velet.
    fakat kardeşliklerine gözlerim yaşardı, zavallılarım, gariplerim dedim durdum ikisi eli silahı babayı birbirlerine sokulmuş beklerlerken. yalnız o babanın kız 9 yaşındayken coşması nedir öyle, birkaç haftalık bebek olsa ve adamı "çükü var" diye kandırsalar neyse de, koskoca kız yıllardır, daha neyine kız diye dışlıyorsun geberesice herif?

    filmdeki adı tom da olsa, gönüllerimizin stark'ı bran muhteşem oynamış bu arada.

    son olarak:
    - en çok gözlerimizi kapattığımızda karanlık olur, yine de açmayız?

    --- ağır spoiler ---

    the woman in black ne kadar uyduruk ve leş gibi bir filmse bu da bir o kadar güzel, izleyin izletin. 9/10
46 entry daha
hesabın var mı? giriş yap