144 entry daha
  • sosyal fobi, hesaplayan adam halidir; ancak neyin hesaplandığına dair net bir cevap vermek de mümkün değildir. mesela, bir önceki cümledeki noktalı virgülden sonra gelen nispeten anlamsız ifadeyi yazmadan önce ayağa kalkıp, odamın içinde 5-6 saniye volta attım. bunu neden yaptım? bilmiyorum, entry'ye düzgün bir başlangıç (giriş? sil-sil-sil -- başlangıç iyi) yapma kaygım vardı. niye? vereceğim cevaplar, ki hep veriyorum, her zaman veriyorum, çokça veriyorum cevap, buna maalesef bir rahatlama getiremiyor. bu entry'nin bu sözlükteki derttaşlarımın paylaşımları arasında bulunmasının ne gibi bir sakıncası bulunabilir? ama işte, ya bu entry bomboş bir entry ise ve başkaları tarafından boş olarak yargılanırsam -- kaldı ki, şu ana kadar yazdığım kelime dizisinin, gut feeling'im tarafından olumluca değerlendirilmediğini de söyleyeyim.

    şimdi yeni bir paragrafın serinliğine kendimi bırakayım ve bir öncekini okuyayım dedim de -- arkadaş, hayat öyle yaşanmaz. o ne amına koyim. ama yaşanıyor işte demek ki. nasıl oluyor o peki? neyse, ilk cümlemize açıklık getirmeye çalışayım o zaman. sosyal fobiğin -- ya da en azından bu entry'nin yazarının temsil ettiği örneğin -- hesapladığı şey, başka kimselerin pek de hesaplanabilir bir miktar olarak görmediği bir dizi sosyal değerdir. duruş ve tepkinin kahinliği yapılmaya çalışılır, "öteki insanlar" ve benlik akıl uzayında garip bir dansın icracıları gibi değişik şekillere sokulur, konumlara yerleştirilir, bunları gerçekleştiren üst-bilinç de maalesef hiçbir zaman tatmin olmaz. gerçekleştirilen manyetizma deneyinde (insanları çekme, itme veya insanlar tarafından çekilme ve itilmeye yönelik ideal parametrelerin bulunmaya çalışması!) sürekli bir kötünün iyisi arayışı, bir zoraki, hüzünlü uzlaşmaya yönelim söz konusudur. bu neden böyledir? böyle ağdalı kelimelerin işlevi ne olabilir? işlevden ziyade, sebebine dair bir şeyler söyleyebilirim belki. bu, biraz klişe bir ifadeyle, ânı yaşayamamak ile bağlantılı bir durumdur (gavurlar daha şık bir şekilde, flow diyor). sosyal etkileşimler sırasında daha az sıkıntılı insanların kendilerini etkileşime kaptırmalarını sağlayabilen, neyin söylenip neyin söylenmeyeceğine, ne gibi jest ve mimiklerin neye hizmet edebileceğine yönelik sezgisel bilgileri, muhabbet açmanın zamanı geldiğinde -- tam olarak muhabbetin nasıl ve nereye ilerleyeceğini bilmeden de olsa -- bunun için yapılacak şeyleri ya da takınılacak tavırları otomatik, doğal bir şekilde sergilemesini sağlayan mekanizmalar, sosyal fobiden muzdarip insanlarda eksiktir ya da kusurludur. kendiliğinden gelen bir eksiklik olup olmaması önemli değildir ama bilinç seviyesinde o eksiklik, garip bir vahşilik hali olarak algılanır.

    (bu konuda bazı düşüncelerim daha var: (bkz: sosyal medya/@inscrutable)).

    tabii burada kastedilen otizm spektrumu ya da asperger sendromunda görülebilecek cinsten bir durum değildir, sosyal normların ya da genel görgü kurallarının algılanmasında bir sakınca bulunmamaktadır genelde. daha çok, "insan sosyal bir canlıdır" cümlesinin anlaşılmasıyla ve hatta hak verilmesiyle beraber "ya öyle de, nasıl olacak o şimdi ben anlamadım ki" tarzı bir soru ve bunun ima ettiği isyan ve (bunu okuyan tüm fobik ahaliye selamlar!) mallık hissidir. mallıktır, çünkü kaçış yoktur: ne kadar uğraşılsa uğraşılsın, bu rahatsızlığın ne kadar gerizekalıca, anlamsızca, hatta kimilerine insan doğasına aykırı gelebilecek bir şey olduğu düşünülürse düşünülsün, patron gene o mental satrancı oynayan beyindir (bkz: scumbag brain). mutlak üstbilinç odur, onun üstü yoktur, ondan kaçış da yoktur. yıllar boyunca aynı kaldığınızı, zaman geçtikçe hiçbir şey öğrenmediğinizi, büyük değişimlerden geçmediğinizi, aklınızdakilerin de eriyip gittiğini hissedersiniz ama o satranç oyununun bittiğini düşünmezsiniz. bireyin üstündeki asıl yıpratıcı etkisi budur. bir sunum yaparken boğazın kaçınılmaz olarak kuruması ya da ellerin bacakların titremesi değil, bunun sürekli süregelebilecek bir şey olduğudur.

    tabii o somut etkilerin de insanı yorduğu oluyor. karşınızdaki en samimi ahbaplarınız ya da aileniz değilse, karşıdaki insana ondan baydığınızı düşündürtürsünüz. bundan kesinlikle kaçış yok. göz teması özünde anlamsızdır (ben zaten kuramıyorum genelde o ayrı), sosyal ortamdayken herkes sorgusuz sualsiz, tüm sosyallikleriyle (aşırıya kaçması falan da gerekmiyor gayet normal bir sosyalleşme) "insanlık"larını sergilerken siz durumu tam da bu cümlenin biraz önce okuduğunuz kısmı gibi algılama marifetini göstermişsinizdir, kafanızda olayın ritüelizmini çözümlüyorsunuzdur, ortamın bir parçası olmaktan ziyade "ortamın bir parçası olmak" sizin için bir sorumluluktur, görevdir, iştir, objective'dir, achievement'tır, nasıl gerçekleştireceğinize dair her zamanki gibi mental sermaye ayırırsınız. laf söylemek için taktiksel fırsatlar arıyorsunuzdur, maksimum etki için optimizasyona başlamışsınızdır. halihazırda söylenen sözler ise sakin bir zamanda yeniden incelenmek ve izlenmek üzere kaydedilir, dosyalanır. güzel zamanlar, şenlik şölen anlayacağınız.

    aynı zamanda içinizde garip bir umut da vardır (yine yeniden selam gönderiyorum), mallık destekli bir umuttur, "biri" size "doğru" şekilde baksın ve tüm bunları sezsin de sizle muhabbet açsın diye düşündüğünüz de olur. özellikle bu romantik gelebilir, forever alone kafası falan ama böyle değildir kesinlikle, romantik olması da gerekmez, çünkü sosyal fobiden muzdarip insanlar arkadaşlıklarını ve dostluklarını böyle kurarlar. sosyal fobik insanın en azından psikolojik düzeyde, bilinç seviyesinde borçlu olmadığı bir dostu ya da sevdiği yoktur, bu da belki dışarıdan bakılınca beklenmeyebilinecek bir bağlılığı beraberinde getirir.
944 entry daha
hesabın var mı? giriş yap