28 entry daha
  • adam öldürmemeceli fps.

    --- spoiler ---

    sevgili esther, selamün aleyküm kardeş! nasılsın?

    yürümekten haz alanların oyununa hoş geldiniz. "ben acayip yürürüm, kimse benim gibi yürüyemez," diyorsanız bu oyun tam size göre arkadaşlar! son dönemin tam bağımsız bilgisayar oyunu ile karşı karşıyayız. ne çeyrek, ne yarım, tam, ama tam bağımsız!

    “sevgili esther. bazen bu adaya hayat veren benmişim gibi hissediyorum. enlem ve boylamlar arasında bir yerde boşluk oluştu ve ada buraya konuldu. ne kadar zor bağdaştırsam da hayatımda tüm varsayımları reddeden tek bir başlangıç noktası olarak kaldı. her dönüşümde yeni işaretler bırakıyorum. çaresizliğimin düşmanca bakışı içinde onların baharda filizlenmesini umuyorum."

    az önce oyunun denizinde yüzerken iyice açılıp boğulmaya çalıştım, fakat bir ses, "geri dön," dedi ve maalesef otomatikman geri döndürüldüm. 2013 yılına hiç yakıştı mı şimdi bu sınırlandırma? kam bek'miş. ulan zaten aşırı derecede dalga geçiyorsunuz bizimle, sürekli yürümek ney lağ? "w" tuşumun silinen boyasının hesabını kim verecek?

    "sevgili esther. ne kadar süredir burada olduğumu ve kaç kez buraya geldiğimi artık bilemiyorum. kuşkusuz, bu yerin coğrafyası bana o kadar tanıdık ki, önümdeki formları ve şekilleri aslında gördüğümü kendime hatırlatmak zorundayım. gözüm kapalı bu kayaların arasından, uçurumların kenarından düşme korkusu olmadan ayağımı sürüyerek gidebilirim. ayrıca hep şöyle düşünmüşümdür, birisi düşecekse onun gözünü tamamen açmak gerekir."

    mağaradaki işaretleri çözen var mı, varsa bana ulaşsın. ben ortadaki işarette bir tavuk gördüm sanırım, ağzından bir şey hömkürüyordu.

    "donnelly keşişin efsanesini anlattı; kutsal bir adam yalnızlığın en saf halini arıyormuş. söylenenlere göre, anakaradan buraya altı olmayan bir tekneyle kürek çekerek gelmiş. böylece denizin bütün yaratıkları gece çıkıp onunla konuşabilirmiş. bu konuşmalardan kim bilir ne kadar hayal kırıklığına uğramıştır. belki şimdi, denize dadanan tek şeyin tankerlerin boşalttığı çöpler olduğundan, huzuru daha iyi bulabilirdi. derler ki kollarını güneydeki bir vadiye doğru açmış ve falez açılıp ona sığınak oluşturmuş. yüz on altı yıl sonra yüksek ateşten ölmüş. çobanlar mağaranın ağzında ona hediyeler bırakırmış, ama donnelly yazmış ki onu gördüğünü iddia eden kimse yokmuş. mağarayı ziyaret ettim ve hediyelerimi bıraktım, ama onlar gibi, ben de onun yalnızlığı için değersiz görünüyorum."

    daha oyunun ilk 15 dakikasında senaryodaki yüksek edebiyat göze çarpıyor. birileri çok şiir okumuş bu oyunu yazarken, belli. ama bizim cengâver türk şairlerden hiç okumamış, varsa yoksa edgar allan poe okumuş ellam.

    "annenin anlattığına göre, sen doğduğunda, doğumhaneye bir sessizlik çökmüş. yüzünün sağ tarafını büyük kırmızı bir doğum izi kaplıyormuş. kimse ne diyeceğini bilememiş, sen de hava boşluğunu doldurmak için ağlamışsın. seni bu yüzden hep takdir ettim; bulduğun her boşluğu doldurmak için ağlıyordun. sırf yeteneğini kullanabilesin diye, senin için boşluklar üretmeye başladım. doğum izi sen altı yaşındayken geçti, tanıştığımız zaman tamamen gitmişti, ama boşluğun sana olan cazibesi ve çaresi aynen duruyordu."

    bu arada sadece birkaç tuşu var oyunun, uyandırayım. f6 ile otomatik kayıt yapılabiliyor, f7 ile de son kaydınızı yüklüyorsunuz. o kadar, bitti. adam olana fazla bile.

    "o çobanlar dindar insanlardı. bu ilişkide aşk yoktu. donnelly bana dedi ki onların bir kutsal kitabı varmış ve katı bir devirle elden ele dolaşırmış. 1776’da, ada tamamen terk edilmeden iki yıl önce, ziyaret eden bir papaz onu çalmış. acaba, o arada sureleri ve ayetleri taşlara ve otlara mı geçirdiler, coğrafyayı önemli bir şifreyle mi işaretlediler; böylece kitabın yolundan gidip haramlarından uzak mı durdular?"

    tamam, oyundaki karakterimiz oldukça zekâlı ve okumayı seçmiş. bunu hemen anladık. az önce de koca teknenin yanında ilk defa işe yarar bir şey söyledi: "teknenin altında bir delik olmalı, yoksa nasıl gelirdi bu keşişler?" buna rağmen steam üzerinde toplamda 50.000'den fazla sattı. artık insanlar gerçekçiliğin farkında. o saçma senaryolardan birazcık da olsa kurtulduk gibi. ayrıca oyunun 14 şubat 2012 tarihinde çıkış yapması da “dear” esprisini kuvvetlendiriyor. yapım ekibinin o gün sevgilileri ile bu oyunu oynadığı aşikâr.

    "bu keşiş, bu kâhin, kemiklerin ve eski ekmeğin uzak tarihçisi, nereye kayboldu? neden, dedi çiftçiler, neden diye sordu jakobson, sırf kollarını tepeye açıp arkandan kapanmasına izin verecek, herkese kapalı ama sadece en özveriliye açık bir müze olan adanın karnına kendini kapatacaksan neden görüşlerini dert edesin."

    oyunda bir tane mağara var sanarak büyük bir hataya düştüğümü anladım an itibariyle. çılgınca işaretlenmiş her yer, oyunun müzikleri son derece duygusal ve derin olsa da, burnuma oldukça pis kokular geliyor benim. hayırlısı...

    "sevgili esther. kendimi bu okyanus kadar özelliksiz, bu körfez kadar sığ ve ıssız, kayıtsız bir enkaz kadar kimliksiz hissettim. benim kayalarım bu kemikler ve uçurumun önündeki çitler. içime deşilmiş mağaralar, kafam bir dağ, bu anten bana böyle iletecek. tamamen korunmasız sinir sistemini, donnelly’nin botlarıyla senin ve benim botlarımız hâlâ çiğniyor. senin için bir meşale taşıyacağım; onu mezar taşımın yanına bırakacağım. beni aşağı taşıyan tünellerde ihtiyacın olacak."

    mağaradaki tünelden aşağıya hunharca uçtuktan sonra suyun sıkışarak aktığı bir yerde kâğıttan gemilerin birleşerek yığıldığını göreniniz oldu mu? kim yüzdürmüştü o kâğıt gemileri? koca bir sır dostum, ha, lanet olası koca bir sır! tamam anlıyorum, muhteşengiz grafiklerle bir şölen gezintisindeyiz. senaryo da çok iyi. tamam da yarım saattir yürüyorum haritada, sadece ölü kuşlar gördüm o kadar. insan iki börtü böcek bari çizer lan, bu nasıl gerçekçilik?

    "burada sadece geceleri bir yaşam çabası var. şamandırayı ve anteni görebilirsin. kendimi diriltmeyi denemek için gündüz uyumaya başladım. son günlerin yaklaştığını görebiliyorum -devam etmek için artık pek amaç yok. burada bulacak yeni bir şey olmalı- bağlanılacak bir görüntüsü olan bir köşe ya da kuytu gibi. köprülerimi yaktım; teknelerimi batırdım ve suya batışlarını seyrettim."

    her yeri işaretlerle dolu olan tünelde biraz tereddüt etmedim değil. müziğin rengi de baya bir değişti. şey etmeseler bari. çünkü bu sefer dikkat ettiyseniz gayet elektronik çizimler bunlar. yani bildiğin fizik dersinde gördüğümüz akım şemaları. adamlar duvarda fizik testi çözecek hali yok ya. zaten bizim eleman kutsal kitaptan ve çobanlardan bahsederken bir şeylerden kıllanmıştım. acaba neler oluyor?

    “mağaralar içimse, burası taşların ilk oluştuğu yer olmalı. bakteri fosfor gibi ışıldıyor, yükseliyor, ve tünellerde şarkı söylüyor. buradaki her şey gel git gibi yükselip alçalmaya bağlı. belki bütün ada gerçekten suyun altındadır."

    su dolu başka bir çukurdan yine hunharca yuvarlanarak düştüğümüzde anlık da olsa bir rüyada uyanıyoruz. suyun altında bir otoban. sular altında kalmış bir dünya. birbirine yakın mesafede iki tane araba. elektrik sistemi hâlâ çalışıyor, çünkü farları açık. en sevdiğim kıyamet şekli. temiz. o anı birkaç kere oynuyorum tekrar ve tekrar yükleyerek. her seferinde fazla ileri gidemeden uyanıyoruz. bu da bize koyabilir.

    “bu otoyolda başka doğrultu ve çıkış yok. bu kavşaktan hızla geçerken, seni yol kenarında beklerken gördüm, titreyen ellerinde son bir içecek vardı."

    bu oyundaki onca mumu kim yakıp kaçıyor kardeşim? delirtmeyin lan adamı! tamam, iyi bir iş çıkartmış olabilirsiniz, ama bu kadarı da fazla! adamla dalga geçer gibi!

    “yolculuğuma dipsiz bir kağıt teknede başladım; onun içinde ay’a uçacağım. zamandaki bir kırışık, hayatın kâğıdındaki bir zayıflık ile katlandım. sen şimdi kâğıdın diğer tarafına yerleştin; adi bitki örtüsüyle, lifle ıslanan mürekkepte izlerini görebiliyorum. içimiz su dolunca ve kafes dağılınca, birbirimize karışacağız. bu kâğıt uçak uçurumun kenarından çıkınca ve karanlıkta paralel buhar izler oyunca buluşacağız."

    oyun biterken önce o koca anten direği olduk, sonra da kuş olup uçtuk iyi mi! come back!

    kıyak, âlâ!

    “sevgili esther. şam’ın uçurumlarını yaktım, onu derinden içtim. kalbim bacağım ve bu dipsiz teknenin her tarafındaki kâğıda iz bırakan beyaz bir çizgi. sen benim için bütün dünya gibi bir yuvasın, orada kırılmamış yumurtalar fosil şeklini alıyor, birleşiyor, kırılıyor ve havaya küçük siyah çiçekler yolluyor. bu enfeksiyondan, umutla. bu adadan, uçuşla. bu kederden, sevgilerimle."

    sevgilim ester, allah belanı versin. mektup yazma huyun azalarak yok olur inşallah. bizi de öldürdün, kendini de öldürdün. madem önce kendini öldürdün, bizi niye buna alet ediyorsun. sevgili ester, bir daha seni fps oyunlarında gözüm görmesin. hadi!
    --- spoiler ---
39 entry daha
hesabın var mı? giriş yap