8 entry daha
  • ikinci dünya savaşı filmleri arasında ayrıksı bir yeri var bu filmin. her şeyden önce konusuyla. zira savaşın son günlerinde şehirleri koruma görevi verilip kurban edilen alman çocuk askerler hakkında.

    başta söyleyelim şablonlara uyan bir anlatım biçimi var filmin. düz akıyor. önce çocukların tanıtılması, aileleri, gelecek umutları vs ile ilk bölüm tamamlanıyor. ardından filme de adını veren köprü bölümü başlıyor. çocukların ve ailelerin tanıtıldığı ilk bölüm savaş sonu almanyası hakkında değişik duygular uyandırıyor insanda. ikinci dünya savaşı'na dair bir şeyler okuduğumda, izlediğimde aklımın bir köşesinde savaşın bitimine yakın ölmenin ne menem bir şey olduğu düşüncesi takılır. die brücke'de bu tarz sahneler bolca mevcut, içinde kaybolup gidiyoruz hüzünle. diğer kayda değer nokta ise 'otoritenin' varla yok arası gezindiği savaşın son demlerinde insanların ruh hallerini yakalamadaki başarısı filmin. öğretmenin, sigi'nin annesinin titrek itirazları yüzlerdeki kederle birleştiğinde insanların bezginliği de vurgulanmış oluyor. bu yüzden oyuncuların yüzlerine yapılan zumların özellikle bezginliğin, kederin, korkunun vurgulanması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. köprüde ölü yatan çocuğun titremesinin de oyuncunun korkması sebebiyle değil de patlamanın yarattığı sarsıntıyı vurgulamak amacıyla olduğu kanaatindeyim.

    filmin siyah-beyaz, puslu, soğuk atmosferinin o günlerin ruh halini yansıtmadaki başarısı su götürmez. illa ki bir şeylere çomak sokalım diyeceksek senaryoya değinmek lazım. zira askere alındıklarının ertesi günü çatışmaya girmeleri icap ettiğinde o silahları nasıl o kadar maharetle kullandıkları muamma çocukların. birkaç yerde çocukların acemilikleri vurgulanıyor ama sıkıntı var orada.

    velhasılı kelam die brücke iyi film. en azından 'çocukların ulusu yok' diye düşündürüp ölüm korkusunun her yerde ölüm korkusu olduğu düşündürtüyor.
11 entry daha
hesabın var mı? giriş yap