37 entry daha
  • filmden çıkınca düşündüğümüz ilk şey "çok güzel bir kısa film olabilirmiş, bu kadar uzayınca güzel bir film olmuş" idi. görüntüler, kadrajlar muhteşemdi. görüntü yönetmeni peter röhsler'e saygı ve tebriklerimi iletirim.

    önce hikaye çok akmıyor gibi geldi. durağanlık değil yadırgadığım, sürüklemiyordu da. sonra zaten hayat böyle bir şey diye düşündüm. sıradan bir hayat ne kadar durağansa film de o kadar durağan aslında. hayatım film olurdu hayatlarından değil normal hayatlardan biri, üstelik gayet de güzel film olmuş.

    --- spoiler ---

    3 ana oyuncunun da oyunculuğu çok iyiydi. açıkçası fazi karakterindeki şenay aydın'ın oyunculuğunu, baş karakter mina'yı canlandıran sanem öge'den daha çok beğendiğimi itiraf etmeliyim.

    film boyunca aklıma takılan şey öykünün başının yetersizliği olmuştu. her an mina'ın geçmiş evliliğine dair, ailesine dair, neden parasız kaldığına, önceden nasıl geçindiğine dair bir ipucu bulmaya çalıştım. ufak tefek sezgiler dışında bir bilgi edinemedim. sonra şunu düşündüm; bize geçmişini anlatmak için körgöze parmak telefon konuşmaları yapsaydı ya da fazi'ye anlatır gibi seyirciye biyografisini anlatsaydı gerçekten çok sakil olurdu. sanırım bu hali daha iyi olmuş.

    ancak filmden çıktıktan sonra beni rahatsız eden bir şey oldu. fazi ve tayfun, ve hatta apartman bekçisi, garson, fal baktıran kadınlar hepsi çok gerçek karakterler. bazen sempatiyle bazen kuşkuyla dolduruyorlar içimizi. bi seviyoruz bi keiisn bi iş çeviriyor diyoruz ya da en azından ara sıra şapşal buluyoruz. ama mina karakeri çok düz kalmış. çok melek. çok iyi. ondan beklediğimizin dışında hiç bir davranış sergilemiyor. hep iyi, düşünceli, akıllı, nazik, sade hatta erdemli. dolayısıyla 100% iyi veya kötü karakterlerin türk sinemasında malesef hala ölmediğini hissettirdi ve biraz rahatsız etti.

    bir diğer garip nokta ise; mina'nın amerika'ya gitmekteki tukusuz tutkusu. durup durup kartpostallara bakmak veya para biriktirmek dışında tutkusunu gösteren bir şeyler olmalıydı. belki de ezbere bir istekti gerçek bir tutku değildi ve tayfun'la devam etseydi vazgeçecekti. ya da o kadar sade, tutkusuz ve vazgeçmiş bir karakterdi ki açıkçası herhangi bir konuda tutku duyabilecek gibi göüzkmüyordu, bence izleyiciye o tutku hissini geçirmiyordu.

    mina'nın kendi falını başka fallarda görmesine mistik bir anlam yüklemeden; kızın kendi geçmişini, bugüne dair sezgilerini ve geleceğe dair öngörülerini başkalarının fallarında okuması ve herkesin o falda bir gerçeklik payı bulması şunu düşündürdü; "herkes az çok biribirine benzer, sıradan hayatları yaşıyor. ve gerçek film de bu."

    --- spoiler ---
66 entry daha
hesabın var mı? giriş yap