982 entry daha
  • yıllar önce oturma organımla izlediğim, az biraz burun kıvırdığım film. içinde bulunduğunuz ruh hali, algılarınızı oldukça etkiliyor. basit bir konusu varmış gibi gelmişti ilk izlediğimde açıkçası. yakın zamanda tekrar izledim, sonra tekrar izledim, üzerinden geçtim çoğu sahnesinin. aslında ne denli ince işlenmiş bir film olduğunu şu yaşlarıma gelince fark ettim. yaşla da ilgisi yok belki, dedim ya, ilkinde biraz “tipik aşk filmidir yea” bakışıyla izlediğimden.

    “bugün işi astım. trene atlayıp montauk'a gittim. neden bilmiyorum. ben aklına eseni yapan biri değilim aslında.” kilit repliği ile başlıyor film.

    2 ana kahramanımız var: clem ve joel. aslında bir nevi birbirlerinin zıttılar. biri ne kadar içe dönük bir insansa, diğeri de o kadar dışa dönük; biri ne kadar sakin ve suskunsa, diğeri de o kadar canlı ve konuşkan… bu yüzden o ilk replik çok mühim. çünkü filmi izledikçe gerçekten joel karakterinin “aklına eseni yapan biri” olmadığını görüyorsunuz. yani ani karar almasında hakkaten bir terslik var, işte bu tersliğin hikayesi anlatılıyor filmde.

    --- spoiler ---

    “kumsalda hava çok soğuk. şubatın ortasındayız. unuttun mu, joel? “

    “bazı sayfalar yırtılmış. böyle bir şey yaptığımı hatırlamıyorum. iki yıldır ilk kez bir şey yazıyorum. “

    “she was nice. nice is good.” şu cümle bu filme dair yıllardır aklımda kalan cümlelerden. joel ne kadar basit düşünen bir adam bunu anlamanın en “basit” yolu bu. özellikle ingilizce aslıyla vermek isteyeceğim tek replik bu sanırım.*

    “neden bana azıcık ilgi gösteren her kadına aşık oluyorum? “

    -böyle şık isimli boyalar üreten bir şirket var. kızıı tehlike, sarı ateş, yeşil devrim. işi bu isimleri bulmak olan, birileri olmalı.
    +sence böyle bir iş olabilir mi? yani kaç tane saç rengi olabilir ki? elli tane vardır, belki.
    -biri o işi kapmış…

    “iç, genç adam. içki baştan çıkarma bölümünün iğrençliğini azaltır.”

    “neden bu kadar geciktin?” şunu söyleyebilecek kadın oldukça azdır dünya üzerinde. kadınlar genellikle ima insanlarıdır. açıkça hiçbir şey söylemezler. o yüzden clem’in karakterini anlamak için çok güzel bir örnek cümle bu.

    joel, gerçekleri kavrayıp, clem’in onu hafızasından sildirdiğini öğrendiğinde ilk önce sinirleniyor ve üzülüyor haliyle. “neden?” sorusuna cevap bulmaya çalışıyor. ama clem aklına eseni yapan biri ve joel tam da bu özelliğini seviyordu clem’in.

    önce durumu kavramaya çalışıyor, lacuna ınc.’e gidip. sonrasında ise kendi de sildirmeye karar veriyor anılarını. benim için en gerçek ve en acı sahnelerden biri burada kendini gösteriyor.

    “şimdi, yapmanızı istediğimiz ilk şey, bay barish, eve gidip clementine'la ilgili olan her şeyi toplamanız. her şeyi.”

    bir insanın,sürekli bir şekilde hayatınızda bulunan alelade bir insanın bile düşününce hayatınızda ne denli yer kapladığını görebilirsiniz. sizden, biri ile ilgili olabilecek, evinizdeki tüm eşyaları istediklerinde -ki bu kişi birlikte kaldığınız sevgilinizse- tüm o eşyaları topladığınızda, hayatınızın ne kadar manasız görünebileceğinin resmidir o evin görüntüsü. bomboş, anlamsız. o denli yer kaplayan birini, hayatınızda yer etmiş birini, gerçekten silmek ister misiniz? silebilir misiniz? her şey bitmiş olsa bile, yaşıyor olmak demek, gerçekten yaşıyor olmak demek hafızanızda yer etmiş anılar ve onların size hissettirdikleridir. güzel ya da kötü anılar. beckett demiş ya “hep denedin, hep yenildin. olsun. gene dene, gene yenil. daha iyi yenil.” budur insana yaşadığını tam anlamıyla hissettiren.

    filmin sonrasında ise iki gerizekalı (patrick ve stan) yüzünden ortaya çıkan hikayemiz oluşuyor. eğer bu iki gerizekalı olmasaydı, her şey düzgün olsaydı, joel farkına varmadan silinecekti her şey.

    film bir de şunu görmemizi sağlıyor: birinden, tüm tüyoları alsanız dahi, mükemmel bir ilişki yaşayamazsınız. patrick bunun örneği. joel, saçlarının rengini görüp, clem’e mandalinam diyor; patrick, clem’e mandalinam derken ise clem’in saçları mavi. buzun üstüne yatıp söyledikleri ağzında yavan duruyor çünkü tam anlamıyla hissetmiyor clem’i. tam anlamıyla hissetmezseniz de karşı tarafa duygunuzu geçiremezsiniz.

    2. en acı yer ise benim için joel’un “mierzwiak ne olur bu hatıra kalsın.” dediği yerdir.

    - joely?
    + evet, mandalinam?
    -ben çirkin miyim? çocukken çirkin olduğumu düşünürdüm.daha şimdiden ağlamaya başladığıma inanamıyorum. bence insanlar çocukların ne kadar yalnız olduğunu anlamıyorlar. sanki hiçbir önemin yokmuş gibi. sekiz yaşındayken oyuncaklarım vardı. bebeklerim vardı. en sevdiğim bebek clementine dediğim çirkin bir bebekti. ona 'sen çirkin olamazsın, güzel ol' diye bağırırdım. çok ilginç. sanki onu değiştirebilirsem ben de değişecekmişim gibi.
    +sen güzelsin.
    -joely, beni asla bırakma.
    +güzelsin. güzelsin. güzelsin.

    sevdiğin kişi, sana tamamen kendini açtığı anda, geri dönüşü çok zor olan, hatta geri dönüşü olsun istemediğin bi’ yola girersin adeta. ruh çıplaklığını bir kere gördün mü, bir daha hiç gitsin istemezsin. clem bu anıda ruhunu açıyor joel’a. dışardan bakıldığında çok mühim bir anı değilmiş gibi gelebilir. ama bu minik kırılganlıklar, korkular, kendini çaresiz hissetmeler öyle herkese anlatabileceğiniz şeyler değildir. mahreminizi açarsınız. o yüzden bu anı bir kere yakaladınız mı hiç gitmesin istersiniz.

    joel’un çocukluk anıları kalp ben bu arada. allağm nasıl tatlıydı.

    -beni daha derine sakla.
    +nereye?
    -beni utancına sakla.

    sonraysa silme işlemini durduramayacağını kabullenme kısmına geliyoruz yavaş yavaş.

    -seni yemeğe falan çıkarmak istiyorum.
    +sen evlisin.
    -daha değil. evli değilim. hayır, evli değilim.
    +bak, sana başından söyleyeyim. ben iyi bakım gerektiririm. evlilik ya da her neyse. onun etrafında gezinemem. benimle olmak istiyorsan, benimle olursun.
    -tamam.
    +birçok erkek benim bir kavram olduğumu, ya da onları bütünlediğimi ya da, onlara yaşadıklarını hissettireceğimi düşünürler. ama ben huzur arayan kafası karışık bir kızım. kendi dertlerini bana yükleme.
    -bu nutku çok iyi hatırlıyorum.
    +seni tavladım, değil mi?
    -tüm insan ırkını tavlamışsın.
    +muhtemelen.
    -yine de hayatımı kurtaracağını düşünmüştüm. konuşmadan sonra bile.
    +biliyorum.
    -bu sefer farklı olacak. bir kere daha deneyebilirsek.
    +beni hatırla. elinden geleni yap. belki de yapabiliriz.

    -bu karşılaştığımız gün. dalgaların oradaydın. seni uzaktan görebiliyordum. o zaman seni çekici bulmuştum. ne garip, birinin sırtını çekici buluyorum diye düşünmüştüm. sonradan çok seveceğim ve en sonunda da nefret edeceğim montunu giymiştin. aynı zamanda, 'ne güzel! turuncu bir mont' demiştim.
    +selam.
    -selam.
    +burada tek başına oturduğunu gördüm. tanrıya şükür, bu şeylerde konuşamayan normal biri
    daha diye düşündüm.
    -evet. ne diyeceğimi bilemiyorum.
    +adım clementine. tavuğundan bir parça alabilir miyim?
    -sonra da cevabımı beklemeden bir parça alıverdin. çok yakın davranıyordun. sanki daha o zamandan
    sevgiliymişiz gibi.

    -adım joel.
    +selam joel.
    -adım hakkında şaka yapma.
    +yani… akıllı bıdık gibi mi?
    -evet, öyle şeyler.
    +şaka yok. şaka yok. çocukken en sevdiğim eşyam akıllı bıdık bebeğimdi. bence büyülü bir adın var.
    -hepsi bu kadar, joel. yakında bitmiş olacak.
    +biliyorum.
    -ne yapacağız?
    +tadını çıkaracağız.

    birinden nefret etmek veya onu sevmek çoğu zaman bizim seçimimiz gibi aslında. birinden hoşlanıyorken bize komik ya da tatlı gelen bir özellik, o kişi büyük bir hata yaptığında ya da başka nedenlerden ötürü onu sevmemeye başladığınızda size o kişiden nefret etmek için bile sebep verebilir. başta tatlı bulduğunuz minik bir ayrıntı, sonrasında sinirinizi bozabilir. bu çizgi hep bu kadar ince değildir belki ama, o noktaya geldiğinizde o insanın nelerinden nefret edebileceğinizi aklınız hayaliniz almaz. joel gibi, bir kelimeyi telaffuz edemeyişinden bile büyük anlamlar çıkarabilirsiniz. başlarda clem’in saçlarını çok seviyorken, kasette “tek sorunu saçıydı!” demesi de buna başka bir örnek. ve siz dayanabileceğinizi düşünseniz de, o acımasız eleştirileri duymak hiç kimsenin hoşuna gitmez.

    -bekle.
    +ne var?
    -bilmiyorum.
    +ne istiyorsun, joel?
    -sadece bekle. sadece biraz beklemeni istiyorum.
    +peki.
    -gerçekten mi?
    +ben bir kavram değilim. ben tamamen dağılmış bir kızım. kendimce doğrularımı arıyorum. ben mükemmel değilim.
    -sende hoşlanmadığım hiçbir şey göremiyorum.
    +ama göreceksin. göreceksin.
    -göremiyorum.
    +bir şeyler bulacaksın. ben de senden sıkılıp kendimi kapana kısılmış hissedeceğim. çünkü bana hep böyle olur.
    -tamam.
    +tamam. tamam.
    -tamam.

    filmin en gerçek yeriyse şu replikleriyle son sahnesi sanırım. her şeyi kabullenip, olacak her şeyi görüp, yine de o insanla olmayı istemek kadar tatlı bir karar olamaz. tamam, vardır belki ama az işte. *
    --- spoiler ---

    eğer hala izlemediyseniz ya da benim önceki halim gibi filmin çok yüzeysel olduğunu düşünüyorsanız tekrar izleyin, bir şans verin derim.
642 entry daha
hesabın var mı? giriş yap