92 entry daha
  • mary shelley'in 200 yıl önce gördüğü ve hala devam eden kabusu. kafama sıçayım ki kıçımı kaldırıp kitabını okuyamadım şu güne kadar, fakat kendi dalında ayrı bir efsane olan filmini izledik hamdolsun. 1931 yapımı orjinal frankenstein filminden bahsediyorum elbette.

    klasik korku filmlerinin günümüzde sıklıkla karşılaştığı durumdur, özellikle arkadaş ortamında kalabalık bir şekilde izlendiğinde daha ilk sahnelerden itibaren kahkahalar eksik olmaz. herkes dönemin sinemasının ne kadar düz, oyunculukların ne kadar abartı, makyaj ve efektlerin ne kadar gülünç olduğundan dem vurarak dalgaya vurur aklınca. haklı oldukları zamanlar da vardır elbet, ancak frankenstein filmi buna istisna kesinlikle. yanlarına iki-üç adam alıp 70 dakika boyunca bu sinema eserini alaya alan delikanlıların, gece yarısı evde tek başına izledikleri takdirde götü yusuftan tavana değip değip yeryüzüne inmezse ben de adam değilim. korku sinemasında öyle ayrı bir yeri var frankenstein'ın, işin içine kısmen de olsa bilim girdiğinden yakın dönemde çekilen vampirli, mumyalı, kurtadamlı yapımlara göre daha gerçekçi geliyor ve daha fazla içine çekiyor izleyiciyi. yıl olmuş 2014, dr.frankenstein'ın çeşitli ceset parçalarından bir araya getirip oluşturduğu ve elektrik vererek canlandırdığı canavarı gören izleyici "lan yoksa?" diyebiliyor hala. bu her şeyden evvel shelley ve olağanüstü anlatımının başarısıdır elbette.

    hikayenin derinine inme gibi bir niyetim yok, zira hem dediğim gibi kitabını okuma fırsatım olmadı (ve bu yüzden hakkını verememe endişesi var), hem de söylemek istediklerimin hemen hepsi 1931 yapımı sinema versiyonu üzerine. ve söylemem de gerekli bunları, çünkü özellikle benim gibi bir korku sineması hayranı için gelmiş geçmiş en başarılı yapımlardandır frankenstein. gotik atmosferinden oyunculuklara kadar her yönüyle bir başyapıttır, sinema tarihine ismini altın harflerle kazımıştır.

    filmin sinema tarihinde bu denli büyük bir iz bırakmış olmasının nedenlerinin başında hiç şüphesiz boris karloff üstadın muhteşem bir frankenstein canavarı olması gelir. özellikle "elinin ayarını sikeyim" tadındaki; küçük kızla güzel güzel oynarken bir anda kaldırıp kızı göle fırlattığı, çiçekler gibi su yüzeyinde belirip salınmasını beklediği ve olan bitenin farkına vardığında çaresizliğe kapıldığı sahnedeki oyunculuğu muazzamdır. final sahnelerindeki halinden bahsetmiyorum bile. öyle bir adanmışlıkla oynamıştır ki bu rolü karloff, yönetmenin şerefsizliği yüzünden 20 küsür kere tekrar çekilen, yetişkin bir adamı (dr.frankenstein) sırtına alıp taşıması gerektiği sahneler neticesinde ömrünün sonuna dek peşini bırakmayacak kronik bir bel rahatsızlığına yakalanmıştır. yine de sevgiyle anar bu rolünü ve canavarı, sonrasında iki kez daha canlandıracak kadar da sahiplenmiştir. ve dahi ilerleyen yaşıyla birlikte artık canavarı oynayamayacak hale geldiğinde bile, frankenstein filmlerini öksüz bırakmamış ve serinin 1958 yılında çekilen filminde bu kez dr.frankenstein olarak yer almıştır. ilginç bir anekdot olarak, filmin başındaki oyuncu listesinde tüm aktör ve aktristlerin ismi canlandırdıkları karakterlerin karşısında yazılıyken, "the monster" karakterinin karşısında karloff'un ismi yerine bir soru işareti yer almaktadır. ancak film bittikten sonra, the mummy filminde olduğu gibi "a good cast is worth repeating...." ibaresi altında oyuncu listesi tekrar ekrana geldiğinde ismi frankenstein'ın canavarı olarak tescil edilir. bu durumun karloff'un film ilk çıktığı yıllarda pek bilinmeyen bir aktör olmasından, yapımcıların canavarın kimliğini filmin sonuna kadar muhafaza etmek istemiş olmasına kadar çeşitli açıklamaları olabilir, ancak kesin olan bir şey var ki sinema tarihi ve popüler kültürün en büyük ikonlarından birisi karloff ile can bulmuştur ve daha uzun yıllar frankenstein ismi duyulduğunda akla karloff'un canavarının siması gelecektir.

    filme dair bir diğer ilginç ayrıntı da, dönemin büyük korku sineması oyuncularından olan ve dracula filmi ile tanıdığımız bela lugosi'nin öncelikli olarak frankenstein canavarı rolü için düşünülmüş olmasıdır. hatta kendisi frankenstein ile aynı yıl fakat daha erken bir zamanda çekilmiş dracula filminin setinde, frankenstein canavarı kostümü ve makyajı ile bir deneme çekimi yapmıştır. bu çekimin görüntüleri günümüzde maalesef kayıp, fakat neyse ki lugosi yıllar sonra frankenstein meets the wolf man filminde canavar rolünde arz-ı endam etmiştir ki bizim de kendisini frankenstein canavarı haliyle görme şansımız olmuştur. buna ek olarak, özellikle 40'lı yıllar civarında patlayan "ne kadar korku filmi karakteri varsa hepsini toparlayıp aynı filmde buluşturma" furyası dahilinde iki ayrı frankenstein filminde doktorun ucube yardımcısı ygor'u da canlandırmıştır. dracula rolünde kurtadam ve frankenstein ile buluştuğu filmleri saymıyorum bile. 20.yüzyılın ilk yarısında canavar piyasası böyle karışıkmış bir miktar.

    frankenstein filmine dönersek, bir enteresanlık da filmin başında mevcuttur esasen. dr.waldman rolüyle filmde yer alan edward van sloan amcamız açılışta bizleri bizzat kendisi olarak karşılar, kendilerini bekleyen korkuya dair izleyiciyi uyarır. bu tarz klasik korku filmlerinde görmeye pek alışık olmadığımız bir manzaradır bu. bu noktada belirtmekte fayda var, van sloan aynı dönemde ard arda çıkan the mummy, dracula ve frankenstein filmlerinin hepsinde yer almaktadır ve her birinde aşağı yukarı aynı roldedir - olaylara vakıf, canavarın azılı düşmanı yaşlı ve bilge kişilik. orjinal van helsing kendisidir desem pek şaşırmazsınız sanırım.

    canavarın yaşam bulmasını müteakip doktorun sarfettiği "now i know what it's like to be god!" repliğinin sansürlenmesi de ayrıca ilginç bir hikayedir. 30'lu yıllar amerikan sansürcülerinin "blasphemy" diye haykırarak sansürlettiği bu replik, orjinal filmden tümüyle çıkarılmamış olup bir gök gürlemesi ile kısmen bastırılmıştır. neyse ki bugün elimizde olan versiyonlarda bu repliği aşağı yukarı sarf edildiği şekliyle duymamız mümkün, yine de dönemin sinema sanatçılarının çektiği çileyi ve sansürcü zihniyeti bu vesileyle anmadan geçmek istemedim. 2014 türkiye'sinde yedinci sanat yapımlarını kese kese kuşa çeviren sansürcanlara selam olsun.

    özetle frankenstein filmi, kendi dönemini geçtim, günümüz şartlarında değerlendirildiğinde bile bir korku filmi olarak fevkalade başarılı bir yapımdır. karloff'un frankenstein canavarı olarak ilk göründüğü sahne itibariyle gözlerinizi alamadığınız, 80 küsür sene sonra bile hala izleyeni korkutmayı (ve düşündürmeyi) başaran muazzam bir filmdir. ismini yunan mitolojisinde ateşi insanlara geri verdiği için cezalandırılan prometheus'dan alan bir yapımda, "yaşam ateşi" kendisine tekrar bahşedilmiş olan başkarakter frankenstein canavarının ateşten bu denli korkup, en nihayetinde yine alevler içerisinde "can vermesinde" şüphesiz ki takdire şayan bir şiirsellik vardır.

    hala izlemediyseniz bir şans verin, verin ki sabahın dördünde bu satırları boşu boşuna yazmış olmayayım. gotik atmosfer diyorum, modern prometheus diyorum bak.

    "it's alive!"
174 entry daha
hesabın var mı? giriş yap