2 entry daha
  • pala hayriye, bitirgen’den sonra çıkılan yolun, uzun uzun soluklandığı, kimi zaman ayağının altındaki taşların sertliğiyle örselendiği, hayat yolculuğunun tam ortasına gelip oturuveren sonra birlikte durup nefeslendiğiniz “anlatmak” isteyendir. kadını. erkek dünyasının kendi yasalarının egemenliğini dayatan pervasız tavrını. hayatı. uğruna mücadele ettiklerini. sürekli tek kale oynadığı maçlarda attığı gollerin ofsayttan nasıl sayılmadığını. aşk sandıklarının inceden bir kırık gibi acıttığı canını. ruhunun içinde saklayıp adına büyümek dedikleri hem eylemlilik hem durağanlık olan karmaşık ağa saplanıp kalanları. evden kaçıp “bana hiç uğramaz” dediklerinin ardına düşen, hiçbir şeyi hak etmediğine inanmaya başlarken çaresizliğinden mi acemiliğinden mi bilinmez yaşadıklarıyla sınanan, günlere dolanan yavan bir o kadar da can acıtan her şeye yaralarını kapatacak bir bant gibi kendini yapıştıran, rüyaya sarılıp gerçekle yüzleşmenin o cam kırığı yalnızlığını yurt edinen bir kahraman.

    pala hayriye, salt bir roman yani kahramanının gözüyle, ruhuyla, yaşadıklarıyla ve hissettikleriyle anlatılan bir yaşanmışlık değil, aynı zamanda içine doğulan hayatı çevreleyen ailenin, toplumun, kültürün, kimliğin damıtıldığı bir gerçekliğin parça parça bütüne vardığı eleştirel bir karşı duruş. iyilerin erken öldüğü, kötülerin namağlup devam ettiği hayatın içinde kalbi acıtan bir yalnızlık anlatısı. arafta kalmış rüyaların makul olabilirliğini makus talihe hediye ederken elinden tutmak istediğimiz büyüyen bir kız çocuğu. “her şeyin bir hayal, hayalin her şey olduğunu” ruhuyla anlamaya çalışırken “bir karanlık bir aydınlık” devam eden hayatında kendini konuşan, kendini susan, çiçek açmak isterken zamansız yağmurlara yakalanan bir kadın pala hayriye.

    çıktığı sahnenin ortasında rolünü hakkıyla oynayan bir oyuncunun beklediği en güzel şey alkışsa, pala hayriye’nin hayattan, insanlardan, mücadelesinden, aşktan umduğu, o alkış sesinin boşluktaki yankısının küçük parçası. sahnesinin kendince bölümlere ayırdığı yaşanmışlıklarını betimleyen, birbirine eklemlenen bazı parçaları öyküsünün kenarında kalıp merkezindeki yoğunluğa yaklaşamasa da örselendiği eksiklik duygusu kaybetmeye mahkum olmayacak bir topal inada eklemleniyor. sırf bu yüzden bile pala hayriye, umutsuz bir güne uyanırken, içindeki umudu küçük mutluluklara anahtar olur diye ayakta tutuyor. ne yapacağını bilemeyen bir acemi hayat yolcusunun macerası, denediği ve başarısız olduğu işlerden, uğruna feda edeceklerini düşünüp hayal kırıklığına uğradığı ilişkilerinden, kanayacak daha fazla yarası olmasın diye zamanı arkasına alıp kafa tuttuğu insanlardan, yeni bir hayat vermeye cesaret edemediği tereddütünden “daha kıyısız daha ıssız” bir yere alıp götürüyor o’nu. toplumun bilindik paslı kurallarına, ikiyüzlü beklentilerine, insanların en acımasız ve hoyrat hallerine ortak ederken hayatlarımızı ya sonra dedirtiyor. ya sonra? dönüp bir kendimize bakmamız için. bir kadına. bir erkeğe. bir hayata. bir de topluma. çünkü “sabahı huzurlu bir sallantıyla karşılıyoruz” ve hayatın ağrıttığı yerlere açtığımız pencerenin önünde hava girsin diye uğraşıp duruyoruz.

    oysa ki nefesimize ortak olan rüzgar, ciğerimize dolan hava gibidir aslında. tıpkı pala hayriye’yi kimi zaman savuran rüzgar gibi…
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap