45 entry daha
  • çanakkale savaşı'na ait araştırmaların hepsinde seyyit onbaşı ile karşılaşırsınız. savaş esnasında yaptığı olağan dışıdır. o ise görevini yapmaya çalışmış ve elinden geleni yaşama koymuştur. bir kahramandır. kahraman kime denir? sıradan insanların yaptığı dışında bir şeyi yapabilen, sıradan insanlar dışında meziyeti ve özelliği olan kişiye... o şüphesiz bir kahraman. buraya kadar her şey normal. ancak bir süre sonunda seyyit onbaşı ile ilgili konular, hem gündem yaratmak, hem de bu alanda bir faydayı öne çıkarmak isteyenlerin anlatımlarının etkisi ile normal dışı olmaya başlar. efsaneleşir. gerçek ile gerçek olmayan bir birine karışır. gelecek kuşaklar da gerçek olmayanları gerçekmiş gibi bellerler. sonuç; birli kirliliğinde yüzülür gidilir.

    bizans tarihçisi frantez; "tarih, tarihte olanlardan değil, tarihçinin yazdığından oluşur" der. çok da haklıdır. bu nedenle tarih yazıcılığı dünya egemen güçleri tarafından ele alınmış konuların başında gelir. onlar tarihi yazar. nasıl yazar? işlerine geldiği, çıkarlarının olduğu cihetle... bizim tarihimizi de batılılar yazmıştır. ta ki mustafa kemal'in müdahale etmesine kadar da böyle olmuştur. mustafa kemal'in başlattığı tarih çalışmaları araştırmaları sonunda; ilk kez "türk tarihinin ana hatları" diye bir kitap yazılır. şu an bir nüshası elimde olan bu kitap, 1930 yılında devlet matbaasında yüz adet basılır. bir daha da basımı yapılmaz. ancak türk tarihi araştırmaları devri de bu sayede başlamış olur.

    seyyit onbaşı çanakkale savaşı bitiminde terhis edilir ve köyüne döner. geçimini sağlamak için odunculuk yapar. kestiği odunları edremit ve havran'a götürüp satar. sonraki yıllarda zeytin fabrikasında hamallık yapar. hastalandığı için işten çıkarılır. o da yaşamının son yıllarında ayakkabı yamayarak yaşamını sürdürmeye çalışır. verem olur. 1 aralık 1939 yılında da yaşama veda eder. yaşama veda ederken ne o, çanakkale şavaşı sırasında yaptığının ne olduğunun farkındadır; yıllar sonra, ne de o'nun ismini çanakkale savaşı vesilesiyle mart ayında sürekli ananlar, seyyit onbaşı diye birinin gerçek yaşamının... bir insanlık dramıdır yaşanan. çanakkale savaşı insan inancı ve gücü ile yaratılan bir destan olmasına rağmen, insanlarının yaşamı bu destanın dışına itilmiştir. birileri o kaldırdığı top mermisinin kaç kilo olduğunun peşindedir.`:http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28091083.asp`
    seyyit onbaşı'nın insan olarak ne olduğu değil de o mermi daha önemli gibi gündeme sunulmaya çalışılır: `:http://www.trthaber.com/…kac-kilogramdi-165594.html`

    (bkz: https://www.facebook.com/…629849713/?type=1&theater)

    anıtlar dikilir. heykeller yapılır.`:http://www.hurriyet.com.tr/…gid=112&srid=3430&oid=5`seyyit onbaşı hikayesi anlatılır. hikayeler öyle bir anlatılır ki, hikayeleri dinleyenlerin aklına: "sonra seyyit onbaşı'ya ne oldu?" sorusu bile gelmez.

    çanakkale savaşı sırasında o zamanın en büyük orduları ile savaşılmıştır. o büyük orduların kullandığı ağır silahlar ise, kamaları sökülüp denize atılmış ve namluları parçalanıp orada bırakılmıştır. gelin görün ki şu an çanakkale'de sergilenenler gerçek savaş sırasında kullanılan silahların çok azını oluşturmaktadır. çanakkale savaşı sonrasında, direnişimizi, kararlılığımızı, dirilişimizi, bu toprakları nasıl vatan yaptığımızı belgeleyen toplar, kamasız, kullanılamaz da olsa tüm heybeti ile orada yıllar yılı duruyordu. çünkü çanakkale savaşı’nın geçtiği yerler, yani gelibolu yarımadası 38 yıl girilmesi yasak bir yer idi. ilk sivil ziyarete açılması da adnan menderes'in başbakan olduğu 1953 yılında gerçekleşmiştir. peki, o savaştaki tabyalarda kullanılan, bizim dirilişimizin belgeleri olan ve tüm kaynaklarda geçen büyük 137 top, kocaman gövdeli, asansörlü raylı dev makineler ne oldu? ne yazık ki öncelikle devlet eliyle, sonrasında toprak açmak amacı sırasında köylüler ve hurdacılar tarafından yağmalanıp yok edildi. evet, o muhteşem direnişin sembolleri hurda fiyatına, çok acı biçimde yok edildi... burada bir parantez açarak konuya ait bir anımı nakletmek isterim. yukarıda yazdığım şeyleri geçen yıl bozcaada'da çınarlatı kafede otururken anlattım. çevremde anlattıklarımı dinleyen çok kişi vardı. dinlediler. konuşmam bittiğinde; gültekin isminde, benden yaşlı ve adalı olan, balıkçılık yapan bir abimiz konuşmaya başladı. konuşmamı olan haliyle dikkatlice dinlemişti. etkilenmişti konuşmadan. sanki bir özeleştiri yaparcasına şöyle söyledi; "epey bir süre geçimimizi o hurdaları toplayarak sağlamıştık. ama çaresizdik ve yoksulluk vardı"... bu masum halkımızı, dirilişimizin sembollerinin talanı ile geçinmeye mahkum eden, çaresiz ve yoksulluğu onlara dayatanlar ve sistemleri utansın diyebiliyorum sadece...

    o dönemin en büyük orduları ile anadolu'nun bağrından gelip burada canlarını vatan toprağı için verenlerin savaşımında, sayısız savaş araç ve gereçlerinin kullanıldığı, metrekareye 6.000 merminin düştüğü çanakkale savaşı’nın tarihini yazan tüm kaynaklarca belirtiliyor. tarla açmak için köylüler, sayısız şehit kemiklerinin yanındaki mermi kovanlarını, silah parçalarını da toplayıp hurdacılara satmışlar; 1970'li yıllara kadar çevre köylülerinin geçim kaynağının önemli bir kısmını, hurda mermi, top, tüfek, silah, kurşun, savaş araç ve gereçleri oluşturmuştur. neticede diriliş sembolü savaş malzemeleri eritilip yok edilmiştir.

    daha acı durum şu ki; bu savaşın anıtlarının yok edilme faaliyetleri devlet tarafından 1923 yılında çıkarılan 78 sayılı kararname ile başlamıştır. milli savunma bakanlığı ile maliye bakanlığı mutabakatıyla bakanlar kurulu’nun gündemine getirilen tasarı sonrasında 1926 yılında italyan fratelli serra şirketi ile sözleşme yapılır. 1930 yılında fratelli serra’nın iflas etmesi nedeniyle denizdeki batıkları çıkarma, hem de bu hurdaların satış hakları vincent jermac’a devredilir. iki yıl sonra vincent jermac taahhüdünü yerine getiremeyince 23 aralık 1932’de bütün haklar iş bankası’na geçer ve hurdaların italya’ya ihracı gerçekleştirilir.

    17 aralık 1937 yılında kabul edilen 3284 sayılı yasa ile bu hurdaların ihracı yasaklanarak sadece, demir, bakır, kurşun, kalay, tutya, alüminyum, antimuvan ve nikel hurdaları ile bunların hurda halindeki halitalarının memleket içinde satışı serbest bırakılmıştır. iktisat vekâleti, devletin hurda demirlere ihtiyacı olduğunu belirterek askeri fabrikalara satılmasını önermiştir. ancak ikinci dünya savaşı’nın başlamasından beş ay sonra başbakan dr. refik saydam başkanlığında toplanan bakanlar kurulu, boğazların tahkimatı ve yapılacak iskelelerde kullanılacak demir karşılığı olarak depolardaki hurda demirin italya’ya 28 şubat 1940 tarihinde alınan 2/12903 sayılı gizli kararname ile izin vermiştir. benzer bir kararname de 10 nisan 1940 tarih ve 2/13245 sayı ile hazırlanmış ve hurda demir ihracı yapılmıştır. bakanlar kurulu, 12 aralık 1946’da aldığı 3/5097 sayılı bir kararla hurda satışını yasaklamış; ekonomi bakanlığı da 27 şubat 1947 tarihinde çıkarılan 3/5480 sayılı bakanlar kurulu kararnamesi ile hurdaların türkiye dışına çıkarılmasının yasaklanmasını yürürlüğe koymuştur.

    menderes hükümeti, 1952 yılında, hazine tarafından satışı yapılacak her türlü maden hurdalarında sınırlama ve ihracat yasaklarının kaldırılması için 20 mayıs 1952 tarih ve 3/15014 sayılı bakanlar kurulu kararnamesini çıkarmış ve bu tarihten başlayarak her türlü batık ile savaş araç gereçleri tekrar satılmaya başlanmıştır. bu arada 1957 yılı temmuz ayında bir kısmı çanakkale boğazı’ndaki batıklardan çıkarılan bir kısmı da karadaki tabya ve bataryalardan satın alınan tarihi topların italya’ya satılmak üzere ortaköy’de bir depoda bulunduğu anlaşılır. durumun basına da yansıması üzerine, milli savunma bakanlığı duruma müdahale ederek başbakanlığa konuyla ilgili sunduğu raporda;

    “her sene hizmet dışı bırakılan bazı eski topların maliye vekâleti’ne devredilerek satışa çıkarıldığı, bu defaki satışlarda bazı tarihi kıymeti haiz topların da karıştığının anlaşılması üzerine duruma müdahale edildiği ve bu topların geri alınarak maliyece yerine hurda demir verildiği” belirtilir.

    batıkların ve hurdaların milli emlak müdürlüğü satış komisyonu eliyle yapıldığı konusunda bir haber de 4 mart 1963 tarihli milliyet gazetesinde yer almaktadır:

    “çanakkale boğazı’ndan çıkarılan “ismi meçhul römorköre ait 4.671 kilo saç ile 154.50 kilogram döküm ve pervane hurdası” 8 şubat 1963 tarihinde galata’da çeşme meydanı hamam sokak’ta bulunan depoda 868.59 muhammen bedelle, haliç feneri mürsel paşa caddesi’nde bulunan müteahhit zeki kalkavan’a ait depoda bulunan barbaros gemisine ait 2.920 kilogram hurda saç ile 549 kilogram hurda köşebent 867.25 lira muhammen bedelle satışa çıkarılmıştır”...

    her yıl mart ayında çanakkale savaşı konuşulur. seyyit onbaşı konuşulur. ama yukarıda belirttiğim detaylardan hiç bahsedilmez... daha vahim şeyler de olur. çanakkale savaşı yazınız ve internette aratınız. karşınıza "dur yolcu" şiiri çıkacaktır. herkes bu şiirin çanakkale savaşı ile ilgili olduğunu sanıyor. hiç bir ilgisi yoktur. 1902 doğumlu necmettin halil onan tarafından, büyük zafer (30 ağustos 1922) için yazılmıştır. şiirin tamamı okununca zaten konu anlaşılıyor. şiirin devamında; anadolu’da büyük zelzelenin koptuğu, istiklal savaşı verildiği, son vatan parçasının ele geçtiği, harbin sonunda hürriyet zevkinin tadıldığı anlatılmaktadır. ama çanakkale savaşı ile özdeş kılınmıştır. bahsettiğim bilgi kirliliği böyle bir şeydir.

    seyyit onbaşı bir kahramandır. kahramanlarımızı ve tarihimizi olduğu gibi doğru düzgün, acısıyla tatlısıyla gelecek kuşaklara anlatabilmek çok önemlidir. eğer bunu biz yapamaz isek başkaları kendi çıkarları doğrultusunda yapar...
33 entry daha
hesabın var mı? giriş yap