• bir masal kahramanı. bu ülkede masalların peşinden gidene deli derler ama, deliliği de kahramanlığı da masallarla ışık saçan bir kadın.

    (bkz: şifahen masallar)

    kendi sitesinden;

    ‘eşeğimi kaybederim, neşemi asla.’

    bir anadolu kadını

    afrika yerlileri, yaşamlarında belli eşikleri geçtiklerinde, kendilerine yeni isimler verir. ve bu isim listesi giderek biraz daha uzar. ben de iki yıl önce, ‘yaşamdan çok ölüme yakın olduğum için’ ‘ariana’ adını verdim kendime.

    insanları ‘çözen madde’, olaylardır. bir insanı çözmek istiyorsanız, onu bir olayın içinde görmelisiniz. ya da, içinde yer aldığı bir olayın hikayesini ondan dinlemelisiniz.

    üniversite yıllarım, okula az uğrayıp, mezarlıklardan çıkmayarak, bütün paramla kitap alırken evde makarna yemekten bıkarak, bilmediğim bir kuyuya kovalar sarkıtarak geçiyordu. herkes az çok ne olacağını biliyordu, bense arkadaşımın laf olsun diye yazdığı, alman filolojisi’nde ne yaptığımı bilmiyordum bile. tek bildiğim, sınavlara girmiyordum ama önerilen bütün kitapları sabaha kadar okuyup bitiriyordum. bir gece kitap okuyarak sabahlamıştım, o sabah arkadaşım yarım saat sonra bütünlemem olduğunu hatırlatınca, lavaboya giderken, ‘hasta olmam lazım, rapor lazım, ama nasıl’ diye düşündüm. yüzümü yıkadım. aynaya baktım. yüzümün sol tarafı şişti. arkadaşlar da baktı. kesin karar; evet bu bir şiş. sonrası, doktor raporu: kaba kulak. 15 gün istirahat. eğer o gün o raporu alamasaydım...

    kitaplar, yoluma dizilmiş işaret taşları oldu her zaman. son sınıftayken, hermann hesse’nin masallar kitabını okuyordum. son sayfayı bitirip, kapağı kapattığımda,‘masalcı olacağım.’ dedim. ara sıra, anlaşılmak için, abarttığım doğrudur. ama bu karede abartı yok, tam da böyle, tıpkı filmlerdeki gibi, oldu. bu film gibi karenin üstünden dokuz sene geçmiş. o günden sonra her gün masal yazdım. yolda biriyle mi tanıştım hemen bir masal, öğle yemeğinde ekmek arası tavuk döner mi yedim -o zamanlar yeni moda olmuştu- hemen bir masal, kendi içimde yeni bir adacık mı keşfettim hemen bir masal, aşık mı oldum masal, yurt müdürü ile kavga mı ettim masal. yazdığım masalları, m. ruhi şirin’e gönderiyordum. kendisi, bu hiç tanımadığı kızın masallarını okuyor, üzerine sarı yapışkanlı kağıtlarla notlar alıyor ve yeniden gönderiyordu. bazen de ankesörlü telefondan arıyordum onu. bu obsesif davranışlardan da anlaşılacağı gibi, artık benim de bir tutkum vardı!

    insanın ruhunu çevreleyen bir form/madde bulması kadar önemli bir keşif yok bence. masal, uzun süren sancılı yılların sonunda, kendi kişisel varoluş tarihimde, önemli bir keşifti benim için.

    hikayenin bundan sonrası hızlıca akar. kolayca değil ama sadece hızlıca. dikkat. kadın, istanbul’a gelir. kısa bir süre gazetecilik yapar. sonrasında çocuklar için haber programı, tasarım programı, çizgi film yazarlığı, dergi yazarlığı/editörlüğü ve son olarak kitap editörlüğü ve nihayetinde kendi –seri- çocuk kitabının yazarlığını yapar. kitabın adı; böcek tepetaklak’ın maceraları, ters giden bir şeyler var. yakında kitapçılarda.

    bir başka hikaye daha anlatmam gerekli; istanbul’a gelmeden önce, istanbul’daki herkese telefonla ulaşırdım.ve telefonu kapattıktan sonra, hep aynı şeyi düşünürdüm. ‘istanbul’daki insanlar ne kadar da kibar.’ istanbul’da işe başladığım ilk hafta, masamda oturmuş çalışıyorken, yan masanın telefonu çaldı. iş arkadaşım, oldukça kibar ve nezih bir konuşma yaptı. sonrasında telefonu kapattı. ve ahizeye doğru histerik bir tonda bağırdı, ‘gerizekalı, seninle mi uğraşacağız, bıktım bunlardan!’ o ana kadar altı çizilesi bir kimliğim yoktu, ama hemen o an ‘taşralı’ kimliğime sahip çıkmam ve felsefesini yaşatmam gerektiğini anladım. aksi takdirde kısa süre içinde, yan masanın psikolojisi bana da bulaşacaktı.bilmeyenler için not: taşralı olmak demek, sahte nezaket gösterileri yerine, kavga edip sonra hiç bir şey olmamış gibi halay çekmektir. o nedenle arkadaşlarımı ‘yumruk atabilen ama içten sarılanlardan’ seçtiğim doğrudur.

    insanın tekamülü için öğütler veren filozoflar, bilginler, dervişler, hep aynı dilden hep aynı perdeden konuşur. anlayana. hepsi de fakirliğin/parasızlığın/garipliğin güzelliğine değinir. insan yaşamayınca anlamıyor tabi. –klasik insan vakıasıyım- öğrendiğim en güçlü ‘duygu ve fikirleri’ parasız günlerimde edindim. insanın kaybedecek bir şeyi olmayınca özgürleşmesi, özgürleştikçe kendi olması, kendi gibi oldukça, bir sevgi pıtırcığına, bir mizahçıya dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor. o nedenle hayattan ne istediğinize dikkat edin. ve ne yapıp edip, parasızlık içinde yüzün! o deniz sizi okyanusa götürecek. okyanus neresi? onu da sen bul artık, aşırı romantik bir ‘hakkında’ yazısı oldu zaten. şimdi dağılalım, yeryüzünde oyunlar kuralım ve mülksüzlüğün tadını çıkaralım. unutmadan, lars von trier'e, ibn-i arabi'ye, neşet ertaş'a, lale müldür'e, tolstoy'a, sempe'ye, patti smith'e, sylvia plath'a, jazz müziğini keşfedenlere, atlara ve geyiklere, louis sachar'a, erkan oğur'a, schopenhauer'a, sezen aksu'ya, geylani'ye, joan miro'ya, metin kaçan'a, meşe palamuduna, ahmet hamdi tanpınar'a selam olsun.

    çizgi filmlerin linkleri

    küçük hezarfen

    http://www.youtube.com/watch?v=qqh_xpl8a-m

    canım kardeşim

    http://www.youtube.com/watch?v=m4mjxk8br-k

    çomar tomar kömür

    http://www.youtube.com/watch?v=rqan7dmwbxi

    sen tasarla

    http://www.youtube.com/…gpak_voxsy&feature=youtu.be
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap