281 entry daha
  • tüm işleri elimin tersiyle itip acı kahvemin de hatrına sığınarak geldim. fibromiyaljime bilmem kaçıncı kez kuru iğne tedavisi yaptırmaya karar verip "bir tatil iyi gelirdi aslında" hayalinin peşine düşüp geldim. tababet ilmini karşıma almak pahasına, kulunç dediğimiz illet üzerinde yıllardır yaptığım deneylerin boşa çıktığını bizzat tecrübe eyleyip "fizyoterapide inovaktif bir tedavi yöntemi olarak yuvak taşı" üst başlıklı tezimi ortaya atıp da geldim. ya şâfi... insanoğluna okuyup yazma melekesini lutfettiğin üstelik bu letafetten bir de şifa nasip eylediğin için geldim. hem de böylesine kıymetli bir hikmetin burası gibi bir gayya kuyusundan neşet etme ihtimaline inanıp da geldim. belli ki sözü uzatmaya besmeleyi çekip de geldim.

    leydi diana'nın öldüğü yazdı. hayallerimin prensesi sayılmazdı. çocukluk kahramanım (ki onun da kahramanım olduğunu çok sonradan anladım) kanlı canlı yaşlı hallerini gördüğüm, ömrü boyunca kızıl bir kısraktan başkasına binmeyi reddeden, altın fesli, sarma cigaralı ebem, annemin anneannesi idi. bir masal kitabından ezber ettiğim, suya etekleri değen belkıs'a haset ettiğim de yalan değildi. neyse ki leylâ'yı, şirin'i, züleyha'yı daha öğrenmemiştim. velhâsılı uzak diyarların güzel prensesi hiçbir şekilde ilgimi cezbetmezdi. yine de hazin ölümü herkes gibi beni de çok etkilemişti.

    dayımların yazlığındaydık. ilk defa bir yazlığa gitmiştik. hatta galiba ilk defa deniz kenarına tatile gitmiştik. sahil dediysem ev leb-i derya değildi elbette. önce siteyi, sonra koca bir sazlığı aşıp denize ulaşılıyordu. çok sıcaktı, aşırı sıcak, aylardan ağustostu. denizi bu haliyle sevmemiştim. gürül gürül akan nehirlerin müptelasıyım fakat derya deniz benimçün biraz şey... ney? şey işte...

    ortaokul öğrencisi ben, babamın ideoloji ağırlıklı kütüphanesinden değil de hovarda amcamın bir gözünde bozuk para, diğerinde sigara paketi koleksiyonu bulunan vitrinindeki üç beş kitaba sulanırdım. hâlâ mükemmel bir hovarda olan amcam beni pek çok sevmesine rağmen, kitaplarını okumama izin vermezdi. "daha küçüksün, şimdi olmaz" derdi. yazlığa gitmeden zor bela ikna ederek üç kitabı koparabilmiştim. gözüm gibi bakmaya söz vererek elbette...

    henüz klima yaygın değil. iki katlı, kooperatif işi, daha yapıldığı yıl sıvaları dökülmeye başlayan yazlık evin, zemin katındaki tek oda olan küçümen bir salonda, tavanda asılı pervaneden medet uman ailenin yanında, ebeveyn haberlerde prenses'i seyrederken ben okuyordum. kelebek, kökler ve sefiller.

    1 hafta kaldığımız yazlıkta neredeyse 1000 sayfaya yakın okumuştum. çok ansiklopedi okuyan bir çocuk değildim ama masal ve romanlardan kendimi alamazdım. amcamın kitaplığından aşırma o üç romanı okumak beni büyütmüştü sanki. 1 haftada hem boy atmış hem yaş almıştım. kitapların büyüsü mü, okuyor olmanın efsunu mu, ne sebeple olduğunu anlamasam da, artık onlardandım. diana'nın yasak aşkına da ardında kalan öksüz yavrularına da aynı hassasiyetle ağlayacaktım.

    sonraları çok tatil yaptım, çok yere gittim. ama hiçbir tatilimden o kadar zevk almadım. anladım ki ismi tatil olan zamanın cismi tatil olmaktan çok uzak. zaman dahi izafiyetinden sıyrılıp bölünüyor da zihin tam tekmil olduğu yerde yekpâre duruyor. imzalı kağıtlarda "izin" adıyla salınan, bize sanki gerçekten bizimmiş gibi lütf u keremleriyle bahşolunan, kıyasıya söyleyelim, pazarlanan o zaman, asla dinlendirmiyor, eylendirmiyor. eğlendirdiğini söyleyenler var, o da beni ilgilendirmiyor.

    tatile değil de sükunete ihtiyacımız var. biraz sessizlik, biraz rüzgar, biraz kitap. hiçbiri mi yok? o zaman sadece sessizlik. her şeye kâfi. sükun bulur, içimizi okuruz; o ki her şeye bedel.

    ya kerîm...
193 entry daha
hesabın var mı? giriş yap