193 entry daha
  • birkaç sene önce evime hırsız girince gözlemlerimi facebook'tan paylaşmıştım, ancak sonradan lafı çok açıldı, soran çok oldu ve facebook yazdıklarına yeniden erişmek için rezil bir platform (böyle bir kaygısı da yok herhalde, bu bir eleştiri değil yani). hâl böyle olunca o gün yazdıklarıma daha rahat erişeyim diye buradan paylaşıyorum hikâyeyi. (yani? evime yeni girmedi hırsız, ekim 2014'te girdi).

    ***

    canım babamın bana kazandırdığı enteresan alışkanlıklarsan birisi, yaşadığım evlerin sigorta krokisini çıkarmak olmuştur. sigortalar attığında ya da bilinçli olarak kapatılacağında körü körüne davranmazsınız böylece, hem de taşındığınız evi tanırsınız bir anlamda, hangi sigorta kaç amper elektrik kaldırır, neredeki prizler doğru düzgün değildir...

    dün eve geldiğimde kilidimi kırık buldum. evet, eve hırsız girmiş, ortalığı talan etmiş. bu tip senaryoları kafamda çok sık tekrarladığımdan korktuğum bile söylenemez. normalin belki biraz üstünde bir nabızla içeride kimsenin olup olmadığını inceledim, bütün odalara göz atıp emin olduktan sonra doğruca mutfağa gidip temizlik eldivenlerimi taktım. değerli eşyaların olduğu, hırsızın dokunduğu her şeyi gözden geçirdim, sıfır "yeni" parmak izi bırakıp kapının dışına çıktım. mandalinaları almadan düşündüm...

    hırsızı bulacaklarından değil ama, en azından parmak izi varsa veritabanına girer, ya da bir istatistiksel değeri olur diye polisi çağırdım. biraz da polisin response süresini, olay yeri inceleme ekibinin tiplerini, kara kaşını merak ediyordum. aslında içten içe bir halta yaramasa da doğru olanın bu olduğu, yarın "polisi çağırmadığım" gerçeğini kendi kendime bile itiraf etmenin garip geleceğini düşünerek yapmış olabilirim bunu. nihayetinde polisi aradım, mutfağa gidip iki bardak su içtim, cebime üç mandalina aldım ve bahçeye attım kendimi.

    mobil, serinkanlı, arabasında tamir gereci olduğunu bildiğim bir dostumu (yaşar) arayıp "yeni bir kilit alıp gelmesini" söyledim. bir yandan mandalina yiyip kapıcıyla sohbet ediyordum.

    yaşar 15 dk içinde yeni kilitle geldi ama polis evime 2 saat 10dakikada gelebildi. geldiklerinde de açıkça itiraf ettiler: "abi evi bulamadık..." [not: evim ankara'nın göbeğinde, anıtkabir'in dibinde]
    ben bunu duyunca "ulan pizzacı 45 dakikada gelince çıldırıyorum, bu ne rahatlık" diye düşünürken bi bana baktı elimde beyaz temizlik eldivenleri, bir yaşara baktı elinde iki tornavida bir kerpeten... yaşar'a bakıp "bu anahtarcı mı? ve sizin elinizde niye eldiven var" dedi. içimden "yok biz manyağız gel sana kahve yapayım" dedim, hırsızın talan ettiği yerleri gösterdik, oturdular. eve 3 dakika baktılarsa çıkardıkları formlara 20 dakika baktılar. o kadar sıkıldık ki, yaşar adamlara mutfakta bulduğu kuru kayısıları ikram ediyor, ben hırsızın talan ettiği kutulara bakıp içinden sadece tel çıktığını düşününce ne tepki verdiğini düşünüyordum. bir kutu açıyor, klasik gitar ve elektro gitar telleri, diğerini ters çevirmiş bas gitar telleri, raftan indirdiği şeyin içinden kontrabas teli çıkmış. bir fotoğraf makinası çantası açmış, içinde iki kutu, kontrabas piezosu ve preamp'ı :) iyi ki kudurup enstrümanlarımı parçalamamış diye geçiriyorum içimden, bu arada 20 dakika oturmaktan şişmiş olacak ki polislerden biri ayaklandı, evi geziyor.
    sonra oturdu, bir beyaz a4 çıkardı, bana döndü "cetvel var mı?". "çalınmamışsa vardır" deyip bir cetvel uzattım. hayatında cetvel tutmamış gibi tutuyor, ben ne yaptığına anlam vermeye çabalarken, yaşar "abi ben teknik ressamım ver istersen" dedi. elinden aldı evin krokisini çizmeye başladı. inanın ben adamın ev krokisi çizdiğini bile anlamamıştım, ortaokulda kompozisyon yazmak için kağıda çizgiler çizerdik sınırları belli olsun yazının diye, öyle bir hali vardı. neyse bu noktada evin sigorta şemasını çıkardım verdim polislere (fotoğraf).

    hikayeyi çok uzatmayayım, bunlar gitti, hatta gitmeden başka hırsızlık vakası duydular telsizden, adam benden cetvelimi istedi! yerine olay yeri inceleme ekibi geldi (onlar da evi bulamadı bu arada). fotoğraflar çekildi, "abi o toz nasıl bişe yau?" diyalogları... birkaç eşyam laboratuvara gönderildi, cam plaketleri ellemiş onların parmak izi alındı. sonra gittiler. ha gitmeden onlar da "abi bu ne?" diye sordular. evdeki en değerli, değer/hacim oranı en yüksek eşya, kimse nolduğunu anlamadığı için hırsız da dokunmamış bile: x-ışın dedektörü...

    hepinizin merakla beklediği çalınanlar listesi: bütün dijital fotoğraf yatırımım gitti. canon makinam, battery grip ve ekstra bataryaları, radyo kumandası, timelapse çekim aparatı, 18-55 lens, 70-135 lens, fisheye lens, makro lens, f/1.4 lens (1.4'e canım çooook yanıyor), polarize filtreler, uv filtreler, solar lens hoodlar... ve sevgili korhan ve ayşegül'ün şahane bir seremoniyle hediye ettiği çantası. ha bir de samsung tablet gitmiş.

    neyse, uzun sözün kısası, mandalinaları almadan düşündüklerimde yatıyor: hırsızlık haksızlıksa şayet, hiçbirimiz ilk defa haksızlık yaşamıyoruz, buna da öyle bakıyorum. dolayısıyla insana koyan, hakkının yenmesi değil, hanesine girilmesi oluyor. o (fotoğraf) takımımı herhangi bir turistik gezimde de çaldırabilirdim. ama evine hırsız girmesi, dahası bu durumda yapılacak en akılcı şeyin (polis çağırmak) günümüzde "abi oy veriyoz ama bi halta yaramayacak, neyse vatandaşlık borcu"ndan öteye gidememesi insanı düşündürüyor...

    ***

    yıllar sonra not: bırakın hırsızın çaldıklarını, polisin laboratuvara götürdükleri bile geri gelmedi, cetvelim bile...
143 entry daha
hesabın var mı? giriş yap