971 entry daha
  • zihin açan kitap gibi filmler kısmına eklediğim son zamanlarda keşfettiğim filmler. kaçırmayın:

    daha çok t neo noir ve femme fatale konulu filmlerden ekliyorum. son zamanlarda sağlam filmler keşfettim çoğunluğu ağır ilerliyor ama sinema benim için bu: hareketli imgeler. göz yoran, tempolu, sonuna kadar sürpriz bekletenler değil. bilinmeyen filmler yazayım derken çok uzaklara gitmişim ve atladıklarım olmuş.

    karanlıkta geçen, kasvetli, gizemli suçun kötülüğün kol gezdiği, diğerlerinden ayrılan noctural yapıda filmleri seçmeye çalıştım:

    opening night

    1977 yapımı john cassavetes filmi. yaşlanmakta olan büyük broadway aktristi mrytle gordon *, umutsuzluğa savaş açar ve kendi şeytanları ile boğuşur. dibe zil zurna ilerlerken etrafındaki artık ona kadın olarak bakmayan eski aşkı yeni rol arkadaşı maurice* ve yönetmeni manny*'nin de yakasına yapışır. iyi bir şeylere ihtiyacı vardır; aslında bir idoldür hatta uğruna ölünür de-ki bu kafasını iyice karıştırır. "umut" arar, sevilmek ister, kat hizmetçileri ve kapıcılara sarılır ancak. istediği şeyi bulamaz ama aramayı da bırakmaz.

    faces

    mutlulukları sadece görünüşten ibaret olan bir çift...oldukça varlıklı yaşamlarında artık ne birbirlerinden ne de yaşadıkları hayattan zevk alabilen bu orta yaşı geçmiş çift, dillendirmeseler de evliliklerinin sonuna geldiklerinin farkındadırlar.

    hızla ilerledikleri son ise her ikisinin de birbirlerini aldatmaları ile sarsırı bir noktaya ulaşacaktır.mutsuz geçen yılların intikamını almak istercesine büyük bir öfke ile ihanetleini taçlandıran ikili, eşşiz bir son yapacaklardır.

    a woman under the ınfluence

    mabel longhetti alt-orta sınıftan los angeles’lı bir evkadınıdır; kişilik duygusu öylesine zayıftır ki, kendini sadece kocasının sevgisi ve çocuklarının bağlılığıyla tanımlar. kocası nick, bir inşaat ekibinin şefidir; coşkulu bir yapıya sahip, insanlarla birlikte olmayı seven bir tiptir.
    mabel umutsuzca onu hoşnut kılmak ister ve yalnız olduklarında bunu yapar da. uyuşurlar ve birbirlerini severler. ama çevrede insanlar varsa, mabel biraz kaçık bir hal alır. nasıl davranması gerektiğinden emin değildir, çünkü kim olduğundan emin değildir. mabel çevresindeki her tür etkiye karşı savunmasızdır; güvensizdir, hiperdir, maniktir.
    fazlaca güler ve kendini zorlar. etrafta başkaları olduğunda iyi değildir. bu yüzden de kocası sonunda yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yapar ve onu bir akıl hastanesine yatırır. peki o ne olacaktır? nick de mabel kadar çılgın, hatta belki ondan da çılgın değil midir?..

    karamazovi

    bir tiyatro yönetmeninin liderliğindeki bir grup praglı oyuncu, dostoyevski`nin karamazov kardeşler romanının tiyatro uyarlamasını, bir fabrikanın sıra dışı ortamında düzenlenen alternatif bir festivalde sunmak için krakov`a gelir. provalar sürüp gider ve yıkık dökük fabrikanın eğreti sahnesinde inanç, ölümsüzlük ve kurtuluş konuları işlenirken, tuhaf bir biçimde dostoyevski`nin bilindik temaları, tiyatro toplululuğunun kendi aralarındaki ilişkilerde de kendini göstermeye başlar. böylece roman, oyun, film ve "gerçek hayat" arasında bir etkileşim ortaya çıkar.

    youth

    gençlik, kayıp zamana, kaçırılan fırsatlara ve kaçıp giden sevgililere bir aşk mektubu. mizahi yaklaşımı da esirgemeyen gençlik, michael caine’in canlandırdığı besteci fred ile harvey keitel’in canlandırdığı yönetmen arkadaşı mick’i tatilleri boyunca izliyor. iki yaşlı adam, isviçre’de lüks bir spa tesisinde ölüm, yaşlılık, sanatçılar, prostat, miss universe ile gençlik anılarından söz ediyor, kendilerini ve hayatı gözden geçiriyorlar. cannes’da altın palmiye için yarışan gençlik, sorrentino’nun alâmetifarikası ilginç kamera açıları, çarpık yüzler, muhteşem müzikler ve stilize görseller geçidiyle yine nefes kesici bir seyirlik sunuyor.

    all about eve

    margo channing, uzun tiyatro kariyerinin doruklarında, hırslı ve yetenekli bir oyuncudur. hayatının, büyük bir hayranı olarak kendisiyle tanışmaya gelen genç eve harrington'la karşılaştığında nasıl değişeceğinden habersizdir. eve, margo'nun sekreteri olarak onunla yaşamaya başlar ancak aslında olmak istediği margo channing'in kendisidir...

    women in gold

    viyana'da yaşayan yahudi bir kadın olan maria altmann, ikinci dünya savaşı'nın patlak vermesi ve yaşadığı yerin nazi kuşatması altına girmesiyle viyana'yı ülkesini terk etmek zorunda kalır. ülkesinden ayrı, mülteci olarak geçirdiği 60 yılın ardından maria, viyana'ya geri dönmeye karar verir ve bunun için geçerli bir nedeni de vardır. zamanında nazilerin el koydukları aile mirasını ve en önemlisi gustav klim'in, teyzesini resmettiği önemli tabloyu geri almaya kararlıdır. 80 yaşındaki maria, yanında genç ve deneyimsiz avukatı randy schoenberg ile birlikte avusturya hükümetinde sürecek bir yolculuğa atılır. ne var ki bu yolculuk maria'nın geçmişindeki sır ve gerçeklerin ortaya çıkacağı bir deneyime dönüşür.

    the reflecting skin

    çocuk, 1950'lerde köy yaşamının getirdiği sıkıntılarla baş etmeye çalışır ve kendi fantezileri olayları algılamasında ona yol gösterir. babası ona vampir hikayeleri anlattıktan sonra, yolun üst kısmında oturan dul kadının bir vampir olduğundan emindir. erkek kardeşini, dul kadını görmemesi konusunda ikna etmeye çalışır. bunun yanında kötü karakterli annesi ve taciz suçundan yargılanmış babasıyla yaşaması gerekmektedir.

    stuart*

    stuart shorter -evsiz ve şiddetle dolu bir geçmişi olan alkolik - yardımsever bir yazar olan alexander masters'la tanışır ve şanssız arkadaşlıklarına başlamış olurlar. alexander stuart'ın karmaşık yaşamı ve travmatik çocukluğu hakkında daha fazla bilgi edindikçe stuart'ın hikayesini kitap haline getirmek istediğini söyler.stuart hikayeyi geriden başa doğru yazmalarını tavsiye eder. böylece bu "çok daha ilgi çekici olacaktı - tom clancy'nin cinayet gizemi gibi ". onların ilgi çekici birliktelikleri ilerledikçe, stuart azar azar hikayesini sondan başa doğru anlattıkça onun güçlü kişiliği sayesinde hikaye daha çok traji-komik bir hale gelir. postahane soymak, intihara yeltenmek, pek çok hayır kurumuna girmek... artık stuart'ın hayatının karmaşıklığının ve kötü bir şekilde kontrolden çıkışının nasıl gerçekleştiğini alexander anlamaya başlıyordu.

    last exit to brooklyn

    1952’nin şiddet ve ahlaksızlıkla dolu brooklyn sokaklarında geçen, sert ama bir o kadar da güzel yapılmış bir film olan last exit to brooklyn, yoksulluğun ve umutsuzluğun ortasındaki bir dünyanın dağılmış karakterlerinin hayatlarını anlatıyor.
    the young and prodigious t.s. spivet

    10 yaşındaki dahi kartograf t.s spivet, montana’da küçük bir kasabada kovboy babası ve bilim insanı annesiyle beraber yaşadığı çiftliği, smithsonian enstitüsü’nde bir ödül almak için gizlice terk eder ve bir kuru yük treniyle yola koyulur
    1952’nin şiddet ve ahlaksızlıkla dolu brooklyn sokaklarında geçen, sert ama bir o kadar da güzel yapılmış bir film olan last exit to brooklyn, yoksulluğun ve umutsuzluğun ortasındaki bir dünyanın dağılmış karakterlerinin hayatlarını anlatıyor

    stockholm

    film; bir adamın, partide hoşlandığı bir kızla tanışıp onu elde etmeye çalışmasıyla başlar. fakat, kızımız adamı reddeder. tabii ki, kahramanımız bunun üzerine vazgeçmediği için, kızın dikkatini kazanmaya çalıştığı esnada aralarında uzun ve ilginç diyaloglara sahne olacak şekilde hikaye devam eder.

    damnation

    karrer hayatını yoğun bir depresyon içinde gayretle sürdürmektedir. bulunduğu çevre monotondur ve yağmurlu ve çamurlu. yalnızlığın tükettiği karrer'in umutsuzluğu titanik bar'ın ve bu barda çalışan güzel, akıldan çıkmayan şarkıcısının varlığı olmasa çaresiz olabilirdi. ancak bu şarkıcı evlidir ve karrer onu kocasından ayırmaya kararlıdır.

    the double

    simon çekingen bir adamdır; farklı bir dünyada insanlardan uzak yaşamaktadır. iş yerinde küçümsenir, annesi tarafından hor görülür ve hayallerinin kadını tarafından görmezden gelinir. yeni bir çalışanın gelmesiyle denge kurulacak gibi görünür. james hem simon’ın tip olarak aynısıdır hem de karakter olarak tam tersidir; kendine güvenli, karizmatik bir adamdır. simon james’in yavaş yavaş tüm hayatını çaldığını fark edecektir.

    calvary

    günün birinde bir adam günah çıkartmak üzere rahip james’e gelir ve hiçbir kusuru olmadığı için bir hafta içinde onu öldüreceğini söyler. şaşırıp kalan james diğer rahiplerden kendisine bu konuda bir öğüt vermelerini ister. ancak, ölüm hazırlıkları devam ederken, kısa süre önce intihara kalkışmış olan kızının çıkıp gelmesiyle işler iyice karışır. yedi gün içinde rahip james’in hem bu adamın kim olduğunu bulması, hem son hazırlıkları yapması, hem de çivisi çıkmış köyünün sırrını çözmesi gerekecektir.

    de helaasheid der dingen

    gunther strobbe 13 yaşındadır ve tavan arasını babası, 3 amcası ve büyükannesiyle paylaşır. gunther her gün edepsiz olayların yaşandığı ve sürekli içki içilen bir ortamda yaşar. her şey, her gün aynı kaderi yaşayacağını gösterir.

    guess who's coming to dinner

    uzun süredir görmedikleri kızlarının evleneceğini ve o akşam yemeğe nişanlısı ve onun ailesiyle geleceğini öğrenen anne baba drayton'lar hemen hazırlıklara başlar fakat kızları, damadın siyah olduğu gerçeğini söylemeyi atlamıştı. amerikan toplumunun gedikli konusu ırkçılığa, muhafazakarlık ile hümanitenin müsabakası üzerinden yaklaşan 'guess who's coming to dinner', güçlü oyuncu kadrosu ve nefis senaryosuyla eşsiz bir klasik.

    kimssi pyoryugi

    kim adında bir adam kendini han nehri’nin karanlık, suskun sularına atar. uyandığında üstü başı kumla kaplanmış, yerde yatmaktadır. o zaman, kendisini öldürmeyi başaramadığını ve nehirde bilinmeyen bir adaya sürüklendiğini anlar. nehir kenarındaki binalardan birinin bir dairesinde yıllarca odasından dışarıya adımını atmamış bir genç kız vardır. bir gün dürbünüyle bakmaktayken bir ada üzerinde tek başına yaşayan bir adam gözüne ilişir ve merak eder. günler günleri kovalarken, adamın yalnız ama halinden hoşnut yaşamı merakını öylesine artırır ki onca yıldan sonra odasından dışarı çıkmasına sebep olur.

    talk radio

    radyo programcısı barry champlain'in yerel radyo programının ulusal yayına geçme olasılığı kariyerindeki en büyük kırılma anıdır. dilbaz, alaycı, acımasız ama çoğu zaman da fazlasıyla komik olan champlain insanları sinirlendirmede ve arayanların bamteline basmada uzmandır.

    suddenly, last summer

    elizabeth taylor, katharine hepburn ve montgomery cliff’li göz alıcı bir kadro. gizemli ölümünün sebebi çözülemeyen bir oğul, evlat acısı ile baş etmeye çalışan mağrur bir anne, akıl sağlığı yerinde olmayan bir yeğen, olaylara garip bir şekilde dahil olan ruh doktoru… tennessee williams’ın oyunundan uyarlama bir senaryo. kaçırılmayacak bir film.1937, new orleans. zengin bir dul olan violet venable, her sene oğlu sebastian ile birlikte yaz tatiline çıkar. ancak son tatillerinde sebastian ölür. olayın üzerinden bir sene geçince, yeğeni catherine onu tatile birlikte çıkmaya ikna eder. ancak sebastian’ın öldüğü gün, catherine gizemli bir şekilde aklı başında değilmiş gibi davranmaya başlar.

    bad timing

    viyana.. genç bir amerikalı kız hap içerek intihar teşebbüsünde bulunur ve hastaneye kaldırılır. film bundan sonra sürekli geri dönüşlerle intihar girişiminin ardındaki sır perdesini aralamaya çalışıyor. ‘‘hastalıklı bir beynin ürünü sapık bir film’’

    reality bites

    lelaina (winona ryder), bir tv sabah şovunda, yıldız sunucunun asistanı olarak çalışmaktadır. boş zamanlarında ise çılgın oda arkadaşı vickie (janeane garofalo), seksüel açıdan bastırılmış sammy (steve zahn) ve en iyi arkadaşı, zeki fakat isteksiz isyankar tray (ethan hawke) hakkında sıra dışı ve genellikle terbiyesiz belgeseller çekmektedir. bu sırada lelaina, video sektörünün ileri gelen patronlardan biri olan ve ın your face tv de yayınlamak isteyen michael (ben stiller) ile tanışır ve kendisini bir tarafta güvenilir, hayatı hızlı yaşayan michael ve diğer tarafta seksi, kendi halinde tray'den oluşan garip bir aşk üçgeninde bulur.

    le tout nouveau testament

    bu gerçeküstü komedide tanrı, karısı ve kızıyla normal bir hayat süren sıradan bir belçika vatandaşıdır ve bir apartman dairesinde yaşamaktadırlar. bir gün kızı ea, babasının bilgisayarını karıştırıp bütün dünyayı bir kaosa sürüklediğinde baba-kızın da arası açılır. küçük kız yeryüzünde yaşayan herkese kendi öleceği günün tarihini kısa mesaj yoluyla atar. ardından da evden kaçıp altı havari bulmaya karar verir...

    the servant

    senatör mccarthy'nin abd'de 1950'lerde başlattığı komünist avı sırasında kara listeye girdiği için ingiltere'ye yerleşmek zorunda kalan amerikalı yönetmen joseph losey'le, ingiliz oyun yazarı senarist harold pinter'ın ilk kez birlikte çalıştıkları film "genç hizmetçiler" olmuştur. filmde üst sınıftan londralı genç aristokrat tony (james fox)'nin sıradan işlerini görmesi için evine aldığı hizmetkâr barrett (dirk bogarde) ve onun sevgilisi vera (sarah miles) ile olan tuhaf ilişkileri anlatılmaktadır. dalkavuk hizmetkâr barrett içki ve uyuşturucu gibi bazı zaafları olan bu genç adamı zamanla avucunun içine alır, özellikle devreye soktuğu çekici bir kadın olan vera'nın da yardımıyla tony'nin kız arkadaşı susan (wendy craig)'ı devreden çıkararak evin kontrolünü yavaş yavaş ele geçirmeyi başarır

    alice in den stadten

    filmde, röportaj yapmak için gittiği abd'de herşeyi yabancı ve itici bularak bir kimlik bunalımına giren ve amaçsızca turlayan alman gazeteci philip'in ülkesine geri dönmeye karar vermesi, havaalanında karşılaştığı mutsuz ve umutsuz bir kadının küçük kızı alice'i kendisine emanet etmesiyle de yaşamının akışının tamamiyle değişmesi anlatılır.

    conviction

    1983'te kenneth waters isimli bir adam cinayetten tutuklanır. kardeşi olan betty anne waters ise kocasından boşanmış, iki

    çocuklu işsiz bir annedir. fakat kardeşinin masum olduğunu düşünen betty bunu kanıtlamak ister ve cinayet davasından yargılanan kardeşini temsil etmek için hukuk fakültesine kaydolur. kardeşini hapisten kurtarmak için pes etmeden mücadele veren bir kadının gerçek öyküsüdür.

    the rainmaker

    hukuk fakültesinden yeni mezun olmuş genç bir avukatın kariyerindeki ilk davasında dev bir sigorta şirketiyle ve onun temsilcisi olan hukuk firmasının çevirdiği düzenbazlıklara karşı verdiği mücadeleyi konu alıyor.matt damon'ın canlandırdığı genç ve idealist avukat, yoksul halktan ve işçi sınıfından insanların sırtından sistematik olarak büyüt servetler yapan güçlü bir şirketin işlerini alan bir sigorta firmasının içyüzünü ortaya çıkarıyor.

    jerry maguire

    jerry maguire uluslararası spor idaresi' nin (smı) en üst cemsilcisi olarak camianın tartışmasız lideridir. jerry güzel nişanlısı avery bishop' a bağlıdır ve iyi bir ilişkileri vardır. tek sorun jerry' nin kendini otomatik pilota bağlamış olmasıdır. arkadaşlığı iyidir, ancak cinsellikte kötüdür. jerry smı için yazdığı "düşündüklerimiz ve söyleyemediklerimiz : işimizin geleceğidir." sloganı yüzünden işler karışır ve işten çıkarılır. işinden atılmış ama kendine güvenli ve kim olduğunun farkında olarak herşeye sıfırdan başlamak zorunda kalır.

    the station agent

    finbar mcbride, yalnız kalmak isteyen ve bunun için terkedilmiş bir tren deposuna yerleşen sorunlu bir adamdır. fakat depoya ondan önce gelmiş olan olivia ve joe ile tanıştığında, aslında ihtiyacı olanın ilginç bir arkadaşlık olduğunu anlar.olivia, 40 yaşlarında bir oyuncudur ve evliliğinin sonuna gelmiştir. joe ise 30'lu yaşlarında bir aşçıdır. tek derdi insanlarla sohbet etmektir, karşısındakiler istemese bile.hayatları beklemedikleri bir anda kesişen bu 3 insanın aralarındaki ilginç iletişim, aradıkları yalnızlığı beraber
    paylaşabileceklerini gösterecektir.

    nabbeun namja

    bir üniversitenin önünde, kötü kılıklı adamın biri bankta tek başına oturan güzel bir kız görür. yanına oturur. ama kız onun yanına oturmasından hoşlanmaz. sevgilisi geldiğinde de sevgilisine adamı gösterip suratını buruşturur. adam kalkıp kızı öpmeye kalkar. polis gelir, adamı güzelce tartaklarlar.adam kızı takip etmeye başlar. aslında bir genelevde çalışmaktadır adam ve bir şekilde kızla yollarını kesiştirmeyi başarır.
    aykırı, çok aykırı bir aşk filmi

    la fille sur le pont

    adele yaşamının akışına hiçbir şekilde egemen olamamış, sürekli olarak sevmeye ve sevilmeye hasret çekmiş bir genç kızdır. kaba hatlarıyla anlattığı yaşamına bakılırsa bu genç kızın yaşamı sürekli kötü şanstan ve başarısız ilişkilerden oluşmuştur. bir erkekten diğerine koşerken bir türlü dengesini bulamazken hatalardan ders almayı da bilemediğini görürüz. bunları da şu sözlerle açıklar: "daha önce yaptığım hatalardan ders almam gerekirdi. yapamadım. hiçbir zaman belli bir amaca hizmet edemedim. hiçbir zaman mutlu olamadım. gerçek mutluluğu hiçbir zaman yakalayamadım." adele'nin perdedeki görüntüsüne yapılan bir kesmeyle birkaç ay öncesine dönerek gece karanlığında paris köprülerinden birine
    geçeriz. intihara yeltenen adele kendisini seine nehrinin sularına bırakmak üzeredir. yakınlarda bir yerde bulunan gabor (daniel auteuil), bunalımlı kızla konuşmaya ve bağlantı kurmaya çalışır. çeşitli sirklerde hedef tahtasına bağladığı genç kadınlara bıçak fırlatarak geçimini sağlayan gabor açısından bu tür köprüler yeni 'hedef tahtası' adaylarını bulması için en iyi mekanlardır. intihara yeltenen genç kadınlara bu türden tehlikeli bir iş teklifi yapmakta ve vazgeçirebildikleriyle beraber çalışmaktadır. adele'e de bunları söyler ve kendisiyle çalışmasını teklif eder. ancak adele kararlıdır ve köprüden atlar. gabor da onun arkasından atlar. gabor'un bir özelliği de, o güne kadar kendisine hedef görevini yapan kadınların hiçbirisiyle yatmamış olmasıdır. buna kaşılık adele yoluna çıkan potansiyel sevgili adaylarının hiçbirisine hayır dememiştir. şansları bu defa yaver gidecek midir?

    krotki film o zabijaniu

    toplumdan son derece kopuk bir hayat süren jacek, insanlarla iletişim kurmakta zorlanan bir insandır. bir gün bindiği bir taksinin şoförünü öldürür ve yakalanarak mahkemeye çıkartılır.görünüşte, cinayeti tamamen sebepsiz yere işlemiştir. lehine olabilecek de tek bir delil dahi yoktur. avukatlık belgesini yeni kazanmış idealist avukat piotr, bütün bu alehte durumlara rağmen jacek'in savunmasını üstlenir. idealizm mi gerçekler mi galip gelecektir? tüm yaşananlar sonucunda, 'soğukkanlı bir şekilde idam emri veren sistemin de, sıradan katillerden bir farkı var mı?' sorusu tüm ağırlığı ile ortada durmaktadır.

    der baader meinhof komplex

    film, almanya'nın en önde gelen ve en tanınmış kökten solcu terörist grubu kızıl ordu fraksiyonu'nun 1967'de başlayıp 1977'de çetenin ele başlarının hapiste ölü bulunmalarıyla son bulan hikayesini anlatıyor. ancak, daha önce çekilen benzeri filmlerin aksine "terörist şık" kavramını romantikleştirmeden.alman terörist grubu raf'ı (kızıl ordu fraksiyonu) inceleyen der baader-meinhof komplex, 60'ların sonu ve 70'lerin başlarında hüküm süren, bombalama, adam kaçırma ve hırsızlık gibi birçok olayın içine karışan alman terörist grubuna sert bir bakış atıyor.

    love and death

    başrollerini woody allen ve diana keaton'ın oynadığı rus edebiyatına eğleneceli ve bir o kadar komik göndermelerin bulunduğu, aşk, ölüm ve ölümden sonraki yaşam gibi konuların işlendiği tipik bir woody allen filmi.

    the purple rose of cairo

    cecilia, 1930'ların ekonomik kriz dönemi amerikası'nda, çok az para için ölümüne çalışan, işe yaramaz kocası tarafından sürekli taciz edilen mutsuz bir garsondur. tek kaçışı, tutku derecesinde sevdiği sinemadır. kahire'nin mor gülü isimli filmse favorisidir. defalarca kez gittiği filmde bir gün baş karakter tom baxter perdeden inip gerçek hayata karışır. üstelik cecilia'ya aşık olur!

    the visitor

    new york'a bir konferans için giden profesör walter vale, dairesinde yaşayan yabancılarla karşılaşır. bu andan itibaren profesörün hayatı, tanıştığı yeni insanlarla ilgili ciddi değişikliklere uğrar.

    la vie de boheme

    arnavut ressam rodolfo, oyun yazarı marcel ve besteci schaunard. üçünün de problemleri aynıdır: kira ve yemek paraları yoktur ve farkedilmeleri için nafile bir çaba içindedirler.bütün bunların arasında rodolfo ve sakin, sürekli olarak perişan halde dolaşan bir kadın olan mimi arasında gelişen bir ilişki son derece gerçek bir hal alır, özellikle de yoksulluk (ve rodolfo'nun göçmenlik problemleri) onları ayırdığında...

    king of new york

    film frank white (christopher walken) isimli bir adamın hapishaneden çıktıktan sonra bir yandan gangsterlik yaparken bir yandanda bir hastanenin yapılmasına yardım eden,özellikle arkadaşı ile (laurence fishburne) çalışan bir adamdan bahs etmektedir fakat tabi ona new york'un kralı diyen polislerse (david caruso ve wesley snipes) onun peşindedirler.genelde latin amerikalılar ve siyahlarla çalışmakta olan frankin bazı adamları(özellikle siyah olanlar) onlardan nefret eden polis memuru thomas fleniganı(snipes) hiç sevmemektedirler .bu arada frank ile avukatının ilişkiside vardır.filmin başrollerinde christopher walken ve laurence fishburne vardır.yardımcı rollerde david cruso,wesley snipes,steve buscemi,victor argo,theresa randle,janet julian,joey chin,giancarlo esposito ve paul calderon vardır.film 1990da iyi bir çıkış yapmış ve ünlü hit filmler arasında kendisine yer edinmeyide başarmışdır.

    tracks

    1977 yılında robyn davidson adında genç bir kadın, batı avusturalya’da brisbane'den çölün ortasındaki alice springs'e gitmek ister. 24 yaşında bir genç kadın olan robyn davidson, bu yolu yürüyerek katetmeyi ailesine ve arkadaşlarına rağmen gerçekleştirmeye kararlıdır. öncelikle yolculuğu için gerekli ekipmanı ve yiyeceği ayarlaması gerekmektedir. bir köpek ve dört deveyle çıkacağı 2700 km'lik yolculuk için her şeyini tamamlaması 2 yılı bulur. vahşi hayvanlar ve susuzluk gibi faktörleri de barındıran bu uzun yürüyüşüne ona national geographic fotoğrafçısı rick smolan da eşlik edecektir. büyük yolculuktan hemen önce tanışan ikilinin uzun bir yolu, doğayla ve birbirleriyle ilgili de keşfedecek pek çok şeyi vardır.

    gainsbourg

    yaşamı boyunca protesto edilen, yasaklanan, tartışılan, skandalların baş kahramanı fransız müzisyen, oyuncu, tabudeviren serge gainsbourg bu "kötü" şöhretiyle hem popüler kültür hem de müzik dünyası için her zaman vazgeçilmez oldu. çizer joann sfar kendi çizgi romanından uyarladığı bu ilk filmiyle gainsbourg'un 1940'lardan nazi işgali altındaki paris'te geçen çocukluğundan 1991'deki ölümüne dek sınırlarda yaşadığı hayatı anlatırken, onun isyankâr enerjisi, güzel kadınları ve muhteşem müzikleriyle göz alıcı bir filme imza atıyor.

    et maintenant on va ou?

    savaşın ardından yaralarını sarmaya çabalayan köylüler müslümanı, hıristiyanı huzur içinde, omuz omuza birlikteliklerini sürdürmekteler. ne var ki, dini çatışma haberleri, zaten hassas olan dengeleri bozmak üzeredir. şiddet girdabına kapılmamaları için erkeklere hâkim olma görevini, ne pahasına olursa olsun, yine kadınlar üstlenecektir.

    precious*

    tüm yaşadıklarına rağmen precious içinde bulunduğü durumu kaderinin bir parçası olarak kabullenmiştir ve yaşadığı sorunlardan hayal dünyasında gezintiye çıkarak kaçmaya çalışmaktadır. film, hayatın umutla bakılması gereken bir hediye olduğu düşüncesi ile hareket ediyor ve aynı zamanda, çaresiz insanların yalnız olmadıklarını, onlara her zaman yardıma hazır kurumların var olduğunu anlatıyor.

    lawn dogs

    louisville'in zengin mahallesi camelot garden'da çim biçerek geçimini sağlayan 21 yaşındaki trent burns, mahalle sakinleri tarafından küçük görülür. para kazanmak zorunda olan trent, dişlerini sıkarak tüm hakaretlere ve kendisine sorun çıkaran biriymiş gibi davranan güvenlik görevlisine katlanmaktadır. hiç arkadaşı olmayan ve insanlara güvenmeyen trent'in hayatı, 10 yaşındaki devon stockard ve ailesinin mahalleye taşınmasıyla değişecektir. sosyal ilişkileri güçlü ebeveynine benzemeyen devon'ın da hiç arkadaşı yoktur. bir gün ormanda gezinirken, ancak korku masallarında rastlanabilecek bir harabede yaşayan trent'le karşılaşır.
    trent, 10 yaşındaki bir kızın beladan başka hiçbir şey getirmeyeceğini düşünür. ancak zamanla ortak yönlerini keşfederek arkadaş olurlar. devon'ın anne ve babası bu arkadaşlıktan rahatsız olunca işler birbirine karışır. ikiyüzlülük üzerine kurulmuş insan ilişkilerinin sorgulandığı film, yabanıl ve samimi iki insanın dostluğu üzerine kurulu.

    ıl y a longtemps que je t'aime

    15 yılını hapiste geçiren, sessiz ve düşünceli juliette, özgürlüğüne kavuştuktan sonra yıllardır görmediği kız kardeşinin yanına yerleşir. fakat hem hapis yılları hem de içeri girmesine neden olan trajik olay herkesten gizlenir. bu durum juliette’in gerilmesine neden olsa da, hem ailesinin desteği hem de kendisine yaklaşmak isteyen bir adam hayata adapte olmasında yardımcı olur. 2008'in en önemli filmleri arasında bulunduğunu söyleyebileceğimiz ıl y a longtemps que je t’aime, başroldeki kristin scott thomas’ın oldukça etkileyici performansı ile unutulmaz bir deneyime dönüşüyor.

    mystery train

    bağımsız filmleri bağımlılık yaratan yönetmen jim jarmusch, mystery train ile, yolları bir otelde kesişen insanların yer yer komik hikayelerini anlatıyor. memphis'te geçen 3 ayrı hikayeden oluşan film, aynı oteli uğrak yeri yapan ama hiç karşılaşmayan insanları, bir trenin çektiği üç ayrı vagon misali anlatıyor.

    der tunnel

    tek amaci, ayni irktan olduklari halde almanlarin komünist dogu almanya'dan özgür bati'ya kaçmasini engellemek olan berlin duvari'nin insasinin basladigi yillardayiz. su sporlari sampiyonu harry melchior, konumundan ötürü kolayca diger tarafa kaçabilecek durumdadir ama sevgili kizkardesi lotte'yi ardinda birakmayi içine sindiremez. sonunda dayanamaz ve sahte belgelerle siniri geçer ama geride kalan lotte'yi de kurtaracagina yemin eder.genç adam, bir mühendis olan en iyi arkadasi matthis ile birlikte bir plan yapar: lotta'yi kurtarmak için duvarin altindan bir tünel kazacaklardir. matthis de kaçarken yakalanip dogu'da kalan sevgilisi carola'yi bulmayi hayal etmektedir. gruba annesini kurtarmak için katilan fred ile tek amaci özgürlüge hizmet etmek olan idealist vic de dahil oldugunda harekete geçerler...gerçek bir hikayeden yola çikan tünel, aslinda soguk savas süresince insanlik disi bir sekilde ikiye bölünen bir halkin dramini arka planina yerlestiren heyecan dolu bir film.

    sanger fran andra vaningen

    kuzey yarımkürede bir yerlerde gece vakti. şehirde bir dizi garip olay meydana gelmektedir. bunlar görünüşte birbirine bağlı değildir. bir memur 30 senedir çalıştığı işten atılmak istendiğini öğrenir; bir mülteci kalabalık bir sokakta dayak yer; bir sihirbaz gösterisinin en heyecanlı yerinde korkunç bir yanlış yapar. bu kargaşa ortasında karl sigortadan para alabilmek için mobilya dükkanını ateşe vermiştir.

    paris nous appartient

    fransız yeni dalga akımının önemli filmlerinden “paris nous appartient”, usta sinemacı jacques rivette’in ilk uzun metrajlı filmi. film, juan adlı genç bir ispanyol mültecinin beklenmedik intiharı üzerine olayı araştırmaya başlayan anne’in başından geçenleri anlatıyor. anne’in ağabeyi pierre, juan’dan sonra sıranın bir oyun sahnelemeye çalışan gerard’a geleceğini söyler ve bu da genç kızı kendisini neyin beklediğini bilmeyen yönetmene yardım etmeye iter.

    kynodontas

    üç genç kardeş, baskıcı anne babalarıyla, sanki paralel bir evrende, farklı bir gezegende yaşar gibidir. farkında olmadıkları bir tutsaklıkta yaşadıkları bu evde, günlerini hep aynı kaseti dinleyerek geçirirler. sürekli yeni kelimeler öğrenen bu gençler için anlam bilindik sınırların çok dışındadır. izole yaşamlarını erkek kardeşleri fark etmeye başlayınca, ailedeki dengeler alt üst olur.

    the lobster

    çok da uzak olmayan bir gelecekten ilginç bir distopya öyküsü anlatıyor bize the lobster. yalnız kalmış, ilişkisi olmaya insanların tutuklandığı, alternatif bir gelecekte geçen öyküde, bekar insanlar korkunç bir otele yerleştirildikten 45 gün sonra, kendileriyle eşleşen kişiyle ilişkiye başlamak zorunda kalıyorlar. eğer ki ilişkilerinde başarıyı yakalayamazlarsa, kendilerinin seçtikleri bir hayvana dönüştürülüyorlar!

    upstream color

    "gizli kimya”, bir organizmanın yaşam döngüsüyle bir araya gelmiş bir erkek ile bir kadının öyküsüne uzanıyor. kimlik arayışıyla hayalleri iç içe geçiren bir bilimkurgu evreninin sözünü veriyor.

    another earth

    güneş sistemindeki benzer gezegenin bulunmasının gecesinde, hırslı, genç bir öğrencinin ve başarılı bir bestecinin yolları, üzücü bir kazada kesişir. mike cahill’in uzaylı, alternatif evren, reenkarnasyon gibi kavramları iç içe geçiren bilimkurgusu, dikkat çekici metinleriyle aradan sivriliyor. hal hartley usulü düşük bütçeli bir tür filmi olarak anılabilecek eserin ‘el kamerası’ndan aşıladığı gerçeklik ve serbestlik mutluluk verici. etrafta fazlaca muhafazakar ve emperyalist uzaylı istilası filmi dolaşırken, “başka bir dünyada” şüphesiz alanında son derece dürüst bir denemeye dönüşüyor.

    wittgenstein

    viyana doğumlu, cambridge mezunu filozof ludwig wittgenstein'in (1889-1951) yaşam öyküsü. doğa ve dilin sınırları üzerine felsefe yapan wittgenstein (clancy chassay) bertrand russell ve john maynard keynes gibi dönemin önemli entellektüelleriyle dost oluyor. wittgenstein'in yaşamındaki gizemi, eşcinsel ilişkilerini, gururlu ve karmaşık kişiliğini masaya yatıran, dahi yönetmen jarman'ın dahi filozofun hayatına baktığı önemli bir film.

    the plague dogs

    richard adams'ın romanının animasyon tarzındaki adaptasyonu, bir deney laboratuvarından kaçan iki köpeğn (snitter ve rowf), kurnaz bir tilkinin (the tod) de yardımıyla vahşi batıda hayatta kalma çabalarını konu alıyor. laboratuarın müdürünün işin sessiz kalması için bütün çabasına rağmen, özellikle de pek çok koyunun ölü bulunmaya başlamasıyla dedikodular yayılır, bu dedikodular arasında iki köpeğin veba taşıyıcısı olabileceği de vardır...

    stories we tell

    kim demiş hikâye anlatıcılığı sona eriyor diye! dünyanın en eğlenceli ama güvenilmez hikâye anlatıcılarıyla tanışmaya ne dersiniz? sarah polley, hem yönetmen hem de adeta bir dedektif gibi kendi ailesini sorguya çekiyor. geçmiş bilgi kırıntıları arasında kayboluyor, onları birbiriyle çarpıştırıyor. bir süre sonra itirafların, gerçeklerin, aile hikâyelerinin değişik bakış açılarından anlatılınca ne kadar farklılaştığını ortaya koyuyor. bütün duyduklarımız başka yönlere doğru çatallanmaya başlıyor. hayır, bu artık sıkılmaya başladığımız türden bir postmodern anlatı denemesi değil; aksine hakikatin ve belleğin kaypaklık anlarının yakalandığı oldukça yaratıcı ve inanılmaz etkileyici bir belgesel. polley, özünde oldukça kişisel bir meseleden yola çıkıyor ama bunu kendi hikâyelerimizin bizi birey ve aile olma yönünde nasıl şekillendirdiğini araştıran büyüleyici bir yolculuğa dönüştürüyor.

    locke

    kariyerinin en zorlu gününde, ıvan locke'u beklenmedik biri telefonla arar. konuşmadan sonra, locke, direksiyonun başına geçer ve arabayı sürmeye başlar. locke işini, ailesini ve kurulu düzenini kurtarmak için gece boyunca zamanla yarışmak zorunda kalacaktır. senaryo yazarı olarak ünlenen steven knight'ın yazıp yönettiği, tek bir mekânda, tek bir oyuncuyla çekilen gerçek zamanlı bu son derece sıra dışı gerilim, eylül ayında yapılan venedik film festivali'nin en parlak ilmlerinden biri. festivalin artistik direktörünün, filmi ana yarışmaya almadığı için pişman olduğunu açıkladığını dile getirmekte fayda var.

    procès de jeanne d'arc

    bresson'un filminde jeanne d'arc'ın azize gibi sorgulanmasını izliyoruz.

    the three faces of eve

    eve white başağrıları ve ara sıra meydana gelen bilinç kayıplarından müzdarip, sessiz, çekingen, mütevazi bir eştir. sonunda psikiyatrist dr. luther'i görmeye gider ve hipnoz altındayken tamamiyle yeni bir kişiliği açığa çıkar: canlı, vahşi, eğlenceyi seven eve black. terapi devam ederken bir de üçüncü kişilik görünür, oldukça sağlam,kararlı jane. bir çoklu kişilik vakasının gerçek hayat hikayesine dayanan bu film dr. luther'in eve'in üç yüzünü birbiriyle barıştırmaya çalışmasını kaydeder...

    loong boonmee raleuk chat

    akut böbrek yetmezliği olan boonmee amca, son günlerini şehir dışında sevdikleriyle birlikte geçirmeye karar verir. ilginçtir ki kırsaldayken ölmüş eşinin hayaleti, onunla ilgilenmek için ortaya çıkar. ve uzun süredir kayıp olan oğlu da eve döner, ama artık insan değildir.hastalığının nedenleri üzerine düşünürken boonmee bir yandan da ailesi ile birlikte, ilk yaşamının doğum yeri olan, gizemli hilltop mağarasına doğru yola çıkar.

    ın the company of men

    altı haftalık bir iş gezisine çıkan, yakın zamanda kadınlar tarafından incitilmiş iki yönetici geçmişlerindeki kadınlarla hesaplaşabilmek için korkunç bir plan yaparlar: kırılgan bir kadın bulup, onunla aşk yaşayıp daha sonra terk edeceklerdir. planlarını uygulamak üzere cristine'i seçerler, bir süre için her şey planlarına uygun bir biçimde gelişir. ancak, çok yakın bir zamanda hiçbir şeyin düşündükleri kadar basit olmadığı ortaya çıkar.

    crossroads

    genç bir beyaz çocuk blues'cu olma sevdasıyla efsanevi blues'cu willie brown'ı bulur ve ondan kayıp şarkısını bulmak için yardım ister. bu arada da willie'nin şeytana sattığı ruhunu geri almak için yenilmesi zor bir gitarist olan jack butler'ı (steve vai) gitar battle'ında yenmesi gerekir. ancak willie yerine genç blues sever kahramanımız yarışır ve kazanır.

    the fountainhead

    ayn rand'ın aynı adı taşıyan romanından uyarlamadır. meslektaşlarından çok farklı bir dünya görüşüne ve kariyer anlayışına sahip olan yetenekli ve yaratıcı mimar howard roark'un hikayesi konu edilir. howard roark, mesleğinde farklı düşünceleri sebebiyle dışlanır, yaratıcılığı meslektaşlarını kıskandırır, giderek iş yapamaz hale gelir. tüm bu zorluklara rağmen roark, dünya görüşünden taviz vermezden ayakta durabilecek midir?film, ayn rand'ın kurucusu ve savunucusu olduğu "objektivist felsefe"nin howard roark karakteri üzerinden bir anlatısıdır.

    festen

    bir yaz günü. kırsal kesimdeki bir malikânede, her yıl yapılan bir şölenin hazırlıkları sürüyor. malikânenin sahibi ve ailenin reisi helge klingenfelt, 60. yaşgününü kutlayacak. aile reisi en büyük çocuğunu çalışma odasına çağırıyor ve ondan, kısa süre önce ölen ikiz kızkardeşi linda üzerine bir anma konuşması yapmasını istiyor. her şey hazırlanıyor, konuklar masaya oturuyor. christian konuşmasını yapmak için ayağa kalktığında, kimsenin olacaklar hakkında en ufak bir fikri olmadığını anlıyoruz. ama çok geçmeden, hepsi de bunun asla unutamayacakları bir gece olduğunu anlıyorlar. şölen, lars von trier, vinterberg ve iki başka yönetmenin "bireyci", "kozmetik" ve "yapmacık" filmlere karşı bir "kurtuluş hareketi" olarak geliştirdikleri dogma 95 ruhuyla çekilmiş. ve ayrıca '98 cannes juri özel ödülü sahibi

    il postino

    1950'lerde italya'daki küçük bir adadayız. dünyaca ünlü şilili komünist şair pablo neruda, siyasi sebeplerle ülkesi dışında yaşamak zorunda kaldığı sürenin küçük bir kısmını burada geçirir. mektuplarını taşımakla görevli postacı naif mario, neruda'yla kısa zamanda mesafeli bir dostluk kurar. usta ozanın verdiği tüyolarla hem içindeki şairi ortaya çıkarır hem de esmer güzeli beatrice'nin kalbini kazanır.neruda genç adama sosyalist fikirlerini aşılar ve kendini gerçekleştirmesine yardımcı olduğu mario'nun gözünde giderek ilahlaşır. ama usta ozanın peşindeki siyasi rakipleri bir yerde çok uzun süre kalmasına engel olmaktadır. ayrılık vakti yaklaşır.

    ikiru

    kanji watanabe, genç yaşta dul kalmış bir adamdır. ikinci bir izdivaç yapmayan kanji, üzerine titrediği oğlunu tek başına büyütmeyi tercih etmiştir. aradan yıllar geçmiş, oğlu büyümüş ve evlenmiş, kendisi de zamanla terfi ederek; belediyenin, halkla ilişkiler şube şefliğine kadar yükselmiştir. bürokrasi değirmeni, kanji ‘nin kocaman umutlarını öğüteli yirmi sene olmuştur. dairenin ve diğer dairelerin çalışanları gibi, kanji ‘de aslında yirmi senedir hiçbir şey yapmamaktadır. imza atmak, kayıt tutmak ve kayıtları, bir daha dikkate almamak üzere arşivlemek dışında…
    kanji ‘nin iş hayatı, bulunduğu pozisyonu, oturduğu şef koltuğunu korumak üzerine şekillenmiştir. o da hiçbir şey yapmamayı gerektirmektedir. zaten kanji ‘de istese bile bir şey yapacak gücü olmadığını, genç yaşında öğrenmiştir. zampara bir adam olmayan kanji, özel hayatını tümüyle oğluna adamıştır. oğlu koca adam olup evlenmesine rağmen, kendisini hâlâ küçük bir çocuğun babası sanmaktadır. değişimi ve gerçekleri görebilse; ne yapacağını, nereye gideceğini bilemeyeceği kocaman bir boşluğa düşecektir…
    kanji ‘nin hayatındaki tek yenilik, ara ara kendisini hissettiren ve giderek artan mide ağrılarıdır. doktora giden kanji, muayene sırası beklerken; başka bir hastadan doktorun koyacağı teşhisin mealini öğrenir. doktorlar, kimseye öleceğini söylememektedirler. muayene sonucunda doktorun kanji ‘ye koyduğu teşhis uysal ülserdir. fakat kanji, muayene sırasını beklerken uysal ülserin, yaşayacak en fazla üç ay daha olduğunu öğrenmiştir. doktordan farklı bir frekansta ölüm ilânını dinleyen kanji ‘nin aklına ilk gelen yine oğlu olur…eve gittiğinde ise babasının evde olmadığını sanarak eşiyle konuşan oğlunun, kendisinin emekli ikramiyesiyle neler yapmak istediğini öğrenir. kanji, düştüğü karanlık çukurda bir yandan ömrünü neler uğruna harcadığını görerek pişmanlığı çok acı bir biçimde tadacak, diğer yandan ise hayatın her köşesinde, ruhunu ısıtacak bir ışık ile ölürken bile tutunacağı bir amaç arayacaktır…

    permanent vacation

    manhattan'ın ücra köşelerindeki charlie parker hayranı olan bir gencin hayatın anlamını arayışı ele alınıyor. babası ortalarda olmayan, annesi de akıl hastanesinde yatan genç, bir yolculuğa çıkar. yolculuk esnasında birbirinden ilginç karakterle tanışır ve geçmişiyle ilgili de bir çok şey keşfeder.aidiyet kavramını ya da jarmusch'un kendi deyimiyle hiçbir yere ait olamama kavramını irdeleyen film, kendini sürekli tatilde olan bir turist gibi hisseden bir adamın hikayesi.

    enemy

    üniversitede tarih öğretmenliği yapan adam’ın seyrettiği bir filmde bilinç altına kazınan bir sahne, onun filmi tekrar seyretmesine yol açar. o sahnede yer alan otel görevlisinin kendisine birebir benzediğini fark ettikten sonra oyuncunun kim olduğunu araştırmaya başlar. kısa bir arayıştan sonra bedeninin her yönüyle kendisinin kopyası olan anthony ile tanışır fakat artık işler beklediği kadar sıradan seyretmemektedir. sevgilisi, annesi ve anthony’nin karısı meseleye müdahil oldukları zaman adam için neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu çözmek korkunç güç bir hale bürünür...

    awakenings

    dr. malcolm sayer, insan ilişkileri çok zayıf olan ve hayatı boyunca labaratuvarlarda bilimsel araştırmalar yapan bir doktordur. personel yetersizliği yaşayan bir hastane, başka başvuru olmadığı için sayer'ı işe almak zorunda kalır. dr. sayer, tamamı çok uzun yıllardır bilincini kaybetmiş ve hareketsiz görünen hastaları tedavi etmek ister. bir konferansta başka bir hastalık için geliştirilen l-dopa adlı ilacın kendi hastalarına da derman olabileceğini düşünen sayer, şansını denemek ister. ilacı leonard lowe üzerinde denemek için izin alan doktor, ilk başta başarılı olur ancak zamanla ilacın yan etkileri ortaya çıkmaya başlar.

    ten canoes

    artık size bir hikâye anlatmanın sırası geldi, ha? öyleyse bizimkilerden birini anlatayım… çok uzun zaman önceydi. bizim zamanımızda, daha sizler, öbür sürü okyanusu aşıp gelmemişti… iyi yağmur yağmıştı ve adamlardan on tanesi gumang, yani kaz yumurtası toplamaya bataklığa gitmişti. adamlardan biri ters bir aşka kapılmıştı, yaşlı adam da ona bir hikâye anlattı; en eskilerin, şu kaçık, vahşi ataların, ruhlar çağından sonra, sellerin tüm toprağı örtmesinden sonra gelenlerin hikâyelerinden birini.

    la notte

    yazar giovanni pontano, yaratıcılık krizinin yanı sıra, varoluşsal bir bunalım geçirmektedir. karısı lidia’yla olan ilişkisi de yolunda değildir; aralarında iletişim sorunu vardır ve yazarın dünyanın geri kalanıyla arasındaki başlıca sorun da budur zaten. çift, giovanni’nin son kitabının piyasaya sürüldüğü gün, bir hastanede kanserden ölmek üzere olan marksist editör tomasso’yu ziyaret eder. daha sonra giovanni’nin kendisi için çalışmasını isteyen milano’lu bir sanayicinin evinde verilen, erotik karşılaşmalarla dolu, gece boyunca süren uzun ve sıkıcı bir parti, genç çiftin evliliğinin giderek anlamsızlaştığı gerçeğini daha da belirginleştirir. gecenin sonunda sorunlarına ancak yüzeysel bir çözüm bulurlar

    the big short

    sektör dışından dört kişi büyük bankaların, medyanın ve hükümetin görmekten kaçındığı şeyi, ekonominin küresel çöküşünü gördüğünde akıllarına bir fikir gelmişti: büyük açık. cesur yatırımları, onları her şeyi ve herkesi sorgulamalarının gerektiği modern bankacılığın karanlık, hassas noktasına götürecek.

    tulitikkutehtaan tytto

    ıris, aşkı arayan basit bir kızdır. kibrit fabrikasındaki ruhsuz işinden sıkılır ve hiçbir erkeğin dikkatini çekemez. hayallerindeki "yakışıklı prens" ile tanışsa da bu ona mutluluk yerine acı, acımasızlık ve sonunda intikam getirecektir.feminist bir bakış açısını yansıtan kibritçi kız, izleyiciyi yüzünde acı bir tebessüm ifadesiyle başbaşa bırakan, kusursuz bir mizansen başyapıtı...

    pickpocket

    michel zeki, çalışmayı pek sevmeyen ve içindeki bazı dürtüleri harekete geçiren soğukkanlı bir insandır. bu yüzden yankesicilik yapar. ilk başlarda tek başına yaparken daha sonradan başka yankesicilerle beraber organize olarak işi devam ettirir. michel'in iş güç sahibi olan arkadaşı ona bazı iş teklifleri götürse de o bunlara riâyet etmez. zîra insanların değişmesi çok zordur. suç işledikçe arkası geliyor, peki nereye kadar?

    le scaphandre et le papillon

    jean-dominique bauby 43 yaşında hastalanır ve bütün kas kontrolünü kaybeder. tek kontrol edebildiği yeri, sol göz kapağıdır. beyni ve kulakları da çalışmaktadır. terapisti henriette'in hazırladığı özel alfabe ile, her seferde sadece bir harfe gözünü kırparak hayatını anlatan bir kitap yazar. film, fransız elle magazininin editörü jean-dominique bauby'nin gerçek hayat hikayesine dayanmaktadır.

    sileni

    filmin konusu, özünde, bir akıl hastanesinin nasıl işletileceğine dair ideolojik bir tartışma. böyle bir kurumu işletmenin esasında iki yolu var: ikisi de eşit derecede ifrat. birincisi mutlak özgürlüğe teşvik eder. eski moda olan diğeriyse, çok denenmiş denetim ve cezalandırma yöntemidir. ama bir diğer yol daha mevcut, ki bu da diğer ikisinin en kötü özelliklerini bünyesinde birleştirir ve her şeyi daha da berbat hale getirir. işte bugün içinde yaşadığımız tımarhane de budur

    niagara, niagara

    tourettes sendromlu bir genç kız olan marcy ( robin tunney ) ile kendi halinde sessiz sakin bir erkek olan seth ‘in ( henry thomas ) peruk koymak için kullanılan siyah bir kadın başı aramak için kanada’ya yaptıkları yolculuğu anlatır. seyahatlerinde marcy , yaptığı istemdışı hareketler, aniden atttığı çığlıklar, garip göz kırpma ve ilginç yüz ifadelerini seth ‘ten saklayamaz ve ona tourettes sendromlu olduğunu anlatır. her şey marcy ‘e ilaç almak için gençlerimizin bir eczaneye girmesiyle başlar. filmin ismi de marcy’nin hastalığı sebebiyle niagara niagara diye tutturmasından gelir.

    los olvidados

    meksika sokaklarında geçen hikayede, sokaklarda yaşayan çocukların ve fakir ailelerin çocuklarının dramı anlatılıyor. el jaibo hapisten kaçar ve arkadaşlarıyla birlikte suç işlemeye devam eder. jaibo, kendisini hapse attıran adamı da öldürünce işler daha karışık ve tehlikeli bir hal almaya başlar.

    young torless

    niteliksiz adam gibi benzersiz bir eseri bize bırakan robert musil'in romanından uyarlanan film, "lise öğrencilerinin arasındaki iktidar ilişkilerini ve lise yıllarında yaşanan psikolojik gelgitleri son derece içsel ve yer yer karmaşıklaşan bir dille anlatır. bireyin iç dünyasını keşfediş serüvenini, sonsuzluk gibi kavramlarla ilk yüzleşmesini bu kadar iyi ve ayrıntılı anlatan roman azdır."

    zelig

    1920'lerde, sansasyonel bir karakter olan leonard zelig, kimle tanışırsa onun karakteristik özelliklerini taklit eden bukalemunvari bir adamdır. huzuru ise sadece psikologunun kollarında bulmaktadır.

    stroszek

    alkolik sokak sanatçısı bruno, fahişe eva ve bunak komşuları küçücük hayatlarına başkaları burnunu sokmadan yaşamak istemektedirler. ancak bir türlü aradıkları huzuru bulamamaktadırlar. bu durumda artık kendi ülkeleri olan almanya'da yaşayamayacaklarını anlayan üçlü, daha mutlu bir hayatı yakalayabilmek için bir yolunu bularak amerika'ya göç eder. başlangıçta yaşadıkları yabancılığı alışma devresi sansalar da işler bekledikleri şekilde gelişmez. onlar için bir türlü düzelmeyen işler amerika'da yolunda gitmeyecektir.

    ıdiots and angels

    ngel, mahalledeki küçük barda vakit öldürüp, barın müdavimlerini azarlayıp duran, bencil, ağzı bozuk, ahlaksızlığın dibine vurmuş bir adamdır. bir sabah uyandığında, sırtında iki tane kanat peyda olmuştur. bu kanatlar yüzünden angel, hiç âdeti olmadığı üzere, insanlara iyilik yapmaya başlar. çaresizce bu melek kanatlarından kurtulmaya çalışır ama sonunda kendini, bu kanatları ün ve para kapısı olarak görenlerle mücadele ederken bulur.

    ordinary people

    beth (mary tyler moore), calvin (donald sutherland), ve oğulları conrad (timothy hutton), öteki oğullarının ölümünün acısıyla yaşamaktadırlar. bundan en çok etkilenen conrad, acı ve suçluluk duyguları içinde intihar etmeye çalışıyor, ancak başarılı olamayıp terapiye başlıyor. beth, ölen oğlunu daha çok sevdiğinden conrad'a yardımcı olamıyor. calvin ise ikisinin ortasında kalıyor ve ortak bir yol bulup aileyi ayakta tutmaya çalışıyor.

    shame

    toronto film festivali'nde görücüye çıkacak olan shame, cinselliğin merkezde olduğu bir new york draması olarak niteleniyor. açlık (hunger)'dan hatırladığımız michael fassbender'in brandon isimli new york'ta yaşayan bir seks bağımlısını canlandırdığı film, asi kız kardeşinin brandon'ın yanına taşınmasıyla yaşanan olayları anlatacak

    the arrangement

    eddie anderson, bir reklamcıdır. çalıştığı şirketin vazgeçilmez elemanı olan eddie, karısı florence ile birlikte maddi anlamda her şeye sahiptir. iyi bir yaşamı olan eddie, zamanla kendini bir arayış içerisinde bulur ve varlığı tartışılır genç ve güzel bir kadın olan gwen ile yasak ilişki yaşamaya başlar. yaratıcı bir reklamcı olan eddie'nin saklı gerçeklik arayışları, başına gelen bir felaketten sonra ortaya çıkacaklardır.

    another woman

    50'li yaşlarını yaşayan felsefe hocası marion post (gena rowlands) son kocasıyla evliliği rutin biçimde devam ederken, yan dairedeki psikiyatri seansından gelen seslerle birlikte yaşamını sorgulamaya başlar. evliliğinde mutlu mudur? neden çocuk yapmamış/yapamamıştır? kocası bazen gözüne bir yabancı gibi görünür olmuştur. anılara dalmaya başlar. eski ilişkilerinin girdapları arasında sık sık bocalarken, hayata dair sorgulamalarını '50 yaş krizi' ile birlikte derinleştirir. tüm yaşamı boyunca kariyer yapmak için çabalamış, çeşitli kitaplar yazmış, konusunda uzmanlaşmış, hatta kendine ufak bir hayran kitlesi bile edinmiştir. gençliğinden bu yana ailesinin gururu olmuştur. bilginin peşinden gidişi, gençliğinde ilişki yaşadığı larry lewis'ten (gene hackman) olacak çocuğunu bile aldırmasına neden olmuştur. marion'un yaşadığı bunalımın ve içsel sorgulamalarının kökeninde ne vardır?

    fearless

    korkunç bir uçak kazası. yüzlerce ölü. kazada neler oldu, insanlar neler yaşadı? bilmiyoruz, tek bildiğimiz şey kazadan kurtulan bir adamın, max klein'in (jeff bridges) aklını kaybetmek üzere olduğu. karısı (ısabella rossellini) onu anlayamıyor, çünkü kazadan kurtulan bir insanı ancak kazadan kurtulan başka bir insan anlayabilir. max, yaşamını değiştiren kazanın ardından susup bir kenara oturmak yerine korkularının üzerine gitmeye, gündelik yaşamın içindeki ölümleri aramaya başlıyor.

    ace in the hole

    film bir basın eleştirisi ve reyting kaygısı ile bireysel özgürlüklerin ne kadar üzerine gidilebileciğini,iyi bir senaryo ve kurgu ile ekrana yansıtıyor.filmde usta oyuncu kirk douglas ve 1950'ler amerikan sinemasından tanıyacağımız jan sterling başrolleri paylaşıyorlar.

    jeanne dielman, 23 quai du commerce, 1080 bruxelles

    genç, yalnız bir dul olan jeanne dielman değişmez bir düzen içinde oğlu sylvain ile yaşamaktadır: oğlu okuldayken evle ilgilenir, günlük ev işlerini yapar ve öğleden sonra müşterilerini alır.

    still alice

    mutlu bir evliliği olan üç yetişkin çocuk sahibi alice howland, kariyerinin zirvesinde başarılı bir harvard profesörüdür fakat yavaş yavaş unutkanlığın hayatına hakim olduğunu fark eder. kafa karışıklığının düşüncelerini ele geçirdiğini ve hafızasının yok olmaya başladığını anlayınca hastalığına teşhis konur: alzheimer başlangıcı. özgürlüğüne düşkün olan alice, benliğinin yok oluşuna rağmen hayatını sürdürmeye ve anı yaşamaya çalışır. yürek parçalayıcı ve ilham verici olaylarla süslü still alice, aklınızı yitirmenin nasıl bir şey olduğunu dikkate değer bir şekilde ortaya koyuyor. film, lisa genova'nın aynı adlı romanından uyarlandı.

    trust

    lise terk maria coughlin ailesine hamile olduğunu açıklayınca, babası yere düşer ve ölür. annesi onu evden atar, erkek arkadaşı ise terk eder. yalnız ve evsiz kalan maria, matthew slaughter ile tanışır. matthew lise eğitimi almıştır ve elektronik aletleri tamir etmeye mükemmel bir yeteneği vardır. fakat kaliteye olan mükemmelliyetçi yaklaşımı yüzünden bir türlü iş bulamamaktadır. maria matthew\'in yardım teklifini kabul ettiğinde, yaşarken değişmeye başladıkları bir ilişki başlatırlar.

    yi yi

    edward yang "yi yi" adlı filminde bir aileden yola çıkarak tayvan'da yaşamın yarattığı gerilimi işliyor. orta yaşlı işadamı nj kişisel ve mesleki bir krizdedir. bu arada büyükanne felç geçirir, eşi dini bir guruba katılır,duygusal kızı genç kızlığa adım atmakta ve dahi oğlu uyumsuzluk çekmektedir. paralel öyküler, insanların yaptıkları seçimlerin yaşamlarını nasıl etkilediklerini duygusal ve entelektüel bir boyutta anlatıyor.

    una pura formalita

    gizemi, rahatsız edici mekanları ve dialogun ağırlıklı olduğu film tek kelimeyle sarsıcı. sürpriz sonu, sorunlu karakterleri ve merak uyandıran sorgulamalarıyla kesinlikle çok duyulmamış bir film.
    yönetmen koltuğunda tornatore var ve diğer filmlerinden çok daha farklı bir neo-noir örneği. roman polanski de oyuncu kadrosunda.

    el cuerpo

    ispanya sinemasının başarılı örneklerinden. hiç bitmeyen gizemi, sarsıcı sonu ve izleyeni geren ışık kullanımıyla gerçekten güzel bir film. atış serbest,?

    c'est arrive pres de chez vous

    belçikalı 3 sinema öğrencisinin yönettiği “c’est arrivé près de chez vous”, bir katil olan benoit’nın hayatından kesitler sunan bir kurmaca belgeseldir ( mockumentary). remy, andre ve patrick adında üç sinema öğrencisi ödev olarak benoit’nın günlük yaşamını ve günlük yaşamın parçası olan cinayet alışkanlığını filme almak isterler.zaman ilerledikçe farkederler ki benoit, diğer katillerden farklıdır. zeki, entelektüel ve sosyal bir insandır, oldukça normal bir yaşamı ve mutlu bir ailesi vardır. bir yandan bütün olağanlığı ile benoit’nın günlerini ve işlediği cinayetleri filme alan ekip, diğer yandan bu cinayetlerin bazılarına yardım ederler.son derece komik ve farklı bir film.

    kkeut-kka-ji-gan-da

    filmin anti-kahramanı, başına gelen trajikomik olaylar ve kötü karakterlerle örülü kadrosuyla hollywood klişelerin çok ötesinde bir film. aksiyonu bol, kurmacaları kurnazca hazırlanmış türün dışında farklı bir polisiye.

    eyes of laura mars

    öncü bir gerilim filmi katilin gözleri konusunun babalarından. mutlaka izleyin rahat uyuyamayacaksınız.

    nazarin

    inanç ve masumiyet çevresinde kramazov kardeşleri anımsatan bunuel filmi. yoksulluk, sorgulama ile zamanının ötesinde farklı bir bunuel filmi.

    goksung

    true detective sevenlerin kaçırmaması gereken bir film. çoğu korku filminde göremeyeceğimiz sahneleri barındıran yapımda süper polis ya da dürüst din adamları yer almıyor. çaresizlik ve sıkışmışlık hissi ile eminim ki izlediğiniz hiç bir salgın filminde bulamayacağınız bir tadı yakalayacaksınız.

    la cara oculta

    korku filmi klişelerini yerle bir eden farklı bir o kadar da gizemli bir film.

    musaranas

    bu film hakkında çok fazla spoiler vermek istemiyorum ama agorafobisisi olanlar izlesin:)

    the judge

    babam ve oğlumdan daha çok seveceğiniz daha sıcak ve daha farklı bir hollywood yapımı. yer yer klişeler olsa bile hayat kokan, film izledeiğinizi unutturan "film"lerden. mahkeme salonu kokanyapımları sevenlere şiddetle öneririm.

    wandafuru raifu

    biraz ağır gelse de ölümden sonra yaşam mitine uzak doğu gözüyle bakış imkanı veriyor. yeryüzü ile cennet arasında bir istasyonda, yeni ölenlere yol gösteren, anılarını hatırlayıp önemli olanlarını bulmalarına yardım eden rehberler vardır. sevilen yönetmen hirokazu kore-eda'dan öbür dünya hakkında içten ve yaratıcı bir film

    mientras duermes

    insanların mutsuzluğuyla hayata bağlı mutsuz bir insan. izleyicinin karnına sağlam bir yumruk atmayı başaran filmi ileri sarmadan izlemek gerçekten büyük bir başarı. üst üste yan yana sıkışıp kaldığımız apartman ve iletişimsizlik. buz gibi yalnızlık dumanlarının tüttüğü ispanyol filmi.

    der junge törleb

    lise öğrencilerinin arasındaki iktidar ilişkilerini ve lise yıllarında yaşanan psikolojik gelgitleri son derece içsel ve yer yer karmaşıklaşan bir dille anlatan film,
    bireyin iç dünyasını keşfediş serüvenini, sonsuzluk gibi kavramlarla ilk yüzleşmesini bu kadar iyi ve ayrıntılı anlatan roman tadında.

    the sheltering sky

    on yıllık evliliğin ardından fas’ın tanca limanına gezgin olarak gelirler. birbirlerini derinden sevmelerine karşın artık ilişki kuramayan çiftin birbirlerine ulaşma arayışlarını bu yeni coğrafyada giderek derinleştirerek dışsallaştırırlar. yorgun evliliklerini, hatta yorgun ruhlarını canlandırmayı beklerken bu yolculuk sapsarı çöl ortamında izleyeni yoracak türden bir film.

    vanya on 42nd street

    senaryosunu david mamet'in yaptığı, çehov'un vanya dayı eserinden uyarlanan teatral film pek bilinmeyen şaheserlerden.

    absence of malice

    basınla toplum ve adalet sistemi arasındaki ilişkileri irdeleyen filmde özellikle de basının görevleri ve sorumlulukları arasındaki dengenin ne kadar önemli olduğuna vurgu yapılmıştır. filmin afişlerinden birinde yer alan ve ünlü hukuk kuralı "bir kişi suçu ispatlanana kadar masumdur" özdeyişinin tersten ifadesi olan "amerika'da bir kişi masumiyeti ispatlanana kadar suçlu mudur?" cümlesi filmin bir özeti gibidir.

    the accused

    kadının onuru karşısında hukuğu arkasına alan erkek egemenliğinin çetin savaşı. thelma ve louise gibi çarpıcı ve kışkırtıcı bir film. günümüz türkiye'sinden çok izler göreceğimiz aşikar.

    `peur(s) du noir`

    korkular üzerine yapılmış başarılı bir animasyon. psikoloji ile ilgilnenler göz atmalı.

    meetings with remarkable men

    kendi varoluşunu sorgulatan yol filmi. çölde geçen mistisizmle dolu harika bir film. yine köşede kalmış başucu filmlerinden.

    el-haimoune

    bab-ı aziz'in yönetmeni nacer khemir'in üçlemesinin önemli bir parçası.

    neo noir ve femme fatale konulu filmlerden ekliyorum. son zamanlarda sağlam filmler keşfettim çoğunluğu ağır ilerliyor ama sinema benim için bu: hareketli imgeler. göz yoran, hareketli sonuna kadar sürpriz bekleten filmler değil. bilinmeyen filmler yazayım derken çok uzaklara gitmişim ve atladığım filmler olmuş.

    karanlıkta geçen, kasvetli, gizemli suçun kötülüğün kol gezdiği, diğerlerinde ayrılan yapıda filmleri seçmeye çalıştım:

    winter's bone

    oldukça sert ve çarpıcı olan filmde, hasta olan annesiyle,yaşadığından bile emin olmadığı babasını yeniden bir araya getirmek isteyen ree'nin babasını bulmak için atıldığı macerayı izliyoruz. karanlık karakterleri ve güney gotiği için bile göz kırpmadan izlenebilecek bir film.

    the killing

    eski bir mahkum olan johnny clay, beş yılını alcatraz'da hapishanede geçirmiştir. sevgilisi fay ile evlenip düzenli bir hayata geçmeden önce son bir soygun yapmayı kafasına koyan clay, bir yarış sırasında, odalardan birinde bulunan iki milyon dolarlık parayı çalmayı planlamaktadır. bunun için bir ekip oluşturan clay; bir polis, gözlemci, keskin nişancı ve güreşçiden oluşan çetesiyle birlikte hazırladıkları kusursuz soygun planını gerçekleştirmeye çalışacak.

    dolores claiborne

    başarılı bir stephen king uyarlaması filmde, taşrada yaşayan dolores, 18 yıl önce kocasının esrarengiz bir şekilde ölümünden sorumlu tutulmuş ve gerçek açığa çıkmadan aklanmıştır. bakıcılığını yaptığı bir kadının da ölümüyle dolores şimdi bir kez daha, yıllar önce onu mahkum etmeyi başaramamış bir dedektifin pençesinde bulur kendisini.
    gerçekleri ortaya çıkarma gücü ise, yıllar önce gittiği büyük şehirden iyi bir muhabir olarak dönen kızı selena'da vardır. genç kadın, kendisini de ilgilendiren aile sırlarına dek uzanan bir esrar perdesini kaldırabilecek midir?

    lone star

    pek bilinmeyen bir film olan lone starın konusu kısaca şöyle: beyaz, siyah, latin ve kızılderili ırklarının iç içe yaşadığı teksas’ın sınır kasabalarından biri olan rio’da bir çölde uzun yıllar öncesine ait bir iskelet ile yanında bir şerif rozeti bulunur. ceset, zamanında kasabayı haraca bağlamış, etrafına korku salmış, cinayetler işlemiş olan şerif charlie wade’e (kris kristofferson) aittir. wade ile aralarında husumet olan yardımcısı buddy deeds (matthew mcconaughey), rio’nun şimdiki şerifi sam deeds’in (chris cooper) babasıdır ve tam bir dürüstlük timsali olarak efsane olmuştur. bulunan kemikler üzerine başlayan soruşturma, yıllar önce yaşanmış bazı olayların yeniden masaya yatırılmasına yol açar.

    misery

    rahatsız edici gerilim içeren film yine stephen king uyarlaması. paul sheldon kolay okunan popüler romanlar yazarıdır. artık kariyerinde bir dönüm noktasında olduğunu düşünür, seri maceralarını yazdığı karakteri misery chastain'in öldürüp diziyi bitirir. paul taşrada geçirdiği bir araba kazasından yaralı kurtulur.

    onu bulup evinde bakmaya başlayan annie wilkes, şans eseri paul'un sadık okurlarından biridir ve kahramanı misery chastain'in de sıkı bir hayranıdır. son kitabı okuyup misery'nin ölümüyle şoke olan kadın öfkeye kapılır ve paul'u ayağından feci şekilde yaralayarak onu yatağa hapseder. hem bölge şerifi hem de menajeri umutsuzca paul'ü ararken o, gardiyanı annie'ye özel bir misery macerası daha yazmak zorundadır.

    el aura

    espinoza, utangaç ve insanların çıkarcılığından dem vuran bir tahnitçidir. yıllardır sürekli olarak tek bir şeyin hayalini kurmuştur: kusursuz bir düzende işleyen ve geride hiçbir ipucunun kalmadığı bir soygun!

    bu hayalini kendisine takıntı haline getiren espinoza, polislerin iyi bir soygunun kanıtlarını bulamayacak kadar aptal, soyguncuların da nasıl iyi bir soygun yapabileceklerini bilemeyecek kadar beceriksiz olduklarını düşünmektedir. bir gün, sürekli hayalini kurduğu o mükemmel 'suç'un fırsatını, hiç beklemediği bir şekilde yakalar. artık kusursuz bir kurguda işleyebileceği suç, çok yakınında onu beklemektedir. ricardo darín'in oynadığı arjantin-ispanya ortak yapımı film başarılı bir neo noir örneği.

    following

    christopher nolan’ın “femme fatale” temasından karanlık, daraltıcı mekan atmosferine kadar birçok klasik film-noir öğesi barındıran filmi takip’te, yönetmen bu klasik temaları alıp daha ilk filminden oluşturduğu kendine has sinemacılığıyla birleştirip başarılı bir kolaj yapıyor. yeni romanı için aradığı ilhamı bir türlü bulamamış genç yazar, sokaklarda dolaşıp insanların peşinde dolanmakta, kendine esin kaynağı aramaktadır. bill takma adıyla dolaşan genç yazar, bir gün siyah takım elbiseli, şık giyimli bir adamın peşine takılır. takıntı haline getirdiği cobb ismindeki gençle sonunda tanışan bill, cobb’un profesyonel bir hırsız olduğunu öğrenir. cobb’un yaşam tarzından çok etkilenen bill, sarışın çekici bir kadınla da tanışınca yavaş yavaş ait olmadığı suç dünyasının içine çekilecektir.

    salinui chueok

    1986 yılında güney kore, askeri bir diktatörlük altındadır. ülkede yasaklar ve baskılar tüm sıkılığı ile devam ederken bir gün, tecavüze uğrayarak vahşice bir cinayete kurban giden bir kadın bulunur. hemen başlayan soruşturmanın başına, yerel polis dedektifi park doo-man getirilir. fakat olayı çözmek için kullandığı yöntemler, herşeyi berbat etmekten başka bir işe yaramayacaktır.
    başarısızlıkla sonuçlanan soruşturma yöntemleri nedeni ile bir çok tanığın zarar görmesi sonucu, seul'dan yeni bir dedektif olan seo göreve atanır. zeki, kurnaz ve işini bilir tavırlarına rağmen seo'nun da soruşturmada son derece başarısız olması, olayları iyice sarpa sardıracaktır.

    spoorloos

    birbirlerine aşık olan çift, tatil yapmak amacıyla arabalarına atlayıp yola koyulurlar. çiftimiz güle oynaya yollarına devam ederlerken saskia rex'e, belirli aralıklarla gördüğü ve her seferinde aynı kurgunun yaşandığı, özünde ikisinin de birbirlerine kavuşamadıklarını anlatan rüyalarından bahseder. peşisıra patlak veren ve küçük bir anlaşmazlık sonucu yaşanan tartışma; saskia'nın rex' kendisini hiç bırakmaması için yemin ettirmesiyle son bulur ve dinlenmek üzere bir benzin istasyonunda mola verirler.
    saskia, kahve almak için markete gider ve geri dönmez. yeniden çekilen hollywood versiyonuna bakmayın. çok sert ve sıradışı bir film.

    mou gaan dou

    köstebek filminin babası. mafyanın polisin içine, polisin de mafyanın içine yerleştirmiş olduğu köstebekler, yıllar boyu büyük bir gizlilik içerisinde işlerini yapmayı başarmışlardır. ama artık teşkilatları içerisinde bir köstebek olduğunu her iki taraf da bilmektedir. bundan sonra her iki köstebek için de tek bir amaç kalmıştır: kimin gerçek köstebek olduğunu göstererek kendini aklamak. spoorloos ve ınfernal affairs filmlerini izledikten sonra hollywood filmlerinden soğuduğunuzu hissedeceksiniz hatta üzerine the player ve barton fink'i izlerseniz önyargınızın daha da arttığını fark edeceksiniz.

    miller's crossing

    1930'larda, çete savaşlarının ve mafyanın en tepede olduğu dönemlerde geçen miller's crossing, şehrin en önemli gangsteri olan leo ve onun sağ kolu tom'un çevresinde şekillenen olayları anlatır.
    film, başka bir mafya lideri olan johnny caspar'ın, leo'dan bernie adlı bir serseriyi öldürmesi için izin istemesiyle açılır. leo, caspar'ın bu isteğine izin vermez. çünkü bernie, leo'nun sevgilisi verna'nın kardeşidir. tom, her ne kadar leo'ya bu durumun başına iş açabileceğini ve kimseye güvenmemesi gerektiğini söylese de, leo onu dinlemez. artık etraflarındaki aşk, ihanet, ve ölüm oyunlarının bir parçası olduklarını anlama zamanları gelmiştir.

    heathers

    okulun en popüler üç kızı heather ı, heather ıı ve heather ııı kodadlı zengin ve kibirli kızlardır. veronica (winona ryder) en az onlar kadar popüler olmasına rağmen bu üç kızdan ölesiye nefret ediyor. hatta kendi kafasına uygun bir erkek arkadaş ( christian slater) da bulunca onları tek tek ortadan kaldırma planlarına da başlıyor… çevrildiği yıl hiç de büyük ilgi görmeyen film, şimdilerde bir kült film olarak anılıyor.

    brick

    öğlenleri tek başına yemek yiyerek okuldaki bütün gruplardan uzak durmaya çalışan brendan, bir süredir haber alamadığı eski kız arkadaşından gizemli bir telefon alıyor. emily kısa süren telefon görüşmesinde, brendan'dan yardım istiyor... emily hakkında bilgi toplamaya çalışan brendan, bir süre sonra eski kız arkadaşının cesedini buluyor ve yakın bir arkadaşının yardımı ile okulun karanlık yeraltı gruplarına girerek kız arkadaşının gizemli ölümünü araştırmaya başlıyor. brick, klasik bir öyküyü, hiç klasik olmayan bir yöntemle bir okul atmosferinde anlatıyor ve son derece ilginç bir kara film örneği ortaya koyuyor. filmi izlerken gözlüklü, asosyal brendan yavaş yavaş humphrey bogart'a dönüşüyor. sıradan okul çevresi ise california'nın karanlık yeraltı bölgelerine... bütün kara film klişelerini hiç beklemediğimiz oyunlarla destekleyen, donnie darko gibi filmlerle karşılaştırılan, benzerini zor bulacağımız türde bir film.

    santa sangre

    akıl hastanesinde beyaz duvarların arasında kendini kuş zanneden ve bir ağacın üzerinde yaşayan fenix (kendi küllerinden doğan anka kuşu) var karşımızda. geçmişe dönüşlerle fenix'in neden akıl hastanesinde olduğunu öğreniriz öncelikle.
    ailesi ile birlikte gösteriler yaptıkları sirklerinde güzel bir çocukluk geçirmektedir fenix. ancak çapkın bir adam olan babasının annesini sirkteki dövmeli kadınla aldattığı gece her şey değişir. kendi dinsel mitini yaratan enfes bir film. akıl sağlığı normal olanlara göre değil. gececiler izlesin bu filmi.

    pek bilinmeyenler ve izleme listemde olanlar, önümde izleme listemde bulunan şu filmler var ve pek bilinmeyen, neo noir, gizem, polisiye temalı filmler. bu filmlerin bende iz bırakacağını umut ediyorum:

    -freud*
    - the long good friday
    -only god forgives
    - bound
    - crime d'amour
    - der amerikanische freund
    - the friends of eddie coyle
    - blast of silence
    - straight time
    - the killing of a chinese bookie
    - a simple plan
    - badlands
    - the last seduction
    -madeo
    -shock corridor
    -fukushu suru wa ware ni ari
    - narayama bushiko
    - menace ıı society
    - a bout de souffle
    -les derniers jours d'emmanuel kant

    not: after last season koinonia şu filmlerin altyazısını bulamadım. bunun gibi 3-4 film daha var çok konuşma geçtiği için anlamak zor oluyor. bir diğeri de sobachye serdtse kandisha da var bu filmlerin altyazısı elinde olanlar bana yazabilir mi?
1579 entry daha
hesabın var mı? giriş yap