2 entry daha
  • insanın hayatı boyunca en fazla bir iki kez yaşayacagı ve asla unutamayacagı korkudur... öyle hisseder ki, hayatı cehenneme döner... işte böyle bir hissedilişti tüm benliğimi alıp çok uzaklara götüren o korku...

    1999, eylül ayı... evliliğimin tüm acısını içime atıp dışarı kusamamanın verdiği sıkıntıyla oluşmuş 4 büyük soğuk nodül girdi hayatıma aniden. bayılmalarla, titremelerle, bir küçücük bardagı bile yerinden kaldıramaz hale gelinmiş güçsüzlükle çıktı karşıma...

    ameliyat dediler... olduk... bitti mi? hayır... tahlil sonuçları geldi. doktorum, sen mükemmel bir insansın bunu da atlatırsın dedi... ne demek istediğini soracak gücüm yoktu. zar zor konuşuyordum zaten bogazımdaki dikişlerden... ama sanki o dikişler daha bir büyümüş daha bir sarmıştı ki bogazımı nefes alamıyordum.. sormak ne kelime, yutkunamıyordum... anladı halimi... boğazımdan sarkan bir pis kan hortumuyla sanki tüm kanım çekiliyordu vücudumdan... sabah dedi... sabah tekrar amelyata alabiliriz seni, yeni çıktın biliyorum ama yeme içme hiçbirşey... güçlü tut kendini...

    anneciğime takıldı gözlerim, güçlü durmaya çalışıyordu ama öyle bir sıkıyordu omuzumu tüm acısını hissediyordum en derininden... babacıgım kaçmıştı odadan. herkes teker teker kaçıyordu, sonra doktoru çağırdılar dışarıya. duymuyorum sandılar ama herşeyi duyuyordum... doktor kanser riski çok büyük diyordu babamlara... abimin duvara attığı yumruğu duydum ah cekerek... ağlasam... ağlasam yutkunamayacaktım sanki. aglasam herkes kopup gidecekti...

    tekrar tahlil dedi doktor... bir daha bakacagız sonuçlara... parcaların bir kısmında kanser belirtisi var, bir tarafı temiz... bu görülmemiş bir durummuş... bir parca ya kanserli cıkarmış ya da temiz... 2. amelyatı olmadan cıktık hastaneden birkaç gün sonra... parcaların tahlile gitmediği yer kalmadı türkiyede... hatta amerikada... günler gecti... aklımdaki tek şey kızım... ben ölürsem kızım ne yapar... akşamları üşüyünce üzerini kim örter... her nereye gideceksem, oradan söylediği şarkıları duyabilir miyim...

    anne! eda nın üzeri açılmasın üşümesin bebeğim!!
    başka bir söz yok dudaklardan cıkan...

    3 haftalık bekleyiş... yüzyıllar gibi... 3 haftada 30 yıl yaşlanan bir ruh... 3 haftada tüketilen bir umutsuzluk... bembeyaz bir kagıtla son buldu... kararsızlardı ama kanser de diyemiyorlardı... bu da birşeydi işte! yaşıyordum... eda üşümeyecekti.. ve biz yine birlikte "ben sarıyı pek çok severim" şarkısını söyleyecektik! ve daha birçok şarkıyı...

    evet buradayım... hayata sımsıkı sarılmış. hiç ayırmadan kollarımı... ve üzerine nice şarkılar söyledim... nice gülüşler... aglayışlar... zor... dediğim gibi; ölümü hissetmek, cehennemi yaşamak gibidir... hem de bire bin katarak.
32 entry daha
hesabın var mı? giriş yap