• ilk kan dolaşımının en zor olduğu ayaklar da hissedilmeye başlar uyuşukluk ve şişlik bunun belirtileridir. insanların inancina göre hissedilen duygular değişiklik gösterebilir, ya sevilme ve pişmanlık ya da sinirlilik, alınganlık gibi duygularla kendini dışa vurur. yemek yiyemez hale gelinir alınan ilaçlar mide de feci bir bunaltıya sebep verir. geçmiş zaman içerisin de yapılan hatalar göz önünden geçer. sevdiklerin, sevmediklerin, yaşamak için artık çok geç olduğunu anladığın anlar, aklını kemirir insanın. ama insan içindeki yaşama umudunu son nefesine kadar hisseder umar gözlerinde ve beyninde.
  • bir yakininizin bile ölüme yaklasmasi, son nefesinde onun yaninda olmaniz ölümü hissetmek için yeterli bir sebeptir. ne aci ki ölümün ardindan zaman gectikce, ertelenir bu duygu. ama o his insani er veya gec yakalar.*
  • insanın hayatı boyunca en fazla bir iki kez yaşayacagı ve asla unutamayacagı korkudur... öyle hisseder ki, hayatı cehenneme döner... işte böyle bir hissedilişti tüm benliğimi alıp çok uzaklara götüren o korku...

    1999, eylül ayı... evliliğimin tüm acısını içime atıp dışarı kusamamanın verdiği sıkıntıyla oluşmuş 4 büyük soğuk nodül girdi hayatıma aniden. bayılmalarla, titremelerle, bir küçücük bardagı bile yerinden kaldıramaz hale gelinmiş güçsüzlükle çıktı karşıma...

    ameliyat dediler... olduk... bitti mi? hayır... tahlil sonuçları geldi. doktorum, sen mükemmel bir insansın bunu da atlatırsın dedi... ne demek istediğini soracak gücüm yoktu. zar zor konuşuyordum zaten bogazımdaki dikişlerden... ama sanki o dikişler daha bir büyümüş daha bir sarmıştı ki bogazımı nefes alamıyordum.. sormak ne kelime, yutkunamıyordum... anladı halimi... boğazımdan sarkan bir pis kan hortumuyla sanki tüm kanım çekiliyordu vücudumdan... sabah dedi... sabah tekrar amelyata alabiliriz seni, yeni çıktın biliyorum ama yeme içme hiçbirşey... güçlü tut kendini...

    anneciğime takıldı gözlerim, güçlü durmaya çalışıyordu ama öyle bir sıkıyordu omuzumu tüm acısını hissediyordum en derininden... babacıgım kaçmıştı odadan. herkes teker teker kaçıyordu, sonra doktoru çağırdılar dışarıya. duymuyorum sandılar ama herşeyi duyuyordum... doktor kanser riski çok büyük diyordu babamlara... abimin duvara attığı yumruğu duydum ah cekerek... ağlasam... ağlasam yutkunamayacaktım sanki. aglasam herkes kopup gidecekti...

    tekrar tahlil dedi doktor... bir daha bakacagız sonuçlara... parcaların bir kısmında kanser belirtisi var, bir tarafı temiz... bu görülmemiş bir durummuş... bir parca ya kanserli cıkarmış ya da temiz... 2. amelyatı olmadan cıktık hastaneden birkaç gün sonra... parcaların tahlile gitmediği yer kalmadı türkiyede... hatta amerikada... günler gecti... aklımdaki tek şey kızım... ben ölürsem kızım ne yapar... akşamları üşüyünce üzerini kim örter... her nereye gideceksem, oradan söylediği şarkıları duyabilir miyim...

    anne! eda nın üzeri açılmasın üşümesin bebeğim!!
    başka bir söz yok dudaklardan cıkan...

    3 haftalık bekleyiş... yüzyıllar gibi... 3 haftada 30 yıl yaşlanan bir ruh... 3 haftada tüketilen bir umutsuzluk... bembeyaz bir kagıtla son buldu... kararsızlardı ama kanser de diyemiyorlardı... bu da birşeydi işte! yaşıyordum... eda üşümeyecekti.. ve biz yine birlikte "ben sarıyı pek çok severim" şarkısını söyleyecektik! ve daha birçok şarkıyı...

    evet buradayım... hayata sımsıkı sarılmış. hiç ayırmadan kollarımı... ve üzerine nice şarkılar söyledim... nice gülüşler... aglayışlar... zor... dediğim gibi; ölümü hissetmek, cehennemi yaşamak gibidir... hem de bire bin katarak.
  • takla atan bir otobusun icindeyken aklınıza binbir turlu sey gelmesi. "ulan demek boyle bitiyormus" demek. nedense hic panik yapmamak sadece buruk bir pismanlik duymak. paramparca insanlarin arasinda cizik almadan ayakta durunca ise bir daha aynı olamiyacagini anlamak...
  • ölümü hissetmek
    her an,
    damarımdaki kanımda
    beynimin her kıvrımında

    ölümü hissetmek
    her an,
    senden uzaklarda
    yalnız kaldığımda

    ölümü hissetmek
    her an,
    saklanıp karanlıklarda
    seni göremediğimde

    ölümü hissetmek
    her an,
    sana haykırsam da
    sesimi duyuramadığımda

    ölümü hissetmek
    her an,
    moraran dudaklarımda
    gerçekleşmemiş öpücüklerde

    ölümü hissetmek
    son bir an,
    koskoca bir boşlukta
    yitip giderken... *
  • yaşamayı hissetmenin zıddı, daha doğrusu tamamlayıcısı.* hayatın bir parçası olarak kanıksanmışsa eğer, yaşanılan her anda* hissedilebilir, hissedilmelidir ölüm. çiçeklerin açmasını görüdüğümüz gibi ya da yaprakların dökülmesini seyretmek gibi...
  • uğur mumcu'nun da yaşadığı olgu...

    --- spoiler ---

    gecenin ürpertici sessizliğinde ter içinde uyandı. halen kulaklarında o korkunç patlama. terini eliyle silerken, eşinin uyandığını fark etti.
    "ne oldu uğur?" sorusu uzerine, halen kulaklarındakı korkunç yankılanma ile anlatmaya başladı:
    -bir rüya gördüm güldal. korkunç bir patlama oluyor. bu patlama sonrasında bedenim ikiye ayrılıyor ve gövdem yukarıya doğru yükseliyor."
    güldal mumcu ürktü. ama bunu hiç belli etmedi.
    -kabus görmüşsün, son dönemde çok yoğunlaştın onun etkisiyledir" dedi.
    mevsim yazdan güze dönüşüyordu. sarı sarı yapraklar ankara sokaklarının yeni dekorunu oluştururken, araştırmacı gazeteci uğur mumcu, 3 ay sonra yaşamını noktalayacak suikasti rüyasında görüyordu.
    --- spoiler ---
  • alain de botton'un "proust yaşamımızı nasıl değiştirebilir?" adlı kitabından öğrendiğimize göre: "haftanın yedi gününden altısını, kafein, aspirin,astım ve anjin arasında; kısaca yaşamla ölüm arasında gidip gelmekle geçiriyorum" demiş, hemen hemen hiç yataktan çıkmayan, tek amacının "yitik zamanın peşinde" yi bitirmek olduğunu söyleyen marcel proust'un hayatının son 16 yılında düzenli ve güçlü bir şekilde hissettiği durumdur. ölüm onu 51 yaşında yakaladı. proust, hafif gripken tam dört kat palto giyerek bir partiye gitmiş, dönüşte soğuk havada taksi beklemiş dönüşünde normal bir insanın bir kaç günde atlatacağı bu rahatsızlığı doktorların da tavsiyesine romanını aksatıyor diye uymamış süt, kahve ve haşlanmış meyve dışında hiç bir şey de yemeyerek yazmayı sürdürmüş, grip bronşite, bronşit de zatürreye dönmüş, ağır hasta yatarken son arzusunun ızgara dil balığı yemek olduğunu söyleyince yanında bekleyenleri iyileşecek diye umutlandırmış ancak son arzusunun yerine getiremeden akciğerindeki apse patlamış ve ölmüştü.
  • hayatı boyunca pişman olmadıgını sanan benim gibi gereksiz bir kişiligin bile, kendisini toparlamasına yardım eden duygudur.

    çok yakındı. olabildigi kadar hemde. yalnızlıgı en çok sevdigim ziyapaşa bulvarı* üzerinde vurdu ilk. önemsemedim desem dogruyu söylemiş olurum. güçlü oldugum yerdeydim çünkü. önemsemedigimi anlamış gibi sag ayak bilegimden dizime dogru ilerledi ilk sancı. bu sefer beni dikkate al çocuk der gibiydi sanki. durakladım ilk. işin ciddiyetini kavramıştım sanki. etrafıma baktım göz ucuyla. yalnızlıgımı yıllardır yüzüme vuran bulvar, bu sefer fena yakalamıştı. yoktu kimse etrafımda. koca sokagın ortasında, sarı- turuncu yanan sokak lambasının ışıgının altında durmuş, çok sevdigim yalnızlıgımı elimden alabilecek insan ya da bir köpegin bile ilgisine muhtaç kalmıştım. yoktu ama kimse.aksi gibi tek bir agaç dahi sallamıyordu dalları bana. doga ananın insafına kalmıştım, ama o bile yüzünü çevirmişti bana. havanın soguklugu sert sert çarpıyordu suratıma. ölümü hissetmiştim. hemde fimlerden çıkan klişe bir lafla hissetmiştim azrail’ in oyuncagını. ‘’ hayatım film şeridi gibi geçiyor lan gözümün önünden’’ dedigimi hatırlıyorum. bütün sebebleri, beni yalnızlıgıma iten bütün sebebleri düşündüm durdum o iki- üç dakika içinde.

    sonrasında önümden bir araba geçti. dogruldum. içindeki bayan sürücü korktu benden. bakışımdan korktu. oysa ki ben yardım dilemekten başka türlü niyetim yoktu. tebessüm ettim, vücuduma yayılan agrıya ragmen. küfretmedim desem yalan olur. acaba kim tarafından, ne zaman sıradan hayatına müdahale edildigi için; sokakta durmuş yardım isteyen birine yardım etmekten korkarak, arabasının hakkını vererek uzaklaşmasına da hak verdim.

    dedim ya tüm pişmanlıklarınız aklınıza geliyor diye. kendime kızdım. sona yaklaştıgımı sandıgım şu garip an da kendime kızmaktan başka çarem olmadıgını sandım bir de. toparladım kendimi. ben her beynime iyisin, yetişeceksin eve, uzanacaksın boylu boyunca, kendine geleceksin telkinleri vermeme ragmen, agrı- sancı ikilisi bu seferde gögüs kafesimi buldu. gelince hepsi üst üste geliyormuş diye düşündüm. bu kadar yaklaşmışken benimle kavga eden ölüme meydan okumak istedim. az ilerledikten sonra çöktüm bir duvar dibine. sessizlik gene hakim etrafa. etrafıma. sokaga. geceye. bitmeyecek gibi bir karabasan içindeydim sanki.

    oturdugum yerden rengarenk ışıkları ile insanı kendisine çeken bir lokantanın içinde neşeyle gülen, eglenen, anın tadını çıkarmaya çalışan insanlara baktım. belki de dışarı çıktıkları vakit ölümümle karşılaştıklarında kaçının gecesini bozabilirim diye düşündüm az. başkasını rahatsız etmek için degil, kendimi oyalamak içindi aslında yaptıklarım. neler geçmedi ki gözlerimin önünden pişmanlık etiketi adı altında. sevemem deyip yarı yolda bıraktıgım, gereksiz bir yemin sonucu uzak kaldıgım, inat edip yaklaşmadıgım, öss çilesinin gün saydırdıgı günlerde boşverdigim derslerim, annem, ailem vb. geldi aklıma bir anda. yalnızlıgıma sebeb olan şeyi bulmak için toparladım kendimi. topal topal yürüsemde varmak üzere evime ayaga kalktım. kendi içimde büyüttügüm yalnızlık çınarının kökünü kurutmak için gerekli ilacı bulmak için, bunu bulmaya ugraşmak için ölümü hissetmek gerekiyormuş. çok güvendigim yalnızlıgın yanımda olması lazımmış. usul usul yürüdüm arabaların arasında, ölümü yendigimi hatırlatırcasına havlayan köpeklerin uzaktan gelen seslerine kulak kabarttım. 2. defa galip çıkmıştım bu savaştan. 3.sünde görüşmek dileklerimi sunarken, göz kırptım usul usul yanımdam uzaklaşan karanlıga.

    dip not: ölümle kendimce dans ettigim 15- 20 dakika boyunca varlıgını eksik etmeyen, baş ucumdan ayrılmayan kanatsız melege de teşekkürlerimi sunayım sözlük aracılıgı ile. lan böyle bir entry yazacagımda aklımıza gelmiyordu, hayırlısı olsun* diyelim.
  • araba kazası anında, dönerek bariyerlere vurmaya devam eden ve durmak bilmeyen arabanın "eeh! ne olucaksa olsun ulan!" deyip de direksiyonu ve tüm kontrolü bıraktığınız andır.
hesabın var mı? giriş yap