17 entry daha
  • yetenekli senaryo yazarı barton fink'in, işleri oldu bittiye getirmeye çalışan ve hatta filmde söylendiği üzere "okuma yazma bile bilmeyen" hollywood yapımcılarına karşı üstlendiği rolle, bir nevi don kişot hikayesi bu film.
    gerçekten de terleten ve geren bir havası var... filmi gerilim haline getiren şeylerden biri, çoğumuzun gerçek hayatta yaşadığı "son güne bırakılmış ödevi yetiştirememe korkusu" ve "ödevi yapmaya çalışmak yerine kafayı yorgana gömüp uyuma sendromu"'dur. audrey'in gelmesi ise bir anlık (ki gerçek hayatta da bu durumlarda son anda gelip, işlerin aslında o kadar da zor olmadığını söyleyen ve "yetiştiririz" diyerek yatıştırıcı olmayı başaran bi melek çıkagelir hep) rahatlama hissi oluşturur bünyelerde.
    filmde birçok paradoks da var kanımca. earle oteli'ne dair ilk izlenimimiz, yıllardır uğranmamış tozlu bir virane olduğudur; zaten resepsiyonda da bütün anahtarların asılı olduğunu görürüz. lakin sahiplerini hiç göremememize rağmen her odanın önünde (parlatılmak üzere bırakılmış) bir çift ayakkabı durur. filme hakim renklerde de genel bir zıtlık var. (bembeyaz giyinmiş zenci garsonlardan tutun da, oteldeki renk kontrastına kadar).
    barton'ın film boyunca bel bağladığı güzel kadın destekli deniz manzarasının, ölüp suya düşüveren zavallı bir kuşla tamamlanması bile, filmin nasıl büyük hayalkırıklıkları üzerine kurulu olduğunu anlatmaya yeter.
    sinema diline ait birçok sembolün kullanımının yanı sıra; hollywood'un kapalı kapıları ardında dönen gudik işler, sevilen sayılan roman yazarlarının gerçek hayatları ve hatta bu adamların romanlarının "gerçek" yazarları, maddiyat yüzünden piyasaya hizmet eden zavallı senaristler ve yitip giden yetenekler gibi pek çok konuya çok başarılı biçimde değinilmiştir. ayrıca "the events, characters, and firms depicted in this photoplay are fictitious. any similarity to actual persons, living or dead, or to actual events or firms is purely coincidental" geyiklerine inanmamızın beklenmesi söz konusu bile olamaz.
    belki kişisel hayranlığımdan kaynaklanıyor olabilir fakat; filmin en güzel ayrıntılarının yine steve buscemili planlarda yattığını düşünmekteyim. (titreyen zili susturması gibi)

    ve son olarak; eğer hollywood sahra çölüyse, barton fink bu çölde buzlu su satamayan yazardır.
127 entry daha
hesabın var mı? giriş yap