14 entry daha
  • "kardeşim, beş yönetmeni birden olan bir filmin ruhu kalır mı, herkes bir tarafından çekse o film amorf olur, süner, filmden başka her şeye benzer, allah korusun..." odaklı endişemin yersizliğini bugün anladığım türkiye yapımı film. fragmanında toplamışlar tanıdık ve hoş yüzleri biraraya, yine bir türk filmi yapmışlar, eyvahlar olsun, diyordum. neyse ki durum farklıymış. bizim adamlar bir film yapmışlar. bir sıcak, bir soğuk, şok tedavisi yerine, beş yönetmenin aynı filmi çekip göze batmadan aynı masalsı, uykunun tatlı tadını vermesinin mümkün olduğunu da göstermişler...

    bir anda, dizi ismi olmasaydı kesinlikle adının istanbul masalı olacağını anladığımız masalsı filmin kahramanlarıyla resmi geçit yaparlarcasına tanıştık. jean genet'nin balkon'una çıkan ucubeleri seyreder gibi olduk. hepsinin hikayesi ise az sonraydı. üç ayrı hayat hikayesini bir noktada çarpıştıran paramparça aşklar köpeklerçok iyi film ya, demiyeceğim artık. çünkü, "anlat istanbul" da var belleğimde, hayat hikayelerini masallarda, masalları aynı şehirde toplayabilen. (filmin son yazılarını da okusaydınız zahmet edip, paltolarınıza sarılıp koşaradım çıkmasaydınız sinemadan keşke güzel insancıklar be ya...) gerçekten de bir jean genet oyunundan çıkabilecek arızalı tipler var burada, ama bunların hepsi, oradakiler gibi, kokuşmuş olanı istemeye istemeye arzulamıyorlar. kaçmaya da çalışanlar var burada, kaçabildikleri yere kadar. zaten hiç ait olmaları gerekmemiş, birileri onların üzerinden iktidar heveslerini tatmin etmiş, hemmen sahipleniverip kahramanlarımızı.

    --- spoiler ---
    cesaret isteyen rollere bürünmek zorunda kalmışlar. türkiye'de polisiye, içinde ancak mafya varsa olur tezini desteklercesine, çok fazla trt dizisi seyretmiş (bkz: karanlıkta koşanlar), çok fazla mustafa sandal dinlemiş (bkz: pazara kadar değil, mezara kadar) bir mafya babası var ortamızda. acaba bu yüzden mi, hemen ayrılıyor aramızdan.

    her içki ikram edenin elinden içme tembihinin ne kadar doğru olduğunu hatırlıyoruz, azra akın, nam-ı diğer idil ve kötü kraliçenin emir eri arabadan indiğinde. hayatta kalmak için, kimseye güvenmeyecen diyen bir cücenin ardından gitmeyi güvenli bulan idil'i seyrediyoruz.

    genç, işveli karısı onu foto şipşakla boynuzluyor diye bas bas bağırmayan bir klarinetçi amca görüyoruz. bazı televizyon dizilerindeki gibi (bkz: büyük yalan) ölümcül anlarda, ana! anaaa! anaaaaaaaaaaaaa! veya ayşe diyorum, ayşe, ayşeeeeeeeeeeeeee! diye bağırmayan, böğürmeyen, bağıramayan, pek gerçek bir amca görüyoruz.

    eşcinselleri görüyoruz. dünyanın en eski şehirlerinde vardılar. halen varlar. "bu bir hastalık, tıp bunu araştırıp düzeltmeli beyefendicim" diyenlere inat. çamurfilmine nazaran çok daha inandırıcı bir yerde duran yelda kaymakçı reynaud'yu görüyoruz. o gözlerinin repliksiz çok şey anlatan halini, mesela, unutamıyoruz. canımız gözlerimizdedir, başka yerde değil, öyle değil mi? diyoruz...

    eski istanbul'un hatırasına ayakkabısını silenleri görüyoruz, ayakkabı giymeyi reddedenleri (bkz: uyuyan güzel) görüyoruz. ayakkabısı gıcır gıcır olanların bezler içindeki insanlara şiddet uygularken ilk insanlardan daha vahim bir hayatta kalma dertleri (bkz: para) olduğunu anlıyoruz.
    --- spoiler ---

    anlıyoruz da anlıyoruz....

    sinematografik değerlendirmesi maşaallah pek güzel yapılmış; gelelim filmin düşündürdüklerine: etraftaki "sakalım-çıktı-hemen-bir-söz-söyledim" ler diyorlar ki istanbul'da yaşanmaz artık. bitti orası. bitirdiler. kürdü, köylüsü, hırsızı, uğursuzu, geldiler içine ettiler şehrin. "sakalım-çıktı-hemen-bir-söz-söyledim"lerin çocukları bazen, istanbul gecelerine akmaktan bahsediyor. ikinci nesil yuppi olup, üst düzey yönetici maaşıyla istanbul'da hoş bir hayat sürebileceklerine inanıyorlar. uyanması gerekenler de onlar zaten, bazılarının dediği gibi kör gözüm parmağına repliklerin nedeni belki de budur... sakallı ana-babaları diyor ki onlara, aman evladım, başına işler gelir oralarda, çok girme iyi bilmediğin yerlere. haklılardır elbet; ama suyun aynasına bakınca görüp de beğenmediğimiz şehir, bizim şerefli, temiz, refaha ermiş, güvende, mutlu mesut yansımamızdan başkası değildir.

    taşı toprağı altın şehre akın edenlerin ne sebepten akın ettiklerini bir anlat istanbul bu sakallıgillere. yıllar önce bir öğrenci "bu göç edenleri istanbul'a falan kim göç ettiriyor ?" diye sormuştu hocasına. pek güzel. anlat ki bu şehri genç yaşına rağmen sevip, bu hale gelmesine üzülenler de bir soluklansınlar; dillerinde tüy bitti körler ülkesine karşı tarafın hala güzel olduğunu anlatmaya çalışmaktan. her gün ölüm, tecavüz, hırsızlık, soygunculuk, sahtecilik, kalpazanlık, usulsüzlük, satıcılık (ticaret değil artık) yapılıyor burada diye lekelenen, tühtühlenen bu şehrin namusunu kim kirletti bir anlatıver. sakın, biz herşeyin halkımız için en iyisini biliriz diyenler olmasın. sakın, 1950lerde makineleşme uğruna, amerikan yardımı uğruna, şehirleşiyoruz-mucize-kabilinden nutukları uğruna, taşradan ilk göç dalgalarına göz yuman, bir korunaklı anadolu şehri ankara'dan yurda seslenenler olmasın? varoşlar köprülerin alt tarafında kalacak şekilde, turistlerin gezebileceği bir istanbul için elele seçim kampanyalarına el verenler olmasın? madem bu kadar özel, güzel şehir, yalıları yakıp otopark, otel vs yapmaya utanmıyor musunuz demeye üşenenler olmasın? (bkz: akla ilk gelenler)
    elbette kimsenin suçu kimsede kalmasın. vahvah, bir zamanlar göç ettiler ama çaresizdiler diye kimse fazladan avutulmasın. ama bu film de sadece hadi gelin, köyümüze geri dönelim romantizmine sıkıştırılmasın seyredenler tarafından. köy kalmadı artık yerinde.
    (bkz: sıçtık istanbul)
183 entry daha
hesabın var mı? giriş yap