16 entry daha
  • "madame bovary c'est moi" * der gustave flaubert ve her ne kadar bunu söylediği anlam bu olmasa da, flaubert deyince akla madame bovary'nin gelmemesi mümkün değildir. yazı hayatı yaklaşık 35 yıl sürmüş olan flaubert bu süre içerisinde sadece 3 büyük eser vermiş, ama bunlardan ilki olan bovary onu ölümsüzleştiren kitap olmuştur. bu az sayının sebebi anlaşılan o ki flaubert'in bir "yazar tıkanması" yaşaması ya da yazacak bir şey bulamamasından çok, inanılmaz özeni, doğru kelimeleri seçmek için harcadığı üstün gayret ve işine verdiği önemdir. bilindiği üzere flaubert, madame bovary'i 5 senelik bir sürede yazmıştır ve bu durum bir çok kişiye romanın sıradan sayılabilecek konusu düşünüldüğünde anlamsız gelebilecektir.

    madame bovary kuşkusuz heyecan içerisinde okunan ve konusuyla " acaba şimdi ne olacak" şeklinde insanı sürükleyen bir eser değildir. buna karşın yazım dilinin sıradan olduğunu söylemek de haksız bir iddia olacaktır zira daha önce bahsettiğim gibi, flaubert kendi tabiriyle le mot juste'ü bulabilmek için kılı kırk yarmış bir yazardır. bütün eserler için geçerli olan tercüme edilince değerinden kaybetmesi, kuşkusuz madame bovary için fazlasıyla geçerlidir.

    flaubert kitapta bir çok şık yazım tekniğinden faydalanmıştır. örneğin daha romanın başında hikayeyi anlatan kişi "biz" diye başlar ve öyle anlaşılır ki charles bovary'nin bir sınıf arkadaşıdır. hemen sonrasında anlatım 3.kişiye geçer ve hikayeyi charles bovary'nin gözünden takip etmeye başlarız, ta ki emma ile tanışana kadar. bundan sonra artık etraftaki dünyayı madame bovary'nin gözünden görmemizi sağlar yazar. her şey emma için önemine ve hayatındaki yerine göre detaylandırılır. buna en güzel örnek kuşkusuz charles ve emma'nın düğünleri ile verilebilir. bu düğüne uzun sayfalar ayıran ve davetlilerden pastaya kadar herşeyi bilmemizi sağlayan flaubert, bunun yanında normalde hikayede çok önemli bir gelişme olmasını bekleyeceğimiz emma'nın hamileliğini bir satırla geçiştirir. başka bir örnekte, flaubert'in eleştirdiği fransız orta sınıfının temsilcisi homais'nin saçma şeyler üzerine bilgisizce uzun konuşmalarını, tıpkı emma gibi biz de istemesek de dinlemek zorunda kalırız. bunun gibi daha bir çok şekilde, yazar bize emma'nın hissiyatını ve o anki ve genel ruh halini vermeye çalışmış ve bence başarılı da olmuştur.

    madame bovary yazıldığı zaman için hayli sıradışı olan konusu, kadın kahramanının karakteri ve gene zamanına göre detaylı sayılabilecek aşk sahneleri ile yazıldığı yıllarda olay yaratmış ve ününün çoğunu bundan kazanmıştır. ancak bugün eseri sadece bu sebepten dolayı ünlü olmuş saymak haksızlık olur. gerçekten de madame bovary fransız edebiyatında bir kilometre taşıdır ve kendisinden sonra gelecek bir çok esere de öncülük etmiştir. bunun yanında realizm'in öncüsü de sayılabilir. bir düşünceye göre bovary'nin ihtiraslı ve hayalperest kişiliği flaubert'in romantiklere cevabı niteliğindedir. gerçi bu görüş daha önce bahsettiğim "madame bovary c'est moi" (madame bovary benim) sözüyle yara almıştır denebilir. kuşkusuz realist olan ve romanında yargılamalara varmaksızın hayattan gerçek bir olayı anlattığını ileri süren flaubert bu sözüyle madame bovary'de kendi hayatını anlattığını ima etmemektedir. daha çok bovary karakterinin zayıflıklarının, ihtiraslarının ve belki de romantikliğinin kendisinde de bulunduğunu söylemekte ya da daha genel bir anlamda eserine sahip çıkmaktadır. flaubert'e göre realizm de hayatı anlatmakta romantizmden çok da daha başarılı değildir. madame bovary'nin en ünlü satırlarında şöyle der : "insan dili çatlak bir tencereye benzer ; yıldızların kalbini yumuşatmak isterken, ayıları oynatacak havalar çalarız".

    madame bovary, emma bovary'nin hayatını anlatır. hikayenin erkek kahramanı olan charles bovary kahramanlıktan çok uzak, ihtirassız, yetenekleri ve zakası en iyi deyimle vasat, saf ve iyi niyetli bir doktordur. çiftliğinde babası ile yaşayan emma ile evlenen charles, emma'nın okuduğu kitaplarda imrendiği aşkı ona yaşatabilmekten çok uzak kaldığı gibi, bir erkek olarak da emma'nın gözündeki idealden çok ama çok uzaktadır. evlenmelerinden daha kısa zaman sonra da emma bunu farkeder ve mutsuzluğa ve hayal kırıklığına kapılır. bu öyle hale gelir ki, hayatının sevmediği bütün sıradanlıklarını charles ile özdeşleştirir ve ondan nefret etmeye başlar. o devrin kadınları için evlendikten sonra özgürlüklerini ifade edecek bir yol bulmak zordur ve emma da bunun için elindeki tek yola, ihanete başvurur. erkeklerin, hatta charles'ın bile kendi hayatını belirleme, istediği şekilde yaşama ve değiştirme hakkı vardır ancak emma erkeklerin bu özelliğine gıpta etmekle birlikte, bu imkanı olmadığından sevgilileriyle istediği hayatı yakalamaya çalışır. doğacak çocuğunun bu sebepten erkek olmasını, kendisi gibi olmamasını ister ve kız olunca da ona neredeyse hiç bir yakınlık duymaz denebilir. emma'ya gerçek anlamda feminist demek zorsa da, zamanın şartları düşünüldüğünde böyle adlandırılması yanlış olmayacaktır ve zorlukları ve düşünceleri ile bugünün modern kadınının modeli sayılabilir. hikaye zamanının ötesinde olduğu gibi, kitap içerisinde emma da zamanının ötesinde bir karakterdir. gerçek anlamda erkeklerle ilişkilerinde "dominant" olmuştur. hep sevilmek, ilgi ister. ancak ne yazıktır ki sevgilileri onu asla onun istediği gibi sevmezler.onu belki de gerçek anlamda seven tek erkek olan kocası ise emma'yı ilgilendirmemektedir. kitapta ne zaman charles'ın gözünden emma'yı görsek, onun karısının fiziksel özelliklerine olan hayranlığını farkederiz. emma ruh halinden, hayallerinden bahsedecek olduğunda ise charles tamamen çaresiz,bu konuları anlamakta yetersizdir. saflığıyla ön plana çıkan charles'ın emma'nın ihanetlerini anlamaması da, hiç bir şey üzerinde detaylı duramamasından ve iyi niyetinden kaynaklanmaktadır.

    flaubert eserinde emma'nın mutsuzluğunu anlatır. emma kendisi de söylediği gibi hiç bir zaman mutlu olmamıştır. bu açıdan yazarın, pek de sevgi beslenebilecek bir karakter olmayan emma'yı cezalandırdığı iddia edilebilir. hakikaten de emma iyi niyetli kocasını sürekli aldatan, ona yalan söyleyen, çocuğunu yeterince sevmeyen, onla ilgilenmeyen ve bencil bir karakterdir. ancak bence olabildiğince de gerçektir. bu açıdan flaubert'in bu kötü karakterin mutlu olamayışıyla bir ders vermeye çalıştığını söylemek bence doğru olmaz.daha çok flaubert'in hayattan bir parçayı yargılara varmadan aktardığı söylenebilir.hataları ve zaaflarıyla anlaşılabilecek bir karakter olan emma'nın kaderine gene de üzülmemek zordur.

    okuyan bir çok erkek için evlenmekten korkulabilinecek bir kadındır emma. gerçekten kadınlar hep böyle midir, bunu öğrenmek için bir madame bovary okumak yeterli olmayacaktır sanırım...
254 entry daha
hesabın var mı? giriş yap