24 entry daha
  • minima moralia'nın 97. tezinin başlığıdır:

    "birey, siyasal iktisadın, özellikle de kentsel pazarın biçimlerine borçludur billurlaşmasını. toplumsallaşmanın basıncına karşı koyarken bile onun en özgül ürünü ve sureti olarak kalır. direnebilmesini sağlayan o bağımsızlık damarı, monadolojik bireysel çıkardan ve onun çökeltisi olan kişilikten kaynaklanıyordur. birey, kendi bireyleşmesinde, ne kadar dolaylı biçimde olursa olsun, sömürünün daha önce belirlenmiş toplumsal yasalarını yansıtır.* ama bu, bireyin bugünkü çürüyüşünün de bireysel etkenlerden değil toplumun eğiliminden çıkarsanmak zorunda olduğu anlamına gelir.** bireyleşmenin sadece düşmanı değildir bu eğilim, kendini onun aracılığıyla ifade ediyordur. gerici kültürel eleştirinin radikal olandan farklılığı da bu noktada ortaya çıkar. gerici eleştiri, bireyin çürüyüşüne ve toplumun bunalımına işaret ederken çoğu zaman keskin gözlemlerde bulunur; ama bu durumun ontolojik sorumluluğunu da yalıtık ve içsel bir şey olarak kendinde-bireye yükler; bu yüzden de inanç ve töz yoksunluğu ve derinlik eksikliği suçlamaları da söyleyebileceklerinin sınırını oluşturur: bunları söyledikten sonra rahatça geçmişe dönerek avutur kendini. huxley ve jaspers gibi bireyciler, mekanik boşluğu ve nörotik zayıflığı yüzünden mahkum ederler bireyi; ama verdikleri hükmün vardığı yer toplumsal bireyleşme ilkesinin eleştirisi değil, bireyin kendisinin feda edilmesidir." "... jacob burckhardt'ın yunan uygarlığı tarihinin güçlü yönü, helenistik bireyselliğin kuruyuşunu sadece polis'in nesnel gerilemesiyle değil tam da o bireysellik tapıncıyla ilişkilendirmesidir: [ama demosthenes ve phokion'un ölümlerinden sonra, kentte şaşırtıcı bir siyasal kişillik azalması görüldü; azalan sadece siyasal kişilikler de değildi: samos'a yerleştirilmiş attike'li bir ailenin çocuğu olarak m.ö. 342 yılında doğan epiküros, herhangi bir dünya-tarihsel öneme sahip son atinalıdır.] bireyin yitip gitmekte olduğu ortam, aynı zamanda her şeyin mümkün olduğu bir azgın bireycilik ortamıydı: "her şeyden önce de tanrılar yerine bireylere tapınılmaktadır şimdi". polis'in çöküşü üzerine bireyin serbest kalışı onun direncini artırmamış, tam tersine bireyle birlikte bireyselliğin kendisi de despotik devletler içinde tasfiye olmuştu. bu, toplumu 19.yy'dan faşizme götüren merkezi çelişkinin de modelidir." *** "...başkalarıyla ilişkilerinde ne kadar gerçek olursa olsun, mutlak olarak düşünüldüğünde bir soyutlamadır birey. içeriğini oluşturan her şey toplumsal olarak kurulmuştur, toplumu aşan bütün dürtüleri; toplumsal durumun kendini aşmasına hizmet eder. mutlak bireysellik düşüncesinin kökeninde yer alan hristiyanlığın ölüm ve ölümsüzlük doktrini bile, insanlığı kapsamaya yönelmeseydi eğer, içi boş bir kabuk olarak kalırdı." "...yoksullaşıp kabalaşan birey sadece bir toplumsal nesne olmaya doğru geriler."

    * tarihin belli zaman diliminde kabul edilip uygulamaya sokulmuş hukuk yasaları, siyasal ve ekonomik meşruiyetin en hakiki zeminini oluştururlar. bir yasayı var eden şey, onun -özneleri için- doğru ya da uygun olup olmaması değil, bizzat gücünü iktidardan alıyor olmasıdır. şayet yanlış yasalar ilk ortaya çıktıkları vakitte derdest edilmezlerse, ya da edilemezlerse; katılaşmaya ve bireyin kültürel gen haritasına işaretlerini çizmeye başlarlar.**** aslında kültürel evrimin işleyiş mekanizması, biyolojik olandan pek de farklı değildir bu açıdan. burada şunu kastetmeye çalışıyorum. belirli bir tarihsel zaman içinde bir fikrin doğruluğunu, onun yapısal açıdan ya da faydacı açıdan doğru olup olmaması değil, iktidarda ne kadar uzun süre kaldığı belirler. *****bu açıdan marx haklıdır; yaşantımız düşüncelerimizi belirler. ve "yanlış hayat doğru yaşanmaz" derken adorno da haklıdır. zira yanlış düşüncelerle zehirlenmiş bir hayatın doğru yaşanmasına imkan yoktur. kişisel gelişim kitapları, bilgiyi hap şeklinde sunduğu için değil, tam da düşünceye odaklanıp yaşam koşullarını pas geçtiği için çuvallar. tekrar yasalara dönecek olursak; yasanın arkasında iktidar, iktidarın arkasında da onun çıkarları vardır. bu çıkarlar, iktidarı korumak adına "ideolojiyi" tesis eder, ideoloji ise tekrar yasalar vasıtasıyla uzun vadede bireyin kültürel dna'sını oluşturur. 19.yy'ın sonundan 21.yy'ın başına bireyin kültürel ve ahlaki çöküşünü durmaksızın tartışmamızın tek bir sebebi vardır, o da şudur ki, 19.yy devrimleri bu yasaları ortaya çıkar çıkmaz derdest edememiştir. bunun sonucunda ulusal kapitalizmler, küresel kapitalizme evrilmiş ve küreselleşme adı altında kendi gerçeğini tüm dünyaya dayatmıştır. bu süreç içinde kendini sürekli yenileyip yeniden üreten kapitalizm bireyin gen haritasını katılaştırmıştır. dolayısıyla 21.yy'da bu gen haritasının yıkılması, 19.yy'a kıyasla çok daha zordur. zira ideoloji, toplumun içine yapışmıştır. yine buna paralel olarak bireyin yabancılaşması son raddesine varmıştır. maddi birikimi artan ve konforu önceki yüzyıllara kıyasla daha fazla olan toplum bu yabancılaşmadan geçmişe kıyasla daha fazla acı çekmektedir. 21.yy insanı için temel sorun maddiyattan ruhsallığa doğru kaymıştır. zira bu yüzyıl insanı ne yaşamını kuran bir değerler sistemine sahiptir, ne de yaşamla sahici bir temas kurabilmektedir. felsefenin çöküşününün ardından özellikle 20.yy'da sosyal bilimler alanında bir kolektif bilgi artışı olsa da, yabancılaşma unsuru bilginin toplum içinde dolaşımına ket vurmuş ve akademiler kendi içine kapanan sırça köşkler haline dönüşmüştür. dolaşımın tıkanması, yeni bilgi üretiminin de önüne geçmiş ve bu kurumlar da piyasalaşmanın eksenine girip gerçek anlamlarını kaybetmiş ve birer simulakrum halini almıştır. kısaca, bireyin, hastalığına tedavi bulabileceği sahici bir hekim de kalmamıştır. o yüzdendir ki, bu yüzyıl insanının sıkıntısı çok derinleşmiştir.

    **adorno burada, narsizm kültürünü, bir takım bireysel karakter özelliklerine ya da sosyal medya gibi teknolojik belirlenimlere bağlamamamız konusunda bizi uyarıyor ve meselenin tarihsel-toplumsal niteliğine vurgu yapıyor.

    ***benzer bir analojiyi trump-putin-erdoğan ve avrupa'da yükselen sağcılık ekseninde de kurabiliriz.

    ****burada antropolojiye de bir referansta bulunalım. edgerton'un hasta toplumlar kitabı benzer bir temayı işliyor ve yasanın geçerliliğine ilişkin utilitarian* eleştirilere sıkı bir antitez geliştiriyor.

    *****bu durumun en iyi kanıtını islam ve hristiyanlık gibi semavi dinlerin 21.yy'daki varlığında buluruz. fakat kök salmış yerleşik iktidar, yeni olan teknik iktidarla mücadele edemez ve modern sosyal teori ile uyumsuzluk yapısal tıkanıklığa yol açar. *
23 entry daha
hesabın var mı? giriş yap