48 entry daha
  • filmin sonu gerçekte yönetmenin antitezi olarak da yorumlanabilir. senaristimiz kimsenin daha önce yapmadığı bişiler yapmaya kasarken yolunu şaşırır ve adapte olur. yönetmen de şöyle der; "bakın senaryomdaki karakterler değişim geçirdiler, şaşırtıcı sonun allahını yaptım, bi de mesaj koydum gözünüzün içine soka soka (you are what you love not what loves you *) ama ortaya abuk subuk, etkileyicilikten çok uzak ve baya bir şeyler çıktı". dikkatli bakilirsa her yerde bir hikaye bulmak mümkün ama etkin senaryolar sadece başı sonu belirgin hikayelerden çıkar diye bir kural olmamalı; susan orlean'ın kitabı gibi olaysız, sade ve samimi metinler de senaristlerin yaratı oyunlarıyla filme alınabilmeli. bazen gerçekten fazla bişiler olmaz, sadece bir meraktır ortada gezinen, siz ve düşüncelerinizin arasında hiç kimse ve hiçbirşeyin giremediği hayatınızı ve bunun değişmemesinin verdiği hayal kırıklığını yaşamaktasınızdır. orkide avcısı adam tutku ve takıntılarla dolu hayatına devam eder, susan orlean yine bir heyecan bulamamanın verdiği hayal kırıklığıyla evine döner, kimsenin anlayamadığı, senaryo yazmak dışında her işe ve herkese yabancılık çeken charlie sevdiği bir kitabı senaryolaştırabilmek için yıllarca kıçını yırtar, belki inanılmaz yaratıcı bir çözüm bulup harikalar yaratacak belki de bu uğurda delirecektir (sonunu bilmemiz gerekmez). o adam da o haliyle yaratıcı ve üretkendir, bir anda bambaşka bir insana dönüşmesi ve düzene adapte olması gerekmemektedir. ve bu üç karakterin buraya kadar yaşadıkları bile anlatılmaya değer, güzel ve anlamlı hikayelerdir.

    bu film senaryolar hakkında postmodern bir bakış açısı getirir, bunla da yetinmeyip deneysel üslubunu ortaya koyar; ilginç bi yöntemle hem orkide avcısının, hem bu adamı anlatan susan orlean'ın hem de bunu filme uyarlamaya çalışan charlie kaufman'ı hikayesini büyük bir akılcılıkla anlatabilmiştir. çok beğendim, şapka çıkarıyorum.
72 entry daha
hesabın var mı? giriş yap