317 entry daha
  • amme hizmeti.

    lütfen beni iyi dinle. sen de benim gibi bir homo sapiens’sin. akıllı insansın. kainatın mucizesi yaşam yaklaşık 4 milyar yıl önce ortaya çıktı; biz insanlarsa yalnızca 200 bin yıl önce. yine de yaşam için temel olan dengeyi alt üst ettik. bu sıradışı hikayeyi iyi dinle, bu senin hikayen ve sonunu yazmak senin elinde…

    dünya’nın su döngüsü, daimi bir yenilenme süreci gibi. şelaleler, su buharı, bulutlar, yağmur su kaynakları, ırmaklar denizler, okyanuslar ve buzullar. bu döngü hiç kırılmadı. yeryüzünde hep aynı miktarda su vardı. bugüne dek tüm canlılar hep aynı suyu içti. insanı hayretler içerisinde bırakan madde, su.

    kainatın mucizesi yaşam, yaklaşık 4 milyar yıl önce ortaya çıktı. biz insanlarsa sadece 200 bin yıllık geçmişe sahip olmamıza rağmen, yaşam için gerekli olan dengeyi altüst ettik. tüm savunmasızlığına rağmen, bizden önceki diğer hiçbir canlının yapmadığını yaptık ve doğal ortamın her bir köşesini ele geçirdik. son 60 senede, dünya nüfusunu üçe katlandı.

    2 milyardan fazla insan şehirlere göç etti ve giderek hızlanıyoruz.

    bugün yüzlerce gökdelenin ve milyonlarca insanın yaşadığı çin’in shenzhen şehri bundan 40 sene öncesine kadar küçük bir balıkçı köyüydü. şanghay’da 20 sene içerisinde 3.000 kule ve gökdelen inşa edildi ve halen devam etmekte. bugün, yedi milyarlık nüfusun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor.

    doğada her şey birbirine bağlıdır. işlenmiş toprakların genişlemesi ve tek ekinli tarım parazitlerin gelişmesine davetiye çıkardı. petrokimyasal devriminin bir hediyesi de böcek zehirleri oldu. verimsiz ürün ve kıtlık uzak anılarda kaldı. en büyük sorun modern tarımla birlikte ortaya çıkan üretim fazlasıyla ne yapılacağıydı. ancak zehirli böcek ilaçları havaya, toprağa, bitkilere, hayvanlara, nehirlere ve okyanuslara karıştı. insanlığı kıtlıktan kurtaranlar artık ona zarar mı veriyordu?

    sırada bir diğer petrokimyasal buluş suni gübreler vardı. toprağa sonuçları görmezden gelinen, eşi görülmemiş ağır etkileri oldu. topraklara ve iklimlere uyumlu hale getirilen tohumlar, en verimli ve kolay taşınabilir üretimin yolunu açtı. böylece, binlerce yıldır, çiftçiler tarafından geliştirilen çeşitliliğin dörtte üçü son yüz yılda silindi. görüp görebileceğiniz her yerin altı gübre, üstü kimyasal.

    bir ülke ne kadar gelişirse insanlarının da et tüketimi o kadar artar. dünya çapında et talebi böyle artarken nasıl olur da sığır çiftliklerinin kurulması düşünülemez? belki hayatında bir kez bile otlak görmemiş çiftlik hayvanları, daha günlük rutin yaşamlarına bile başlamadan et üretimine kurban oluyorlar. bir kamyon ordusu, tonlarca tohum, soya küspesi ve protein zengini granülleri, tonlarca ete dönüşecekleri çiftliklere taşıyor. ortaya çıkan sonuç,1 kilogram patates üretmek için 100 litre,1 kilogram pirinç üretmek için 4.000 litre ve 1 kilo sığır eti üretmek için 13.000 litre su gerekiyor.

    tarımımız artık petrolün egemenliğinde. tarımımız dünya üzerindeki insanların iki katını besleyecek kadar olsa da çeşitliliğin yerini tek tip ürünler aldı. hayalini kurduğumuz konforu bizlere sağlamış olabilir ama yaşamlarımızı tamamen petrole bağımlı kıldı.

    ihtiyaçlarımızla birlikte yeşeren umut ve hayallerimiz, açgözlü isteklerimizi ve savurganlığımızı artırıyor. artık ucuz petrolün sonunun geldiğini biliyoruz ama buna inanmak istemiyoruz. birçoğumuz için, amerikan rüyası efsanevi bir isimle simgeleşmiştir. los angeles. 100 kilometreye yayılan bu şehirde araba sayısı neredeyse yaşayan insan sayısına eşittir.

    artık mesafeler kilometrelerle değil, dakikalarla ifade ediliyor. bir kaç şanslı ülkenin yaşam modeli televizyonlar vasıtasıyla tüm dünya’nın evrensel bir düşü haline geldi. otomobiller konforun ve ilerlemenin birer sembolü haline geldi. eğer ki her toplum böyle bir yaşam tarzını takip etmiş olsaydı, gezegenimiz 900 milyon araç yerine 5 milyar araca sahip olurdu.

    dünya geliştikçe, enerjiye olan ihtiyaçta artıyor. dünya’nın her yerinde, makineler toprağın oluşumundan bu yana derinliklerinde gizlenen yıldız tanelerini kazarak, delerek, söküp alıyorlar. mineral zenginliğinin %80’i dünya nüfusunun %20’si tarafından tüketiliyor. bu yüzyılın sonuna gelmeden, kontrolsüz madencilik yeryüzünün tüm rezervler tükenmiş olacak.

    tersaneler küresel endüstrinin üretim talepleri doğrultusunda petrol tankerleri, konteynır gemileri ve gaz tankerleri üretiyor. tüketim malları, üretildikleri ülkeden tüketilecek olan ülkeye taşınırken binlerce kilometre yol kat ediyor. 1950’den bu yana, dünya ticaret hacmi 20 kat arttı. ticaretin %90’ı deniz üzerinden yapılıyor. her yıl 500 milyon konteynır taşınıyor. dubai gibi dünya’nın en büyük tüketim merkezlerine. dubai imkansızı başarmanın mümkün olduğu, batı modelinin zirve yaptığı bir ülke. denizin içine yapay adalar yapmak gibi mesela. dubai az sayıda doğal kaynaklara sahip, ancak petrolden sağladığı parayla dünya’nın dört bir yanından malzeme ve işçi getirtebiliyorlar. dubai’de tarım alanı yok ama gıda ithal edebiliyorlar. dubai’de su yok ama muazzam enerji harcayarak deniz suyunu tuzdan arındırmaya ve dünya’nın en yüksek gökdelenini inşa etmeye yetecek gücü var. dubai sonsuz güneş’e sahip ama güneş panelleri yok.

    hala doğanın bizlere sağladıklarını tükettiğimizi anlayamadık. 1950’den bu yana, senede avlanan balık sayısı 5 kat artarak 18 milyondan 100 milyona tona çıktı. binlerce fabrika gemisi okyanusları boşaltıyor. avlanma bölgelerinin dörtte üçü ya yok oldu ya da tehlike altında. büyük balıkların çoğu üremek için yeterli zamanları olmadan, avlanıp, tükendiler. bizlere bahşedilen yaşam döngüsünü tahrip ediyoruz. balık her beş kişiden birinin temel besin maddesiyken, mevcut koşullarda tüm balık stokları yok olma tehdidi altında. kaynakların sınırlı olduğunu unutuyoruz.

    500 milyon insan çöllerde yaşıyor, avrupa’nın toplam nüfusundan daha fazla. onlar suyun kıymetini biliyorlar. onlar suyu tutumlu kullanmasını da biliyorlar. burada, insanlar çöle yağmur yağdığı zamanlarda biriken fosil suyuna bağımlılar. tam tamına 25.000 yıl önceki. fosil suyu yerel halkın yiyeceğini temin edeceği ekinlerin çöl ortasında yetiştirilmesine olanak sağlıyor. merkezi bir eksen etrafında yapılan sulamanın neticesinde dairesel tarlalar oluşmuş. ancak bunun ağır bir bedeli var. fosil sular yenilebilinir bir kaynak değil. suudi arabistan’ın, çölde endüstriyel tarım yapma hayalleri yıkıldı. sulama araçları hala orada. suyu pompalayacak enerji de. ancak fosil su rezervleri ciddi oranda tükendi. israil çölü tarıma elverişli bir toprak haline getirdi. bu seralarda damla sulama yapılsa da, su tüketimi artan ihracatla beraber artıyor. bir zamanların görkemli ürdün nehri artık cılız akıyor. suları, dünya’nın dört bir yanındaki süpermarketlere sandık sandık ihraç edilen meyve ve sebzelerde saklı. ürdün nehri kaderinde benzersiz değil. yeryüzündeki her 10 nehirden biri yılın birkaç ayı boyunca denize ulaşamıyor. ürdün nehrinin suyundan mahrum kalan lut gölünün seviyesi, her yıl bir metre daha azalıyor.

    gelecek yüzyılda, hindistan su kıtlığından en çok zarar görecek olan ülke olabilir. son 50 yıl içerisinde, artan nüfusun su ihtiyacını karşılamak için 21 milyon kuyu kazıldı. ülkenin birçok bölgesinde, suyu bulabilmek için derin sondajlar yapılmak zorunda kalındı. batı hindistan’da kuyuların %30’u terk edildi. yeraltı su havzaları da kuruyor. yerel köylü kadınlar kurak mevsimlerde elleriyle kazıyorlar. binlerce kilometre ötede ise, tek bir kişi günde 800 ila 1000 litre arasında su tüketiyor.

    las vegas çöl üzerine inşa edilmişti. milyonlarca insan yaşıyor ve her ay nüfusa binlercesi daha ekleniyor. las vegas’ da yaşayanlar dünya’nın en büyük su tüketicilerinden biri. palm springs’de, tropikal bitki örtüsüne ve yemyeşil golf sahalarına sahip bir çöl şehri. bu serap daha ne kadar sürecek? dünya daha fazla devam ettiremez. bu şehirlere su getiren colorado nehri de artık diğer nehirler gibi denize ulaşamıyor. suyun toplandığı havzalarda su seviyesi hızla düşüyor. su kıtlığı 2025 yılından önce 2 milyar insanı etkileyebilir.

    bataklıklar yeryüzünün %6’sını oluşturur. durgun sularının altında, sabırla suyu kirlilikten arındıran, pek çok bitki ve mikro organizmanın olduğu doğal bir fabrika bulunur. bu bataklıklar suyun yenilenip, tazelenmesi için gereklidir. suyun akışını düzenleyen süngerler, yağmurlu mevsimlerde suyu emerler ve kurak mevsimlerde serbest bırakırlar. daha çok yeri ele geçirme arzumuzla, böyle yerleri ya çiftlik hayvanları için çayır haline getirdik ya da tarım ve inşaat alanı için kullandık. son yüzyılda, dünya’daki bataklıkların yarısı kurudu. ne sağladıkları zenginlikleri, ne de rollerini biliyoruz.

    doğada her şey birbirine bağlıdır. su, hava, toprak, ağaçlar. dünya tüm sihriyle gözlerimizin önünde. ağaçlar nefes aldığı yeraltı suyunu ince bir sisle havaya salar. sağanak yağmurların şiddetini dindiren birer kubbe gibi davranırlar. ormanlar yaşam için gerekli nemi sağlar. dünya atmosferindeki tüm karbon miktarından daha fazlasını tutarlar. ormanlar hepimizin bağlı olduğu iklimsel dengenin temel taşlarıdır. başlıca ormanlar dünya üzerindeki biyolojik çeşitliliğin dörtte üçüne ev sahipliği yaparlar ki bu da dünya’daki yaşamın tamamına yakını diyebiliriz. bu ormanlar bizleri iyileştiren ilaçları sağlıyor. vücudumuz bu bitkilerden salgılanan maddeleri tanıyor. hücrelerimiz aynı dili konuşuyor. bizler aynı ailedeniz. ancak 40 yıl gibi bir sürede, dünya’nın en büyük yağmur ormanı olan amazon %20 küçüldü. ormanlar otlaklara ya da soya fasulyesi tarlalarına boyun eğdi. üretilen soya fasulyelerinin %95’i avrupa ve asya’daki çiftlik hayvanlarında ve kümeslerde kullanılıyor. böylelikle bir orman ete dönüştü.

    bundan 20 yıl kadar önce, dünya’nın en büyük dördüncü adası borneo geniş ormanlarla kaplıydı. mevcut hızla orman açmaya devam edilirse,10 yıl içinde yok olacak. yaşamın özü; suyu, havayı, dünya’yı ve güneş’i birbirine bağladı. bir zamanlar dünya’nın en büyük biyolojik çeşitliliğine ev sahipliği yapan borneo’ da bu bağ bozuldu. bu felaket dünya’da en çok tüketilen ve üretilen hurma yağının borneo’ da üretimine karar verilmesiyle ortaya çıktı. hurma yağı sadece artan yiyecek talebini sağlamak için değil, aynı zamanda kozmetik, deterjan ve gittikçe artan alternatif yakıt ihtiyacını karşılıyordu. ormanın sunduğu bu çeşitlilik yerini tek bir türe, hurma yağına bırakıyordu. yerli halk için, istihdam sağlıyordu. bu endüstriyel tarımdı.

    bir diğer örnek ise okaliptüsler. okaliptüs kâğıt hamuru yapımında kullanılıyor. son 50 yılda kâğıda olan talebin 5 kat artmasıyla birlikte ekin alanları genişliyor. hiçbir orman diğer bir ormanın yerini tutmuyor. okaliptüs ağaçlarının dibinde hiçbir şey yetişemiyor çünkü yaprakları ağacın dibinde diğer bitkiler için zehirli bir zemin oluşturuyor. hızlı büyüseler de, su rezervlerini tüketiyorlar. soya fasulyesi, hurma yağı, okaliptüs ağaçları daha fazla üretmek için hayati olanları yok ediyor.

    ama başka bir yerde, ağaçları yok etmek hayatta kalmak için başvurulan son çare de olabiliyor. dünya nüfusunun neredeyse üçte birini oluşturan 2 milyardan fazla insan hala kömüre bağımlı. dünya’nın en fakir ülkelerinden biri olan haiti’ de kömür başlıca tüketim maddelerinden biri. bir zamanlar karayip’lerin incisi olan haiti artık dış yardımlar olmadan halkını besleyemiyor. haiti’nin tepelerinde, ormanların sadece %2’si kaldı. çıplak kalan, toprakları tutan hiçbir şey yok. yağmur suları, yamaçları denizlere kadar aşındırıyor. geriye kalanlar ise tarım için daha elverişsiz oluyor.

    madagaskar ’ın bazı bölgelerinde, erozyon dehşet verici. yamaçlarda yüzlerce metre genişlikte derin yarıklar oluşuyor. zayıf ve narin toprak canlılar tarafından oluşturuluyor. oluşması binlerce yıl alan, toprağın en verimli katmanı olan humus erozyonla birlikte yok olup gidiyor. paskalya adası sakinlerini rapanui’ lerin bizleri bir anlıkta olsa durup düşündürtecek bir hikayesi var. dünya’nın en ıssız adasında yaşayan rapanui’ ler, tüm kaynaklarını geride hiçbir şey kalmayasıya kadar harcadılar. ama yine de medeniyetlerini kurtaramadılar. bir zamanlar dünya’nın en yüksek palmiye ağaçları bu topraklar üzerindeydi. hepsi yok oldu. rapanui’ler kereste için hepsine kıydıklarında, alabildiğine geniş toprak erozyonuyla yüz yüze geldiler. rapanui’ler artık balığı da gidemiyorlar. çünkü kano yapabilecekleri ağaçları bile yok. rapanui’ ler pasifik’ teki en ihtişamlı medeniyetlerden birini kurmuşlardı. girişimci çiftçileri, heykeltıraşları ve önemli denizcileriyle beraber aşırı bir nüfus ve azalan kaynaklar arasında sıkıştılar. hepsi sosyal karışıklığa, ayaklanmaya ve kıtlığa şahit oldu. çoğu bu felaketten sağ çıkamadı.

    dünya nüfusu 1950’den bu yana üç katına çıktı. yine 1950’den bu yana 200.000 yıldır üzerinde yaşadığımız kendi adamız olan dünya’yı temellerinden değiştiriyoruz.

    afrika’nın en büyük petrol ihracatçısı nijerya’nın nüfusunun %70’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. zenginlik ellerinde fakat ülke halkının kullanma hakkı yok. tüm dünya’da bu böyle. dünya yoksullarının yarısı kaynak zengini ülkelerde yaşıyor. gelişimimiz vaat edilen sözleri yerine getirmekten çok uzakta. 50 yıl içinde, zenginle yoksul arasındaki uçurum daha önce olmadığı kadar artacak. bugün dünya zenginliklerinin yarısı nüfusun %2’sini oluşturan zengin kesimin elinde. böyle bir eşitsizlik sürdürülebilinir mi? bu eşitsizlikler daha yeni yeni anladığımız, büyük nüfus hareketlerine neden oluyor.

    1960 yılında lagos kentinin nüfusu 700.000’di. 2025 yılında 16 milyona çıkmış olacak. lagos kenti dünya’da en hızlı büyüyen metropollerden biri. şehre yeni gelenler genellikle ekonomik ya da demokratik sebeplerden ötürü ya da tükenen kaynaklardan, toprağından ayrılmaya zorlanmış çiftçiler. zenginleşmekten daha çok hayatta kalmak için zorla yapılan, şehirleri büyüten radikal bir göç. her hafta, bir milyondan fazla insan şehirlerin nüfuslarını arttırıyor. bugün her altı insandan biri riskli, sağlıksız, kalabalık yerlerde, su, sağlık, elektrik gibi günlük ihtiyaçlarını karşılayamadan yaşıyor. açlık bir kere daha kırıyor. yaklaşık 1 milyar insan aç geziyor. tüm dünya’da, yoksullar hayatta kalma mücadelesi verirken, bizler de onlarsız yaşayamayacağımız kaynakları çıkartmaya devam ediyoruz. gittikçe daha uzaklara, el değmemiş topraklara, sömürmesi zorlaşan bölgelere uzanıyoruz. yöntemimizi değiştirmiyoruz. petrol bitebilir mi? o zaman kanada’daki katran kumlarından petrol çıkarırız. dünya’nın en büyük kamyonlarıyla binlerce ton kum taşınıyor. bitüm maddesinin kumdan ısıtılıp ayrıştırılması süresince milyonlarca metreküplük su gerekiyor. muazzam miktarlarda enerji gerekiyor. kirlilik ise dehşet verici. en acil önceliğimiz her bir güneş ışığı paketini toplamak. petrol tankerlerimiz giderek büyüyor. enerji ihtiyacımız sürekli artıyor. gitgide daha fazlasını isteyen, dipsiz bir fırına yakıt sağlar gibi büyümeye güç sağlamaya çalışıyor.

    bir kaç on yıl içinde, karbon atmosferimizi bir fırına çevirecek. milyonlarca yıldır yaşamın sürmesi için hapsedilen karbon serbest kalacak. atmosfer ısınacak. nakliyat, endüstri, ağaçların kıyımı ve tarım… her hareketimiz büyük miktarlarda karbondioksit salıyor. farkına varmadan, molekül molekül, dünya’nın iklimsel dengesini mahvediyoruz.

    tüm gözler küresel ısınmanın etkilerinin en çok gözlemlenebildiği kutuplarda. her şey çok hızlı ilerliyor. amerika, avrupa ve asya’yı kutuplarda birbirine bağlayan kuzey batı geçidi açılıyor. kuzey kutup bölgesi buzulları eriyor. küresel ısınmasının etkisi altındaki, buzullar son 40 yılda kalınlıklarının %40’ını kaybetti. yüzey alanları her yaz daha da küçülüyor.2030 yılının yaz aylarında kaybolabilirler. kimileri 2015 diyor. buz tabakalarının yansıttığı güneş ışınları artık karanlık sulara nüfuz ediyor ve suyu ısıtıyor. ısınma süreci giderek hızlanıyor.

    karbondioksitin yoğunluğu son bir kaç yüz bin yıldır hiç bu kadar artmamıştı. insanlık daha önce hiç böyle bir atmosferde yaşamamıştı. iklim değişikliği tehdidi arttırıyor. öyle ki 2050’de dünya’daki canlıların dörtte biri yok olabilir. kutup bölgelerinde, doğanın dengesi çoktan bozuldu. kuzey kutbu çevresinde, buz 30 yıl içinde yüzey alanının %30’unu kaybetti. grönland’ın giderek ısınmasıyla tatlı su okyanusun tuzlu suyuna karışıyor. grönland buzulu dünya’nın tüm tatlı su rezervinin %20’sine sahip. eğer ki bu buzul erirse, deniz seviyesi yaklaşık olarak 7 metre yükselecek. oysa burada sanayi yok. grönland buzulunun erimesinin nedeni dünya’nın herhangi bir yerinden salınan sera gazlarının sonucu.

    ekosistemlerimizin sınırları yok. nerede olursak olalım, her hareketimizin dünya’nın tamamında bir etkisi vardır. gezegenimizin atmosferi bir bütündür ayrılamaz ve bu bizlerin birlikte paylaştığı bir servet. kıta buzulu en karamsar bilim insanlarının 10 yıl önceki tahminlerinden bile önce, daha hızlı eriyor buzulların beslediği nehirler birleşmeye ve giderek yüzeyin daha derinliklerine ulaşmaya başlıyor. suyun tekrardan buzulların derinliklerinde donacağı düşünülüyordu. aksine, buz tabakalarını denize sürükleyerek buzdağlarını parçaladılar. grönland buz tabakasının tatlı suyunun okyanusların tuzlu suyuna karışması deniz seviyesinin altındaki tüm toprakları tehdit ediyor. deniz seviyeleri yükseliyor. yalnızca 20. yüzyılda, suların ısınmasıyla birlikte 20 cm’lik bir artış gözlemlendi.

    her şeyin dengesi bozuluyor. suyun ısısındaki en ufak değişime bile karşı çok hassas olan mercan resiflerinin %30’u yok oldu. mercan resifleri türler zinciri için gerekli bir halka.

    yağmur döngüsü değişiyor. iklim coğrafyası değişiyor. maldiv adaları gibi deniz seviyesinden düşük adalarda yaşayan yerliler büyük tehlike altında. giderek daha da endişeleniyorlar. bazıları yeni
    lütfen beni iyi dinle. sen de benim gibi bir homo sapiens’sin. akıllı insansın. kainatın mucizesi yaşam yaklaşık 4 milyar yıl önce ortaya çıktı; biz insanlarsa yalnızca 200 bin yıl önce. yine de yaşam için temel olan dengeyi alt üst ettik. bu sıradışı hikayeyi iyi dinle, bu senin hikayen ve sonunu yazmak senin elinde…

    yuva (home) belgeseli metin

    dünya’nın su döngüsü, daimi bir yenilenme süreci gibi. şelaleler, su buharı, bulutlar, yağmur su kaynakları, ırmaklar denizler, okyanuslar ve buzullar. bu döngü hiç kırılmadı. yeryüzünde hep aynı miktarda su vardı. bugüne dek tüm canlılar hep aynı suyu içti. insanı hayretler içerisinde bırakan madde, su.

    kainatın mucizesi yaşam, yaklaşık 4 milyar yıl önce ortaya çıktı. biz insanlarsa sadece 200 bin yıllık geçmişe sahip olmamıza rağmen, yaşam için gerekli olan dengeyi altüst ettik. tüm savunmasızlığına rağmen, bizden önceki diğer hiçbir canlının yapmadığını yaptık ve doğal ortamın her bir köşesini ele geçirdik. son 60 senede, dünya nüfusunu üçe katlandı.

    2 milyardan fazla insan şehirlere göç etti ve giderek hızlanıyoruz.

    bugün yüzlerce gökdelenin ve milyonlarca insanın yaşadığı çin’in shenzhen şehri bundan 40 sene öncesine kadar küçük bir balıkçı köyüydü. şanghay’da 20 sene içerisinde 3.000 kule ve gökdelen inşa edildi ve halen devam etmekte. bugün, yedi milyarlık nüfusun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor.

    doğada her şey birbirine bağlıdır. işlenmiş toprakların genişlemesi ve tek ekinli tarım parazitlerin gelişmesine davetiye çıkardı. petrokimyasal devriminin bir hediyesi de böcek zehirleri oldu. verimsiz ürün ve kıtlık uzak anılarda kaldı. en büyük sorun modern tarımla birlikte ortaya çıkan üretim fazlasıyla ne yapılacağıydı. ancak zehirli böcek ilaçları havaya, toprağa, bitkilere, hayvanlara, nehirlere ve okyanuslara karıştı. insanlığı kıtlıktan kurtaranlar artık ona zarar mı veriyordu?

    sırada bir diğer petrokimyasal buluş suni gübreler vardı. toprağa sonuçları görmezden gelinen, eşi görülmemiş ağır etkileri oldu. topraklara ve iklimlere uyumlu hale getirilen tohumlar, en verimli ve kolay taşınabilir üretimin yolunu açtı. böylece, binlerce yıldır, çiftçiler tarafından geliştirilen çeşitliliğin dörtte üçü son yüz yılda silindi. görüp görebileceğiniz her yerin altı gübre, üstü kimyasal.

    bir ülke ne kadar gelişirse insanlarının da et tüketimi o kadar artar. dünya çapında et talebi böyle artarken nasıl olur da sığır çiftliklerinin kurulması düşünülemez? belki hayatında bir kez bile otlak görmemiş çiftlik hayvanları, daha günlük rutin yaşamlarına bile başlamadan et üretimine kurban oluyorlar. bir kamyon ordusu, tonlarca tohum, soya küspesi ve protein zengini granülleri, tonlarca ete dönüşecekleri çiftliklere taşıyor. ortaya çıkan sonuç,1 kilogram patates üretmek için 100 litre,1 kilogram pirinç üretmek için 4.000 litre ve 1 kilo sığır eti üretmek için 13.000 litre su gerekiyor.

    tarımımız artık petrolün egemenliğinde. tarımımız dünya üzerindeki insanların iki katını besleyecek kadar olsa da çeşitliliğin yerini tek tip ürünler aldı. hayalini kurduğumuz konforu bizlere sağlamış olabilir ama yaşamlarımızı tamamen petrole bağımlı kıldı.

    ihtiyaçlarımızla birlikte yeşeren umut ve hayallerimiz, açgözlü isteklerimizi ve savurganlığımızı artırıyor. artık ucuz petrolün sonunun geldiğini biliyoruz ama buna inanmak istemiyoruz. birçoğumuz için, amerikan rüyası efsanevi bir isimle simgeleşmiştir. los angeles. 100 kilometreye yayılan bu şehirde araba sayısı neredeyse yaşayan insan sayısına eşittir.

    artık mesafeler kilometrelerle değil, dakikalarla ifade ediliyor. bir kaç şanslı ülkenin yaşam modeli televizyonlar vasıtasıyla tüm dünya’nın evrensel bir düşü haline geldi. otomobiller konforun ve ilerlemenin birer sembolü haline geldi. eğer ki her toplum böyle bir yaşam tarzını takip etmiş olsaydı, gezegenimiz 900 milyon araç yerine 5 milyar araca sahip olurdu.

    dünya geliştikçe, enerjiye olan ihtiyaçta artıyor. dünya’nın her yerinde, makineler toprağın oluşumundan bu yana derinliklerinde gizlenen yıldız tanelerini kazarak, delerek, söküp alıyorlar. mineral zenginliğinin %80’i dünya nüfusunun %20’si tarafından tüketiliyor. bu yüzyılın sonuna gelmeden, kontrolsüz madencilik yeryüzünün tüm rezervler tükenmiş olacak.

    tersaneler küresel endüstrinin üretim talepleri doğrultusunda petrol tankerleri, konteynır gemileri ve gaz tankerleri üretiyor. tüketim malları, üretildikleri ülkeden tüketilecek olan ülkeye taşınırken binlerce kilometre yol kat ediyor. 1950’den bu yana, dünya ticaret hacmi 20 kat arttı. ticaretin %90’ı deniz üzerinden yapılıyor. her yıl 500 milyon konteynır taşınıyor. dubai gibi dünya’nın en büyük tüketim merkezlerine. dubai imkansızı başarmanın mümkün olduğu, batı modelinin zirve yaptığı bir ülke. denizin içine yapay adalar yapmak gibi mesela. dubai az sayıda doğal kaynaklara sahip, ancak petrolden sağladığı parayla dünya’nın dört bir yanından malzeme ve işçi getirtebiliyorlar. dubai’de tarım alanı yok ama gıda ithal edebiliyorlar. dubai’de su yok ama muazzam enerji harcayarak deniz suyunu tuzdan arındırmaya ve dünya’nın en yüksek gökdelenini inşa etmeye yetecek gücü var. dubai sonsuz güneş’e sahip ama güneş panelleri yok.

    hala doğanın bizlere sağladıklarını tükettiğimizi anlayamadık. 1950’den bu yana, senede avlanan balık sayısı 5 kat artarak 18 milyondan 100 milyona tona çıktı. binlerce fabrika gemisi okyanusları boşaltıyor. avlanma bölgelerinin dörtte üçü ya yok oldu ya da tehlike altında. büyük balıkların çoğu üremek için yeterli zamanları olmadan, avlanıp, tükendiler. bizlere bahşedilen yaşam döngüsünü tahrip ediyoruz. balık her beş kişiden birinin temel besin maddesiyken, mevcut koşullarda tüm balık stokları yok olma tehdidi altında. kaynakların sınırlı olduğunu unutuyoruz.

    500 milyon insan çöllerde yaşıyor, avrupa’nın toplam nüfusundan daha fazla. onlar suyun kıymetini biliyorlar. onlar suyu tutumlu kullanmasını da biliyorlar. burada, insanlar çöle yağmur yağdığı zamanlarda biriken fosil suyuna bağımlılar. tam tamına 25.000 yıl önceki. fosil suyu yerel halkın yiyeceğini temin edeceği ekinlerin çöl ortasında yetiştirilmesine olanak sağlıyor. merkezi bir eksen etrafında yapılan sulamanın neticesinde dairesel tarlalar oluşmuş. ancak bunun ağır bir bedeli var. fosil sular yenilebilinir bir kaynak değil. suudi arabistan’ın, çölde endüstriyel tarım yapma hayalleri yıkıldı. sulama araçları hala orada. suyu pompalayacak enerji de. ancak fosil su rezervleri ciddi oranda tükendi. israil çölü tarıma elverişli bir toprak haline getirdi. bu seralarda damla sulama yapılsa da, su tüketimi artan ihracatla beraber artıyor. bir zamanların görkemli ürdün nehri artık cılız akıyor. suları, dünya’nın dört bir yanındaki süpermarketlere sandık sandık ihraç edilen meyve ve sebzelerde saklı. ürdün nehri kaderinde benzersiz değil. yeryüzündeki her 10 nehirden biri yılın birkaç ayı boyunca denize ulaşamıyor. ürdün nehrinin suyundan mahrum kalan lut gölünün seviyesi, her yıl bir metre daha azalıyor.

    gelecek yüzyılda, hindistan su kıtlığından en çok zarar görecek olan ülke olabilir. son 50 yıl içerisinde, artan nüfusun su ihtiyacını karşılamak için 21 milyon kuyu kazıldı. ülkenin birçok bölgesinde, suyu bulabilmek için derin sondajlar yapılmak zorunda kalındı. batı hindistan’da kuyuların %30’u terk edildi. yeraltı su havzaları da kuruyor. yerel köylü kadınlar kurak mevsimlerde elleriyle kazıyorlar. binlerce kilometre ötede ise, tek bir kişi günde 800 ila 1000 litre arasında su tüketiyor.

    las vegas çöl üzerine inşa edilmişti. milyonlarca insan yaşıyor ve her ay nüfusa binlercesi daha ekleniyor. las vegas’ da yaşayanlar dünya’nın en büyük su tüketicilerinden biri. palm springs’de, tropikal bitki örtüsüne ve yemyeşil golf sahalarına sahip bir çöl şehri. bu serap daha ne kadar sürecek? dünya daha fazla devam ettiremez. bu şehirlere su getiren colorado nehri de artık diğer nehirler gibi denize ulaşamıyor. suyun toplandığı havzalarda su seviyesi hızla düşüyor. su kıtlığı 2025 yılından önce 2 milyar insanı etkileyebilir.

    bataklıklar yeryüzünün %6’sını oluşturur. durgun sularının altında, sabırla suyu kirlilikten arındıran, pek çok bitki ve mikro organizmanın olduğu doğal bir fabrika bulunur. bu bataklıklar suyun yenilenip, tazelenmesi için gereklidir. suyun akışını düzenleyen süngerler, yağmurlu mevsimlerde suyu emerler ve kurak mevsimlerde serbest bırakırlar. daha çok yeri ele geçirme arzumuzla, böyle yerleri ya çiftlik hayvanları için çayır haline getirdik ya da tarım ve inşaat alanı için kullandık. son yüzyılda, dünya’daki bataklıkların yarısı kurudu. ne sağladıkları zenginlikleri, ne de rollerini biliyoruz.

    doğada her şey birbirine bağlıdır. su, hava, toprak, ağaçlar. dünya tüm sihriyle gözlerimizin önünde. ağaçlar nefes aldığı yeraltı suyunu ince bir sisle havaya salar. sağanak yağmurların şiddetini dindiren birer kubbe gibi davranırlar. ormanlar yaşam için gerekli nemi sağlar. dünya atmosferindeki tüm karbon miktarından daha fazlasını tutarlar. ormanlar hepimizin bağlı olduğu iklimsel dengenin temel taşlarıdır. başlıca ormanlar dünya üzerindeki biyolojik çeşitliliğin dörtte üçüne ev sahipliği yaparlar ki bu da dünya’daki yaşamın tamamına yakını diyebiliriz. bu ormanlar bizleri iyileştiren ilaçları sağlıyor. vücudumuz bu bitkilerden salgılanan maddeleri tanıyor. hücrelerimiz aynı dili konuşuyor. bizler aynı ailedeniz. ancak 40 yıl gibi bir sürede, dünya’nın en büyük yağmur ormanı olan amazon %20 küçüldü. ormanlar otlaklara ya da soya fasulyesi tarlalarına boyun eğdi. üretilen soya fasulyelerinin %95’i avrupa ve asya’daki çiftlik hayvanlarında ve kümeslerde kullanılıyor. böylelikle bir orman ete dönüştü.

    bundan 20 yıl kadar önce, dünya’nın en büyük dördüncü adası borneo geniş ormanlarla kaplıydı. mevcut hızla orman açmaya devam edilirse,10 yıl içinde yok olacak. yaşamın özü; suyu, havayı, dünya’yı ve güneş’i birbirine bağladı. bir zamanlar dünya’nın en büyük biyolojik çeşitliliğine ev sahipliği yapan borneo’ da bu bağ bozuldu. bu felaket dünya’da en çok tüketilen ve üretilen hurma yağının borneo’ da üretimine karar verilmesiyle ortaya çıktı. hurma yağı sadece artan yiyecek talebini sağlamak için değil, aynı zamanda kozmetik, deterjan ve gittikçe artan alternatif yakıt ihtiyacını karşılıyordu. ormanın sunduğu bu çeşitlilik yerini tek bir türe, hurma yağına bırakıyordu. yerli halk için, istihdam sağlıyordu. bu endüstriyel tarımdı.

    bir diğer örnek ise okaliptüsler. okaliptüs kâğıt hamuru yapımında kullanılıyor. son 50 yılda kâğıda olan talebin 5 kat artmasıyla birlikte ekin alanları genişliyor. hiçbir orman diğer bir ormanın yerini tutmuyor. okaliptüs ağaçlarının dibinde hiçbir şey yetişemiyor çünkü yaprakları ağacın dibinde diğer bitkiler için zehirli bir zemin oluşturuyor. hızlı büyüseler de, su rezervlerini tüketiyorlar. soya fasulyesi, hurma yağı, okaliptüs ağaçları daha fazla üretmek için hayati olanları yok ediyor.

    ama başka bir yerde, ağaçları yok etmek hayatta kalmak için başvurulan son çare de olabiliyor. dünya nüfusunun neredeyse üçte birini oluşturan 2 milyardan fazla insan hala kömüre bağımlı. dünya’nın en fakir ülkelerinden biri olan haiti’ de kömür başlıca tüketim maddelerinden biri. bir zamanlar karayip’lerin incisi olan haiti artık dış yardımlar olmadan halkını besleyemiyor. haiti’nin tepelerinde, ormanların sadece %2’si kaldı. çıplak kalan, toprakları tutan hiçbir şey yok. yağmur suları, yamaçları denizlere kadar aşındırıyor. geriye kalanlar ise tarım için daha elverişsiz oluyor.

    madagaskar ’ın bazı bölgelerinde, erozyon dehşet verici. yamaçlarda yüzlerce metre genişlikte derin yarıklar oluşuyor. zayıf ve narin toprak canlılar tarafından oluşturuluyor. oluşması binlerce yıl alan, toprağın en verimli katmanı olan humus erozyonla birlikte yok olup gidiyor. paskalya adası sakinlerini rapanui’ lerin bizleri bir anlıkta olsa durup düşündürtecek bir hikayesi var. dünya’nın en ıssız adasında yaşayan rapanui’ ler, tüm kaynaklarını geride hiçbir şey kalmayasıya kadar harcadılar. ama yine de medeniyetlerini kurtaramadılar. bir zamanlar dünya’nın en yüksek palmiye ağaçları bu topraklar üzerindeydi. hepsi yok oldu. rapanui’ler kereste için hepsine kıydıklarında, alabildiğine geniş toprak erozyonuyla yüz yüze geldiler. rapanui’ler artık balığı da gidemiyorlar. çünkü kano yapabilecekleri ağaçları bile yok. rapanui’ ler pasifik’ teki en ihtişamlı medeniyetlerden birini kurmuşlardı. girişimci çiftçileri, heykeltıraşları ve önemli denizcileriyle beraber aşırı bir nüfus ve azalan kaynaklar arasında sıkıştılar. hepsi sosyal karışıklığa, ayaklanmaya ve kıtlığa şahit oldu. çoğu bu felaketten sağ çıkamadı.

    dünya nüfusu 1950’den bu yana üç katına çıktı. yine 1950’den bu yana 200.000 yıldır üzerinde yaşadığımız kendi adamız olan dünya’yı temellerinden değiştiriyoruz.

    afrika’nın en büyük petrol ihracatçısı nijerya’nın nüfusunun %70’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. zenginlik ellerinde fakat ülke halkının kullanma hakkı yok. tüm dünya’da bu böyle. dünya yoksullarının yarısı kaynak zengini ülkelerde yaşıyor. gelişimimiz vaat edilen sözleri yerine getirmekten çok uzakta. 50 yıl içinde, zenginle yoksul arasındaki uçurum daha önce olmadığı kadar artacak. bugün dünya zenginliklerinin yarısı nüfusun %2’sini oluşturan zengin kesimin elinde. böyle bir eşitsizlik sürdürülebilinir mi? bu eşitsizlikler daha yeni yeni anladığımız, büyük nüfus hareketlerine neden oluyor.

    1960 yılında lagos kentinin nüfusu 700.000’di. 2025 yılında 16 milyona çıkmış olacak. lagos kenti dünya’da en hızlı büyüyen metropollerden biri. şehre yeni gelenler genellikle ekonomik ya da demokratik sebeplerden ötürü ya da tükenen kaynaklardan, toprağından ayrılmaya zorlanmış çiftçiler. zenginleşmekten daha çok hayatta kalmak için zorla yapılan, şehirleri büyüten radikal bir göç. her hafta, bir milyondan fazla insan şehirlerin nüfuslarını arttırıyor. bugün her altı insandan biri riskli, sağlıksız, kalabalık yerlerde, su, sağlık, elektrik gibi günlük ihtiyaçlarını karşılayamadan yaşıyor. açlık bir kere daha kırıyor. yaklaşık 1 milyar insan aç geziyor. tüm dünya’da, yoksullar hayatta kalma mücadelesi verirken, bizler de onlarsız yaşayamayacağımız kaynakları çıkartmaya devam ediyoruz. gittikçe daha uzaklara, el değmemiş topraklara, sömürmesi zorlaşan bölgelere uzanıyoruz. yöntemimizi değiştirmiyoruz. petrol bitebilir mi? o zaman kanada’daki katran kumlarından petrol çıkarırız. dünya’nın en büyük kamyonlarıyla binlerce ton kum taşınıyor. bitüm maddesinin kumdan ısıtılıp ayrıştırılması süresince milyonlarca metreküplük su gerekiyor. muazzam miktarlarda enerji gerekiyor. kirlilik ise dehşet verici. en acil önceliğimiz her bir güneş ışığı paketini toplamak. petrol tankerlerimiz giderek büyüyor. enerji ihtiyacımız sürekli artıyor. gitgide daha fazlasını isteyen, dipsiz bir fırına yakıt sağlar gibi büyümeye güç sağlamaya çalışıyor.

    bir kaç on yıl içinde, karbon atmosferimizi bir fırına çevirecek. milyonlarca yıldır yaşamın sürmesi için hapsedilen karbon serbest kalacak. atmosfer ısınacak. nakliyat, endüstri, ağaçların kıyımı ve tarım… her hareketimiz büyük miktarlarda karbondioksit salıyor. farkına varmadan, molekül molekül, dünya’nın iklimsel dengesini mahvediyoruz.

    tüm gözler küresel ısınmanın etkilerinin en çok gözlemlenebildiği kutuplarda. her şey çok hızlı ilerliyor. amerika, avrupa ve asya’yı kutuplarda birbirine bağlayan kuzey batı geçidi açılıyor. kuzey kutup bölgesi buzulları eriyor. küresel ısınmasının etkisi altındaki, buzullar son 40 yılda kalınlıklarının %40’ını kaybetti. yüzey alanları her yaz daha da küçülüyor.2030 yılının yaz aylarında kaybolabilirler. kimileri 2015 diyor. buz tabakalarının yansıttığı güneş ışınları artık karanlık sulara nüfuz ediyor ve suyu ısıtıyor. ısınma süreci giderek hızlanıyor.

    karbondioksitin yoğunluğu son bir kaç yüz bin yıldır hiç bu kadar artmamıştı. insanlık daha önce hiç böyle bir atmosferde yaşamamıştı. iklim değişikliği tehdidi arttırıyor. öyle ki 2050’de dünya’daki canlıların dörtte biri yok olabilir. kutup bölgelerinde, doğanın dengesi çoktan bozuldu. kuzey kutbu çevresinde, buz 30 yıl içinde yüzey alanının %30’unu kaybetti. grönland’ın giderek ısınmasıyla tatlı su okyanusun tuzlu suyuna karışıyor. grönland buzulu dünya’nın tüm tatlı su rezervinin %20’sine sahip. eğer ki bu buzul erirse, deniz seviyesi yaklaşık olarak 7 metre yükselecek. oysa burada sanayi yok. grönland buzulunun erimesinin nedeni dünya’nın herhangi bir yerinden salınan sera gazlarının sonucu.

    ekosistemlerimizin sınırları yok. nerede olursak olalım, her hareketimizin dünya’nın tamamında bir etkisi vardır. gezegenimizin atmosferi bir bütündür ayrılamaz ve bu bizlerin birlikte paylaştığı bir servet. kıta buzulu en karamsar bilim insanlarının 10 yıl önceki tahminlerinden bile önce, daha hızlı eriyor buzulların beslediği nehirler birleşmeye ve giderek yüzeyin daha derinliklerine ulaşmaya başlıyor. suyun tekrardan buzulların derinliklerinde donacağı düşünülüyordu. aksine, buz tabakalarını denize sürükleyerek buzdağlarını parçaladılar. grönland buz tabakasının tatlı suyunun okyanusların tuzlu suyuna karışması deniz seviyesinin altındaki tüm toprakları tehdit ediyor. deniz seviyeleri yükseliyor. yalnızca 20. yüzyılda, suların ısınmasıyla birlikte 20 cm’lik bir artış gözlemlendi.

    her şeyin dengesi bozuluyor. suyun ısısındaki en ufak değişime bile karşı çok hassas olan mercan resiflerinin %30’u yok oldu. mercan resifleri türler zinciri için gerekli bir halka.

    yağmur döngüsü değişiyor. iklim coğrafyası değişiyor. maldiv adaları gibi deniz seviyesinden düşük adalarda yaşayan yerliler büyük tehlike altında. giderek daha da endişeleniyorlar. bazıları yeni toprak arayışlarına girdiler bile. eğer ki deniz seviyesi hızla yükselmeye devam ederse, tokyo gibi dünya’nın en kalabalık şehirleri ne yapacak? her yıl, bilim insanları daha dehşet verici tahminlerde bulunuyorlar. dünya nüfusunun %70’i kıyı şeridi düzlüklerinde yaşıyor. en büyük 15 şehrin 11’i ise ya kıyı şeridinde ya da nehir ağzında kurulu. denizin yükselmesiyle tuzlu su yeraltı suyunu ele geçirecek ve insanları içme suyundan mahrum edecek.

    doğal nedenlerden dolayı göç kaçınılmaz. tahmin edilemeyen ise ne kadar büyük olacağı. afrika’daki kilimanjaro dağı tanınmayacak halde. buzullarının %80’i yok oldu. yaz aylarında nehirler akmıyor. yerli halk susuzluğun etkisinde. dünya’nın en yüksek zirvesi himalayalar’ın kalbindeki edebi karlar ve buzullar bile erimeye başladı. bu buzulların su döngüsünde başlıca bir rolü var. muson yağmurlarıyla gelen suyu buz olarak saklayıp yazın karların erimesiyle de serbest bırakıyorlar. himalayalar’ daki buzullar indus, ganj, mekong, yangzi jiang gibi büyük asya nehirlerinin kaynağı. 2 milyar insanın içme suyu ve sulama suları bu kaynaklara bağlı. aynen bangladeş ‘de olduğu gibi. ganj ve brahmaputra deltalarını üzerindeki bangladeş, himalayalar’daki ve deniz seviyesindeki değişimlerden doğrudan etkileniyor. burası dünya’nın en kalabalık ve yoksul ülkelerinden biri. küresel ısınma burayı çoktan vurdu. giderek artan sel ve fırtınaların etkisiyle toprağın üçte biri yok olabilir. insanlar bu yıkıcı doğa olaylarına boyun eğdikleri gün, göç etmek zorunda kalacaklar. zengin ülkeler de kaçamayacak. kuraklık tüm dünya’da ortaya çıkıyor. avustralya ’da tarım alanlarının yarısı etkilendi bile.

    12.000 yıldır gelişmemizi sağlayan, iklimsel dengeyi tehlikeye atıyoruz. gittikçe söndürmesi güçleşen yangınlar büyük şehirlere zarar veriyor. küresel ısınmayı tetikliyor. ağaçlar yandıkça karbondioksit salıyorlar. iklimimizi kontrol eden sistem ağır bir şekilde darbe alıyor. bu sisteme destek veren doğa şartları mahvoluyor. bu muhteşem manzaralarda iklim değişiminin saati işliyor. sibirya’da ve üzerindeki yerlerde hava o kadar soğuk ki toprak her daim donmuş durumda.’kalıcı don’ olarak bilinen bu toprağın altında iklimsel bir bomba yatıyor. metan, karbondioksitten 20 kat daha güçlü bir sera gazı. eğer ‘kalıcı don’ çözülürse, kimsenin tahmin bile edemeyeceği sonuçlara yol açacak olan metan gazı salınacak ve sera etkisi yaratacak. kelimenin tam anlamıyla bir bilinmezlik içinde olacağız insanlığın bu gidişatı tersine çevirmek ve önlemek için 10 yıldan fazla bir süresi yok.

    dünya üzerindeki yaşamı hiçbir zaman anlayamadık. kontrol edemediğimiz doğal bir felaket yarattık. kökenlerimiz, su, hava ve yaşam formlarıyla yakından bağlantılı. ancak bu günlerde bizler bu bağlantıları kopardık. şimdi gerçeklerle yüzleşme vakti. bildiklerimize inanmalıyız. tüm bu gördüklerimiz insan davranışlarının birer yansıması. dünya’yı kafamızdaki resme göre şekillendirdik.

    değişmek için zamanımız çok az.

    dünya nüfusunun %20’si kaynakların %80’ini tüketiyor.

    askeri giderlere yapılan harcamalar gelişmekte olan ülkelere yapılan yardımlardan kat kat daha fazla.

    her gün 5.000 insan kirli içme suyu nedeniyle ölüyor.

    1 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor.

    1 milyara yakın insan aç kalacak.

    dünya üzerinde yapılan tahıl ticaretinin %50’sinden çoğu hayvanları beslemek ya da bio yakıt için kullanılıyor.

    tarıma elverişli toprakların %40’ı uzun vadeli hasar gördü.

    her yıl 13 milyon hektar orman yok oluyor.

    her dört memelinden biri, her sekiz kuştan biri, her üç amfibiden biri yok olma tehlikesi altında.

    canlı türleri normalden 1.000 kat daha hızlı ölüyor.

    balık avlanma alanlarının dörtte üçü tükendi, bitti ya da yok olma tehlikesi altında.

    son 15 yılın ortalama sıcaklığı, günümüze kadar kaydedilen en yüksek sıcaklık oldu.

    kıta buzulu 40 yıl öncesine göre %40 inceldi.

    2050 yılında en az 200 milyon kişi iklimsel nedenlerden ötürü mülteci olabilir.

    yaptıklarımızın bedeli ağır. ve bu bedeli masum kişilerde ödeyecek. çöllerde büyük şehirler gibi genişleyen mülteci kamplarında yarın kaç erkek, kaç kadın ve kaç çocuk sahipsiz kalacak? insanoğlunun dayanışmasını kırmak, kopartmak ve mutluluğumuzu başka insanların acılarından korumak için hep duvarlar mı öreceğiz?

    karamsar olmak için çok geç. sadece tek bir insanın bile bütün duvarları yıkabileceğini biliyoruz. dünya çapında her 5 çocuktan 4’ü okula gidiyor. bu zamana kadar hiç bu kadar çok insana eğitim olanağı verilmemişti. en zengininden en fakirine kadar herkes bir katkıda bulunabilir.

    lesotho dünya’nın en fakir ülkelerine oranla, insanlarının eğitimine en çok yatırım yapan ülkelerinden biri.

    en zengin devletlerden biri olan katar’da en iyi üniversitelere kapılarını açtı.

    kültür, eğitim, araştırma ve inovasyon bitip tükenmeyen kaynaklar. acı ve sefaletin karşısında milyonlarca sivil toplum kuruluşları, insanlar arasındaki dayanışmanın ulusların bencilliklerinden çok daha güçlü olduğunu kanıtlıyor.

    bangladeş’e, bir adam düşünülmeyeni düşündü ve sadece fakirlere borç veren bir banka kurdu. 30 yıl içinde 15 milyon kişinin hayatını değiştirdi.

    antarktika hiçbir ülkenin hak iddia edemeyeceği, engin kaynaklarıyla, tamamen barışa ve bilime adanmış, korunmaya alınmış bir kıta 49 devletin imzaladığı bir antlaşma ile tüm insanlığın paylaştığı bir hazine haline geldi.

    karamsar olmak için çok geç. hükümetler karasularının %2’sini korumak için harekete geçti. rakam çok fazla değil belki ama 10 sene öncesinin 2 katı. ilk doğal yaşam parkları sadece 100 yıl önce kurulmuştu. bugün kıtaların %13’ünü kaplıyorlar. canlı türlerinin, toprağın korunması için elverişli alanlar yaratıyorlar. insanlar ve doğa arasındaki bu ahenk istisna değil, kalıcı olmalı.

    amerika’da new york doğanın bizim için yaptıklarının farkına vardı. ormanlar ve göller şehrin tüm içecek suyunu sağlıyor.

    güney kore’deki ormanlar savaştan ötürü harap olmuştu. milli ağaçlandırma programı sayesinde ormanların %65’ini kurtardılar. kullandıkları kağıdın %75’den fazlası geri dönüşümlü.

    kostarika askeri harcamalar ve topraklarının korunması arasında bir tercih yaptı. ülkenin artık bir ordusu yok. kaynaklarını eğitime, eko turizme ve ormanlarını korumak için ayırmayı tercih etti.

    gabon, dünya’nın önde gelen kereste üreticilerinden biri. artık keresteleri seçiyorlar ve hektar başına 1 ağaçtan fazlasını kesmiyorlar. ormanları ülkenin en önemli kaynakları fakat yenilenmeleri için gerekli zamanları var. var olan programlar sürdürülebilir orman yönetimini garanti altına alıyor. bu programlar zorunlu hale getiriliyor.

    adalet hem tüketiciler, hem de üreticiler için yakalanan bir fırsat. ne zaman ki ticaret adil olur, hem alan hem de satan yararlanırsa, herkes insanca bir yaşama sahip olur. tek araçları elleri olan insanlar ile ekinleri makinelerle toplayan, devlet yardımı alan insanlar nasıl eşit olabilir? tüketiciler olarak sorumlu olalım. ne aldığımızı bir daha düşünelim!

    karamsar olmak için çok geç. yakaladıkları balıklara dikkat eden okyanusun zenginliklere önem veren balıkçılar var. kendi enerjisini üreten evler var. 5.000 kişi, dünya’nın ilk çevrebilim dostu almanya freiburg’da yaşıyor. diğer şehirlerde bu proje dahil oluyor. bombay bu proje katılan 1000. şehir oldu. yeni zelanda, izlanda, avusturya, isveç ve diğer ülkelerin hükümetleri yenilebilinir enerji kaynaklarının geliştirilmesini öncelik listesine aldı. tükettiğimiz enerjinin %80’i fosil enerji kaynaklarından geliyor. yalnızca çin’de her hafta, kömürle çalışan iki yeni termik santral açılıyor. ama danimarka’da şu da var, prototip kömürlü termik santralde serbest kalan karbon havaya değil toprağa veriliyor. gelecek için bir çözüm mü? henüz kimse bilmiyor. izlanda’da bir elektrik santralinin dünya’nın ısısıyla çalışıyor, jeotermal enerji. elektrik üretmek için dalgaların enerjisini absorbe eden, denizde yüzen bir tür deniz santrali var. danimarka kıyılarında ülkedeki elektriğin %20’sini üreten rüzgar çiftlikleri var. amerika, çin, hindistan, almanya ve ispanya yenilebilinir enerjinin en büyük yatırımcıları. 2.5 milyon fazla kişiye iş sahası yarattılar bile. bu rüzgar dünya’nın neresinde esmiyor?

    yeryüzündeki her şey birbirine bağlı ve dünya’da esas enerji kaynağı, güneş’e bağlı. insanlar bitkileri örnek alıp güneş’in enerjisini kullanamazlar mı? güneş tüm insanlığın bir yılda harcadığı enerjiyi bir saat içinde dünya’ya veriyor. dünya var oldukça güneş enerjisi de tükenmeyecek. tek yapmamız gereken yeryüzüne sondaj yapmayı bırakıp gökyüzüne bakmaya başlamak. tek yapmamız gereken güneş’i ekip biçmeyi öğrenmek. yaşanan tüm bu tecrübeler bizlere farkındalığa tanıklık edecek birer örnek. tüm bunlar daha ılımlı, daha akılcı ve daha paylaşımcı, insanoğlunun yeni macerasının işaretleri. birlik olma zamanı. önemli olan kaybedilenler değil, geriye kalanlar. hala ormanlarının yarısına sahibiz, binlerce nehre, göle, buzullara ve binlerce canlı türüne de. çözüm yollarını biliyoruz. değişmek için gereken güce sahibiz. öyleyse neyi bekliyoruz? bir sonraki sahneyi yazmak bizim elimizde. hep birlikte. harekete gtoprak arayışlarına girdiler bile. eğer ki deniz seviyesi hızla yükselmeye devam ederse, tokyo gibi dünya’nın en kalabalık şehirleri ne yapacak? her yıl, bilim insanları daha dehşet verici tahminlerde bulunuyorlar. dünya nüfusunun %70’i kıyı şeridi düzlüklerinde yaşıyor. en büyük 15 şehrin 11’i ise ya kıyı şeridinde ya da nehir ağzında kurulu. denizin yükselmesiyle tuzlu su yeraltı suyunu ele geçirecek ve insanları içme suyundan mahrum edecek.

    doğal nedenlerden dolayı göç kaçınılmaz. tahmin edilemeyen ise ne kadar büyük olacağı. afrika’daki kilimanjaro dağı tanınmayacak halde. buzullarının %80’i yok oldu. yaz aylarında nehirler akmıyor. yerli halk susuzluğun etkisinde. dünya’nın en yüksek zirvesi himalayalar’ın kalbindeki edebi karlar ve buzullar bile erimeye başladı. bu buzulların su döngüsünde başlıca bir rolü var. muson yağmurlarıyla gelen suyu buz olarak saklayıp yazın karların erimesiyle de serbest bırakıyorlar. himalayalar’ daki buzullar indus, ganj, mekong, yangzi jiang gibi büyük asya nehirlerinin kaynağı. 2 milyar insanın içme suyu ve sulama suları bu kaynaklara bağlı. aynen bangladeş ‘de olduğu gibi. ganj ve brahmaputra deltalarını üzerindeki bangladeş, himalayalar’daki ve deniz seviyesindeki değişimlerden doğrudan etkileniyor. burası dünya’nın en kalabalık ve yoksul ülkelerinden biri. küresel ısınma burayı çoktan vurdu. giderek artan sel ve fırtınaların etkisiyle toprağın üçte biri yok olabilir. insanlar bu yıkıcı doğa olaylarına boyun eğdikleri gün, göç etmek zorunda kalacaklar. zengin ülkeler de kaçamayacak. kuraklık tüm dünya’da ortaya çıkıyor. avustralya ’da tarım alanlarının yarısı etkilendi bile.

    12.000 yıldır gelişmemizi sağlayan, iklimsel dengeyi tehlikeye atıyoruz. gittikçe söndürmesi güçleşen yangınlar büyük şehirlere zarar veriyor. küresel ısınmayı tetikliyor. ağaçlar yandıkça karbondioksit salıyorlar. iklimimizi kontrol eden sistem ağır bir şekilde darbe alıyor. bu sisteme destek veren doğa şartları mahvoluyor. bu muhteşem manzaralarda iklim değişiminin saati işliyor. sibirya’da ve üzerindeki yerlerde hava o kadar soğuk ki toprak her daim donmuş durumda.’kalıcı don’ olarak bilinen bu toprağın altında iklimsel bir bomba yatıyor. metan, karbondioksitten 20 kat daha güçlü bir sera gazı. eğer ‘kalıcı don’ çözülürse, kimsenin tahmin bile edemeyeceği sonuçlara yol açacak olan metan gazı salınacak ve sera etkisi yaratacak. kelimenin tam anlamıyla bir bilinmezlik içinde olacağız insanlığın bu gidişatı tersine çevirmek ve önlemek için 10 yıldan fazla bir süresi yok.

    dünya üzerindeki yaşamı hiçbir zaman anlayamadık. kontrol edemediğimiz doğal bir felaket yarattık. kökenlerimiz, su, hava ve yaşam formlarıyla yakından bağlantılı. ancak bu günlerde bizler bu bağlantıları kopardık. şimdi gerçeklerle yüzleşme vakti. bildiklerimize inanmalıyız. tüm bu gördüklerimiz insan davranışlarının birer yansıması. dünya’yı kafamızdaki resme göre şekillendirdik.

    değişmek için zamanımız çok az.

    dünya nüfusunun %20’si kaynakların %80’ini tüketiyor.

    askeri giderlere yapılan harcamalar gelişmekte olan ülkelere yapılan yardımlardan kat kat daha fazla.

    her gün 5.000 insan kirli içme suyu nedeniyle ölüyor.

    1 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor.

    1 milyara yakın insan aç kalacak.

    dünya üzerinde yapılan tahıl ticaretinin %50’sinden çoğu hayvanları beslemek ya da bio yakıt için kullanılıyor.

    tarıma elverişli toprakların %40’ı uzun vadeli hasar gördü.

    her yıl 13 milyon hektar orman yok oluyor.

    her dört memelinden biri, her sekiz kuştan biri, her üç amfibiden biri yok olma tehlikesi altında.

    canlı türleri normalden 1.000 kat daha hızlı ölüyor.

    balık avlanma alanlarının dörtte üçü tükendi, bitti ya da yok olma tehlikesi altında.

    son 15 yılın ortalama sıcaklığı, günümüze kadar kaydedilen en yüksek sıcaklık oldu.

    kıta buzulu 40 yıl öncesine göre %40 inceldi.

    2050 yılında en az 200 milyon kişi iklimsel nedenlerden ötürü mülteci olabilir.

    yaptıklarımızın bedeli ağır. ve bu bedeli masum kişilerde ödeyecek. çöllerde büyük şehirler gibi genişleyen mülteci kamplarında yarın kaç erkek, kaç kadın ve kaç çocuk sahipsiz kalacak? insanoğlunun dayanışmasını kırmak, kopartmak ve mutluluğumuzu başka insanların acılarından korumak için hep duvarlar mı öreceğiz?

    karamsar olmak için çok geç. sadece tek bir insanın bile bütün duvarları yıkabileceğini biliyoruz. dünya çapında her 5 çocuktan 4’ü okula gidiyor. bu zamana kadar hiç bu kadar çok insana eğitim olanağı verilmemişti. en zengininden en fakirine kadar herkes bir katkıda bulunabilir.

    lesotho dünya’nın en fakir ülkelerine oranla, insanlarının eğitimine en çok yatırım yapan ülkelerinden biri.

    en zengin devletlerden biri olan katar’da en iyi üniversitelere kapılarını açtı.

    kültür, eğitim, araştırma ve inovasyon bitip tükenmeyen kaynaklar. acı ve sefaletin karşısında milyonlarca sivil toplum kuruluşları, insanlar arasındaki dayanışmanın ulusların bencilliklerinden çok daha güçlü olduğunu kanıtlıyor.

    bangladeş’e, bir adam düşünülmeyeni düşündü ve sadece fakirlere borç veren bir banka kurdu. 30 yıl içinde 15 milyon kişinin hayatını değiştirdi.

    antarktika hiçbir ülkenin hak iddia edemeyeceği, engin kaynaklarıyla, tamamen barışa ve bilime adanmış, korunmaya alınmış bir kıta 49 devletin imzaladığı bir antlaşma ile tüm insanlığın paylaştığı bir hazine haline geldi.

    karamsar olmak için çok geç. hükümetler karasularının %2’sini korumak için harekete geçti. rakam çok fazla değil belki ama 10 sene öncesinin 2 katı. ilk doğal yaşam parkları sadece 100 yıl önce kurulmuştu. bugün kıtaların %13’ünü kaplıyorlar. canlı türlerinin, toprağın korunması için elverişli alanlar yaratıyorlar. insanlar ve doğa arasındaki bu ahenk istisna değil, kalıcı olmalı.

    amerika’da new york doğanın bizim için yaptıklarının farkına vardı. ormanlar ve göller şehrin tüm içecek suyunu sağlıyor.

    güney kore’deki ormanlar savaştan ötürü harap olmuştu. milli ağaçlandırma programı sayesinde ormanların %65’ini kurtardılar. kullandıkları kağıdın %75’den fazlası geri dönüşümlü.

    kostarika askeri harcamalar ve topraklarının korunması arasında bir tercih yaptı. ülkenin artık bir ordusu yok. kaynaklarını eğitime, eko turizme ve ormanlarını korumak için ayırmayı tercih etti.

    gabon, dünya’nın önde gelen kereste üreticilerinden biri. artık keresteleri seçiyorlar ve hektar başına 1 ağaçtan fazlasını kesmiyorlar. ormanları ülkenin en önemli kaynakları fakat yenilenmeleri için gerekli zamanları var. var olan programlar sürdürülebilir orman yönetimini garanti altına alıyor. bu programlar zorunlu hale getiriliyor.

    adalet hem tüketiciler, hem de üreticiler için yakalanan bir fırsat. ne zaman ki ticaret adil olur, hem alan hem de satan yararlanırsa, herkes insanca bir yaşama sahip olur. tek araçları elleri olan insanlar ile ekinleri makinelerle toplayan, devlet yardımı alan insanlar nasıl eşit olabilir? tüketiciler olarak sorumlu olalım. ne aldığımızı bir daha düşünelim!

    karamsar olmak için çok geç. yakaladıkları balıklara dikkat eden okyanusun zenginliklere önem veren balıkçılar var. kendi enerjisini üreten evler var. 5.000 kişi, dünya’nın ilk çevrebilim dostu almanya freiburg’da yaşıyor. diğer şehirlerde bu proje dahil oluyor. bombay bu proje katılan 1000. şehir oldu. yeni zelanda, izlanda, avusturya, isveç ve diğer ülkelerin hükümetleri yenilebilinir enerji kaynaklarının geliştirilmesini öncelik listesine aldı. tükettiğimiz enerjinin %80’i fosil enerji kaynaklarından geliyor. yalnızca çin’de her hafta, kömürle çalışan iki yeni termik santral açılıyor. ama danimarka’da şu da var, prototip kömürlü termik santralde serbest kalan karbon havaya değil toprağa veriliyor. gelecek için bir çözüm mü? henüz kimse bilmiyor. izlanda’da bir elektrik santralinin dünya’nın ısısıyla çalışıyor, jeotermal enerji. elektrik üretmek için dalgaların enerjisini absorbe eden, denizde yüzen bir tür deniz santrali var. danimarka kıyılarında ülkedeki elektriğin %20’sini üreten rüzgar çiftlikleri var. amerika, çin, hindistan, almanya ve ispanya yenilebilinir enerjinin en büyük yatırımcıları. 2.5 milyon fazla kişiye iş sahası yarattılar bile. bu rüzgar dünya’nın neresinde esmiyor?

    yeryüzündeki her şey birbirine bağlı ve dünya’da esas enerji kaynağı, güneş’e bağlı. insanlar bitkileri örnek alıp güneş’in enerjisini kullanamazlar mı? güneş tüm insanlığın bir yılda harcadığı enerjiyi bir saat içinde dünya’ya veriyor. dünya var oldukça güneş enerjisi de tükenmeyecek. tek yapmamız gereken yeryüzüne sondaj yapmayı bırakıp gökyüzüne bakmaya başlamak. tek yapmamız gereken güneş’i ekip biçmeyi öğrenmek. yaşanan tüm bu tecrübeler bizlere farkındalığa tanıklık edecek birer örnek. tüm bunlar daha ılımlı, daha akılcı ve daha paylaşımcı, insanoğlunun yeni macerasının işaretleri. birlik olma zamanı. önemli olan kaybedilenler değil, geriye kalanlar. hala ormanlarının yarısına sahibiz, binlerce nehre, göle, buzullara ve binlerce canlı türüne de. çözüm yollarını biliyoruz. değişmek için gereken güce sahibiz. öyleyse neyi bekliyoruz? bir sonraki sahneyi yazmak bizim elimizde. hep birlikte. harekete geçelim
50 entry daha
hesabın var mı? giriş yap