33 entry daha
  • unutulmayacak bir yaşam deneyimi. iyi ki buralarda bu fiziksel kainatı deneyimliyorum diye insanı mutlu eden şahaser.

    1985'de ortaokulda we will rock you/we are the champions'u ilk dinleyişte başlayan büyük bir tutkunun zirve noktalarından. 85'de başlayan bu yolculuk a night at the opera, a day at the races, news of the world üçlemesiyle derinleşirken bicycle race ve the game ile çeşitleniyordu. flash gordon synthesizer kullanımı abartıldığı için mesafeli yaklaşılan bir albümdü, hot space ve the works ise pek yaklaşılmayan albümler. tam o sırada çıkan a kind of magic, highlander efsanesi sayesinde fanatikliği perçinleyen bir kaynak olmuştu. öyle ki o dönem christopher lambert, "bizimkilerle" aynı klipte oynadığı için en sevilen aktör olmuştu bile.

    89 özel bir seneydi, queen, 3 sene aradan sonra bir albüm çıkaracaktı. heyecanla albüm beklendi, yurt dışından kuzenler aracılığıyla bir şekilde getirtildi... ama sonuç tam bir hüsrandı! bu deneyim tarihe the miracle faciası olarak geçti.

    sonra üniversiteye başlandı, müzik zevki daha da rafineleşme yoluna girdi. queen i, ii ve sheer heart attack keşfedildi. özellikle sheer heart attack'in derinliği ve progressive tanımına girebilecek nitelikte parçaları (ey yeni nesil, stone cold crazy bir metallica parçası değildir!) karşısında şaşkına dönüldü. the miracle faciası için daha bir dövünüldü, üzünüldü vs. vs.

    aradan 2 sene daha geçti. 1991 yılının soğuk bir şubat gecesi albüm yine yurt dışı bağlantılarıyla bir şekilde getirilmiş ve müzik setinin karşısına geçilmişti (anlayın işte, nerde o zaman amazon.com falan). plak titreyen ellerle emektar pioneer pikaba kondu ve dönmeye başladı. bir yandan da iki sene önceki miracle faciası hatırlanıyor ve soğuk terler dökülüyordu.

    ilk notalar plaktan yayılmaya başlandığında kafatasının arka tarafından kaliteli müziğin göstergesi olan ürpermeler başlamıştı bile (bkz: #8853765). innuendo, muhteşem girişiyle daha ilk notadan "bu albüm farklı, haberiniz olsun" mesajını vermişti. parça şahane ilerledi, sözler çok güzeldi, melodi inanılmaz sağlamdı, freddie tam formundaydı. sonra parça bitti. albümü heyecanla dinleyen queen fanatiği arkadaşlar birbirlerine dönüp oeeeh demek üzerelerdi ki... parça bir daha başladı! ama ne başlangıç! sonradan tanışılacak ve daha da öte bir fanatik haline gelinecek başka bir usta, steve howe idi bu güzelliği yapan. sonra parça a night at the opera ayarına yükseldi "surrender your ego, be free" derken babalar.

    parça bittiğinde oturdukları koltukta ağızları bir karış açık boşluğa bakar bir durumda uzun süre durdu dinleyenler. ardından gelen i'm going slightly mad müthiş melodisi ve freddie'nin tanıdık vokal oyunlarıyla ayrı bir güzellikti ama innuendo'nun yankılanması daha bitmemişti ki zihinlerde. albümün geri kalanına tam anlamıyla geçebilmek uzun sürdü. these are the days of our lives, headlong, all gods people ve nihayetinde show must go on gibi güzelliklerle tanışıldı. ve innuendo, "yaşarken tanık olunan en müthiş albümler" listesine bir numaradan giriş yaptı. zirvedeki yerine sadece 10 sene sonra magnification (yes) ulaşabildi.

    made in heaven? hayır, bu hikayenin kahramanı olan queen fanatikleri o albümü hiç dinlemedi. innuendo'nun kutsallığına bir saygısızlık kabul ettiler ve göz ardı ettiler o albümü...
145 entry daha
hesabın var mı? giriş yap