• --- spoiler ---

    ne istediğini bilmeyen bir kadının, ona aşık olan üç adamdan birini mezara birini hapse yollaması diğerini ise kölesi yapması konulu film.

    --- spoiler ---
  • gabriel karakterini, tüm karakter özellikleri ile beri taraftan oyuncunun hem fiziksel, hem ruhsal katkısı dahil alıp kenara koyuyorum.

    onun dışında 'bir kezonun günlüğü' daha ötesi değil.
  • bir kadının duygularını tanıyış öyküsünü anlatan film (romanı okumadığım için film üzerinden yorum yapacağım). senaryoyu, görüntü yönetimini, kostümleri ve özellikle carey mulligan'ın oyunculuğunu çok başarılı buldum. 8/10

    --- spoiler ---

    miss everdene, toplumsal normlardan kendini soyutlamış, kalıplara göre yaşamayı reddetmiş, biraz "anarşist" diyebileceğimiz bir kadın (ya da çılgın kalabalıktan uzak bir kadın*). 1800'lerin ingiltere'sinde kadınlar; zenginlik, saygınlık, güç, güven hissi gibi sebeplerle evlenirken, everdene "benim bir kocaya ihtiyacım yok" diyor. amcasından miras kalan çiftlikle beraber bu duygusu iyice pekişiyor, çünkü artık maddi kaygı için de evlenmesine gerek kalmıyor. karakter, "bir kadın erkeksiz de var olabilir" düşüncesi açısından feminist, hatta başlarda radikal bir feminist denebilir. ancak, duygularını henüz tanımadığı için yalnızca rasyonel düşüncelere göre kararlar veren bir kadın olan everdene, duygularını tanırken feminizmin de nasıl bir şey olması gerektiğini öğrenecek.

    ilk tanıdığı duygu: tutku. tutkuyu elbette ki çavuş troy temsil ediyor. (aslında belki de ilk fak ettiği duygu demeliyiz. çünkü sevgi en başından beri yanı başındayken onu çok sonra fark edecek) zaten hep böyle değil midir, algılarımızı açan ilk duygu tutkudur genellikle. o zamana kadar her türlü duyguya kapalı olan everdene, tutkuya direnemiyor ve kendini adeta uçurumdan aşağı atar gibi yaşıyor bu duyguyu. ilkel benliğimize hitap eden en keskin, en yoğun duygu olan tutku onu da esaret altına alıyor. hatta öyle ki sadece güçlü bir kıskançlık duygusunun etkisiyle evlendiğini, karakter kendisi itiraf ediyor. toplumsal normları tamamen reddettiğini söyleyen karakterimizin kendini aslında o kadar da soyutlayamadığını görüyoruz. "bu kırmızı üniforma için çıldıran kızları çok saçma bulurdum, şimdi ne hale geldim" gibi bir şey söylüyor. yani aslında hiçbirimiz, ne kadar istesek de kendimizi toplumdan tamamen koparamayız.

    ikinci olarak: saygınlık. aslında bunu tek kelimeye daraltamayız; saygınlık, zenginlik, asalet, güç demeliyiz belki de. bunu temsil eden mr boldwood. aynı zamanda kibirli biri olan bu adam, everdene tarafından reddedilmeyi asla gururuna yediremeyip onunla evlenmeyi takıntı haline getiriyor. ancak everdene'in en az etkilendiği duygu bu oluyor. hiçbir zaman etkisi altına girmiyor (toplumsal normlar açısından en güçlü faktör olmasına rağmen).

    ve son olarak: sevgi, şefkat, sadakat. bu da gabriel karakterinde can buluyor. gabriel en başından beri onunla. vazgeçmiyor, yorulmuyor, bozulmuyor. onunla olamayacağını bilse de everdene'in iyiliği için uğraşmaya hep devam ediyor. everdene, gabriel ile birlikte, aslında ideal bir hayatın kadının ve erkeğin dayanışmasıyla, ortak çabasıyla olabileceğini, ikisinin de birbirine ihtiyacı olduğunu fark ediyor (koyunlar tam ölecekken, koşup gabriel'den yardım istediği sahnede bunu görebiliriz. ve sonrasında hayatıyla ilgili önemli konuları gabriel'e danışması buna bir kanıt olabilir.) gerçek feminizmin mantığına burada ulaşıyor.

    tutkunun geçiciliği, aldatıcılığı ve saygınlığın, gücün duygusal açıdan yetersizliği; sevgi, şefkat, fedakarlık ve sadakatin önemini everdene'e daha iyi gösteriyor. en sonunda da gerçek aşkın tam olarak bu olduğu mesajı verilerek film bitiyor.
    --- spoiler ---
  • istanbul film festivali kapsaminda izlediğim ve pastoral manzaralari ile hem göze, müzikleri ile hem kulağa, samimi anlatimi ve oyunculuklari ile hem ruha hitap eden nadir filmlerden biri oldu benim için. yaşasın ingiliz edebiyatı uyarlamaları!
  • herkes ıssız adam'la farkına varmış kitabın. şahsen hala ıssız adam'ı izlemediğimden filmde kitaptan nasıl bahsedildiği hakkında bir fikrim yok. epeydir listemde duruyorken yeni filmin çekileceğini öğrenince film gelmeden alıp okumak istedim. zira filmin tanıtımlarıydı derken kitabın bütün heyecanını yok edebilirdi. gerçi şu sıralar çekilen film ilk uyarlama olmayacak. şimdi çekilen film dördüncü uyarlama olacak. en bilinen uyarlaması ise john schlesinger'ın yönettiği, julie christie ile terence stamp'in rol aldığı 1967 filmi. yeni uyarlamayı danimarkalı usta yönetmen thomas vinterberg yönetiyor. carey mulligan bathsheba'ya, juno temple fanny'e, michael sheen william'a, tom sturridge çavuş troy'a, matthias schoenaerts ise gabriel'e hayat veriyorlar. senaryoyu daha önce thomas hardy'nin tess romanının dört bölümlük tv uyarlamasını kaleme alan david nicholls yazdığından, sağlam bir cast'ı ve yönetmeni olduğundan filmi merak etmemek mümkün değil. işleri zor ekibin ama umarım kitaba layık bir uyarlama olur.

    gelelim kitaba. bir aşk romanı. ki hiç sevmem aşk romanlarını. ama bu aşk dörtgeni öyle etkileyici, akıcı ve sürükleyici bir şekilde anlatılıyor ki kitabı bir kaç günde bitirmek mümkün hale geliyor. üç farklı erkek üzerinden aşkın üç farklı yüzüne odaklanıyor. merkeze de uçarı, duygularını kontrol edemeyen, davranışlarının sonuçları üzerinde düşün(e)meyen, biraz kibirli, gururlu, sonradan zenginleşmiş bir genç kızı koyuyor ve bu genç kızın iki senede değişen karakterine odaklanıyor. ama tabi merkeze genç kızı koymuşsa da diğer üç karakteri es geçmiyor. gabriel'le başlayan roman william'la ve troy ile devam ediyor. william'a sıra geldiğinde gabriel'e, troy'a sıra gelindiğinde diğer iki karaktere daha az yer veriliyor hikayede. hardy karakterlerini kanlı canlı hale getiriyor. tabi mekanları betimlemesi de mükemmel. her açıdan dört dörtlük bir roman.

    kitapta altı çizilesi çok yer var ama ben aşağıdaki alıntıyı daha fazla sevdim.

    --- spoiler ---

    sıradan her bir kadına ortalama olarak bir erkeğin gönül verdiği düşünülebilir. kadın bu erkekle evlenebilir; erkek durumdan hoşnuttur, yararlı bir ömür sürdürür, gider... gelgelelim sizin gibi kadınları isteyen yüz erkek vardır. gözleriniz sayısız erkeği büyüleyerek içlerinde boşuna istekler uyandıracaktır.

    öyle ya, bu sürüyle erkekten ancak birisine varabilirsiniz. geri kalanlardan, sözgelişi yirmisi, karşılık görmeyen aşkın acısını içkiyle dindirmeye çalışacaktır; bir başka yirmisi, sizin aşkınız dışında tutkuları olmadığı için, ömürlerinin geri kalanını bir baltaya sap olmaya çabalamadan, dünyaya küserek geçireceklerdir. bir üçüncü yirmi kişilik küme de, ki içlerinde zayıf iradeli şu kulunuz da olabilir, her zaman sizin peşinizden sürüklenerek sizi görmekle yetinmeye çalışacak, birtakım çılgınlıklar yapacaklardır. erkekler her zaman öyle sersemdirler ki! geri kalanlar umutsuz aşklarından kurtulmak çabasında az çok başarıya ulaşabilirler. ne var ki, hepsinin de boynu bükük kalacaktır. hem yalnızca doksan dokuz erkek değil, bunların evlenmiş olabilecekleri doksan dokuz kadın da onların yanı sıra mutsuz olacaktır. işte benim sözüm bu kadar. sizin gibi çekici bir kadın insanlık için bir nimet sayılmaz, deyişimin nedeni işte bu."

    --- spoiler ---

    bu alıntı erkekleri de, kadınları da oldukça iyi anlatıyor. kitabın sonunda da gerçekleşen trajedi hakkında aslında bir fikir veriyor. bu arada bu üç karakterden gabriel'i daha fazla sevdim. yukarıda da dendiği gibi "sevgi emekti"nin karşılığı kendisi.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    birinin sarhoş halini görmeden onunla evlenme...

    --- spoiler ---
  • çağan ırmak'ın ıssız adam filminde adı geçen kitap. filmden sonra en son 1985 olan kitabın baskısı full satmaya başlamış. bir eser için dikkat çekici bir isim.
  • kitabın adı, thomas gray'in elegy written in a country churchyard adlı şiirinin bir dizesine atıftır:

    "far from the madding crowd's ignoble strife,
    their sober wishes never learn'd to stray;
    along the cool sequester'd vale of life
    they kept the noiseless tenor of their way"

    http://www.cs.rice.edu/…r/minstrels/poems/1091.html
  • thomas hardy'nin müthiş anlatımı, akıcı ifadeleri ve sürükleyici kurgusu sayesinde insanın hiç elinden düşürmeden okumak isteyebileceği bir kitap.

    ortalama bir hızla okunmasının okurun romanı içine sindirmesi açısından faydalı olacağı kesin. yazarın diyaloglar ve karakter tahlilleri dışında verdiği mesajların pek çoğu başlı başına birer aforizma niteliğinde. kitapta beğendiği yerlerin altını çizen biri olsaydım romanın yarısının altını çizmiş olurdum.

    oda yayınlarından çıkan soner yılmaz çevirisi gayet kaliteli olmakla birlikte, hardy'nin dolu ve ağdalı dilinin günümüz türkçe'sine başarılı bir şekilde aktarılmış halidir. ancak kitapta romanın akıcılığında hoşgörülebilecek ve okuyucuyu engellemeyecek küçük editoryal sorunlar ve redaksiyon hataları bulunmakta. yine de bu sebepten can yayınları'ndan çıkan çevirisi denenebilir. dilinin karmaşık ya da ağır algılanması ise roman türünün yoğunluğundan kaynaklanıyor olabilir. vakti olan için bir çırpıda okunmak istenecek çekicilikte bir konuya ve üsluba sahip olduğu ise muhakkak.

    romana konu bir kadın, üç erkek; başlıca dört karakter bulunmakta. kadınla bir erkeğin ilk karşılaşması ve son yaşadıkları arasında geçen 2 yıllık zaman zarfında başlarından geçenler dramatik bir şekilde anlatılmakta ve yer yer okuru şaşırtmakta gayet başarılı olmakta.

    özetle konusunun şekillenmeye başladığı anlardan sonuna kadar, kadınlar hakkında beni neden şaşırtmadığını düşünmeme ve onları anlamak için yıllarını vermiş biri olarak, thomas hardy'nin daha 19. yy'da yazdığı bir eseri neden bu kadar geç okuduğumu kendime sormama yol açmıştır. her ne kadar şartlar, coğrafya ve değer yargıları farklı olsa bile kadın aynı kadındır...
hesabın var mı? giriş yap