• hadi bakalım aydınlatın bizleri
  • unutmayın, her şey daha kötü olacak.
  • temizlik alışkanlıklarına sahip olmak
    temiz kıyafetler giymek
    güzel kokmaktan öte ter kokusunun olmaması
    uyumu yaşamın bir ölçüsü olarak almak
  • arkadaşlarınıza iyi davranın, aşklarınıza kötü.

    mutlu bir hayatın sırrı bu. birincisi tamamdır da ikincisinde zorlanacaksınız, biliyorum. ama maalesef gerçek bu.

    ben de becerebildiğim için söylemiyorum zaten.
  • okumak için geldim fakat bir şey bulamadım.
  • okuldan hoşlanmıyorsanız gitmediğiniz gün sayısı gittiğiniz gün sayısından fazlaysa öğretmen olmayın her gün okula gitmek zorunda kalıyorsunuz ve asma şansınız da olmuyor.
  • gençlik hiç bitmeyecek gibi düşünmeyin.
    iş seçiminizi çok iyi yapın, size bir meslek kazandırmayacak işlerde çalışmayın, en kötü iş bile olsa bir mesleğiniz, uzmanlaştığınız bir alan olsun. mümkünse bilgisayar bilimleri gibi geleceğin mesleklerine yönelin.
    genç yaşınızda yatırım yapmaya, para biriktirmeye çalışın.
    hayallerinizi ertelemeyin, erken evlenmeyin (çocuk düşünüyorsanız erken evlenin belli bir yaştan sonra daha zor oluyor)
    bir hobi edinin mutlaka. zihninizi boşaltacak bir uğraşınız olsun.
    yalnızlık iyi ve havalı bir şey değil. etrafınızda sevdikleriniz, dostlarınız olsun ama kaliteli insanlarla dostluk kurmaya çalışın. en azından size öğretecek bir şeyi olan insanlarla dost olun. sürekli negatif, mutsuz, ben merkezci insanlarla uğraşmaya değmez ne eş ne dost olarak.
    son olarak hayat gerçekten çok kısa, 40'lı yaşlarınıza kadar rotanızı oturamaz iseniz sonrasında artık kendi seçimlerinizi değil başkalarının sunduklarını yaşamaya başlarsınız. hayatınızı elinizden almalarına izin vermeyin, kontrol daima sizde olsun.
    esen kalın, mutlu kalın.
  • birilerinin yaptığı ticaretin küçük, vazgeçilebilir bir parçası olacaksanız okumayın. kendi ticaretinizi kendiniz yapın, kendi yolunuzu kendiniz çizin.

    nasıl olacak demeyin, batın çıkın, biraz sürünün. maaşlı çalışıp hergün sürüneceğinize 1-2 sene sürünür sonra yolunuza dimdik devam edersiniz.
  • “bu abesler âleminde yaşayabilmenin vazgeçilmez şartı, gerçeği paranteze almaktır.”
  • kendinize olan inancınızı asla kaybetmeyin. hayatla ve/veya kendinizle ilgili bi hedefiniz/hedefleriniz varsa (umarım vardır!) bu yolda -en azından kafada- yaptığınız yolculuğu asla bırakmayın.

    tutkuyla istediğiniz bisey varsa, o hedefi asla boşvermeyin. henüz bu yolda bisey yapmamış-yapamamış olsanız bile; yıllardır bu konuda hiçbişey yapmıyor olsanız bile, o vizyonu asla kaybetmeyin ve bu konuda kendinizi suçlayıp kendinize düşman olmayın.
    kendinizi -yapamadiklariniz uzerinden- vurmayın ve kendinizi dövmeyin.

    sizi yargılayan, sorgulayan, küçük düşüren, aşağılayan, sizin beceriksiz bir loser, bir gerizekalı olduğunuzu hissettiren; size böyle şeyler fısıldayan bir iç sesiniz varsa, onun size ait bir iç ses olmadığını farkedin.
    o ses kesilmeyecek, ama sizin bir parçanız olmadigini; size ait bisey olmadigini ne kadar derinden farkederseniz, o ses o kadar zayıflayacak.

    ...

    amerikan film klişesidir; filmin başında bi silah görünüyorsa, o silah filmin bi yerinde muhakkak patlar.

    ömrümüzün başlarında yaşadığımız travmalar da biraz böyle bence.
    çocuklukta, ergenlikte yaşanan sarsıcı olaylar tarihe karışmış gibi hissediliyor bi noktada. mesela üniversiteyi bitirip iş bulma telaşına düşmüşken, çok da aklına gelmiyor belki yıllar öncesinde kalmış; yası tutulamamış bir ölüm acısı, bir kayıp, kötü bir ebeveyn ayrılığı, aile içi şiddet, ya da bir cinsel suistimalin ağır hasarı filan.. ya da milyoñ değişik senaryodan bir başkası...
    sonra aradan yıllar geçiyor. ve bazı şeyler yaşıyoruz iyi-kötü...

    başımıza gelen iyi seylerin üstüne pek düşünmüyor; fakat kötü şeylerin faturasını dış koşullara, başka insanlara, kadere, şansa filan kesiyoruz.

    hah. öyle bişey yok.

    beklenmeyen bir hastalik, trafik kazası ya da bir doğal afet gibi gerçekten kontrolümüzde olmayan şeyler dışındakilerin hepsi aslında bizim seçimimiz.
    genç ya da ileri yaşta bir yetişkin iken başımıza gelen her-şey!

    bunu ne kadar erken idrak eder ve dünyayı, şansı, başkalarını filan suçlamaktan ne kadar erken vazgeçersek, hayatımız adına o kadar erken aksiyon almış oluruz. (o aksiyon, henüz sadece kafada süren bir yolculuk olsa bile)

    çocukken seçim şansımız yok. ınsiyatif kullanamıyoruz. ailemizi, evimizi, koşullarımızı ya da başımıza gelen şeyleri seçemiyoruz.

    ama yetişkinlikte bu durum artık geçerliliğini kaybediyor. bunu en erken yaşta farkeder ve hayatımızla ilgili doğru bir insiyatif kullanma vizyonunu ne kadar erken edinirsek, kendimize o kadar büyük bir iyilik yapmış oluruz.

    ...

    birbiriyle çelişik gibi duran bu iki metin, aslında birbirini tamamlayan, aynı sistemin iki farklı parçası bence.

    kendinizi suçlamak, kendinize inanmamak, kendinizi aşağılamak sizi dibe çeker. atalete; eylemsizlige iter. ve bu konularla ilgili başkalarını, hayatı, kaderi ya da toplumu suçlama hali merhem edilir buna genelde.
    çünkü fatura bunlara kesilir.

    halbuki bir süreçteki rolümüzü, payımızı gerçeklikle görmeye çalışmak, kendini suçlamak değildir. kendini dövmek ya da aşağılamak değildir.
    basitçe, 3. bir kişi hakkında yorum yapar gibi bir nesnellikle ele aldığınız bir konu; bu şekilde kendinize yapacağınız bir eleştri sizi incitmez.
    çünkü duygusal bir yük içermez.

    sokaktan geçen bir ayşe ya da ali'nin koşulları, hayalleri, hedefleri; bu yolda yaptıklarını ya da yapamadiklarını değerlendirirken; hiç tanımadığınız bu ali ya da ayşe ye karşı bir hınç gütmez, onlarla ilgili bir başarısızlık ya da basiretsizlik yükü hissetmez, bir hayal kırıklığı yaşamazsınız.

    sadece dersiniz ki "allah allah, bu kız neden kendini böyle acı ve sıkıntı dolu bir ilişkiye mahkum ediyor acaba"
    ya da "bu delikanlının kötü alışkanlıklara kendini haspsetmesinin sebebi ne olabilir?"

    bunu kendinizle ilgili yapıp, hayatınıza "yoldan geçen herhangi biri" nesnelligiyle baktığınızda, hayatınızı yaşama biçiminizle, tercihlerinizle, davranış eğilimlerinizle ilgili çok faydalı içgörüler kazanma imkanınız oluyor.

    ve bu içgörüler, kendinizi daha organize olarak dövmek için değil; sadece farkındalık için cepte tutmanız gereken enstrumanlar.

    her şey farkındalıkla başlar. bir sorun varsa, o sorun hicbir zaman aydinliktaki sebeplerden beslenmez.
    kronik sorunların kökü her zaman karanliklardadir. hiç bakmadığınız, baksaniz da bisey göremeyeceginizi zannettiğiniz karanlıklarda...
    belki girmek istemediğiniz derinliklerde...

    ama bi sorunu çözmenin yolu, derinlere inip, onu besleyen kaynağı kesmektir. görünen yerdeki başını ezmek değil.
    farkındalık bu ise yarar. memnuniyet duymadığınız tercihlerinizi besleyen kaynakları keser içgörü.

    bu yüzden diyorum, kendinizi dövmeyin, kendinizi suçlamayın, ezmeyin diye.
    o şekilde basa çıkamazsınız çünkü. çözemezsiniz.

    kendinizi incitmeyin. çok kiymetlisiniz, biriciksiniz, ve güzel şeyleri hakediyorsunuz. bunu hiç unutmayın.
    ama memnun olmadığınız bir yolda ilerlediğinizi hissettiğiniz anda, kendinize bu yoldaki payınızla ilgili sorular sormaktan da asla vazgeçmeyin.
hesabın var mı? giriş yap