• sallama tarçın çayı ambalajı.

    tanımadığım bir kız içmişti. masadan kalkınca alıp cüzdana zulaladım. çok sonra tanıştık, şimdi evlilik potasına girdik.

    edit: evlendik, çocuğumuz olacak, oğlan.

    edit2: oğlumuz doğdu, maşallahı var.

    edit3: oğlumuz 1 yaşını doldurdu, artık o da tarçın çayı içebiliyor.

    edit4: oğlan fırlamanın önde gideni oldu yaş 2.5

    eşit5: eleman 4 yaşını doldurdu. bu yıl kreşe gitti. frenleri tutmuyor koşturuyoruz peşinde. biz de iyiyiz filan.

    edit6: yıllar hızla geçiyor. hayat garip vapurlar...ilk 6 yılı atarsam 30 yıldır hayatı olduğu gibi kabullenmeye çalıştım. 6 yaşında bir mucize yaşayacağım duygusunu 36’ya kadar taşıyabildim ve sınırlı gücümle, duygularımla mücadele ettim. 10 yıl önce izmir güzelyalı sahilinde 5 parasız sabahlamayı da mucize bildim. hissetmek, düşünmek, yürümek bile mucizedir yapamayanlar için. bu hayatta herkes yalnızdır buna inanırdım. ben yalnızlığımı “sallama tarçın çayı içen kız”la giderdim. yoldaşım oldu, arkadaşım oldu, kadınım oldu. mucizeydi. oğlumuz doğunca en büyük mucizeyi yaşadım. bu hayatta daha ötesinin olacağını da sanmıyorum. artık mucizeleri birlikte yaşayacağız.

    vatandaş 5.5 yaşında şuan ve maalesef her şeyiyle bana benziyor. yaklaşık 1 aydır uyuyamıyorum. sanki benim geçmişim onun geleceğine benzeyecek. tüm acılarıyla, çelişki ve karmaşasıyla benim hayatım. her insan özeldir. bambaşka bir dünyadır. ama her an mucize arayan ve kovalayan bir 36 yıl beni ölmeden önce bin defa öldürdü. oğlum da 5.5 yaşında adaleti sorguluyor, ona yalan söylediğim zaman beni çok sert yargılıyor. istiyor ki herkes sevgiyle yaşasın. bir çocuğun ağlamasını anlayamıyor. sesimizi yükseltsek garipsiyor. bilmiyor ki yaşadığımız ülkede insanlar yol kıyısında eskaza ölsek ölümüzü .ikerler.

    benim bu coğrafyada, bu dünyada her günüm direnişle geçti. dünyaya alışamadım. yapamıyorum. günde 22.000 çocuğun açlıktan öldüğü, günde 4000 çocuğun satıldığı, savaşın, kanın, acının dinmediği dünyada benim oğlumun mutluluğu sadece bir yanımı mutlu edebiliyor.

    biliyorum mutlu olmak yaratılmış bir varlık için mümkün değildir ama bu acı da boyumu aşıyor. bir mucize olmalı tüm insanlık için...olmak zorunda!

    bu sefer biraz uzun oldu kusura bakmayın...

    edit 7: vatandaş 7 yaşını geçti 2. sınıfa başladı online falan. herkesin hikayesi dünyanın en özel hikayesidir. bizimkisi de olabildiğince sıradan ve bir o kadar da sıra dışı. ölümün olduğu yerde hiç bir konunun ehemmiyeti yoktur ve yarın ölebiliriz mantığıyla hayatımızı yaşamaya çalışıyoruz.

    sallama tarçın çayı içen kız, oğlumuz ve ben her sabah yeni bir dünyada, 90 metrekarelik bir evde, küçük, iddiasız ama sıcak hayatımızda günleri doldurma mücadelesindeyiz.

    edit 8: oğlumuzun 9 yaşına girmesine sayılı günler kala es geçmeyeyim dedim. her yaşa bir entry insicamını da bozmayalım. tarık buğra'nın "oğlumuz" hikayesi gibi. yıllar geçse de benim gözümde ultrasonda gördüğüm hali işte. eli ensesinde baş parmağını emiyor...boy olmuş 140. hayat güzel de ülke kötü be bu aralar. 40 yaşına dayanınca eski hümanistliğini biraz biraz kaybediyor insan. doğduğumuz yeri seçmedik tamam. etnik kimlik, kültür meselelerine "amin maalouf"un "ölümcül kimlikler" ekseninde bakar, afrika'daki, tayland'daki çoluk çocuğu düşünürken; geldiğimiz noktada ülkemizin kaderini, vatan toprağının önemini, kendi evlatlarımızın geleceğini ve saireler.... (ülkenin ahvalini biliyorsunuz, girmeyeyim oralara) hesabı kitabı iyi yapmalıyız. umarım 9.editte farklı bir ülke konuşma umudumuz olur.
  • rahmetli babamın ilaç kutusu

    sakladığım için gitti adam
  • (bkz: mızıka)

    eski sevgilim hediye etti. aklıma geldiğinde ve kendisine küfretmek istediğimde üfleyip sakinleşecekmişim

    zamanında kendisine olan kızgınlığıma senfoni orkestrası gerekirdi ama neyse...
  • 2 tane fındık. balkonlarımız karşılıklıydı, birbirimize atardık zamanında.

    7 yıl olmuş lan oha. içi çürümüştür benim iki fındığın.

    içimiz çoktan çürüdü çünkü.
  • 10 sene once sahaftan aldigim kamelyali kadin romaninin icinden cikan, kadikoy arifpasa ilkokulu ogretmeninin 24 aralik eylemine iliskin 26.05.1980 tarihinde il disiplin kurulu baskanligina yazdigi savunma dilekcesinin fotokopisi. atamadim. umarim meslegini kaybetmemistir. hayattaysa hala ellerinden operim ogretmenim.
  • (bkz: sütyen askısı)
    arkadaşımla cafede sohbet ederken kız gayri ihtiyari bir hareketle (zaman zaman rahatsız olan her bayan gibi ) sütyenini düzeltiyordu.. öyle avuçlamıyordu yani tahrik olmayın hemen.. çat diye koptu askısı.. bluzunun yakasından cıktı yapıştı suratına :) güldük beraber.. çok güzel bi mavisi vardı askının.. ver dedim.. verdi.. sakladım uzun süre.. itiraf ediyorum arada kokladım da..
  • sevgili ile gidilen ilk sinema bileti.

    (bkz: harry potter and the deathly hallows)

    an itibari ile 4 yaşında çocuğumuz var. iyi ki izlemişiz.
  • peluş ayım bobo. dünden bugüne 27 yıldır beraberiz.
  • babamın çatı katındaki minik atölyesinde, kapının yanındaki çiviye, kendi elleriyle astığı çalışma gömleği ve pantolonu.
    19 yıldır orada duruyor. tüm alet edevatlarla birlikte, tozlar içinde..
    ama olsun, o asmıştı.. elleriyle.
  • seyit rıza'nın heybesi.

    seyit rıza eylül 1937'de oğullarıyla beraber yakalandığında şu şekilde yerel kıyafetlerle ele geçmiştir. yanında iki oğlu ile beraber bir katır üzerinde giderken fırat köprüsü üzerinde jandarmalar yakalamıştır.

    bilahare üstünden çıkan özel eşyaları müsadere edilmiştir ki bu eşyalar arasında halvori ermeni kilisesinden niyeyse üzerinde taşıdığı bazı eşyalar (bir insan baş parmağı ya da kemikleri), gümüş ıstavrozlar, langenscheidt almanca/ermenice sözlük, bir iki adet parlak metalden kerpeten gibi kayda geçen şeyler vardır, bunlar hemen müsadere edilmiştir. seyit rıza yerel eşyalarından ayrılınca mahkeme süresince ceket ve şapka ile arz-ı endam edecektir. idamından sonra kendi şahsi eşyaları olan köstekli altın cep saati, tilki kürkü, kerbiye tesbihi gibi şeyler mirasçılarına verilmek üzere ayrılmış ancak kayıplara karışmıştır. mirasçıları bugün bu eşyaların hala peşindedir. gerçi seyit rıza'nın iki mirasçısının (oğullarının) gözünün önünde asıldığını da hesap edersek, eşyalarını alacak pek kimseler o gün etrafta olmadığından bunlar biraz kayıplara karışmak zorunda kalmıştır.

    işte kıyafetleri ve bunları içinde tutan katır heybesi ise uzun yıllar dönüp dolaşıp bazı hozat köylerinden geçip nedense seyit rıza'nın kendi aşireti olan yukarıabbasuşağı tarafına hiç ulaşmamıştır. o eşyaları yıllar sonra ilçe jandarma komutanı bir köyde görmüş ve heybeyi de hatıra olarak para bastırıp almıştır. kendisini böyle yahşi batı gibi gereğinden fazla tutarlı bir hikaye anlatısıyla kandırmadılarsa seyit rıza'nın kaybolan eşyalarından biri de hala kendisindedir. niye gidip satın aldığı konusunda da bir fikri yoktur ama heybenin aynı amerikalıların kızılderili işi geronimo - general custer halısı tarzı bir tür "indigenous" değeri bulunması hasebiyle arada çıkarıp bakıp dolaba geri koymaktadır.

    bkz o heybe
hesabın var mı? giriş yap