• anı:
    (bkz: soğuktan ağlamak)
    sıcacık aile evceğizi dururken, okul ya da iş nedeniyle buz gibi ortamlarda yaşamak zorunda kalmak. gece bere ve eldivenlerle uyumak, daha doğrusu uyuyamamak. bu mevzuda şikayet bildirilen büyüklerin "gençlikte olur böyle şeyler, bu günler de geçer" ayakları.

    hatırlatan şey:
    ocak, şubat zamanları... sıcak evden buz gibi sokağa çıkar çıkmaz surata çarpan ürpertici kış ayazı.
    o zamanlardan kalan ve zaman zaman yoklayan eklem ağrıları.

    ve evet o günler geçti... artık ağrılar falan da geçti... çünkü nazlı ev kedisi misali tek bir patimi bile sıcaktan soğuğa çıkarmıyorum. hani "şekerim kendine iyi bak, kendine dikkat et" geyiği var ya, aynen öyle yapıyorum. hayatta her boktan ders çıkarmak lazım.
  • bir istiklal caddesi dolusu insana bakıp içinden "bir gün buradaki herkes beni tanıyacak, çok ünlü olacam çook!" diye içlenmek. tabi bu serzenişi yaparken ufacık bi liseli olduğumu ve hayatın benim için çok kötü bi dönemde olduğunu da bilmek lazım.
  • kardesle yururken karninin ac oldugunu soylemesi, cepleri caktirmadan kontrol etmeye yoneltir adami.. 5 kurus daha ciksa bir boyoz/simit alabilmek icin gerekli 50 kurusu tamamlayacak.. ama yok. kardese ses edilmez, boyozcuya da 5 kurus icin boyun egmeyi yediremezsin kendine...

    - ya siktir et oglum, eve az kaldi zaten, atariz ekmegi firina. kizarmis gibi olur hem, yagi sureriz; ustune de bi peynir.. mis!
    + [gurrp!] tamam abim, dayaniriz...

    ustunden 3 ay gecti. kardesimle ayni yoldan geciyoruz, bu sefer param var.. verdim parayi bizim elemana, git boyoz al bakalim dedim.. ac oldugunu o gunden beri hic soylememisti bana, biliyorum aciktigini. caktirmiyo da ibne. gozlerinde isik yandi resmen :)

    - abi az ilerden kola da alak mi?
    + [bu sefer abi mutlu, mesut] alalim be oglum, dilim de damagima yapistiydi ha...
  • evde tüpün bitmesi ve memur emeklisi annede tüp alacak para olmaması. sabah kahvaltıda kızartılacak böreklerin tüp olmadığından dolayı tüp ateşinde değilde elektirikli ızgaranın üzerine tava konarak yağın kızartılıp pişirilmesi. yinede evsizler, afrikadaki kıtlık(bu anı yaklaşık 20 küsür senelik ama afrikada hala değişen bir şey yok)düşünülerek kendi halime üzülmemem.
  • üniversite yılları..
    baba emekli olduğu için geçici olarak gelen iyi para ile 2 arkadaşla birlikte ev tutulmuştur.
    ama sonra gelen para eski hesap olmaya başlayınca sıkıntı başlar.
    diğer 2 arkadaş yazın memlekete gider.
    benimse memlekete gitmeye bile param yoktur.
    kirayı da ödemem gereklidir.
    bir dağıtım şirketinde işe girilir. yaya kurye olarak.
    yapacağım iş k. çekmece ilçesinde evrakları dağıtmaktır.
    maaş bir ay sonra alınacağından bu bir ayın sağ salim geçmesi gerekir..
    adamlar henüz bana güvenmediklerinden aylık akbil yerine günlük otobüs parası verirler..
    bense dağıtımları sabahtan akşama kadar neredeyse yaya olarak yapıp (ortasında göl bulunan bir ilçeden bahsediyoruz) kalan parayla karnımı doyururum.
    neredeyse bir ay böyle geçti sevgili sözlük..
    hatırlayınca hüzünlendim şimdi..
  • eğer yanlış anımsamıyorsam yıllardan 1995. parlak bir ilkokul sürecinin ardından ortaokul serüvenine adım atmışım. fakat bulunduğumuz kasabada ortaokul yok ve bu nedenle okula parası aylık olarak ödenen bir minibüsle gidip geliyorum. gidiş-geliş nereden baksan 2 saat gibi bir zaman alıyor. yani okul epeyce uzak. ee okul süresine ulaşım süresini de ekleyince koskoca bir gün yapıyor. sabah çıkıp ta akşam evde olabiliyorum. içinde yetiştiğim ailemin kemikleşmiş bir harçlık kültürü hiç yoktu. günlük olarak her şey, annemin hazırladığı bir beslenme çantasından ibaretti. işte ben yine böyle bir günde o güzelim beslenme çantasını minibüste unutmuşum. kıpkırmızı domatesim, peynirim ve üstüne yumurta sarısı sürülüp kızartılmış ekmeğim uçtu gitti. okul her öğlen 1 saat yemek paydosu verir, yakın olanlar evlerine falan gider, karınlarını doyurur gelirlerdi. sınıf arkadaşlarımdan birinin evine gidip karnımı doyururum diye plan kuruyorum kafamdan; ama gel gör ki utancımdan kimseye ben de geliyim mi diyemedim. hayatta planlanan her şey uygulamaya dönüştürülemiyor ne yazık ki. hayatın gerçekleri çok farklı.

    okul yemek saatine girdi. giden gitti. ben de çarşıya çıktım. avare avare dolanıyorum sokaklarda. karnım da iyice acıkmaya başladı. çocuk bünyesi işte. cebimde de çok ufak bir madeni para var. belki 2 ya da 3 sakız falan alınabilir. o değerde bir para. gözümü karartıp nolursa olsun diyerek bir fırına girip parayı uzattım ve ekledim:

    - buna ne kadar ekmek olur abi?

    önce fırıncı dayı beni baştan aşağı bir süzdü ve"buna ekmek olmaz aslında; ama ben sana yarım ekmek veriyim" dedi. süper bir gelişme. uzattığım parayı da "koy onu cebine" diyerek almadı.

    siz şimdi o yarım ekmeği yiyip okula gittiğimi sanıyor olabilirsiniz; aslında benim de amacım buydu; ta ki okula giderken yol üstündeki dönerciyi görene kadar. olay bu ya dönerciye gidip yarım ekmeğimi göstererek "bu kadar param var. acaba ekmeğimin arasına sade kıvırcık koyar mısın" diye sordum. adam güldü "olur tabii" dedi. ne güzel iş lan. işin ilginç yanı bu da bozukluğumu almadı. "para istemez" dedi.

    evet kepaze bir durum. resmen dilencilik yapmış gibi olmuşum ey sözlük. ama ben bu süreçte hep samimiydim. hep paramla bir şeyler yapmaya çalıştım. eee adamlar almadıysa benim suçum mu?
  • babamın tek maaşı ile abimi üniversitede okutup beni dershaneye gönderdiği bir de bunlara ek olarak annemin sigortasını ödediği zamanlar, dershane servisini kaçırdığımdan dolayı otobüse verecek para olmadığından dershaneye gidemediğim o gün ilk, tek ve en iç burkanı idi benim için..hepi topu gidiş dönüş otobüs parası belki 5 10 liraydı ama olmayınca olmuyordu işte...o zamandan bu yana çok şeyler değişti ama o günün anısı hep tazedir bende...
  • ben hayal meyal hatırlarım ama annem anlattıkça hala üzülürüm.

    babam evde 2 çocuk olduğundan** annemin çalışmasını istemez. çocuklar küçük der.. bu arada abimle sadece balkonda oynamaya iznimiz varken, o gün ne hikmetse sokağa çıkmamıza izin vermiş annem.. komşunun kızı elinde bi çikolata, yurtdışından geldiği açıkça belli ( 80 sonları-90 başları, yurtdışından gelmiş bi çikolatanın değeri paha biçilemez tabii), kız şişko nuri misali karşımda çikolatayı yemekte.. eve çıkıp anneme; "anne para verir misin çikolata alıcam" demiştim.. annem, "şimdi paramız yok kızım, baban maaşını alsın, ben sana alıcam" demişti.. tamam falan deyip, tekrar aşağı inmiştim.. kız hunharca kemirmekteydi çikolatayı yine.. ben tekrar yukarı tabii.. "annecim, babam parasını alınca sen bana çikolata alcaksın di mi?".. annemde yavaştan yürek burkulması tabii.. "alıcam kızım"...
    akabinde bu şekilde 2-3 kere daha sorduktan sonra, annemin hıçkırıklara boğulması ve 3 kuruş para için sabahın köründen gecenin 10'a kadar cmt-pazar demeden çalışmaya başlaması.. kimi zamanlar 3 gün boyunca annemi hiç görememem.. dilim tutulaydı.
  • ilkokul da öğretmenimiz bütün sınıfı tatilya' ya götürdü. babam da tüm gün orada olunacağı için öğle yemeği harçlığı olarak 500 bin lira verdi. ertesi gün gittiğimiz tatilya' da yemek için tek bir yer olması ve orada da en ucuz yiyeceğin 750 bin liradan başlıyor olmasıyla birşey yiyemedim. o gün akşama kadar hiçbir arkadaşa belli etmeden tanesi 200 bin liradan 2 şişe suyla idare ettim.
    bunu o gün bugündür her harçlık olayında hatırlamaya devam ederim.
  • evde makarna yapılır. bol salçalı.
    eh yoğurt yok.

    anne lavabo altındaki boşluktan coca cola 1 litrelik şişelerini aldırır bakkala gönderir. şişeleri satar yoğurt alırsınız.

    bir tencere makarna ve yanında yoğurt ile doyarsınız. babanız akşam "aaa eve para bırakmamış mıyım" der. (o da biliyordur bırakmadığını) maaşı ilk aldığı gün eve saralle gelir ve 2-3 gün olmadan su bardağı sayınız bir adet artar.

    edit: imla.
hesabın var mı? giriş yap