• tahtada cümle yazarken, z harfim 2'ye benziyor diye türkçe öğretmenimin senden bir şey olmaz otur yerine diye azarlaması.
    türkçe öğretmeni oldum.
    z'lerim hala 2'ye benziyor.
    mal.

    edit: arkadaşlar seneler sonra bir yazar arkadaşın bana bu yazdıklarımla ilgili bir soru sormasıyla tekrar okudum bu entrymi, bu kadar fav almasına da çok şaşırdım. bunu yazdığımda yirmilerin başındaydım, belki de sırf yazmak için yazmışımdır hatırlayamıyorum.

    on sene olmuş yazalı, düşününce aynı fikirde değilim. tabii üslup yanlış ama belki şakayla söyledi, belki ben ısrarla anlamayıp hocayı sinirlendirdim, bilemiyorum. söylemese iyiymiş ama mal hakaretini hak edecek bir durum değil bence.

    sözlükteki öğretmen düşmanlığı bu on yılda inanılmaz arttı, belli ki bu entryle benim de bunda payım var. yine de bu entryi silmeyip editlemeyi tercih ediyorum, demek ki insanın düşünceleri epey değişebiliyormuş. ha derseniz ki bu hakareti hak edenler yok mu, var arkadaşlar. maalesef. ama herkes aynı değil. tüm öğretmenlere yargısız infaz yaparken iyi niyetli olanları da üzüyorsunuz. hepimiz bu ülkenin haline üzülüyoruz, her açıdan epey zor günler yaşıyoruz. linç kültürüyle gaza gelip hak etmeyen insanların üstüne gitmeyin. kimseyi durduk yere strese sokup üzmeyin arkadaşlar, üç günlük dünya, değmez.
  • daha birinci sınıfın ikinci haftasında önündeki kıza "sevgilim" diyen çocuğu kızın öğretmene şikayet etmesi, öğretmenin öğrenciyi çok feci dövmesi akabinde çocuğun "sevmek günah mı?" diye bağırarak ağlaması.
  • müdür yardımcısının girdiği din dersinde (ayrıca müzik dersine girerdi) hz. muhammed'in en büyük mucizesi nedir diye sormuştu.
    millet yok ayı ikiye bölmesi, yok allah ile yüzyüze konuşması diye atıp tutuyordu. sıra bana gelince kuran dedim. hoca da afferin dedi.. sen ilerde büyük adam olacan dedi.
    (bkz: olamadı)
  • ergenliğe kadar bütün erkekler sınıfın en çalışkan kızına, bütün kızlar sınıfın en çalışkan erkeğine aşık oldular. ergenlikten sonra bütün erkekler sınıfın en koca memeli kızına, bütün kızlar da sınıfın en serseri çocuğuna aşık oldular. ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

    edit: soran olmuş, evet ben çalışkan olandım.
  • hiç de hoş olmayan, insanın hayatını şekillendirebilecek anılardır.

    almanya'daki ilkokulumuzda doğumgünü olan çocuk için küçük bir kutlama yapma geleneği vardı. öğretmen son dersin bir kısmını veya tamamını bu kutlama için ayırırdı. çocuğun ailesinin getirdiği pasta sınıf arkadaşlarına ikram edilir, küçük poşetler halinde hazırlanmış ve içinde şekerleme, çikolata, sürpriz yumurtalardan çıkan oyuncaklar ayarında küçük oyuncaklar olan paketler dağıtılır, çocuk şarkıları söylenirdi. maksat hem doğumgünü çocuğunu mutlu etmek hem de sınıf içindeki arkadaşlığı pekiştirmekti. hatta doğumgünü yaz tatiline denk gelen öğrenciler bu şekilde kutlayamayacakları için üzülürdü.

    sonra ben dördüncü sınıftayken ailem türkiye'ye dönmeye karar verdi. dönem ortasında yeni bir okul, eski sınıfımdan üç kat kalabalık bir sınıfta, hiç bilmediğim bir eğitim sisteminin içine düştüm. aynı sırayı paylaştığım çocuk dışında kimseyle arkadaş olmamıştım, diğer çocuklar da her fırsatta sataşıyor, bozuk türkçemle dalga geçiyor, her gün okula geldiğime pişman ediyordu.* durumun farkında olan ailem doğumgünüm yaklaştığında öğretmenle konuşup almanya'daki okulun bu geleneğinden bahsetti ve benzer bir şey yaparsak belki sınıf arkadaşlarımla yakınlaşabileceğimi söyledi. derste tek yaptığı şey test dağıtıp bu testleri değerlendirmek olan öğretmen ise dersten kaytarabilmek için hemen kabul etmişti.

    doğumgünümden önceki gün bütün sınıfa yetecek, büyükçe bir pasta hazırladık, sınıf arkadaşlarıma dağıtacağım paketleri hazırladım, poşetlerin içine çeşitli çikolatalar, şekerler, hatta arkadaşlık rüşveti olsun diye kendi oyuncaklarımdan seçip fazladan küçük asker figürleri, legolar koydum. son ders saati geldiğinde ailem akşamdan hazırladığımız pastayı, içecekleri, plastik tabak ve bardaklar getirdi, öğretmene teşekkür etti ve gitti. öğretmen de beni tahtanın önüne çıkarttı, "bugün james arkadaşınızın doğumgünü, şimdi size bir konuşma yapacak, hep beraber kutlayacaksınız. bunları da size getirmiş, elden ele dağıtın" dedi ve hazırladığım paketleri öndeki sıraların üstüne döktü ve sonra pastayı alıp öğretmenler odasına gitti. pastanın gözlerinin önünden alınıp götürülmesine bozulan sınıf arkadaşlarım paketlerin içindeki şekerleri bana atmaya, küfür etmeye başladı. kendi getirdiğim şekerlerle beni taşlıyorlardı resmen. tam o sırada sınıfa giren öğretmen "çocuklar gürültü yapmadan kolalarınızı için" dedi ve az önce almayı unuttuğu plastik tabakları alıp tekrar dışarı çıktı.

    nasıl kalmışsa aklımda, hatta kazınmışsa aklıma, hala kalabalık ortamları sevmem, grup önünde konuşma fikri karşısında bile dehşete düşerim.*
  • gece sakızla uyurken nasıl olduysa sakız saçıma yapışmıştı, makasla şundan kurtulayım derken saçımı kesip daha da rezil ettim durumu. sabah erkenden berbere gidip saçlarımı kısacık kestirip okula döndüm. müdür beni görünce yanına çağırdı, andımız okunmadan önce beni okul kürsüsünün oraya çıkarıp erkek öğrencilere "işte saçınız böyle olacak, işte örnek öğrenci" diye gösterdi. üstüne bir de alkışlattı, o da yetmedi beni sağa, sola, arkaya döndürdü iyice görsünler diye. çocuk olsak da sadece bir sakızın tüm bunlara sebep olması çok üzücüydü.
  • pantolon içine pijama giymek, bitlenmemek için devamlı kısacık saçla dolaşmak, öğretmenin cetvelle daha rahat vurabilmesi için elleri büzüştürüp, öne doğru uzatmak, kızlardan nefret etmek, lastik silgiyi kaybetmemek için ortasından delip, iple boyna asmak, abaküs, plastik fasulye ve kürdan, hafta sonu folklor derlersi, haftalık ünite dergileri, beden eğitimi dersi yerine matematik sorusu çözmek, birdirbir, uzun eşek, misket oynamak, kankardeşliği, milliyet çocuk dergileri, ilçe okulları arası bilgi yarışmaları, küçücük sıralar...
  • ilkokul son sınıfa başladığımda, sınıfımıza gönül adında bir kız gelmişti, ebeveyn tayini aracılığıyla. o zamanlar aşk meşk mevzularında bir tek madonnayı kalbime yerleştirmiş, aile toplantılarında büyüyünce doktor olacağım, örtmen olacağım yerine madonnayla evleneceğim diyerek dolanıyordum.

    okulun ilk günü, bu gönülle göz göze geldik. nasıl yaptım nasıl ettiysem bu kızı madonnaya benzettim. eve gidince anneme böyle böyle diye anlattım. annem de güya aklı başında telkinlerle beni madonnadan vazgeçirmeye çalışıyor o sıralar. hah dedi, 'bak işte kendine göre birini bulmuşsun, arkadaş olsanıza'. iyi dedim, ben biraz şu kızı süzeyim.
    2 hafta filan ben gönülü iyice süzdüm. hareketlerinde madonnayla benzerlikler arıyorum, yürüyüşüne ses tonuna tozlar konduruyorum. sonra karar verdim ki bu kız benim madonnam olabilir.
    cuma günkü son dersin bitiminde yanına gittim. elimde bahçeden kopardığım papatyalarla beraber. 'al' dedim, 'ne yapıcam ben bunları' dedi. 'fal bakarsın' dedim. 'tamam' dedi. döndüm gittim.

    haftasonu annesine söylemiş, benim annemi bir yerden tanıyomuş kızın annesi, 'o çocuk senle arkadaş olmak istiyor bak ne güzel sana çiçek vermiş' demiş.

    pazartesi sabahı bahçede toplanma sırasında yanıma geldi. bana bir kağıt verdi. baktım, kağıdın içine araba resmi çizmiş. deli karı. sınıfta biliyorlar beni arabaları çok seviyorum falan, küçük bir porshem vardı onu falan görmüş demek ki ona benzetmeye çalışmış. benimde nasıl hoşuma gittiyse, içeri girer girmez bunun yanına gitmeden, kapının ağzından gönül diye bağırdım. herkes sustu bana bakıyorlar, 'seni seviyorum' dedim. şimdi nasıl komik geliyor ama çok ciddiydim. öyle bağırınca kendim korktum hemen tuvalete kaçtım. ders başlamadan geri geldim, bir de baktım ki kızcağız hönk hönk ağlıyor. arkadaşları yanıma geldiler falan, sen nasıl bizim arkadaşımızı seversin diyolar, bana kızıyorlar. ulan nefret etsem daha mı güzel olurdu yani. yok işte, nasıl anlatıcan.

    o zamanlar filmlerde gördüğümüz, fakir elemanla zengin kızın ulaşılmaz aşkları, çevre sebepli karşılaştıkları baskılar, engellemeler ve elemanın bunların hepsine karşı başı dik duruşu falan, tüm duygularımı bu şekilde yönlendirmemi sağladı. artık sanki tüm dünya bizim kavuşmamızı istemiyormuş da ben buna karşı koycam temalı planlar yapıyorum.
    küçük küçük notlar yazıyorum, teneffüslerde kızın kalem kutusuna koyuyorum kimse bakmazken. hepsinde seni seviyorum yazıyor altına da mahlas olarak papatya falı yazıyorum.

    ben bir hafta kadar küçük notları yollamaya devam ettim. kimseye bişey söylemezse, anlıyacağım ki o da beni seviyor. sonra bir cuma akşamı okuldan dönüşte eve geldim, kalem kutumu açtım bir de baktım ki verdiğim tüm notlar kutunun içinde. arka taraflarına, o da, seni seviyorum yazmış, mahlas olarakta porje yazmış. ben bunu görünce nasıl kötü oldum, nasıl ağlıyorum anlatamam. annem yanıma geldi ne oldu oğlum falan diyor bende ses yok.

    ertesi gün bunların evin oralarda pusuya yattım. acayip görmek istiyorum onu. yarım saat falan bekledim baktım evden çıkıyor bu, ıslık çalayım da baksın istedim. denedim yok çalamıyorum, böyle pıssst vızzzt gibi sesler çıkıyor. yanına gitmeye korkuyorum annesi falan pencereden görür diye, yerden küçük taş aldım üstüne atmaya başladım. ama mesafe uzaktı baya, yetiştiremiyorum. iyi ki de yetiştiremiyorum, kızın kafasını yarıcam nerdeyse, nasıl bir arzuyla atıyorsam taşı, er ryan ı kurtarmaktaki sniper cı herif gibiyim. bu gitti bakkala, ekmeğini aldı, geri eve girdi. görmedi beni.
    ben biraz daha bekledikten sonra sıkıldım, mahalleye gidip arkadaşlarla maç yaptık.

    ----2 hafta sonra----

    10 gündür sürmüş olan sevgilikten usanan gönül(bu hem benim gönül, hemde sevgilim olan gönül) artıkın ayrılmak üzerine bahaneler yaratma çabasına girdik. o gün, parktayız. gönülü salıncakta sallıyorum.

    -ya biraz daha hızlı salla
    -tamam
    -bana çikolata alsana
    -biraz önce yedik ya çikolatayı
    -yaa, beni sevmiyosun sen
    -param yok param. sallıyom ya seni ne istiyon daha
    -hızlı salla bari
    -düşersin sonra, böyle iyi
    -o zaman çiçek getir bana
    -ne yapıcan
    -sanane
    -doğru konuş
    -konuşmazsam ne olur
    -sallamam
    -banane, zaten hızlı sallayamıyon ki
    -...(azına sıçtım senin şimdi)
    -ya dur, yavaş
    -...(hehe)
    -yapma düşecem, ıığğğğ üğğğğ
    -ağlama be, sen istedin
    -ben memet aliyi seviyom seni değil.(sınıftaki düşmanım oluyo kendisi)
    -bende zaten ayşeyi seviom
    -iyi
    -tamam
    -...
    -ben gidiyom o zaman
    -biraz daha salla da öyle git, ama yavaş salla
    -memet ali sallasın seni
    -sende ayşenin yanına gidicen zaten
    -hayır seni kızdırmak için yalan söyledim
    -ben de.
    -ihihih, seviyomusun beni
    -evet, sen?
    -ben de
    -ehehe

    böyle bir 2hafta daha sürdü salıncaklı aşk hikayemiz, sonra ben buna bir sınavda kopya vermedim diye ayrıldı benden. memet aliyle takılmaya başladılar. bende gıcık olsun diye ayşeye yanaşmaya çalıştım ama sallamadı beni ayşe. o da memet aliyi seviyormuş. dedim bende memet aliyi sevsem ya ne güzel bir sınıf olurduk ama olmadı tabi.
  • maddi durumumuz iyi olmadığı için her cuma yeni sayısı gelen haftalık dergiyi bedava veren öğretmenim. okuduğum okulda hademelik yapan canım annem.
  • gökşin var benim aklımda ilkokuldan. nasıl güzel bir kızdı o ya, büyüyünce de değişmedi, güzel kaldı hep öyle. isminden de belliydi zaten, gökşin isminde birinin çirkin olabilme ihtimali yoktur ki zaten, insanlık tarihinin başından beri güzel olmuştur tüm gökşin'ler. neyse bu gökşin'in oyuncak bebek mi ne var kucağında, zil çaldı sınıfa dönüyoruz, dedim gökşin'e "çocuk senin mi, babası kim?", "sensin, bu bizim çocuğumuz" dedi. ben orda dondum kaldım, bizim piçler, başladı hemen dalga geçip gülmeye falan, ben kıpkırmızı oldum utançtan, ağlıcam neredeyse, koşarak kaçtım sınıfa, birkaç gün küstüm gökşin'e. işte ilkokuldan aklımda kalan ender şeylerden biri ne kadar mal olduğumdur. işte o mallık terk etmedi beni yıllarca, malın önde koşanı, bayrak tutanı oldum ben hep o günden beri.
hesabın var mı? giriş yap