• aşklar, aile sevgisi, evlat sevgisi, doğa sevgisi, vatan sevgisi ve hatta yaratıcı sevgisi vs. bunların hiçbiri gerçek değil. değişik nevrozların ve psikozların etkisi altında gelişiyor. o yüzden de, daha doğrusu, duyguların gerçek veya samimi olmaması demek, belirli koşutlar altında gerçekleşiyor olması demektir.

    tanıdığım işinde gücünde çok başarılı biri vardı. dostları, aile hayatı, eşi çocukları vs. her şey yolundaydı. sonra kendisinde bir hastalık baş gösterdi. günbegün eriyip gidiyordu. zamanla herkes onu terk etmeye başladı; eşine varana kadar herkesin yanından bir bir ayrılışını izledi yatağında. geriye hiç kimsesi kalmadığında da vefat etti.

    insanların tümüyle böyle olmadıklarını söyleyeceksiniz. stefan zweig'in ungeduld des herzens romanında olduğu gibi insanın birilerine karşı acıyıp, merhamet duyarak yanından ayrılmayabileceklerini söyleyeceksiniz. öyleyse bu hangi psikolojik faktörlerle gerçekleşiyor. körlük romanında olduğu gibi dünyada bir duyumuz aniden yerinden kalksaydı, bir anda duygularımız nasıl değişirdi? hangi koşullar altında ahlaklı, hangi topluluklar içinde merhametliyiz?

    bütün bir dünyada büyük bir yalnızlık içerisindeyiz. herkes vakit geçirebileceği bir şeyleri, birilerini arıyor. bu dünyada insana dair organik hiçbir duygu yok. yaşa ve öl.
  • gerçek nedir? duygular nasıl oluşur? gerçek duygu ile sahte duygu birbirinden nasıl ayrılır?

    gerçeğin ne olduğuna hiç girmeyelim, bilen yok. duygularımız ise çoğunlukla evrimsel kökenlere dayalı, hormonal ve beynimizdeki kimyasal aktiviteden ibaret. doğru kimyasal kombinasyonlarla, beynin doğru bölümlerini uyararak birinde aşk, öfke, endişe vs. gibi her türlü duyguyu oluşturabilirsiniz sanırım.

    diğer tüm canlılar gibi hayatta kalmak, üremek, neslimizi devam ettirmek istiyoruz. (vücudumuzdaki dna'nın %90'ı bize ait değilken, "üremeyi isteyen kim?" ya da "biz kimiz?" sorusu da saçma. zira genlerimiz üzerindeki enformasyonun devamı için çabalayan, daha kontrolün ne kadarının kendisinde olduğunu anlayamamış canlılarız.) bu da bizi seçim olayına getiriyor.

    ailemizi seçemiyoruz, doğduğumuz coğrafyayı(yani doğayı, vatanı!!! vs. seçemiyoruz), çocuklarımızı seçemiyoruz, belki tapacağınız tanrınızı seçebilirsiniz ama tartışmalı konu. duygular kimyasal aktiviteden ibaret dedik ama bu saf materyalistik görüşe karşı çıkan teorileri de göz önünde bulundurarak(bkz: knowledge argument), özgür iradenin de bir yanılgı olabileceğini bilerek, spinoza'nın “havaya atılan bir taş düşünebilseydi, kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı.” sözünün de farkında olarak, evrim tarafından eş seçiminde türü devam ettirecek en uygun eşi seçmeye programlandığımızın da bilincinde olarak diyorum ki; aşk hariç her şey yalan.

    aşk haricindeki seçenekler, yalancıktan da olsa bir seçme şansınızın olmadığı şeyler. bir zorunluluk söz konusu. içine doğduğunuz dünya bu çünkü. mesela yozgat'ta doğan biri yozgat'ın bozkırların seviyorsa bile, asla gerçekten sevip sevmediğini anlayamaz. çünkü seçim hakkı yoktu. ve belki ege'de doğsa maviyi ve yeşili sevecek ama bunun farkında değil. bu yüzden yozgat'ı sevdiğini düşünüyor. hatta ege'nin mavisine yeşiline düşman bile olabiliyor. çünkü bilişsel çelişkisini gidermek zorunda.

    ailemiz için de benzer şey geçerli olabilir. belki size kalsa, normalde birlikte bir dakikanızı bile geçirmeyeceğiniz kişiler, muhabbetinden pek de hoşlanmadığınız kişiler, sırf ailenizin üyeleri diye mecburen vakit geçiriyorsunuz. ve belki bu zorunluluk, onları sevmenize yol açıyor.

    aile demişken; bir annenin çocuğunu sevmesinin de evrimsel kökenleri var. anne sevgisi de hormonlarla açıklanabilir, annenin çocuğunu kendi genetik mirası için sevdiği söylenebilir. bunların hangisi anne sevgisinin yalan olduğunu gösterir ki?

    aşk da yalan değil. aşkın hormonal bir basitliğe indirgenmesi, bilimin aşkın arkasında yatan mekanizmayı açıklaması ona olan inancımızı sarsıyor belki ama bence bizi rahatsız eden ve başlıkta duyguların samimiyetinin sorgulanmasına yol açan şey aşkın sonsuza dek sürmemesi, bağlılığın bir noktada son bulacak olması korkusu veya sevdiğiniz insandan bir vazgeçme eşiğinizin olma ihtimali gibi şeyler.

    oysa aşkın hormonlarla, beyin kimyasıyla açıklanabiliyor olması aşktan bir şey götürmüyor. belki onu daha da güzelleştiriyor. ancak yine de aşk hormonların, kimyanın, bağlılığın, türünü devam ettirme isteğinin ötesinde bir şey bence. ki "aşk bunlardan ibaret ve sen de beynindeki kimyasalların etkisinde böyle düşünüyorsun" derseniz, "o halde aşkın gerçek olmadığını nasıl iddia edebilirsiniz?" sorusunu sormak zorundayım. aşk bunlardan ibaret olsa bile, demek ki aşk var ve o zaman gerçekliğin tanımını buna göre yapmaya başlamalıyız. ancak ben bunların ötesinde bir şey olduğunu düşünüyorum. tamamen öznel bir yargı. belki böyle düşünmeme yol açan şey, sevdiğiniz kişiyi oluşturan koşulların(hadi çok sığ düşünelim ve erkeklerin kalça genişliğine, kadınların arabaya göre eş seçtiğini kabul edelim) ötesinde, yani bu koşullar sağlanmasa bile insanların birbirine aşık olabileceği ve bağlılıklarından ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyenler olabileceğidir.
  • "peki bu durumda, sevgi, cömertlik, nezaket, şefkat, dürüstlük ve insana özgü diğer övgüye değer özellikler; bilinçli ancak bencil, varkalıma(hayatta kalmaya) yönelik nörobiyolojik düzenlemenin sonucundan başka bir şey değil mi? bu durum, özveri olasılığını yadsıyıp özgür iradeyi saf dışı mı bırakıyor? gerçek sevgi, içten dostluk ve içten şefkat diye bir şey olmadığı anlamına mı geliyor? bunlar kesinlikle doğru değil. ne hissettiğim konusunda yalan söylemiyorsam, gerçekten sevgi, dostluk ve şefkat hissediyorsam, sevgi gerçek, dostlu içten, şefkat de içtendir. bu duygulara salt akıl ve irade gücü sayesinde ulaşsaydım, belki de övgüye daha layık olabilirdim. peki ya doğal yapım gereği, bunlara daha çabuk ulaşıyorsam, yani çaba bile harcamaksızın iyi ve dürüst olabiliyorsam? varkalım, beyin ve doğru eğitimin, bu tür hisleri yaşamamızın nedenleriyle gayet ilgili olduğunu fark etmek; hissin gerçekliğini (yani yaptığım ve söylediğim şeyin, zihnimden geçenlere ne kadar uyduğunu), hissin büyüklüğünü ve güzelliğini bozmaz. aynı şey büyük oranda, özveri ve özgür irade için de geçerlidir. insanın en soylu davranışlarının ardında biyolojik mekanizmaların olduğunu fark etmek, nörobiyolojik ayrıntıların basite indirgenmesi demek değildir. karmaşıklığın daha az karmaşık bir şeyle kısmen açıklanması, değerinin düşürülmesi anlamına gelmez." descartes'ın yanılgısı- antonio r. damasio

    bu başlığa girdiğim ikinci entry oldu. ilk entry şudur: (bkz: #71123069) ikinci entry'yi giriyorum çünkü ilk entry'yi girdikten aylar sonra okuduğum bir kitapta, nörolog ve sinir bilimci bir bilim insanının, yani antonio abinin, benzer şekilde düşündüğünü görmek beni mutlu etti.
  • her ne olursa olsun biz onları gerçeklermiş gibi algılıyoruz.

    beau lotto'nun duyularımızla ilgili söylediği gibi,

    örneğin bizim renk algımız kategoriktir. her rengi kırmızı yeşil mavi ve sarı açısından tanımlayabilirsiniz. her bir kategori de eşsiz renk tonu dediğimiz şeyle tanımlanır, içinde başka renk tonu barındırmayan bir kızıllık algısı. halbuki portakal rengini kırmızı ve sarının kombinasyonu olarak algılarsınız. ama kırmızıda sadece kırmızı görürsünüz. sarıda sadece sarı görürsünüz. ama spektrumlar yani renklerin yapısı kategorik değildir, sürekli dağılım-yayılım durumundadırlar.

    yani en temelde aldığımız bilgiyi bile doğru olarak yansıtmıyoruz. bunun nedeni de onu bu şekilde görmenin daha yararlı olmasıdır. datanın faydasını görüyoruz, kendisini değil.

    insan duygularında da konunun böyle olduğunu düşünüyorum, duyguyu hisseden kişi onun bir neden sonuç zinciri sonucunda ortaya çıktığını göremez. bu hissiyatı öyle gerçekmişcesine yaşar ki etten ibaret bedeninde bunun açıklamasını bulamaz ve ruh kavramını ortaya atar. o da yetmez, tanrı kavramını ortaya atar.
  • (bkz: harry abi ciğerimizi soldurdun yeter)

    ama adam haklı.
  • kendi adıma konuşursam bu konuda oldukça samimi olduğumu düşünüyorum. çevremde insanlar var evet ama bunların içinden seçerek çok az kişiye o yakınlığı hissedebilirim. hassas bir yapım var ve kendimi bilerek davranıyorum diyelim. bu kadar dikkat etmeme rağmen yanıldığım insanlar da oluyor. mesela arkadaşlarım var evet ama bunların hepsi için aynı zamanda dostum diyebilir miyim? tabii ki hayır. sadece iyi gününüzde sizin yanınızda olan, ciddi konuları konuşamadığınız biri hayatınızda hiç olmasın zaten.

    yalnız günümüzde birçok insanın duygularında samimi olmadığını görüyorum. hala bunların ayrımını yapamadığımı anladığımda da kendimi çok kötü hissediyorum çünkü ben insanları tipine, toplumda bulunduğu sınıfa göre yargılamam. karakterine göre yargılarım. siz de bu konuda birinin sizi karakterinize göre değil de tipinize, içinde bulunduğunuz sınıfa ya da artık başka gereksiz şeylere göre değerlendirdiğini anlarsanız o size yol vermeden siz ona yol verin.
  • insan soyu doğanın kanunlarından vazgeçip kendi koyduğu kural ve kanunlarla yaşamaya başladığında gerçek ve samimi olan her şeyden vazgeçti. aklın zaferi ruhun laneti oldu. doğadan, diğer canlılardan ve türlü ayrıştırmalarla dışladığı kendi soyundan uzaklaşırken insan, en çok kendi duygularına yabancılaştı. vazgeçtiklerinin yerine koyacağı kutsallar buldu. din, vatan, aşk vs. ama hiç biri özün yitirdiklerini geri getiremedi.
    bir gün tek ve gerçek yıkıcının kendisi olduğunu anlayana kadar insan doğanın kötü huylu kanser hücresi olmaya devam edecek... ki bence hiç umut yok.
  • eee kanka napalım...sevmeyelim mi, saygı duymayalım mı, sinirlenmeyelim mi, kızmayalım mı....
hesabın var mı? giriş yap