• iyileri uyutmak için söylenen en büyük yalandır. yok öyle bir dünya. bu dünya kötülerin dünyası.

    adaletli dürüst adamın bu dünyada canına tükürürler.

    ha bir de kendinizi kandırmayın bunun bir de diğer tarafı var diye.
  • kazanırsanız iyilerden olursunuz anlamı da çıkar.
  • masalların mottosudur. yani ancak masallarda olur.
  • nadiren de olsa bazı mucizeler sayesinde inandığım önermedir.

    biz yaklaşık 200 kişi, şık sayılabilecek bir salonda aperatifleri yemiş, ilk kadehlerimizi içmiş ve “ya paçanga böreğinden bize yetişmezse” telaşı içerisinde elinde mikrofon olan adamı dinler gibi yapıyorduk. konuşan şirketin genel müdürü idi ve biz şirketimizin kuruluşunun beşinci yılını kutluyorduk. genel müdür beş yılda elde edilen başarılardan bahsederken bir yandan da hepimize sanki bir din mensubuymuşuz ya da şirket bir kutsal mabetmiş gibi her şeyimizi ona vermemizi öğütlüyordu. bizim aramızda ise bazı kraldan çok kralcılar bunu avuçları patlayana kadar alkışlıyor, genel müdürün kötü esprilerine çok iyiymiş gibi gülüyordu. derken espritüel! genel müdürümüz ise ilk kendi ismini okuyarak başladığı yedi sekiz kişilik listeyi alkışlarla sahneye davet ediyor ve plaketlerini sunarak yanaklarından öpüyordu. sonra ağzından bir isim döküldü, “veyis”…

    sizi temin ederim ben hayatımda ilk defa o kadar sahte insanın bir dakikalığına da olsa gerçeğe dönüştüğünü, sanki bir nevi tüm yalakalıklarını, ayak oyunlarını, alet oldukları kötülükleri bir yana bırakarak bir nevi “günah çıkardığını” ilk defa o anda gördüm. yaklaşık iki yüz kişi aynı anda ayağa kalktı ve büyük bir saygı ile, büyük bir gurur ile alkışlamaya başladı. uzun bacaklı finansçı kızlardan, kareli gömlekli mühendislere kadar, kendini şirketin sahibi sanan ik görevlilerinden, kendini fabrikanın bordo berelileri sanan bakımcılara kadar herkes ayakta alkışlıyordu. onun ilk günlerine şahit olan eski amirlerinden tarık abimizin, uzun süre ona destek veren proje müdürünün gözlerinin yaşardığını bile gördüm. bu “a beautiful mind” filminde tüm hocaların john nash’in önüne kalemlerini bırakması kadar büyüleyici bir sahneydi.

    veyis, yani o kıs boylu, kel, göbekli ve parlak suratlı adam ise ayağa kalktı, mahcup oldu, kızardı, terledi, gözleri doldu, içinden belki “ne işim var lan burada” hissi oluştu, o otuz adımlık mesafeyi yere bakarak kat etti ve genel müdürün yanına ulaştı. genel müdür onu öptü, plaketini verdi ve “veyis herkeste ayrı bir yerin olduğu alkışlardan belli, hadi bir iki cümle et” dedi. veyis abi sadece elini göğsüne vurarak “hepinizden allah razı olsun” dedi ve yerine doğru elindeki kırmızı kaplı kutu ile yürümeye başladı. o yürürken alkışlar, ıslıklar ve “bravo” nidaları yükseldi, hatta her işte goygoyunu gösterebilen bir mühendis ekibi de “oooooo veyis …. oleeeeyyyyy, veyis ….. oley, veyis ….. oleeeeyy” nidaları attık. genel müdürün konuşması ise veyis için çıkan hengamesi arasında bitti. konuşma sonrası veyis de herkes gibi sigara içmek için terasa çıktı ve önünde resmen bir kuyruk oluştu.

    ben ise her zamanki gibi o gece de “sigaraya kaçmak kolay olur” düşüncesi ile terasa en yakın masalardan birine oturmuştum ve doğal olarak kuyruğun en başlarındaydım. ona “ vay kartal abim helal olsun, nice senelere, emekliliğine kadar böyle sevilmeni dilerim”. hayatımda o kadar insandan saygı görürken, saygının yanında sevgi görürken şahit olduğum ilk insandı. dediğim gibi birçokları onun nezdinde ruhunun günah çıkartmasını sağlıyordu.

    aram veyis’in ilk müdürü tarık abi ile çok iyiydi, çoğu zaman onunla kitaplardan, yemeklerden, doğadan, sanattan, mühendislikten ve adaletsizliklerden konuşurduk. o gece de terasın bir köşesinde konuşuyorduk, kendisine “veyis abi için çok sevindim abi, nasıl mutlu oldu değil mi diye sordum. “haklısın baggio dedi, bu saygıyı en hak eden adam da veyistir” dedi. bne tarık abiye “tamam abi veyis kimseyi kırmaz, işini iyi yapar, saygılıdır ama bu tezahüratın nedeni neydi” dedim. bana “anlatırım bir ara” dedi.

    kendi kendime hafta sonu her veyis’i hatırladığımda aynı soruyu soruyordum. “bu veyis ne yaptı ki bunca saygıyı hak etti”…

    tüm merakım takip eden pazartesi günü, tarık abi ile çay molasında bahçenin bir köşesinde yaptığımız veyis ana fikirli sohbete kadar devam etti.

    şimdi size o ana kadar benim gözümdeki veyis’i anlatayım birkaç cümle ile.
    kısa boylu, kel, beyaz yüzlü, efendi görünümlü, kimseyi kırmayan, herkese sigara tutan, kimseye bey veya hanım demeyen, ama ismi ile hitap etmesinden de kimseyi rahatsız etmeyen, elinden kinetiks marka sırt çantasını düşürmeyen, kış ayılarında daha önceki çin seyahatinden aldığı çakma “north face” montu ile dolaşan, üzerinde şirketin verdiği eşantiyon tişört ve sweatshirt lerin bulunduğu, kısa lm içen, hep yedek sigara paketi bulunduran, porto maçı sonrası “veyis abi nasıldık ama dün akşam, izleyebildin mi maçı ” diye sorduğumda. “şahaneydik baggio, golleri yedi, maçın kendisini de üç defa izledim sabaha kadar” diyecek kadar fanatik beşiktaşlı, herkesin bir şekilde iş danıştığı, efendi saygılı bir adamdı.
    şu andan sonra da bendeki veyis’in hikayesi merakını gideren, o yıl dönümü gecesinde onca insanı saygı ve mutluluk ile ayakta alkışlamaya neden olan o muhteşem hikayeyi tarık abiden duyduğu kadarıyla anlatmak istiyorum. aynı tarık abi’nin aklımda kalan cümlelerinden;
    “baggio niye şaşırdın ki o kadar, veyis’in hikayesi kaz dağlarının eteklerindeki “kahve fincanı” köyünde başlayan bir hayatın amerika’da üç yıllık eksper görevine uzanan hikayesi, benim adıma dünyanın en büyük başarı ve azim hikayesi. veyis bir köyede doğuyor, ilk okulu bitirdikten sonra köyde çiftçilik yapıyor, ondan her gün sabah ezanı ile uyanıp, dağa odun yapmaya gidiyor, hayvan bakıyor, tarla sürüyor, gece yarılarına kadar çalışıyor ve köyünden ilk olarak askerlik için çıkıyor. sonra köyden bir kızla evleniyor. sonra köylüsü ahmet onu izmir’e fabrikaya sokuyor, karısına da bir kapıcılık ayarlıyor. veyis çok çalışkandı, çok da zeki, ben onu önce operatör olarak çalıştırdım, sonra posta başı yaptım. ben ayrılınca yeni müdür de onu sırasıyla, takım lideri, üretim sorumlusu ve vardiya amiri yaptı. sonra ikinci fabrikada projeler kurulunca onu çektiler oraya, sonra geri üretime dönmek istemedi. sonra bir gün üretim müdürü onu çekiyor, “ben uzman olmanı istiyorum, dünyanın çeşitli yerlerindeki proje devreye alma süresince ekspert olarak destek verebilirsin. bunun için ingilizce kursuna gitmek, bir sürü eğitim almak ister misin?” diye soruyor. veyis önce ben kim bu pozisyonlar kim diyor, adam veyis’e yapabilirsin diyor. sonra veyis gitti ingilizce öğrendi bir sene boyunca gece gündüz çaışarak, öğrendi dediğim tabii ki mükemmel değil ama hiç sıkıntı çekmeden dünyanın öteki ucunda öğrendiği kadarıyla çarşıda pazarda, üretimde, toplantılarda idare ediyor. yetenekli olduğunu diğer fabrikalardan görüyorlar ve birkaç sene içinde amerika’daki şirketin ana fabrikasında expert olarak çalışması düşünülüyor” dedi.

    velhasıl veyis abi iyi insan olmanın, işini iyi yapmanın, sabrın azmin ödülünü bir yıl kadar sonra alacak. hala gündelikçilik yapan karısını, ilk okula giden iki kızını alıp “yeni dünya”’ ya götürecek. her akşam yatmadan önce allaha şükredecek, kötü gol yiyen defansa kızacak ve dünyanın öteki ucunda, amerika’da bir apartmanın sakinlerine haftada en az bir defa “beşiktaşım oleyyyy” bağırarak gol nasıl kutlanır dersi verecek. biz ise buralardan yeni gelen herkese veyis’in hikayesini anlatacağız. onu bir efsaneye dönüştüreceğiz, kendi kendimize adını andığımızda gülümseyeceğiz ve “vay be koca veyis” diyeceğiz.

    yolun açık olsun veyis abi, past continuous tense'e, kara kartala ve altın gibi kalbine selam olsun.

    not: okuduğunuz yazıdaki mekanlar ve isimler uydurma, hikaye ise tamamen gerçektir.
  • bu dünya için;
    yanlış bir genelleme.
  • kötülerin allah belasını versin, iyilerin veriyor zaten.
  • "iyiler mutlaka kazanır" evet doğrudur, inkar etmek ayıptır. ancak atlanmaması gereken en önemli şey kötülerin daha çok kazandığıdır. yani bankanın reklamındaki üç noktayı da tamamlayacak olursak: iyiler mutlaka kazanır, ama kötüler daha çok kazanır.
  • "hayırlısı böyleymiş" veya "nasip değilmiş"in bir başka versiyonu, 'züğürt tesellisi'nden öte bir şey değildir. biz daha kazandığını görmedik.
  • bu dünyada ise ben buna inanmıyorum, siz de inanmayın gençler. milyon tane yaşadığım hikayeyi anlatırım size, hiçbirinde de iyi davranmama rağmen kazanmadım. aptallık ettiğimi anladım, anlıyorum.

    sabahlara kadar mesai ücreti almadan, milli duygularla çalışıp sonunda mobbing ile istifaya zorlanırsınız. sizinle işi bitenler, sizi aramazlar bile. milyonlarca lira yatırım alsalar da tek kuruş vermezler. farklı iş pozisyonlarında adamları işe alırlar ve bunların tümü üstünüz olurlar. çalışmanın, iyiliğin karşılığı bu olur.

    sevdiğiniz, iyilik yaptığınız insanların arkanızdan konuştuğunu duyarsınız. bizim insanımız her zaman mükemmeldir, kusurları yoktur, hep karşısındakinde sorun vardır. eşek gibi helal para kazanmak amacıyla çalıştığınız için çok geç saatlerde eve gelirsiniz akraba, arkadaş hepsi alınır onları aramadığınız, görüşmediğiniz için . sanki sizi çok takıyorlarmış gibi evvelden, kızarlar. zor duruma düştüğünüzde sevinip, iyi olduğunuzda üzülen tiplerdir.

    kötü yolundan döndürmek için uğraştığınız, iyi niyetle her hatasını kabul ettiğiniz kızın sizin arkanızdan işler çevirdiğini görürsünüz. aldatıldığınızı, yalan söylendiğini öğrenirsiniz. bir daha kimseyi sevememek olarak alırsınız ödülünüzü.

    çalışma arkadaşlarınıza her zaman tebessüm etseniz de, yardımcı olsanız da hep onlar en zekidir. siz aptalsınızdır. tek bir hatada herkesin içinde bu hatayı yüzünüze vururlar, hediyeyi boyle alırsınız burada.

    dürüst davranırsanız daha çok vergi ödeyerek, daha çok mesai yaparak, daha çok insanlar tarafından kullanılarak alırsınız karşılığınızı. hasta iken, hastanede iken bile "çocuklar oyun oynayamıyor bilgisayarlarını tamir et" derler.

    insanlar size iyi desinler diye iyilik yapmayın demezler. üç milyon yıl sırtınızda taşıyın kimisini, sonra üç dakika soluklanayım deseniz bile kötü ilan edilebilirsiniz.

    insanlara iyi davranın, güvenin demeyeceğim kesinlikle her zaman temkinli olun, yumruklarınız sıkılı olmasın ama gardınızı da indirmeyin.

    iyilik ya da iyiler kazanmıyor, dünyada bunun safsata olduğunu söylemeliyim. siz yine de iyi olmaya, iyilik yapmaya devam edin. insan kendine yakışanı yapmalı.

    belki de iyilik yapmanın, iyi olmaya çalışmanın en iyi tarafı yukarıda maddeler halinde saydığım insan müsveddeleri gibi olmadığınızı görmeniz ve bunun için şükredebilmenizdir. bir diğer iyi tarafı da insanları tanımanızı sağlar.
hesabın var mı? giriş yap