• türkçede daha önce "baykuşlar öterken" ile "bir başka yaza doğru" adlı romanları yky'den yayımlanmış olup, bir iki ay içinde "sudaki yüzler" adlı romanı da aynı yayınevinden çıkacak olan janet frame, nobel edebiyat ödülünü kazanmamış, yalnızca aday olmuştur. kafanız yalan yanlış bilgilerle dolmasın.
  • saklanacak yer aramanın farkında olmadan içine yerleştiği, zamanı ne uzatan ne kısaltan anlık bir iç çekişle sığmaya çalıştığı genişliğin adına yaşam dendiğini anlamanın hor görülen bir yanı var. her şeyden kaçmanın insanı telef eden, varoluşu kırılganlaştıran içsel mücadelenin köhne yorgunluğu gibi bir anlamda. belki geçmişin kederinin lekelerinin mürekkep gibi dağıldığı zihnin malûm karmaşasından, belki de peşinden koşulan anlamın düştüğü boşluğun derinliğinden. janet frame’le tanışmam, onun hayatımdaki köşesini kendi zamanımın yıpranan bezine dikmeye çalışmam sanırım tam da böyle bir hâlin iğne ucuydu. “mutlaka okumalısın,” telkinine, hatta ısrarına mesafeli yaklaşmamın soğukkanlılığına karşı onun yazma iştahıyla ruhumun ve zihnimin sofrasına bıraktıklarını okuyarak bir tabak uzatacağımı büyük ihtimalle kitaplarını öneren arkadaşım da o günlerde henüz bilmiyordu. zamanın gölgesinde varolmanın yeryüzündeki her bir kadın için ne anlama geldiğini bir dikiş kutusu hikâyesinin aklıma düşürdüğü imgeyle mânâya kavuşturabildim nihayetinde, ipliğin davetkârlığı, iğnenin hedefe ulaşmak için verdiği çabanın, her batışın, her çıkışın kapattığı boşluğa eklendi. janet frame, özel hayat hikâyesiyle o dikiş kutusunun içindeki makas gibi, onu tanıdığım günlerin içinde, kendi arayışımın yamuk dikişlerini düzeltti, sarkan iplerini kesti.

    edebiyatın hatırlamakla ilişkisi aslında anlatılanın, anlatanın hatırasını nasıl kapsadığıyla ilgili çoğunlukla. yaratıcılığın iflah olmaz arayışının ve derdinin zahmetli gayreti, yaşamın benzersiz hikâyeleriyle ilintili. bugüne kadar janet frame’le henüz tanışmamış olanları, onun kimselere benzemeyen dehasına, içsel dünyasının ve ruhunun zenginliğine yakınlaştırmanın, dünyayı sanki yeniden yaratabilmenin gücünü insana fısıldayan cümlelerine aşina kılmanın yolu elbette üç ciltlik otobiyografisinin toplandığı soframda bir melek’in kapağını aralamakla mümkün. onun şiirle ve edebiyatla kurduğu bağ, kitaplarını okuyanlarının kendi yaşam gediklerini kapatmaya, bir nevi şifalandırmaya da muktedir. 1924 yılında yeni zelanda’da beş çocuklu işçi bir ailenin üyesi olarak başlayan yaşamı, çocukluğunun zorluğu, ilk gençliğinin kederi, yetişkinliğinin yalnızlığıyla nasıl kesişiyorsa, sekiz yıllık akıl hastanesi deneyiminin ve yanlış konulan şizofreni teşhisinin edebiyatla yaşamı yakın ve uyumlu getirişi, yazarak rahatlamasının utangaç umuduyla birleşir. ilk öykülerini topladığı lagün adlı kitabının yeni zelanda’nın en önemli edebiyat ödüllerinden hubert church memorial ödülü’nü almasıyla kurtulduğu lobotomi, korku ve umutsuzluk içindeki geçmişine dair kendine sorduğu sorulara cevap bulması için çıkacağı uzun yolculuğun zahmetli özgürlüğüdür. geçmişle hesaplaşmanın, gelecekle yüzleşmenin utangaç, korkak, yalnız ve tedirgin bir ruhta gövdelendiği yer, janet frame’in edebi derinliğinin, hayal gücünün kaynağıdır aynı zamanda. herkesten farklı olmanın, onun deyişiyle benliğin evsizliğinin tuhaf, yabani ve deli olmakla bağdaştırıldığı bir yaşamın dikey akışından çıkması için sorulması gereken tek soruyu sürekli yinelemesinin, bu sorunun peşindeyken içinde biriken kederi yüzeye çıkarmaya çalışmasının nedeni, her daim kendi yerini, içine saklanacağı kovuğu aramasıdır: dünya neden vardı?

    "hüznün ve yalnızlığın yükünü hissediyordum; sanki bir şey olmuş
    ya da olmaya başlamıştı ve ben bunu biliyordum.
    henüz kendimi dünyaya dikkatle bakan bir insan gibi
    gördüğümü sanmıyorum;
    o zamana kadar ben kendim dünyaymışım gibi hissediyordum."

    bu sorunun diğerleri tarafından hüküm verilen farklılık fikrini olumlanan bir nedensellik gibi sunmaya çalıştığı yanıta itirazını yazarak yapan janet frame’in her kitabına kendi yaşam öyküsünün izleri, hatıraları, hayal dünyası eklenir. bu aynı zamanda bir kadının kusursuz olanla değil, kusurlarıyla tamamlanmaya duyduğu sonsuz istektir. benliğinin evsizliğine inat ruhunun ve zihninin sarsılmaz inancıyla, akıl hastanesinin duvarlarına yazacak kadar onu yaratıcılığın doruğuna ulaşmak için zorlayan arzusu, yaşadıklarının, farklılığının, bedenine yerleşecek köşe bulamayan ruhunun dünyaya taşan, yeryüzüne sığmayan vasfıdır. baykuşlar öterken’de, bir başka yaza doğru’da, sudaki yüzler’de ve tabii ki yaşamını köklendirdiği soframda bir melek’te teselli edilemez hüznünün ve hayal kırıklarının arasında kendi yerinin neresi olduğunu ararken, hatıralarını hatırlamaktan garip bir mutluluk duyar. aile evine ve ailesine karşı içinde büyüyen olumsuz duyguları, annesinin ve babasının cahilliğine tahammülsüzlüğü nereye giderse gitsin onu takip eder. evden uzaklaştığında her şeyin mükemmel ve farklı olacağını düşünür. gitme duygusu, vardığı yerlerde gitmiş olmama dileğiyle çarpışır. nihayetinde geri döndüğü ve bahçesinde dizlerini kırarak yerel gazetecilere poz verdiği yer, yine aile evidir. çocukluğunu, ailesini, okullarını, kardeşlerini, akıl hastanesi günlerini, şiire ve edebiyata tutkusunu, edebiyat bursuyla yaşadığı ülkeleri, cinselliğini ve bedenini keşfedişini, yazar olmaya duyduğu inancı anlatması, kendine yabancılaştığı anların talihsizliğinden kurtulmanın zaferidir. yetenekli olduğunun bilinmesinden duyduğu utangaç gururla, etrafındakilerin fikirleriyle kapana kısılma hissini yaşamak yerine saklanacağı köşeleri arayıp bulması, ona bu zafer uğruna göze aldıklarını anlattırır. dış dünyayı, iç dünyasının eşsiz derinliğiyle kavrayışı, başka bir varış noktasıdır. çünkü “iç sızlatan kalplerin gizli saklı yerlerinde neler olduğunu ve onlara neyin yardımcı olabileceğini sezmemizi ve hissetmemizi sağlayabilecek tek şey, acıyı, zaman zaman öylesine görünmez ve öylesine değişken olan ruhun acısını, tanımış ve deneyimlemiş olmak”[3], janet frame’e, bizden uzak bir zamanın içinde uçsuz bucaksız çayırlarda koşan, tepelerden uzakların hayaline bakan, hayatın yüzeyini pürüzsüzleştirmek, bir nevi görünmez olmak, kabul görmeyecek ya da öfke çekecek her şeyi içinde saklamak için elinden geleni yapan[4], yerini yurdunu ararken ölmüş babasından kalan botların içine yerleştirdiği ayaklarıyla yaşam çukuruna sığınan, gelenekselliğe, deliler arasında görüp geçirdiklerine, utancına, şimdi-geçmiş-gelecek arasındaki yüzleşmeye dair itirazıyla yüzleşen bir kadına deneyimlerini aktarışındaki dürüstlük, kendiliğinden, öylesi bir hâl için yakın hissetmek, birbirimizin yamuk dikişlerinden sarkan iplerini kesmek için de bir nevi cesarettir. janet frame’in bize, kendi kadınlık deneyimlerimizin dünyasına şefkatli dokunuşu tıpkı onun yaşam hikâyesini 1990 yılında çektiği masamdaki melek filminde anlatan yönetmen jane campion’ın soframda bir melek kitabının önsözünde dediği gibi biraz, kırılganlığındaki derinlik ve açıklık, başarıları kadar acılarını ve küçük düştüğü zamanları da sakinlikle ve adilce yazma becerisi: zamanın gölgesinde varolmanın biricik hikâyesi.
  • aslen nene janet paterson clutha isimli yazarin yazar olarak kullandigi mahlasidir. kendi autobiyografisini anlattigi kitabi yazar daha hayatta iken filmlestirilmistir.
    (bkz: an angel at my table)
  • "gökte güneş batarken ve akşam usulca yaklaşırken " ve gölgeler gökyüzüne " dokunurken "kuşlar yuvaya doğru uçarken "biliriz ki, yatma " vaktidir.
    "tavşanlar deliklerine kaçarken "ve çocuklar oyundan " dönerken "yıldızlar bizi gözetlerken "biliriz ki, uyku " vaktidir. "
    **
    "boş düşlerle beslemişiz kalplerimizi.
    "kalpler saldırganlaşmış bu yüzden.
    "içimizdeki kin daha yoğun duyduğumuz sevgiden.
    "ey bal arıları; gelin, sığırcığın boş yuvasında " yapın yuvanızı.”

    **
    "usulca bas, bastığın zira rüyalarımdır.”
    "fındık ağacıyla dertleştim çünkü kafamın içinde bir ateş vardı.”

    **
    sus! sus! sus! çayır ve rüzgar ve köknar ve deniz diyor ki: sus! sus! sus!
  • "for your own good' is a persuasive argument that will eventually make a man agree to his own destruction"
    — janet frame
  • yeni zellandali bir yazardır kendisi hayatını anlatan an angel at my table isimli bir film vardır.
hesabın var mı? giriş yap