• demokratik hakları, söz konusu kanunların aksine, çiğnenmiş insandır. "bırak şimdi demokrasiyi" diyecek bir kaç arkadaşın aramızda mevcut olduğunu biliyorum. onlara istinaden:

    arkadaş! ben bir türkiye cumhuriyeti vatandaşıyım. sen beğensen de, beğenmesen de ben vatandaşım. üstelik bu ülkeyi de çok seviyorum. yani aslında sevmekten başka da bir çarem yok. türkiye'de doğdum. türkiye'de büyüdüm. sokak simidi ve çay en favori abur cuburumdur. sigara içerken bile efkarlanırım. ezan sesini severim, duymadığımda huzursuz olurum. halkını da severim. halkını her şeyiyle severim. beni ben yapan, bana bu hayat görüşünü kazandıran bu ülkenin insanlarıdır. bu anlayışla yaşarım hayatımı. bu ülke hakkında ne senden az hakkım vardır, ne de senden fazla. o cafede polisten o tokadı yiyen vatandaşın da senden benden pek bir farkı yok. şöyle düşünüyorum ben: o cafe'de o tokadı yiyen ben olabilirdim. bu çok mümkün. bu arada şunu söyleyeyim. söz konusu görüntüleri izlemedim. olayın nasıl geliştiğini bile bilmiyorum. ama hadi en kötüsünü düşünelim senin açından. vatandaşın o an o cafeyi terk etmesi gerekiyor farz ı misal. polis mekanı güvenlik gerekçesiyle boşaltacak. hadi daha da kötüsünü düşünelim. adam potansiyel gösterici (ki gösterici olmak suç mudur sence?). cafede oturuyor. gösteri yapacak. hadi onu da geçtim. gösteriye başladı bile. ah be adam. dedim ya hepimiz türkiye'de yaşıyoruz. hepimiz bu ülkede neyin ne demek olduğunu biliyoruz. tokat bu be kardeşim. sana bir şey söyleyeyim mi? birisi benim ellerimi ayaklarımı bağlasa. dövmeye başlasa. yumruk üstüne yumruk vursa, inan moralim fazla bozulmaz bir tokada nazaran. ama aynı herif gelse, bana bir tokat atsa, kendimi acayip kötü hissederim. ki şu an türkiye cumhuriyeti devleti'nin bir polisinden söz ediyoruz. bu nasıl bir cür'ettir? bu devlet o polise o üniformayı vatandaş'a tokat atsın diye mi giydiriyor? polisin ne zamandan beri vatandaşa tokat atma yetkisi var. sana bir polis gelse, tokat atsa, kendini nasıl hissedersin? "bu devletimin polisi, bana bu tokadı devletim attı" mı dersin? devletin polisinin her ne suretle olursa olsun vatandaş'a tokat atma yetkisi yoktur. adam suçlu mu kardeşim? al göz altına. tek vatandaş. tehlike mi arz ediyor? direniş mi var? polise direniş halinde güç kullanma yetkin var. ama tokat değil bu. vur copu, etkisiz hale getir (ama dövme. dövmekle etkisiz hale getirmek arasında dağlar kadar fark vardır). tak kelepçeyi. göz altına al. ha göz altına alacak bir sebebin mi yok? o zaman neden vuruyorsun ki vatandaşa arkadaş?! bunun neresi haklı olabilir? bunun neresinden tutarsın? hadi her şeyi geçtim. polis suratında gaz maskesiyle geliyor. bu ne ki şimdi? bu adam şu an evinde belki. televizyon seyrediyor. kendisini vatandaşı tokatlarken izliyor televizyonda. nasıl bir psikolojisi var şu an o arkadaşın bilmiyorum. kendince ne gibi bir haklı sebebi vardı acaba vururken? neyi düşündü? hadi düşünemedi diyelim ki bu hiç inandırıcı değil, şu an vicdanı nasıl? ertesi sabah bu devletin ona verdiği üniformayı giyerken kendisini nasıl hissedecek? bilmiyorum. bugün başkasına yaptığını, yarın anası bacısı bir başkasından gördüğünde, bütün bunların dolaysız sebebinin kendisi olduğunu hatırlayacak mı? o sağ duyusu var mı? aklıma geldikçe deliriyorum arkadaş? hadi diyelim emir aldı(ki direk git tokat at denmese de, duruma uygun talimatlar mutlaka verilmiştir. yoksa neyine güvenecek adam kameraların karşısında). kim verir böyle bir emri? kim neyi düşünür? bu ülkenin kanunlarında açık seçik yazan şeyleri korumakla yükümlü birisi, bilerek ve isteyerek bu kanunların çiğnenmesine nasıl göz yumar? nasıl geçer boğazından yediği o ekmek? bu ülkenin geleceği için mi yaptı sizce? kendince doğru muydu? e peki onun doğrularından bana ne? kendi geleceğim hakkında ancak ben karar verebilirim. benim geleceğime müdahil olmak hangi insanın hakkı olabilir ki bu dünyada? "hani demokrasi" diğeceğim şimdi tekrar baştaki gibi. yine 3 - 5 çıkacak aramızdan "ne demokrasisi ulan" diye. demokrasi kötü bir şey değil ki ulan! halkın egemenliği demek. ha herkesin dediği olmuyor sadece. çoğunluğun dediği oluyor. ha çoğunluk sana git vatandaşı tokatla mı diyor? diyemez ki! demokrasi aynı zamanda sana özgürlüğü, benim özgürlüğümün bittiği yerde veriyor. ilkokul okumuşsunuz en az ki okuyup yazmayı biliyorsunuz. ulan demokrasinin en basit tanımları mevcut ilkokul müfredatında bile. nerenle dinledin? ki ilkokul müfredatında geçen tanımlamalar bile böyle bir hakkın olmadığını sana açık açık beyan ediyor. ha "bana ne demokrasinden" mi diyorsun? kusura bakma ama sistem öyle be biladel. böyle kurulmuş. yersen. yemezsen de bi çay koy, bu entry uzayacak, ihtiyacımız olacak.

    bak güzel kardeşim:

    bu ülkenin sahibiyiz hepimiz. ve bu ülkenin sahiplerinden % 50 küsuru bu ülkenin geleceği ile ilgili bir karar alırsa, geri kalan hepimizin bu karara uyması gerekiyor. yani sistem hem senin, hem de benim için aynı çalışıyor. bu ülkenin % 50 küsurunun aldığı her türlü karara saygı duymak ve uymak zorundayım. şartlar uymamı engelliyorsa yapabileceğim en iyi ve tek şey bu ülkeyi terk etmektir. bu ülkeyi terk etmeyecek kadar çok sevdiğime göre de, ülke nereye gidiyorsa ben de onunla birlikte oraya gitmek zorundayım. ta ki şayet % 50 küsurumuz başka bir yöne gitmeyi seçene kadar. başka çaremiz yok. ama burada hatırlatmam gereken bir şey var. geri kalan % 50 küsur, azınlığın sadece yönetim bazında nereye gideceğine karar verebilir. sistem geri kalan azınlığın her türlü kişisel hakkına saygı duymak zorundadır. bak bu da ne kadar kolay metin şeklinde yazınca. yani teoride güzel de, pratikte uygulaması oldukça zor. çünkü arada insan faktörü var. ve 70 milyon insanın yaşadığı bir ülkede, hele özellikle kafası çalışan (hatta biraz fazla çalışan) insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede olunca, haliyle pek çok fikir birbiriyle zıtlaşıyor. fikirler zıtlaşınca da ortalık aynen bugün olduğu gibi oluyor. bakma sen. sistem kısır falan değil. sadece kimsenin işine gelmediği için uygulanamıyor. yani halk olarak pek de demokratik değiliz açıkçası. herkes kendi istediğinin peşinde. haliyle ben de kendi istediğimin peşindeyim. ondan asabiyet yaptım gece gece. ondan bu kadar vakit darlığım içerisinde oturdum dakikalardır entry yazıyorum. aslında ne istediğimi yazıyorum. aynı zamanda ne istemediğimi de. mesela cafede oturmuş yemek yerken polisten tokat yemek istemiyorum. bu duruma düşmek istemiyorum. bunun için elimden ne gelirse de yaparım. ha elime silah alıp dağa çıkmam. kime karşı savaşacam ki? ortada bir düşman yok ki arkadaş. sen varsın, ben varım. üsküdar iskelesinde bilet satan garip sesli abi var, cafede tokat yiyen vatandaş var, yüksekova'da hummer jeep'e binen gorbaçov (var böyle bir vatandaş gerçekten) var, samsun'da islami bir kuruluşun yurdunda üniversite bitirmeye çalışan memur çocuğu var, adana'da ev kirası ödemeye çalışan polis memuru, ankara'da kredi kartı borcundan daralmış hakim amcalarımız var. 900 milyon maaşla iki çocuk okutan var, umutsuzluktan bu dünya malından geçmiş, öteki dünya için sabah akşam namaz kılan abiler, ablalar, 12 yaşında çocuklar, amcalar, dedeler var. gorbaçovun 50 km uzağında şemdinli'de 2 katır mazot kaçırsam pkk'lı diye vurulur muyum diye düşünen 16 yaşında aile reisleri var. mardin'de askeriye'nin çöplerini elinde tencereyle bekleyen çocuklar var arkadaş! kim olursa olsun, bu ülkede düşman yok arkadaş. biz varız sadece. ve hepimizin bir tek derdi var. daha refah ve mutlu yaşayabilmek. bu ülke refah ve bolluk içinde olsaydı, o vatandaş o polisten o tokadı yer miydi ey arkadaş? ama refah olmamasının sebebi de sistem değil. ha sistemin ekonomik çarkları acımasız. ama bu apayrı bir mesele. şu an ülkenin sistemi bu, oyunun kuralları bu. değiştiremiyoruz an itibariyle. o yüzden ona hiç girmeyelim. önemli olan şu an, şu dakika cebimizde ne olduğu. bu akşam soframızda ne olduğu. senin ya da benim sofram pek olabilir. gel gör ki her ne kadar görmezden gelsek ge bu ülkenin gerçekleri var. ne kadar konuşsak da, ne kadar yazsak da değişen bir şey olmuyor. çok acayip severim bu atasözünü: lafla peynir gemisi yürümez! öncelikle çalışmamız lazım. yani laf olsun diye değil. ciddi ciddi çalışmamız lazım. ülke aç. hepimiz için çalışmalıyız. iş yok, işsizlik var demeyin. bu teknik bir mesele. zaten çalışmak sadece bir iş yerinde çalışıp para kazanmak değil ki. okuldayken de çalışmamız gerek(derslerimize), günlük hayatımızdayken de(hayatımıza ve çevremizdekilere). çocuklarımızı ne kadar eğitiyoruz en basitinden. ne kadar çalışıyoruz çocuklarımızın üstüne? peki kendimize ne kadar çalışıyoruz? ne yapıyoruz kendimiz için? işimizi ne kadar yapıyoruz? bu hayatta ne kadar çabalıyoruz? türkiye'nin çalışmaya ihtiyacı var. hem de çok. karnımızı ne kadar çok doyurmak istiyorsak o kadar çok çalışmak zorundayız, türkiye'yi ne kadar aydınlatmak istiyorsak ya da yeşertmek istiyorsak, o kadar çalışmak zorundayız. sistem ya da rejim ne olursa olsun bir şekilde çalışmak zorundayız. bu işin ilk kuralı. "peki hadi biz çalıştık, çalışıyoruz da zaten" diyorsanız bence acele ediyorsunuz. tombul matematik bu arkadaş. elbette bu işler bir günde ya da 1 yılda olmayacak. üstünde yaşadığın bu dünya bomboş gezegenmiş zamanında. yavaş yavaş olmuş bu işler(abartmıyorum. adam piramit bile yapmış. o da bu gezegen üstünde duruyor). bizim atalarımız dönem dönem çalışmış, dönem dönem de çalışmamış. ama bir şekilde bize bir ülke bırakmışlar. pek çok çağ atlamış bunlar olurken. insanık aşama kaydetmiş. bugün olmuş. bugün de değişen bir şey yok aslında. insan olmanın gereğini gösteriyoruz. değişiyoruz. varolabilmek için değişmek, dünyaya ve çevreye uyum sağlamak zorundayız zaten. ve bu değişim olumlu bir yönde olmak zorunda. ha bunun tarihte olumsuz örnekleri olmamış değil. ama önemli olan olumlu yönde değişebilmek. peki türkiye'nin bugün yaşadıkları? polislerin suratlarında gaz maskesiyle vatandaşı tokatlamaya başlaması sence iyi bir değişim mi? bu bir değişim evet, ama kötü bir değişim. ve buna sen de, ben de dur demeliyiz. çünkü buna bu ülkenin vatandaşlarından başka dur diyecek inanın başka hiç kimse yok. her koyun kendi bacağından asılır arkadaş. dehşet içindeyim türkiye'deki değişimi izledikçe.

    türkiye'den uzağım bugünlerde. bulunduğum yer itibariyle de türkiye'den yeterince haber alamıyorum. yani internetim var gerçi. ama "aç oku o zaman kardeşim!" gibi bir durumum da yok uzun mesai saatleri geçirdiğim için(demin yukarıda çalışmamız lazım diyordum ya hani. ay sonunda kiramı ödeyebilmek, akşam karnımı doyurabilmek için çalışıyorum. eşşek gibi çalışıyorum hemde. hem kendimi, hem de bu ülkeyi değiştirebilmek için çalışmaktan başka hiç bir şey gelmiyor çünkü elimden-bir de oy vermek var demokrasi adına[ironi falan da yok arkadaş. başka çare yok çünkü]-.). ekşi sözlük'teki başlıklara göz atarak takip edebiliyorum bu arada sadece gündemi(haber sitelerini tek tek taramaktan daha hızlı ve verimli günün başlıklarına göz atmak; daha hızlı en azından vakit darlığında). son 1-2 haftadır acayip bomba haberler gözüme batıyor aceleyle başlıklara bakarken. ama dedim ya vakitsizlik. sadece haber başlıkları ve okuyabildiğim bir iki satır bilgi kırıntısıyla sınırlı kalıyor öğrenebildiklerim. demek istediğim şu: bi gavur şu aralar gazeteye göz gezdirirken ne kadar türkiye'den haberdar olabiliyorsa, ancak o kadar haberdar olabiliyorum türkiye'den(genelde şu ara sözlüğün gündemini meşgul eden türkiye'nin siyasi meseleleri, dünya basınının türkiye ile ilgili geçtiği haberlerle paralellik gösteriyor). ve duyduğum şeyler inanın kanımı donduruyor. gavurların pek umurunda değildir yok türkiye'de darbe olabilirmişmiş, yok ülke karışıyormuş, yok mitingmiş. seviniyor bile olabilirler (yabancı yatırımcılar hariç). bu çok da umurumda değil aslında. önemli olan türkiye'nin son 27 senede hiç karışmadığı kadar karışmaya başlamış olması. ya da en azından buradan böye görünüyor. ama yine de "cafede yemek yerken polisten tokat yiyen vatandas" başlığı kanımı dondurmaya yetiyor. dediğim gibi durum benim için o kadar hafif değil. durum olayların dışındayken bile yeterince korkutucu. ülkem karman çorman olmuş, bugün insanlar polis uygulamalarından dolayı (taksim'e insan sokmamak için bütün yolları kapatmışlar galba.) işlerine bile gidememişler. cümle olarak yazınca ne kadar basit değil mi? aslında oldukça korkutucu dediğim gibi. türkiye'deki siyasi gelişmeler artık günlük hayatımızı etkilemeye başladı. bu hiç de iyiye haber değil bence. geçen gün türk silahlı kuvvetleri'nin basın açıklamasını okudum, cumhurbaşkanı seçimleri ile ilgili gelişmeleri uzaktan da olsa takip etmeye çalıştım. kısıtlı bilginin şöyle bir avantajı oldu benim açımdan. olayları daha objektif görebildim(şöyle ki: islami politikaya yakın bir siyasi partiden bir cumhurbaşkanı seçilmek üzere ve hükümet de bu adamların elinde. seçimlerde de % 50'den fazla oy alırlarsa türkiye'de pek çok şey ciddi anlamda değişir. durum bu kadar kısa ve basit aslında). ve durum gerçekten kötü. bakın hala çok kolay cümle halinde yazınca. ama konu bariz memleketin geleceği. bence bakmayın öyle monitöre. her birimizin geleceği. senin, benim, ofisteki çaycının, askerin, memurun, cami imamının, hatta başbakan'ın bile. şu ara olup biten her şey geleceğimiz. oldukça önemli. ama bir kaos var ki çözülemiyor. olay sokağa o kadar yansımış ki, yemek yiyen vatandaş polisten tokat yiyor. bunu yukarıda irdeledik. olayı büyütmenin artık bir gereği yok. ama olay çok önemli, olay çok sembolik. bu devletin(ya da yakında iyice kuvvetlenecek olan rejimin) vatandaşa ilk tokadı. hem de haksız yere. devlet vatandaşına sus diyor. e sormazlar mı adama "hani demokrasi" diye? diyeceksiniz ki bir tek polisin haraketini bütün devlete nasıl yorarsın. peki bu adama o takadı atma gücünü kim veriyor diye sormazlar mı adama? bugün bir polis yüzünü gizleyerek bir vatandaşımıza tokat atıyor. hadi bu adam bireysel hareket etti. yarın öbür gün yüzünü gizleyen binlerce ne olduğu belirsiz silahlı adamın sokakta adam vurmayacağını kim garanti ediyor? bu, bu dünyada hiç mi olmuyor sanıyorsunuz? afedersiniz ama bunun gibi sivil çatışmalardan bir kaç tanesini bizzat yaşamış birisi olarak söyleyebilirim ki, bu iş sadece bir tokata daha bakabilir. yarın insanlar birbirini sokağın ortasında vurmaya başlayabilir. bunlar bu memlekette yaşanmamış şeyler değil. olay halkı devlet'e karşı kışkırtmak hiç olmamalı ama. devlet bizim varlığımızın güvencesi sonuçta. bir devleti olmadan yaşamaya çalışan insanlarla pek çok vakit geçirmiş birisi olarak şunu da söyleyeyim: devleti pasifize etmek de çözüm değil. her şeyi geçtim. şu an devletin yürütmesini yapan hükümeti % 50 küsurumuz olmasa da çoğunluğumuz seçmiş durumda. tekrar söylüyorum. sorun bu da değil zaten. sorun geleceğimiz. senin, benim, ssg'nin, bakkalımızın, annemizin, babamızın, çocuklarımızın geleceği. nedir türkiye'nin bütün derdi? neden hükümet değişikleri/uygulamaları bu ülkeyi bu kadar sarsıyor? neden hayatlarımız boyunca siyasi depremler yaşıyoruz ve ceremesini bizler çekiyoruz? sorun iyi ya da kötü: yönetim. taraftar misali "yönetim istifa" çığırtkanlığı da bir çözüm değil. sonuçta devlet yönetimi teknik bir mesele ve teknisyenleri biz kendimiz atıyoruz bir şekilde yani sonuçta bir şekilde o yönetimi de biz seçiyoruz. hakkettiğimiz gibi yönetiliyoruz belki de. en azından son seçimlerin getirisi bize bu kriz oldu. bu krizin yaşanacağını bilmiyor muyduk sanki? 3 kasım 2003'den beri biliyorduk da neden şimdi tepki gösteriyoruz? ya da gerçekten de tepki göstermeye hakkımız var mı? sorun da burada başlıyor zaten.

    sorun burada başlıyor evet. bu ülkede ben dahil herkes herşeye tepki gösteriyor. dinci bana tepki gösteriyor, ben polise tepki gösteriyorum, polis vatandaşa tepki gösteriyor; ama sonuçta o tokadı hepimiz yiyoruz. en çok da ben ve benim gibilerin ağzı laf yapıyor tepki bağlamında. ben ve benim gibiler derken şu an bu yazıyı okuyanlardan söz ediyorum. hepimiz şu an ortak bir kominitedeyiz* ve ülkenin geleceğine dair fikirlerimizi beyan ediyoruz. pek güzel, pek iyi, pek hoş da; e peki bu ülkeyi ne kadar temsil edebiliyoruz? yani beğenseniz de, beğenmeseniz de bu ülkenin gerçekleri var. ve gerçeklerden kaçarak işimize gelmeyen gerçekleri değiştiremeyiz. doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü, düşüncelerimizi insanlara ne kadar duyurabiliyoruz, ya da kime duyurabiliyoruz? şu an bu satırları okuyabilmenin tek yolu bir adet bilgisayar ve bir internet bağlantısına sahip olabilmek. bu imkan bu ülkede kaç kişide var? ben şu an kime hitap ediyorum? ekşi sözlük ahalisinden zahmet edip de bu satırları okuyabilen bir kitleye hitap edebiliyorum sadece. ve yaklaşık olarak şu an bu yazıyı okuma imkanına sahip insanların pek çoğu türkiye'nin gerçeklerine ne yazık ki uzak insanlar. görmediğimiz, tanımadığımız, bilmediğimiz ama bu ülkenin çoğunluğunu oluşturan bir % 30 küsur var şu an bu ülkede. ve yakındaki seçimlerde o % 30'un seçtiği hükümet % 50 küsuru da geçecek. yani bu ülkeyi istediği gibi değiştirebilecek. biz her ne kadar buradan bağırsak çağırsak da, istanbul'da(!), ankara'da meydanları yüzbinlerle doldursak da, gerçeği değiştirmeyecek. yani bu ülkenin insanlarının çoğu bizim beğenmediğimiz, istemediğimiz yolu tercih edecek? peki o zaman ne yapacağız? ülkeyi mi terk edeceğiz? ben kendi adıma "asla" diyorum; sizi bilemem. peki benim gibi düşünenler ne yapacak? savaşacak mıyız arkadaş? demin demokrasi dersi veriyorduk. ne oldu o sözlere? e kendim yazdım. elbet sonuna kadar katılıyorum. bu ülke ne olmak isterse o olacak. bunu kendi adıma istediğim yönde değiştirmenin tek yolu çalışmak ve kendi çevremden başlamak üzere herkese doğru bildiğim fikirleri empoze etmeye çalışmak. elimden daha fazlasının gelmesi mümkün değil. zaten bu bağlamda hepimizin pek iyi bildiği şeyleri burada tekrar dikte ediyorum. bilmediğinizden değil, sadece hatırlatmak için.

    bir şekilde bu ülkede bazı şeyler değişiyor. buna engel olmanın yolu da ne darbe, ne de çatışma. sonuçta çoğunluk onlar. ne yaparsak yapalım bir şekilde güçlüler (onlar dediklerim de bir siyasi parti ya da zümre değil; benimle hemfikir olmayanlar sadece. ki onlar da kendilerince haklılar.). peki neden bu insanlar(benim gibi düşünmeyenler) birden çoğunluk oldular. yani seçmenler uzaydan gelmedi. bu adamları seçenler yine mehmet amca ya da sen ya da o. fark etmez. sonuçta pek çoğumuz. peki kim bu pek çoğumuz? işte bugün orduyu bile harakete geçmeyi düşünmeye iten bu insanlar, bunca yıl sırtımızı döndüğümüz yurdumuz insanı. diyorlar ki "hükümetteki siyasi parti, insanların dini duygularını istismar ederek oy topluyor". ah be kardeşim. sonuçta bu seçimlerde bu ülkenin % 50'sinden fazlası, sen ben istemesek de bu adamlara oy verecek. yani aslında şu andaki mevcut krizi çözecek. en doğal demokratik hakkını kullanıp oy verecek, ve bu ülkeyi kendi düşünceleri doğrultusunda değiştirecek. düşünmüyor musun neden diye? el cevab o zaman: sen olmayabilirsin; ama bu ülke aç. sen olmayabilirsin; ama bu ülke mutsuz, umutsuz. üstelik bu yeni bir şey de değil. bu ülke uzun yıllardır umutsuz. umutsuzluğu ve mutsuzluğu da geçtim, bu ülkenin hükümetleri bu gerçeğe hep sırtını dönmüş, hükümetleri de geçtim, sen, ben hep bu ülkenin gerçeklerine, gerçek halkına sırtımı dönmüşüm. var olduğunu bilmişim, hep birşeyler söylemişim, ama hiç bir şey yapmamışım. bu insanları bir şekilde yok saymışım, izole etmişim hayatımdan. bu insanlara kimse yüzünü dönmemiş bu zamana dek bir şekilde. adamlar da haliyle bunu kullanmış. halka bir şekilde yüzünü dönmüş, ister politika de, ister niyet. farketmez. bir şekilde insanlar kendilerine yakın hissetmişler bu adamları kendilerine; ama dini duygularla, ama başka inançlarla. ama sonuçta bu adamlarda bir ışık bulmuşlar. umutlanmışlar ve oylarını veriyorlar. sen bu adamlara bu zamana kadar hiç yüzünü döndün mü? bu adamlara hiç umut verdin mi? elini uzattın mı ki şimdi oy istiyorsun. ister dinci de, ister ne dersen de. adam bir şekilde çoğunluk ve doğal olarak da seninle ve benimle aynı haklara sahip. e sen hem bu adama sırtını dön, hem elini verme, üstüne bir de diyaloğa geçme. sonra neden çoğunluksun, neden hükümetsin, neden polisin cafede yemek yiyen adama tokat atıyor de. e iyi ya da kötü, bu gücü bu adamlara bu ülkedeki çoğunluk vermiş. üstüne bir daha seçecek bu halk bu adamları tekrar. biz de hala devinip duruyoruz. adamın varmış bir bildiği ki söylemiş: lafla peynir gemisi yürümez. çalışacağız arkadaş. hem bu ülkeyi güzele ve doğruya götürmek için, hem kendimiz için, hem de gelecek kuşaklar için. çalışacağız arkadaş; bu ülkenin insanlarına umut verebilmek için! bu ülkenin iç çatışmaya değil, umuda ihtiyacı var.

    saat 2 oldu ben hala laf yapıyorum. sabah iş var, ay sonunda kiramı da hükümet ödemeyecek işte bu yüzden çalışmam lazım. çoook çalışmak lazım. hepimizin çoook çalışması lazım. başka kurtuluşumuz, başka umudumuz yok! bizim, bizden başka çaremiz yok. bizim türkiye'den başka ülkemiz yok!
  • üzerine üniformayı giydiği zaman kendini bir şey sanan, yediği ekmeğin parasının kimin cebinden çıktığını idrak edememiş bir kendini bilmezin, insanı dehşete düşüren, iş mi ulan şimdi bu diye çıldırtan, ayıp ulan diye isyan ettiren, sinirden el ayak titreten, saç baş yoldurtan, bir haddini bilmez (-) müsveddenin densizce yapılmış hareketine maruz kalan vatandaş...yaşadığı çaresizliği ömrü boyunca unutamayacaktır...
  • orta ikinci sınıftaydım. haftalık harçlığımı haftasonuna kadar saklamış, onun da tamamını cumartesi günü bir ataricide iki jetona yatırmıştım. o zamanlar atarinin üzerine jeton dizmek modaydı. başkalarına, "daha benim oyunum var, aradan oyuna girme" mesajı verirdi haznenin hemen yanına dizilen jetonlar. oyun makineleri aynı ekranda iki kişinin oynayabileceği şekilde tasarlanmıştı. oynayanın son canı kaldığında başlayacağı oyundan bir canını feda edebilen girer o sırada oynayanın canını kendi feda ettiği canıyla bitirir ve oyuna yalnız devam ederdi. ilk jetonun sonlarına doğru heveslenenleri görünce ben de avcumda tuttuğum diğer jetonu koydum haznenin yanına.

    koymaz olaydı... birden içeride bir kaynaşma oldu. bağrışmalar derken anladık ki polis basmış atariciyi. o zamanlar polis ataricileri okulun açık olduğu saatlerde basardı. içerideki çocukları, "gidin derslerinize girin." diye azarlayıp, "bir dahakine babanıza söylerim" diye korkuturdu. ben hafta içi atariciye gitmezdim o yüzden. oysa, mahalledeki çocukların yarısı polis baskınına bir kaç kere uğramıştı. bu benim ilk baskınım oluyordu.

    daha önceki baskınlardan tecrübeli çocuklarla beraber duvarın dibinde sıraya geçtim. diğer çocuklar rahattı, bir şey olmayacağını biliyorlardı. ben de onlara uyup rahat davranmaya çalıştım. polis atariciyi paylıyordu ki, gözlerimizi kaçırdık. ne olduysa o zaman oldu işte. gözüm oyunlardan birine takılıverdi. bu baskın faslı bitince o oyunu oynamak güzel olacaktı. o arada eski oyunumu düşündüm, acaba son canım hala bitmemiş olabilir miydi? o da ne! kimse yaklaşmasın diye haznenin yanına koyduğum jetonu orada unutmuşum. haftalığımın yarısı baskın heyecanında koyduğum yerde unutmuştum. beni paniklettiren şey, daha önce kardeşimin aynı yerden çalınan jetonuydu. bir an kendime hakim olamayıp atariye doğru hareketlendim. baskında olduğumuzu hatırlamama kadar geçen süre o jetonu unuttuğum yerden almak için az, polisin dikkatini çekmeye yetecek kadar çoktu.

    - gel lan!
    - buyur abi?
    - baban biliyor mu atariciye geldiğini?

    babam atariciye geldiğimi bilmiyordu tabii, bir şey diyemedim. yalan söylemeyecek kadar gururlu bir çocuktum. diğer yandan, doğruyu söyleyemeyecek kadar da korkuyordum... ben ne diyeceğimi bilemez halde ıkınırken polis abi, tokadı yapıştırdı bana. kolumdan tuttuğu gibi de attı dışarı atariciden. harçlık falan hikaye olmuşut, ağlaya ağlaya apartmanın arkasına gittim.

    o tokadı unutamadım bir türlü. o tokat benim ışıklar askeri lisesine giriş biltlerimden biri olmuştur. bir kaç hafta sonra askeri lise ilanlarını görüp, çıkan dedikodulardan da askerlerin polis dokunulmazlığı olduğunu öğrenince karar verdim asker olmaya. yolda görsem elini öperim; uzun ömürlü olsun, yaşlı ve tonton bir amca olmuştur o polis. ben ortaokuldayken bile pek genç sayılmazdı zaten. ben de, o zamanlar şimdiki herif değildim ya! çocuk aklımla kararımı verdim; asker olup intikamımı alacaktım... yeminimi ettim, yeminimi gerçekleştirmek için çalışmaya başladım. tabii, askeri liseye girdikten kısa bir süre sonra intikamdan vazgeçtim. artık türk silahlı kuvvetlerinin şanlı üniformasını taşıyordum; ona uygun davranmam gerekirdi. polisi değil, intikamımı unuttum. yıllar geçti, ordudan da ayrıldım. orduyu unuttum, orduya neden girdiğimi unutamadım.

    polis beni bir kere dövdü, bir daha unutamadım. biz polisi, kendi adıyla hatırlamıyoruz; üniformasıyla hatırlıyoruz. o üniformanın içine de onun bize davranışlarını sığdırıyoruz. ben polisi gördüğümde kendimi güvende hissetmek istiyorum. oysa, istiklal'e tinercilerden, yankesicilerden çekindiğim için çıkamadığım bir ülkede polisi gördüğümde neden korktuğumu düşünüp duruyorum.

    polisin vurduğu yerde gül bitti. evet, güzel bir hayatım var, şikayetçi değilim.
    ama o gül orada yine de biterdi; olan benim kafamdaki polis'e oldu.

    keşke, o polis bana gülümseseydi...
  • münferit bir olaydır, polis cafede yemek yiyen vatandaşın -ki muhtemelen azılı terörist ve anarşiktir o adam, hatta dış mihrakların maşası da olabilir- ağır tahriki altında bu hareketi yapmak zorunda kalmıştır. medya da halkla her zaman elele olan polis teşkilatıyla vatandaşı karşı karşıya getirmek için bu görüntüleri tekrar tekrar yayınlamasın lütfen. polis can güvenliğimizin ve huzurumuzun teminatıdır, polisle aramıza nifak sokmaya çalışanların oyununa gelmeyelim, bunlar soros'un paralı adamları, azılı anarşik kominik terörikzzzzzzt
  • az once cnn turkun birkac kez gosterdigi olayin kimligi taninabilen kisisi. diger kisiler yuzunde gaz maskesi olan polisle olay sonrasi polise 'neden vurdun ama neden vurdun' seklinde cok hakli bir soru soran kadin. bu arada bunlari ceken gizli bir kamera degil, kamera polisin karsisindayken polis boyle bir davranista bulunuyor.
  • masis kürkçügil dün cnn turk'un sorularını yanıtlamış ve başına gelen olayın, 1 mayıs 2007 'de istanbul 'da yaşanılanlar ve yaşatılanlar düşünüldüğünde bahsi bile geçmeyecek kadar küçük bir detay olduğunu söyleyerek aynı gün yaşanan olayların vahametinin altını çizmiş ve sansasyonel tek bir olayın, organize bir biçimde emekçi sınıfına yapılan saldırıları gölgelemesinin önüne geçmeye çalışmıştır. kendisine diyecek bir kelimem bile yok, helal olsundan başka.
  • kafede yemek yerken polisin eline yanakla vurmuş vatandaştır. türk polisi tokat atmaz.
  • aktif görevden derhal el çektirilmesi*, beylik tabancasının devletin yetkili mercileri tarafından tedbiren elinden* alınması ve acilen "psikiyatrik yardım" alması gereken "sorunlu" bir devlet memuru tarafından darp edilen, mağdur edilen insandır. o memurun bir başka öfke patlamasında belindeki silahı çekip karşısındakini yere indirmeyeceğini kim garanti edebilir?
  • yuzu maskeyle ortulu olan adam vurmus, yuzu maskesiz olan ise tokadi yemistir... yine yuzu maskesiz olan kadinin sorusu ise yanitsiz kalmistir...
  • kendisi yüce polisimizle konuşurken esas duruşunu göstermemiş, elini kolunu oynatmış *, bu da yetmezmiş gibi 8 saniyeden uzun süre kesintisiz konuşarak yüce memurumuzu zor durumda bırakmış*, karşılığında da hak ettiği muameleyi görmüştür. adam olmaz bu millet. çok yazık, çok.
hesabın var mı? giriş yap