• yeterince önemli olmadığı için medyada kendine yer bulamayan dağlar. neden? çünkü bizim islami bisikletmiş, gizem hatipoğlunun instagram fotograflarıymış, hande ataizinin kocasının düğün kıyafetiymiş gibi kendine sütünlarda kocaman kocaman yer bulan çok daha önemli konularımız var okumamız gereken. yazıklar olsun.

    maden aramaktan, hes yapmaktan, otel inşa etmekten orman kalmadı memlekette.
  • bağrında sakladığı, derinlerine gizlediği altının bedelini yanarak ödeyen kadim dağ silsilesi..
  • 500 hektarının (#yalnız beşmilyon metrekare#)(100*50 metre bir futbol sahasının 1000 katı) acısı çok çabuk dinmiş ormanlık alan. zamanında çok söyledik, orman vasfını kaybetmiş arazilerin imara falan açılmasıyla ilgili kanun çıktığında. "suistimale" ne kadar açık bir kavram değil mi...

    balık hafızalı toplumumuz unuttu gitti bu yangını da... unutmasın.

    3-5 milyar dolar için yüzmilyarlarca dolarlık değeri yok ettirmesin. marmara'nın ve kuzey ege'nin ciğerini söktürtmesin.

    gg olmasın diye "sağa" sola atar yapmıyorum, onu da okuyan anlasın artık.

    bir maden mühendisinden selamlar...
  • siyanürcü maden şirketlerinin boşa hayaller kurduğu canımız, nefesimiz.

    şimdilik 36 noktada 10 $irket arama ruhsatı aldı, gözbebeğimizi oymaya başladılar..yalnız yavaş olsunlar, halk ve çevre hareketi şimdiden ayakta..balıkesir ve çanakkale'de ki kitle örgütleri yoğun eylemlerine başlayacaklar..yeniden bergama başlıyor.

    direnin gari

    http://www.ekolojistler.org/dagimizi-koruruz.html
  • bilenler için söylüyorum, hanlar bölgesinden başlayıp havrana kadar olan 500 hektar bölgesi yanmış, güzergah üzerindeki iki köyü boşaltılmış yurdumuzun oksijeni en bol olan, gidenin görenin aşık olduğu dağlardır. sebep olanlar için iki gündür sövüyorum. bir kaç gündür bölgede felaket bir rüzgar vardı zaten. yangının geniş bölgeye yayılması da bu yüzden.
  • 1. kaz dağları diye bir bölge yoktur. kaz dağı vardır.
    2. kaz dağı milli parktır ve 1993'te çıkartılan yasa gereği milli parklara çivi dahi çakılamaz ki kimsenin böyle bir girişimi yok.
    3. adı geçen madencilik faaliyetleri milli parkın en az 40 km kuzeyindedir.
    3. kaz dağını da içine alan ormanlık arazinin yalnızca 1/6'si milli parktır. geri kalanında ise 300'ü aşkın köy vardır ve bu köyler ormancılıkla geçinmektedirler yani ağaç kesmektedirler.
    4.madencilik faaliyetleri dolayısıyla kesilen her ağaç karşılığında orman işleri genel müdürlüğü 10 ağaç parası almaktadır ve parayı ağaçlandırma amaçlı kullanmakla mükelleftir.
    5. madencilik faaliyet gösterdiği lokasyonda geçici olarak bulunur ve yasalar gereği de bu yerden ayrılırken rehabilitasyon ve rekreasyon çalışması yapmakla yükümlüdür ve bugün türkiye'de bu işle ilgilenen her şirket bu yasaya ciddiyetle uymaktadır.
    6. madencilik dışındaki her türlü inşaat faaliyeti ise (oteller gibi) kalıcıdır.
    7. siyanürle altın aranmaz; böyle bir teknoloji mevcut değildir.
    8. siyanür, altının saflaştırılması işleminde kullanılır. bu işlem ise ya tabanı sızdırmaz membranla kaplı havuzlarda veya kapalı tesislerde yapılır.
    9. asla saf siyanür kullanılmaz.
    10. siyanürlü suyun damlası dahi toprağa karışamaz; karışması demek altın kaybetmek demektir.
    11. siyanür insan vücudunda biriken bir madde değildir; kansere de neden olmaz.
    12. saflaştırılmadan sonra posa olarak depolanan toprakta da siyanür birikmez.
    13. madencilik faaliyetlerinde kullanılan siyanür zehirlenmesinden ölen tek bir insan bile yoktur.
    14. şunu da unutmayın. doğan grubunun gazına geliyorsunuz ama biraz araştırırsanız aydın doğan'ın elini attığı yeni sektörün ne olduğunu sizler de keşfedersiniz.
    15.madencilikte masraf ve emek, arama sürecinde olur. bulunan bir madenin ise işletilmesi ne keyiflidir; tadından yenmez. hazıra konmak ise ayrı bir keyiftir. aydın doğan da ağzının tadını iyi bilir.
    16. türkiye yılda 600 ton altın ithal etmektedir. ve bunu da almanya'dan yapmaktadır.
    17. bergama olaylarında etkin olan alman vakıfları da işte bu alışverişin ülkede çıkacak altın ile son bulmaması için çalışmışlar ve başarılı olmuşlardır.
    18. ekşi sözlükte bu konuda karşı fikirde olan arkadaşlar da seviyelerini şaşırmasınlar lütfen. türkiye'de çevreci geçinen şehirli tüketim delisi ve zengin çocuğu gençler olarak bari ölçülü ve ne dediğini bilir insanlar olun ki yarın birgün gerçekten sizin fikirlerinize ihtiyaç duyulduğunda gönül rahatlığıyla sizlere de başvurulabilsin.
    19. basında çıkan, "isteseler anıtkabrin altında bile maden ararlar" iddiasının saçmalığın son noktası olduğunu kavrayabilmenizi diliyorum. böyle bir iddiada buluna kişiler neden denemek için maden işleri genel müdürlüğüne başvurmuyorlar?
    20. tartışma ancak demokratik platformlarda yapılırsa sağlıklı ve sonuç verici olur; bugün olduğu gibi demogojik ortamlarda değil.
  • yaklaşık bir yıldır yaşadığım yer. dağların arasında, yabanın ortasında, dev çam ormanlarının arasında, buz gibi çayın kenarında, çakala, tilkiye, domuza, ayıya komşu yaşıyorum. her sabah dağlara ve ormanlara bakarak kahve içip geceleri sonsuz yıldızların altında ateş başında yemek yiyip uyuyorum. her gece ziyaretçilerim oluyor. çoğunlukla tilki ve domuz geliyor. yemeklerini yiyip gidiyorlar. henüz ayıyla karşılaşmadım fakat ayak izlerini gördüm. porsuk, sansar, kirpi ve kaplumbağa da gelir bazen. çayın kenarında bahar ayında su samuru da olur. tabii gökyüzünde kuzgunlar, kartallar, doğan, şahin, atmaca ve adını bilmediğim yüzlerce farklı kuş. burası ayrıca kuş ve böcek cenneti. bu kadar çok böcek ve arı türünün olması sayesinde çok zengin bir bitki örtüsüne sahip bu dağlar. ve elbette oksijeniyle kafanız güzel olur. sabah gün doğmadan dağlardan bir koku gelir, aman tanrım o nasıl bir koku, dağa parfüm sıkmışlar sanki. çiçek çiçek.

    bir de bitmek bilmeyen yağmurları var buranın. özellikle güney batı yönünden gelen bulutlar öyle bir yağmur bırakır ki, her yer toprak, çiçek ve çam kokar. bir sis basar, önünü göremezsin. işte o sis bastığında orman yürüyüşleri yapmak sanki bir masalın içerisinde kaybolmak gibi, tarif edilemeyecek kadar büyüleyici. her yerde sayısız mantar çeşitleri olur. lezzetli otlar, filizler, meyveler, böğürtlenler, neler neler...

    poyrazı korkunçtur buranın. tüylerim diken diken olur. dev çam ağaçlarını yıkar da geçer. tokatlayıp öyle gider. o zaman anlarsın doğa ananın kudretini. bir de şimşek çaktı mı tepende, yeri göğü inletir, eğilirsin secdeye merhamet dilersin. ama fırtına diner, güneş açarsa bi gökkuşağı çıkar ve kuşlar başlar ötmeye. az önce cehennemi yaşatan doğa sana şimdi cenneti yaşatıyor. koşmak istiyorsun öylece.

    hava kararmaya başlayınca tekrar bir sis gelir dağların arasından. her yeri sis kaplar. tam o sırada çakallar ulumaya başlar. biri başlar bir tepede, karşı tepeden cevap gelir. sonra vadiden yükselir bir ses, çayın kenarında yankılanır bir başka grubun sesi. böyle böyle haberleşirler. sonra onlar gibi ulumayı öğrenince bu sefer ben başlatıyorum seremoniyi. bi uluyorum, hemen karşı tepeden cevap geliyor. sonra zaten susmak bilmiyorlar. hani diyorlar ya, yaban hayvanlarına dikkat edin, tehlikelidirler. asla değiller. hepsiyle aram iyi. domuzla ilk tanışmamızda sonra yavrusunu da alıp geldiler. sonra yavruyu başı boş bırakıp gidebilecek kadar güvendiler bana. domuzlar akıllı hayvanlar. normalde insan gördüklerinde hemen kaçarlar. çünkü biliyorlar avcıların ilk hedefi olduklarını. ancak onlar da insan seçebiliyorlar bence. tilkiyle tanışmamız da öyle oldu. ağzında topla geldi yanıma. oyun oynamak istiyor hayvan. ilk gelişinde ona bir tabak yemek hazırladım. ben ve kedilerim duygu, pakito ve koca pati oturduk onu izledik. hayatımın en eğlenceli gecelerinden biriydi sanırım. duygu tilkiyi kovaladı, tilki koca patiyi kovaladı, koca pati duyguyu kovaladı, pakito da tilkinin yemeğini yedi.

    burada her gün enteresan şeyler oluyor. mesela evde yemek yerken pencere kenarına domuz, tilki, çakal geliyor. pencereyi açıp onları besliyorum. ya da oturup sigara içerken üstünden doğan geçebiliyor ve kanatlarının yarattığı rüzgarı hissedebiliyorsun. ne muhteşem bir kuş ama, nasıl güzel kanatları var. kuzgunlar desen odin'in huginn ve muninn'i gibi. allfather vahiy mi gönderiyor acaba?

    bu kadar doğa güzellemesi yaptıktan sonra biraz da üzücü gerçeklerden bahsetmek gerekiyor. maalesef her yer çöp dolu. son zamanlarda çoğalan sözde kampçılar, piknikçiler, mangalcılar, meth içen dayılar, avcılar ve köylüler her yeri kirletiyor. özellikle suyun kenarında yürürken öfkelenmemek elde değil. bira, şarap şişeleri, kadın pedi, çocuk bezi, poşetler, şişeler neler neler... doğa bu insanlar için yiyip içip dağıtıp, kirli işlerini yapabilecekleri güvenli bir ortamdan ibaret maalesef. orman yangınları çıktığında dağa girişler yasaklanmıştı. o dönemde sık sık çöp toplamaya giderdim. halı, sandalye gibi şeyler de çıkardım. bayağı temizlendi. yasak kalktıktan sonra bir iki hafta içinde yine çöp içindeydi her yer. sen topladıkça onlar atıyor. öyle ücra ve uzak yerlere gidiyorum ki artık burada da çöp yoktur herhalde dediğim anda önüme bir bira şişesi çıkıyor. dağın öteki tarafını maden şirketleri talan ederken bu tarafını halk talan ediyor. sözde en doğasever kampçıların bile suyun kenarına kamp kurduğunu gördüm bloglarda. suyun kenarına kamp kurulmaz. birincisi oraya hayvanlar su içmeye iniyor. ve bir yerden ötekine gitmek için o yolu kullanıyorlar. orada sen varsın diye gidemiyorlar. çünkü insansın, tehlikelisin ve o hayvanlar senden korkuyor. misafir olduğunu unutma ve misafir gibi davran. ayrıca suyun kenarına kamp atmak tehlikeli. hava güzel sanırsın ama dağa bir yağmur yağar, bir sel gelir, nereden geldiğini anlayamazsın, sele kapılır ölürsün. ve sel olduğunda öyle gürül gürül bir su gelmiyor. ağaçları yıkıp getiriyor. boğularak değil, parçalanarak ölürsün. nitekim geçen yıl iki kişi selde can verdi.

    bu kadar güzel bir coğrafyaya bu kadar hoyrat ve umursamaz bir halk değmiyor. yazık oluyor bu güzelliklere. burası benim anlattığımdan çok daha güzel bir yer. her gün bakıp gördüğüm yer bana farklı farklı manzaralar sunuyor. her seferinde beni şaşırtıyor. bir sabah uyanıyorum, bakıyorum zirvelere kar yağmış, dağlar beyaz beyaz. bir güneş vuruyor o beyazlıklara, güzelliği karşısında kar olup eriyorum.

    korkmuyor musun dağda tek başına diyorlar. neden korkayım? hayvanlar, insanlar, cinler, periler? ilk başlarda hepsinden korkuyordum. cinlere inanmıyorum tabii ama karanlık ürkütüyordu. hayvanları tanımıyordum, köpek bile ürkütüyordu. hepsine alıştım, hepsini tanıdım, hiçbirinden korkmuyorum. hatta dolunayın olduğu gecelerde yürüyüşe çıkıyorum. fener tutmaya gerek kalmıyor çünkü yukarıdan fener tutuyor sana ay. o yürüyüşlerimin hiçbirinde bir sıkıntı yaşamadım. ancak insanın ne yapacağını bilemezsin. ne zaman nereden geleceğini ve niyetini hiçbir zaman bilemezsin. dağın başındasın, ölsen de öldürsen de kimsenin ruhu duymaz. fakat o korkumu da yendim. çünkü yaşadığım yerde cinler, periler cirit atıyor. normal bir insanın girebileceği bir yer değil. uzaktan bakınca orada cin düğünü var dersin, aklından bile geçirmezsin. gece yürüyüşlerimin birinde bir tepeden yaşadığım araziye baktım, ağaçların arasında küçük bir baraka. benim burada ne işim var ya deli miyim neyim dedim. evet giderek deliriyorsun. yabanda yalnız yaşamak insanı bir noktada normalin ötesine sürüklüyor. mesela rutin hale gelen halüsinasyonlar ve görüler, sese ve harekete duyarlılık artmaya başladı bende. cinlere, ruhlara, perilere vs. inanmıyorum ama sık sık görüyorum. yazın hamakta uyurken sürekli dürtüyordu beni bir şey. önümden koşarak geçen çocuklar, yaşlı bir kadın, bir gölge. öf yeter ama artık. ben inanmadıkça o beni zorluyor. neyse delirmeden bunu da çözeceğim umarım.

    buraya gelişimin nedeni ingiltere vizemin çıkmamasıydı. zaten yolum belliydi. ya ingiltere'ye gidecektim ya dağa çıkacaktım. böylesi çok daha iyi oldu. çocukken doğduğum evin karşısında koca bir dağ vardı, artos dağı. annem de hep derdi, allah büyüktür, ondan büyük yoktur. benim gördüğüm en büyük şey ise o artos dağıydı. dağ benim için bir tanrıydı artık. ve ihtişamından korkardım. dağ hâlâ benim için bir tanrıdır ve ihtişamından korkarım. gözümü açtığımda dağ vardı, dilerim kapattığımda da dağ olur.
  • dağın adı bazılarınca yanlış anlaşılmıştır. "kaz dağları" demek bu dağı özgürce kazabilirsiniz anlamında değildir. bir kere daha düşünün.
  • "altın"cı filoların yeni hedefi olan yeryüzü harikası.

    1 gramı için 1 ton toprağın heba edildiği, bulunabilmesi için siyanüre, değer kazanması için savaşlara ihtiyacı olan bu sarı leke için şimdi yeni bir mücadele başlıyor kuzey ege'de. *

    http://www.ekolojistler.org/…inci-filo-defol-2.html
    http://www.ekolojistler.org/…dagini-kaziyorlar.html
  • doğayla savaş halindeyiz. kazanırsak kaybedeceğîz. sen yoksan bir eksikiz!..

    change.org
hesabın var mı? giriş yap