• bir serisine denk geldiğim video. daha ilk bölümünün yarısındayken şöyle bir ifade kullanıyor mümin vatandaş: "gökler ve yer denince tüm evren kastediliyor". gökler denilince ortalama bir vatandaşın anladığı şey yukarıda olan gökyüzüdür. uzayda yukarı veya aşağı kavramı olmadığına göre nasıl tüm evren kastedilmiş oluyor anlamış değilim. ayrıca "müslümanlar fiziğe vs karşıdırlar diye bir klişe var" ifadesi de geçti o arada. hatta bunun kanıtı olarak da ali imran suresinden bir ayeti gösteriyor vatandaş. peki burada bir soru soracağım. mümin tüm arkadaşlardan cevap bekliyorum. çağlar üstü bir mesaj taşıyan ve evrensel bir kitap olan kuranın şu altta vereceğim ayetleri ne anlatıyor ve hangi derdimize derman oluyor?

    --- spoiler ---

    naziat suresi: andolsun o daldırıp çıkaranlara, yumuşacık çekip alanlara, yüzdükçe yüzenlere, yarıştıkça yarışanlara, derken işi bir düzen içinde evirip çevirenlere.

    --- spoiler ---

    kendi ayetlerinde birden çok kez apaçık bir kitap olduğu belirtilirken şair burada ne anlatmak istemiştir? kime yemin etmektedir? cevabı olan beri gelsin.

    şimdi bu gibi ayetler varken müslümanlar bilim, bilgi vs. gibi konulara hiç girmesinler çünkü eğreti duruyor.

    ilk eşi zengin ve güçlü bir kadın olan fatıma ölene kadar tek eşli olup o öldükten sonra aldığı eş sayısı net bilinmeyen bir meczupu peygamber sayan dinin kutsal saydığı kitap bu kadar olur.
  • oldukça iyi bir teknik iş çıkarmışlar, buraya tamam.

    beni bir parça düşündürdü, işin o yanını da taktir ediyorum. ama son kertede argumanları sorunlu. en büyük hataları belki, kendilerinde bilimsel argumanların karikatürize edilmiş versiyonlarının üzerinden ana açıklamalarını yapmaları. camiyi proje inşaa etti diyen arkadaş örneğinde olduğu gibi. sorunları baştan anlatmaya başlayayım.

    bilim nasılı açıklar: nasıl sorusu nedir, bir şeyin oluş biçimi hakkında bilgi talep eden bir kelimedir. yani ben okula gittisem, nasıl gittim sorusunun cevabı otobüs ile olabilir. elbette otobüs nasıl hareket etti, otobüsü kim kullanıyordu, otobüse nasıl bilebildim gibi yeni sorular sorulabilir, ama bu soruların sorulabiliyor olması otobüsle okula gittim cümlesinin nasıl okula gittin sorusunun cevabı olduğunu değiştirmez.

    bunu basit bir bilimsel soruya uyarlayalım. gece ve gündüz nasıl oluşuyor. bu sorunun çok basit cevabı şudur. bir kürenin üstünde yaşıyoruz. bu kürenin bir yanında ışık saçan bir cisim (güneş) var. küre kendi etrafında dönüyor. ışıklı cisim önümüzde olduğunda gündüz oluyor, arkamızda olduğunda gece.

    bu net bir şekilde nasıl sorusunun cevabıdır. daha açık yazayım, eğer benim bir yanımda ışık saçan bir cisim varsa, ve kendi etrafımda dönüyorsam, arkamı döndüğünde bilinçli bir varlığın dünyayı benim açımdan karanlık hale getirmesi, önümü döndürdüğümde bilinçli bir varlığın benim için dünyayı aydınlık hale getirmesine gerek yoktur.

    bir yanında ışık saçan bir cisim olan dönen bir kürenin üzerinde gece ve gündüz, bir tanrı'nın etkisi olmadan oluşur. elbette geriye dönüp, gece gündüzü oluşturan fiziksel koşulları sorgulayabiliriz. küre niye dönüyor? "belki de tanrı döndürüyor", güneş niye ışık saçıyor? "belki de tanrı saçtırıyor." diye biliriz. ancak bir tanrı veya fiziksel koşullar güneş'e ışık saçtırıp dünya'yı döndürdüğünde, gece gündüz kendiliğinde oluşur.

    bir sonraki adım da bilim var olan fiziksel (ve kimyasal) koşulların güneş'e nasıl ışık saçtırdığını, dünya'yı nasıl döndürdüğünü de açıklar. her cevap yeni nasıl soruları sordurur ve bilim böylece gelişir.

    burada misal sarı noktanın aşağı inmesi mavi noktayı oluşturur yanlış bir tanımlamadır, bildiğim kadarı ile bilimsel değildir. sarı nokta aşağıya inerken, aşağıdaki kareye bir güç uygular, bu güç o kare sıcaklığı arttırır, artan sıcaklık da karenin içindeki maddenin yeşil renk alıp yukarı doğru hareket etmesine neden olur. bilimsel açıklamaya daha yakın bir açıklamadır. elbette bol bol yeni nasıl soruları da sordurabilecek bir açıklama.

    boşlukların tanrısı argumanına gelelim.

    din bilimin açıklayamadığı boşlukları doldurur mu? burada din ile kastedilen sadece ibrani dinleri değil. örneğin, yunan mitolojisi kış ve yazı, bir tanrıçanın kızının yer altına girip çıkması ile açıklar. ilk insanın oluşumu ile ilgili meşhur bir adem havva miti vardır. sonuç olarak din, bu dünya'da perdenin üzerindeki (yani görüp algıladığımız) şeylerle bize bilgiler verir açıklamalar yapar. misal incil'de doğru hatırlıyorsam babil'in dünya'nın en eski şehri olduğu bile yazıyordu.

    tüm bunlar, bugün bilimin cevapladığı sorulara zamanında dinin verdiği cevaplardı. ve kimi zaman bilimin dinden farklı cevap vermiş olması hiç hoş karşılanmamıştı tarih boyunca. yani din bilimin alanına girerek, perdenin veya görebildiğimiz dünya'da olanlarla ilgili, görebildiğimiz dünya'yı gözleyerek bulabileceğimiz cevapları verdiğini savunmuş, ancak çoğu zaman verdiği cevaplar yanlış çıkmıştır.

    özetle din (farklı dinler) bize misal o sarı noktanın alttaki yeşil bir nokta ile çarpıştığını söyler ve mavi noktanın bu çarpışma ile oluştuğunu bildirirse, biz gözlemle bu çarpışmanın gerçekleşmediği, mavi noktanın yeşil nokta üzerinde uzaktan bir kuvvet oluşturduğunu bulursa, dinin doldurduğu bir boşluklardan birisi kapanmış demektir.

    gelelim yasalara, burada temel sorun sanırım şu: bilimsel yasa, fizik yasası ile bilinçle oluşturulan yasa arasında bir fark var. bilimsel yasa maddelerin fiziksel özelliklerinden dolayı uymak zorunda oldukları yasalardır.

    örnek vereyim, yerin cisimleri kendisine doğru çeken bir kuvvet varsa eğer (bu kuvvet nasıl oluşuyor sorusu sorulabilir olsa da) artık yaprak niye aşağıya iniyor sorusunun bir anlamı yoktur. cisimleri aşağıya doğru çeken o kuvvet yaprağı ve yukarıdaki tüm cisimleri kendisine doğru çekecektir. yerin ve yaprağın fiziksel özellikleri, yaprağın yere doğru düşmesini zorunlu hale getirir kısacası.

    sosyal bilimlerden örnek vereyim, arz ve talep yasası isimli meşhur bir ekonomi yasası vardır. bu yasa bilinçli insanların etkileşimi ile ortaya çıksa da, insanların bilinçli olarak düşünerek oluşturmadığı bir yasadır. birbirinden bağımsız olarak, her biri sadece kendi çıkarını düşüren binlerce alıcı ve satıcının olduğu bir ortamda, eğer her hangi bir ürünün alınmak istenen miktarı, satılmak istenen miktardan fazla ise, tüm satıcılar toplam 1 ton buğday satmak isterken, tüm alıcılar 1.5 ton almak istiyorsa, o ürünün fiyatı yükselir. bu bilinçli bir şekilde oluşan bir yasa değil, insanların bir pazar ortamında birbirleri ile etkişiminin sonucudur. insanların satma ve alma eylemleri sırasında gösterdikleri temel davranışlardan ortaya çıkar.

    ancak eğer türk toplumu asgari ücret 10000 tl olacak derse, bu bilinçli bir şekilde konan, insanların da bilinçli bir şekilde uyduğu bir yasa olur.

    yani yasalar iki türlüdür. ilki bilinçli bir şekilde ona uymak için hiç çaba göstermeye gerek olmadan, nesne, canlı ve insanların fiziksel, kimyasal ve davranışsal özeliklerinden dolayı uymak zorunda oldukları yasalardır. böyle yasalar söz konusu olduğunda etrafımız bizi, belli bir şekilde reaksiyon göstermeye iter.

    ikinci tür yasalar, bilinçli bir şekilde oluşturulan ve uyulması zorunlu olan yasalardır.

    buradan düzen ve nizam argumanına da geliyoruz. öncelikle gecekondu mahallesi veya brezilya'nın metropol veya norveç'e göre farkı nedir? aslında iki şehirde de kurallar vardır. gecekondu mahallelerinde, insan ilişkileri, trafik (düzensiz olan trafiği kastediyorum), alışveriş gibi pek çok kural kendiliğinden oluşur, dışarıdan onları oluşturan bir irade yoktur. gecekondu mahallesindeki kuralları oluşturan birbirinden bağımsız hareket eden insanların davranışsal özellikleri, ve bu insanların maruz kaldığı yaşama koşullarıdır. (işsizlik veya toplumsal dışlanmışlık gibi) metropollerde ise kurallar bilinçli bir şekilde, farklı toplumsal kesimlerin katılımı ile konulur ve uyulur. o nedenle metropollerde nizam yani düzen vardır, gecekondularda yoktur.

    evren'de düzen var mıdır? evrende var olan kanunlar bizim bildiğimiz kadarı ile birbirinden farklı nesnelerin, tamamen fiziksel özelliklerinden dolayı uymak zorunda olduğu kurallardır. burada kuralların mekan bağımsız olmasında da şaşılacak bir şey yoktur. bir yanında ışık saçan bir küre eğer dönüyorsa, evren'in her yerinde bu kürenin üzerinde gece ve gündüz olacaktır. ancak evren'deki kurallar evrende bulunan nesnelerin, canlıların veya insanların yaşam standartlarını yükseltmek için oluşturulmaz.

    evren'de nizam yoktur o nedenle, ya da varsa, gecekondu mahallesindeki nizamdır evrende olan, metropoldeki nizam değil.

    bir soru sorayım mesela, insanların etraflarındaki dünya'yı kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirdiği çağın öncesinde, yaşam bugünkü kadar konforlu muydu? misal her doğan 100 bebekten kaçı acaba 5 yaşına bile gelemeden ölüyordu?

    buradan belki en temel anlamda bilimsel yönteme de varabiliriz. öncelikle bilimsel yöntemin elbette sınırları vardır. ancak bu yöntemin muazzam bir potansiyelinin olduğu da en azından son 300 yıl bu yöntem ile yapılanlara bakılırsa açıktır. evet bilimsel yöntem belgeseldeki dili kullanırsak "perde"nin dışına bakmaz. burada perdenin algılayabildiğimiz dünya olduğunu belirtelim. örneğin 2 boyutlu dünya'da eğer üçüncü boyuttan (yani bizim dünyamıza uyarlarsak gaipten) sesler geliyorsa, öncelikle mantıklı görünen açıklamalara, yani 2 boyutlu sistemde gözün görülebilir olduğu bir noktadan sesin geliyor olup olmadığına bakar, ama sonra üçüncü bir boyut var mıdır? bu boyutun varlığını bir şekilde algılayabiliyor muyuz bunu da araştırabilir.

    yani dışarıda bizim algılayamadığımız bir yerde projeksiyon makinesinin olup olmadığını da sorabilir ve bulmaya çalışabilir bilim.

    ancak şunu yapmaz, kırmızı noktanın neden oluştuğunu açıklayamadığı noktada, bir projeksiyon makinası olmalı diye, göremediği algılayamadığı bir cisme atıf yapmaz, yapsa bile bir sonraki adım da, o makineyi görülebilir algılanabilir hale getirmeye çalışır, bunu yapmadan da ortada bir bilimsel açıklama olduğunu savunmaz.

    dolayısı ile bilim, "ama bu fikir mantıklı geliyor", "yağmuru yağdıran budur olsa olsa", gibi akıl yürütmelerle değil, doğrudan yağmurun neden yağdığını gözlemleyebildiği, algıyabildiği sürece "yağmurun nasıl yağdığını" açıkladığını savunur. eğer yağmurun neden yağdığına ilişkin gözlenebilir ve algılanabilir açıklama getiremiyorsa, yağmurun nasıl yağdığı sorusunu çözememiştir bilim.

    yağan yağmura bakıp, olsa olsa birisi gökyüzünden su döküyordur, açıklaması bize ne kadar mantıklı gözükürse gözüksün bilimsel değildir.

    bilimsel yöntem mutlak mıdır? tek yöntem midir? elbette değildir. ancak doğrudan gözlemlenebilir kanıtlara dayanması, bilimsel açıklamaları çok daha sağlam hale getirir ki, teknolojinin neredeyse tamamen bilimsel yöntemle elde edilen bilgilerin üzerine kurulu olması nedeni budur.

    cevaplamadığı sorular vardır her zaman olacaktır. cevapları her zaman mükemmellikten uzaktır. ancak diğer yöntemlerden farklı olarak kendi kusurlarını ifade etmek bilimsel yöntemin gereğidir. en temel mesele bilimsel yöntemi mükemmellikten uzaklaştıran gözlemlerimizin mükemmel olmamasıdır. yani şu anda görebildiğimiz kadarı ile ışık saçan bir nesnenin aslında ışık saçmıyor olması mümkündür.

    gözlemle desteklenmemiş, akıl ve mantık yürütme dahi, bilimsel yöntem kadar sağlıklı sonuçlar vermez. ki belgeselde de kuantum yasalarının ilk bakışta ne kadar akıl dışı olduğundan bahsediyor.

    son bir iki cümleyi de evrendeki anlam, ve güzelliğe ayırayım. öncelikle bilinçle tasarlanmamış nizam (en azından bilimsel açıdan değerlendirildiğinde) güzel olabilir. gecekondu mahallelerinin bir güzelliği vardır. ama çoğu insan modern metropolü bu mahallelere tercih eder. mars çok güzel bir gezegendir, ama üzerinde teknoloji olmadan beş dakika boyunca bile yaşayamayız. yani bir şeyin güzel olması, bilinçli bir şekilde tasarlanmış bir düzeninin olmaması güzel olmayacağı anlamına gelmez. ancak güzellik, bir yerin bizim ihtiyaçlarımıza uygun bir yer olmasını sağlamaz tek başına.

    ikincisi evren'de bir anlam yani mana var mıdır? varsa nedir? bunu bir dış güç mü, bilinçli bir varlık mı vermiştir? bilmiyorum. o nedenle agnostiğim. bilimsel yöntem bir yana, hiçbir yöntem benim bilinçli bir varlığından emin olmamı sağlamıyor.

    ancak anlamı varsa, evren, her birinin ne anlama geldiği belli olan (bilinçli varlıklarca tasarlanmış olan) harflerden oluşan bir kitaptan çok, bakınca herkesin farklı anlamlar çıkaracağı bir resme benziyor bence. bu açıdan evren'e bakınca ona anlamı bir parça biz veriyoruz diye düşünüyorum. dışarıdan kesin, herkesin hem fikir olacağı bir anlamın olmadığını düşünüyorum evren'de.
  • bu bağlantıdaki ' evrim ağacı'nın kırmızı asa'ya cevabını okuyoruz ve 2 videosunu izliyoruz - fikir stalk b2 ' isimli youtube videolarını izlerken cehalet zehirlenmesi geçirdiğim oluşum. öncelikle belirtmeliyim ki bu arkadaşlar biyolojinin b sini bilmiyor. bakın evrimi, genetiği, botaniği geçtim. bu kadar az bilgiyle bile öyle sesleri çıkıyor ki ; izlerken kendinizden geçiyorsunuz.

    --- spoiler ---

    beni kendimden geçiren kısım, hakim olduğumu iddia edebileceğim meyveler ve bitkiler ile alakalı kısımdı. sunucu arkadaş o kadar cahil ki 'canlılar neden üremek zorunda ? bunu kendiliğinden mi öğrendiler ?' gibi bir soru sorabiliyor. canlılığın yegane sebebi üremedir. en basitinden, en karmaşığına canlı dediğimiz her şey üremek için yaşar. tohum ve meyve mekanikleri, meyvelerin diğer canlıları tohum taşıyıcı olarak kullanmak için var olması, tohumların sindirim sisteminden etkilenmemesi vs. vs. azıcık düşünmüş olsalar ne kadar saçmaladıklarını fark edecekler bence ama düşünmek de insana mahsus sonuçta*.
    --- spoiler ---
  • emek verilen ve iyi fonlanan bir kanal olmasina ragmen malesef yine hikayeler, masallar ve efsaneler anlatan bir kanal.
  • izleyip vakit kaybetmeyin, ben özetleyeyim:

    fen bilimleri: bir aracın 100 km/h hızla gitmesi için onu hareket ettirecek yakıt olmalı.

    kırmızı asa: hayır, allah isterse de araç yakıtsız 100 km/h hızla gider çünkü yaratıcı her an karar verir, o an aracın o şekilde gitmesine karar verebilir.

    ama biz 2.argümanı hiçbir zaman göremeyiz, bilim aksini icat edene kadar.

    karar sizin?
  • epikürcülerden beri var olan bir tartışmayı yeni bulmuş gibi başını kıçını yararak anlatan yarı cahil nurcu kanalı. biraz edmund husserl okuyun bu kadar cehalet göz kanatıyor
  • kısa bir tanım yapayım derken olaylar gelişti;

    klasik nurcu salvolarından bir yenisi. bu arkadaşları yeni fark ettim.
    bundan önce nurcuları şöyle bir söylemi vardı; "biz bilimi inkâr etmiyoruz,ama zaten evrim falan bilimsel değil". bu noktada da daha çok 1800lerden kalma bir bilim teorisi üzerinden evreni açıklamaya çalışıyorlardı.

    en temelde "evrenin ne kadar mükemmel olduğunu, evrende muazzam bir ahenk olduğunu, şu halde evrenin yaratılmış olduğunu" savunan bu görüş, körelmiş organlardan, doğanın vahşiliklerine yüzlerce karşı argümanla sarsıldı.

    başta nurcuların "serçeşme"si, said nursi, modern bilimi takip etmekten uzak bir adamdı. güya ilgileniyordu, ancak 20. yüzyıl'da, einstein ve max planck'ın çağdaşı olarak hala aristocu "esir" kavramına göre açıklamalar getirmeye uğraşıyordu. onun bilimsel metodu, bilimsel görünmekten ibaretti aslında.

    dahası, yazdığı eserler çok yeni bir şey söylemiyor, imam gazzali'den david hume'a yüzlerce yıldır tekrarlanan şeyleri tekrar ediyordu. islami literatür bakımından da "ihya" metinleri geleneğinin bir devamıydı sadece. bunlar yetmezmiş gibi nur risaleleri'nin üslubu oldukça problemlidir. nursî, klasik bir medreseli olarak sık sık arapça ve farsça kelimeler kullanır, ancak bunları osmanlı türkçesi'ndeki klasik kullanım tarzında kullanmaz, düşük cümleler kurar, cümleleri uzatır. okunması oldukça zor bir metindir. bu konuda kendisini ne derece eleştirebiliriz bilemiyorum, anadili bildiğim kadarıyla kürtçeydi.

    nurcuların ve nursi'nin görüşleri başta müslümanlar tarafından tepki çekmeliydi. ancak böyle olmadı. islami camiada bilime ciddi bir mesafe olduğundan, nurcuları "bak ne güzel allah'ın varlığını modern bilimle ispat ediyorlar" düşüncesine sevk etti. nursi'den etkilenen adnan oktar'a da aynısı yapıldı. ancak aklıbaşında bir iki eleştiri de gelmedi değil, mesela son derece samimi bir dindar ancak beri yandan da atom mühendisi olan türkiye atom enerjisi kurumu (taek) eski başkanı ahmed yüksel özemre said nursi hakkında bir dizi yazı kaleme aldı.

    "said nursi'nin eserinde esir kavramı" başlıklı makalesinin linkini ekliyorum;

    https://www.ozemre.com/…sinin-eserinde-esir-kavrami

    "bir resmin ressamı olmalı" gibi çocukça argümanlar "müslümanların tanrısı"nı ispat için bir araç olamaz. nurcuların argümanlarının %90'ı klasik deist argümanıdır. bir yaratıcının varolduğunu varsayalım ispat ettiniz, bu allah'ın 124.000peygamber gönderdiğini, abdest almayı, namaz kılmayı emrettiğini nasıl ispat edeceksiniz?
    dahası, bir yandan bilimle din çelişmez, bilimciler bizi destekliyor derken her yeni icadı "aslında kuranda vardı" diye ayetleri tevil ediyorsunuz. bilim devingen bir şey, sizin kur'anda bulduğunuzu iddia ettiğiniz şey yarın yalanlanınca ne yapacaksınız? ya da madem vardı neden önceden bulamadınız? bir de bilimin bazı dallarını zevkle kabul ederken (genelde astro-fiziği severler) , aynı metodu kullanan diğer alanları (evrimsel biyoloji) neden reddediyorsunuz gibi sorularla karşı karşıya kalan klasik nurcular iyiden iyiye zırvalamaya başlamıştı. sonra bu genç tayfa geldi.

    sözler köşkü gibi sayfalar iyi prodüksiyonlar ve sözde esprili bir üslupla (kim gülüyor bilemem) dini sevdirme ve "bilimcilere reddiye" yapmaya başladı. bir yandan bilimcileri dövüyor bir yandan da bilim bizi doğruluyor diyorlar. bu bakımdan klasik nurculardan farkı yok.

    nihayet bu kırmızı asacılar çıktı. şimdi yeni bir metot deniyorlar. bilimsel metotla bulunan verileri kabul ediyorlar. örneğin evrimle bir dertleri olmadığını söylüyorlar en azından. ama daha temel bir soruna saplanmış durumdalar. video serisine baktım, neden-sonuç ilişkisinin gerçek olmadığını basit bir olay korelasyonu olduğunu söylüyorlar. o zaman evrim nasıl bir bilgi olarak kabul edilebilir? osman bey evrimi kabul ettiğini söylüyor. evrim, neden-sonuç ilişkilerinin belki de en çok kurulduğu bir saha. aslında klasik öğreti olan "allah fail-i mutlaktır" düşüncesine gönderme yapıyor, ya da yapmak istiyor. evet inanıyorsanız allah neden sonuç ilişkisine mahkum değildir. her fiil onun daimi yaratımından geçerek ortaya çıkar, ancak insanın gözlem sahasında bir neden-sonuç izleği olduğu inkar edilemez. verdikleri örnekten gidelim, ateşin pamuğu yakması allah'ın kudretindedir, ancak insan ateşin pamuğu yakmadığını görünce bir anormallik olduğunu fark eder. dahası, bu dünyadaki olağan işler bu metotlarla ilerler. bunu, dini literatürde sünnetullah denen mevhumu aşan bir olay gerçekleşirse buna mu'cize ya da keramet denir. dolayısıyla neden sonuç ilişkilerini reddetmek bir çözüm değildir. neden sonuç ilişkisi yoksa ve her şey allah'ın o anlık iradesinden neşet ediyorsa her şey rastgele görünmelidir. örneğin döllenen bir yumurtadan bazen insan, bazen deve, bazen kuş çıkabilir, bu görüngülerin bir anlamı yoktur. ne de olsa bebeğin doğumu ile dna arasında bir nedensellik yoktur, sadece peş peşe gelmiş olaylardır bunlar.

    gelelim "bilim de inançlara dayanıyor " iddiasına. evet bilim de inançlara dayanıyor, evrenin bir gerçekliği olduğu ve bunu bilebileceğimiz inancına en başta. tamam buna dayanmasın bilim. evrenin bir gerçekliği yoktur ve bilemeyiz diyerek kendini eve kapatsın insanlar. bilimin sekiz varsayımı dediğiniz şey aslında sıradan insanın yaşamını sürdürmekteki sekiz kabulüdür. bu kabüllerden yalnızca biri tanrı fikrine rakip olabilir o da şu ; "doğal olayların doğal nedenleri vardır". evet işe yarar olmasını istiyorsak öyledir. tohum ekmezseniz tarlada bitki bitmez, çatıdan atlarsanız düşersiniz vs... bu kadar basit, merak eden aksini denesin. ancak şunu derseniz bu ilke de tanrı fikrine aykırı olmaz; "evren maddeden ibaret değildir, metafizik bir kudret bütün bu neden sonuç ilişkileri yoluyla evreni idare eder, ancak bu ilişkilere bağımlı değildir, dilerse bunları ortadan kaldırabilir." bu iddia natüralizm'in "evrende maddi nedenlerden başka bir şey yoktur, doğa olduğu gibidir" iddiası ile aynı derecededir, çünkü ikisini de ispat etmek için yeterli sayıda deney yapmak imkansıza yakın olduğundan ikisi de tam olarak bilinemezdir.

    kırmızı asa'nın sorunu şu, neden-sonuç ilişkilerini tümden red ediyor, aslında çelişkili olarak bazı hallerde kabul ediyor, ancak hemen geri dönüp bunlar korelasyondur iddiasına sığınıyor. bunu da "bilimciler bize bunu söylemedi, halkımızın gözü boyandı, oynanan oyunu görün" gibi büyük laflarla yapıyor. ancak herkes günlük yaşantısında neden sonuç ilişkilerini gözlemleyebilir. herkesin gözlemlediği bir hususta "bunun özü bu değil aslında" diyorsanız daha sağlam argümanlara ihtiyacınız var. natüralist felsefe "doğa kendisinden ibarettir" derken aceleci davranıyor, bilimi başka türlü yapmanın imkanı olmadığından bu böyle biraz. yani bir deney sırasında olaylar birbirini takip ederken, "a ben bunu gözlemledim ama bunun öbürü ile alakası neden olsun ki" demesini beklemeyiz. ancak son kertede "her şey benim gördüğüm kadardır" demek de ihtiyatsız bir söylemdir.

    nurcuların temel hatası, allah'ın mantık oyunları ile, retorikle, bilimsel deneylerle teşrih masasında bulunabileceğine inanmaları. kur'an'da iki sınıf sayılıyor "akıl sahipleri" ve "ulul elbab (leb demeden leblebiyi anlayanlar/arifler)" akıl sahipleri için doğadaki geniş olaylar sıralanıyor. arifler içinse çok daha kısa örnekler veriliyor. buradan yola çıkarak "isbat-ı vacib" diye bir ilim ortaya çıkmış, allah'ın varlık delilleri yani. bu ilim asırlarca çok basit seviyede kalmış, sıradan cahil bir insanı bir allah'ın var olduğunu düşünmeye sevk edecek kadar bir ilim bu zaten. bir allah'ın var olma "ihtimali"ne ikna olduktan sonra ona "inanmak" daha çok hislerle ilgili. hz.peygamber kimseye oturup, "yıldızlara bak demek ki allah var" demedi. güvenilir, saygın, özel bir insan olarak yaşadı ve yalan söylemeyeceğine emin olanlar ona inandı. bu kadar.

    allah'ın varlığı ispat edilirse zaten bu bir iman ya da inanç olmaz. bildiğimiz şeye inanmayız, onu biliriz. nurcuların ömürlerini vakf ettikleri bu mesele çok ilkel bir meseledir. şu an makul ve ihtiyatlı bir ateist, bir şekilde allah'ın var olmasına bir ihtimal payı verir. ancak bu ihtimale inanmayı seçmez. başka evrenlerin var olması ihtimali gibi düşünün. sadece bu ihtimali ispat için bu kadar zaman harcamaya gerek yok, tebliğin metodu da bu değil, hiçbir zaman olmadı. bu yolla ikna olup müslüman olan kimseyi de tanımadım. dahası varsayalım bunu ispat ettiniz 99 esması, peygamberleri, ayetleri ve kitapları ile binlerce içeriğin bulunduğu bir alanın her bir başlığını da ispat etmeye girişmeniz lazım. yani eski tabirle akl-ı maaş, kıyas ve cedel sahasına çekilen nurcular, bunda da yetkin olmadıklarından bilimsel literatüre hakim ateistler tarafından sabah akşam dayak yiyip "acımadı ki" diye bağırıyorlar.

    benim düşüncem nedir diye merak edecek olursanız;

    ben modern bilimsel metoda yürekten bağlı bir insanım, modern bilim kendi metodu ile olayların "nasılını" izah edebilir. neden-sonuç ilişkilerini de ortaya koyar. ancak evrenin "anlamı" ve "özü"ne ilişkin bir cevap vermek felsefe ve dinin işidir. bilimin bunlarla işi olmaz. bilimden yola çıkarak bir cevap bulmaya çalışabilirsiniz. ancak bulduğunuz cevap oldukça zayıf olacaktır. ama bir yandan da evren'de isimleri ile her an açığa çıkan, göklerde değil her yere nazır, bende ve sizde açığa çıkan bir ilaha inanıyorum. bu ikisi arasında da bir çelişki görmüyorum açıkçası. çünkü "her şey merkezindedir, her şey olması gerektiği gibidir". göklerde ya da laboratuvarda bir allah aramayı bırakırsak, allah'ı bulmamız gereken yerde ruh ve kalp dünyamızda bulabiliriz. akıl cambazlığı ve kelime oyunları ile allah'ı bulmak/buldurmak istiyorsanız, bilimsel metoda sahip natüralist düşünce sizi kabak dolması gibi oyar. çünkü evrende görünen kaotik olaylar bir allah'ın olmadığı fikrine sevk eder insanı. din de tam olarak "görünmeyen (gayb)e iman"la alakalıdır. çünkü allah o kadar zahirdir ki batın gibi durur, yani allah o kadar görünürdür ki onu görmek zorlaşır. iki kaşın arası göze çok yakın olmasına rağmen görünmez ya ha işte öyle...
  • videoları'nın altında organize olduğu belli bir kitle var ki sürekli, " karşı tarafı nakavt ettin osman babaaa" kafasında.

    şahsın fikirlerine katılmasam da saygı duyuyorum ama yorumlardaki " cehalet" beni kahrediyor.
  • daha önce bu seriye bir eleştiri yapmıştım şurada. bir arkadaşım daha detaylı yazmamı istedi ve seriyi tekrar izleyip elimden geldiğince her noktaya değinmeye çalıştım. bu entry ilkini kapsıyor aslında ama farklı noktalar da var. ikisinin de okunmasında fayda var. baya bir uzun ikisi de ama yapacak bir şey yok artık. olabildiğince başlıklara ayırdım.

    **bilimde neden gözlem kapsamı olmayan şeyler yok kabul edilir?

    cevap: bilimde bütün etkisiz elemanlar yok kabul edilir. gözlem kapsamında olmayan hiçbir şeyin doğa olaylarına etkisi yoktur. zaten o yüzden gözlem kapsamında değildir. gözlem kapsamında demek doğadaki 4 farklı temel kuvvetten en az biri ile etkileşim halinde olmak demektir. yani gözlem kapsamı olmayanlar otomatik olarak etkisiz eleman olduğu için yok kabul edilir. bilim gözlemlenemeyen şeyler aslında yoktur diye bir şey söylemez. etkisiz elemandır der. diğer entyimde bundan bahsettim. ayrıca yazının devamında da örnekler var.

    **olaylara bir dış müdahale olduğuna mantık ile ulaşılabilir mi? yani allah’a mantık ile ulaşılır mı?

    burada bilinçli olarak allah dedim zira videolarla her ne kadar bir dış güç dense bile kaynak olarak kur’an ve risale-i nur verildiği için o dış gücün allah olduğu belli. çünkü bir dış güce felsefi mantık ile ulaşmak için belirli açık noktalar vardır, yani boşlukların tanrısı eleştirindeki boşluklar aslında. hayatını anlamlandırmak için, ben neden varım sorusunun cevabı bir dış gün sayesinde olabilir. bu mantıken bir nebze ulaşılabilir ama allah’a ulaşmak mantık ile de pek mümkün değil. onu açıklayacağım.

    peki, madem mantık ile bir dış güce ulaşılabilir? neden ateistlerin hepsi deist değil? mantığı kabul etmiyorlar mı? hayır. sadece bilimsel mantığı kabul ediyorlar ve bilim dışında elde edilen doğa ile ilgili bilgilerin geçerli olmadığını savunuyorlar. yani ateizm bir dış güç yoktur demek değil, yok kabul edilir demektir. ikisi aynı şey değil. aslında bilimsel mantık ve felsefi mantık gibi bir ayrım yapmak da çok doğru değil. mantık mantıktır ama daha anlaşılır olması için bu şekilde bir ayrım yaptım.

    gelelim başlıktaki temel soruya. bu olay zaten kırmızı asa’nın itiraz ettiği ön kabulleri kaldırma olayı ile çelişiyor. mantık nedensellik gibi kuramlar da bilimin metodu gibi insan yapımıdır ve sınırlıdır. eğer sizin iddia ettiğiniz gibi sınırları kaldıracaksak, nedensellik kuramındaki sınırları da kaldırmamız gerekir. yani kuramı her şeyin bir nedeni vardır olarak yazmamız gerekir. neydi peki bu kuram önceden? zamanın etki ettiği her şeyin bir nedeni vardır. yani biz bu kuramın sınırları gereği zaten allah’ın varlığına ulaştık çünkü allah zamana tâbi değil. nereden biliyoruz zamana tâbi olmadığını? dini kitaplardaki allah tasvirinden, başka bir yolu yok çünkü. yani kuralsız sınırsız hiçbir metot ile 5. boyuttaki herhangi bir varlık kanıtlanamaz. nedensellik, mantık, ardışıklılık bunların hepsi insan yapımı ve sınırları olan kuramlardır. o yüzden çalışır zaten.

    bilimsel metotla farkı ne peki? tek farkı, iki olgu arasında bir ilişki kurarsak henüz gözlemlemediğimiz 3. bir olguya ulaşabiliriz. bilimde ise o 3. olguyu da test etmek gerekir bu kadar. örnek vereyim hemen; su sıvıdır ve akışkandır. zeytinyağı sıvıdır ve kaşıktandır. biz bu şekilde birçok daha örnek bulup bir mantık kurarak tüm akışkanlar sıvıdır diyebiliriz. burada iki olgu arasında tutarlı bir ilişki vardır o yüzden mantık kabul edilebilir. fakat bilimsel olarak tüm akışkanlar sıvı değildir. yani bu yanlıştır. mantık kurmak demek iki olgu arasındaki öncülleri kullanarak bir çıkarım yapmak demektir. birşeyin doğruluğuna kanıt olmaz. eğer ulaştığın 3. sonuç test edilebilir ise bu bilimsel mantığın içindedir, edilemez ise bu felsefi mantığın içindedir. ama unutmayın olaylar arasında ilişki olmak zorundadır. yani mantık ile allah’a ulaşırken kullanılan şeyin mantık olduğuna dikkat etmek gerekir, çünkü videolarda aslında değil. ileride açıklayacağım neden değil.

    burada temel soru şu? allah’ın sıfatlarına gerçekten mantık ile ulaşılabilir mi? her şeyin bir nedeni vardır kabulünü sınırsız yaparak nasıl yaratıcının yaratılmadığı sıfatına ulaşabiliriz? eğer bu kuram boyut atlayabiliyorsa yani sınırı yoksa o zaman 6. boyutta 5. boyuttaki tanrıyı yaratan bir başka tanrı olabilir ve bu sonsuzluğa kadar gider. çünkü eğer sınır yoksa sonsuzluğa gitmek bir sorun teşkil etmez. sonsuzluğu insanın aklı almıyor diye gidilemez demek yine sınırlar ile mümkündür. çünkü insanın aklı 5. boyuttan itibaren zaten almaz yani bir kere çıktığında devam etmenin bir sakıncası yok. 5. boyutu insan anlamıyor, 6. boyutu daha da anlamıyor diye bir durum yok. eğer sınır sadece insan aklı ise o zaman boyutu nasıl atladık?

    yani demek istediğim şu, tanrı'nın varlığını kanıtlamak için kullanılan mantığa dayalı kuramların hepsi belirli bölgelerde sınırları olduğu için çalışır. fakat, bunların hepsi iknai önermeler olduğu için, ulaşılan sonucun doğruluğu ile değil, o sonuca ulaşmak için kullanılan önermeler ile sonucun kendisinin tutarlılığı ile ilgilenir. bu tip mantıkla birşeyin mantıklı olması, doğru olduğuna delil oluşturmaz. ayrıca verilen örnek kanımca mantıklı da değildir.

    örneği biraz daha açayım; tanrıyı kim yarattı sorusunun cevabı genelde bu sorunun saçma olduğu, yaratılmamanın tanrının bir sıfatı olduğu ile verilir. (sorunun saçma olmasının nedeni insan yapımı olan her metottun dışına çıkmasıdır aslında). bunun için de doğadan örnekler verilir? mesela suyun ıslak olması gibi yani ıslaklığın suyun bir sıfatı olması gibi yaratılmamak da tanrının sıfatıdır. burada sıkıntı şudur, evet ıslaklık suyun sıfatı olarak kabul edilebilir ama bu yaratılmamanın tanrının bir sıfatı olması ile ilişkili değildir yani aralarında bir mantık ilişkisi yoktur. bu sadece allah’ın yaratılmama sıfatını anlayamamış birine anlamasına yardımcı olmak için verilen bir örnektir. bu limon sarıysa, çilek kırmızıdır demek gibi bir şeydir. çileğin neden kırmızı olduğunu açıklamaz sadece renkleri anlamayan birine anlaması için örnek olarak verilir. yani küçük bir çocuğa “hani limona sarı diyoruz ya, işte bu renktir, çilekte aynı o şekilde kırmızıdır o da başka bir renktir” gibi bir açıklama yapmaya benzer. özünde çilek neden kırmızıdır? sorusuna bir cevap değildir. burada yapılan bir mantık değildir iki olgu arasında hiçbir ilişki yoktur.

    bu nedir peki? bu şudur: dini kitaplarda allah’ın yaratılmaz olduğunun ön kabulünü yapıp, bunu somut bir boyuta indirerek açıklamaktır. yani “usarvurma” yapmaktır. doğru olduğu kabul edilen bir olguyu kullanarak mantık yürütmektir. yani sizin eleştirdiğiniz gibi yine bir ön kabul vardır. burada bilimin ön kabullerini reddetmek fakat başka ön kabulleri kabul etmek vardır. aynen yukarıda yazdığım gibi ön kabulün doğruluğu ile ilgilenmeden kabul yapilabiliyorsa, mantıkla herşeyi kanıtlayabilirsiniz.

    hiçbir ateist de bir dış güç kesin yoktur alın bu da bilimsel ispatı demez zaten. sunulan argümanlar ikna edici değildir sadece, çünkü bir delil oluşturmaz. iknai önermeleri ard arda sıralar sadece.

    **topun düşmesi ile kağıttaki yazı argümanı ne kadar doğru?

    iddia: bir topu havaya attığımızda onu yerçekimi kanunu düşürüyor inancı ile bir kağıda bir yazıyı türkçe kuralları yazıyor inancı aynıdır.
    cevap: hayır değil, burada sorunun sorulma şekli sıkıntılı. o top yerçekimi kuvvetine uyarak düşüyor. eğer yer çekimi kuvveti farklı olsaydı o top yine düşecek ama farklı şekilde düşecekti. o yazı türkçe kurallarına göre yazılıyor, eğer kurallar farklı olsaydı o yazı yazılacak ama başka şekilde yazılacaktı.

    ilişkili iddia: kağıtta bir yazı gördüğümüzde onu bir insanın yazdığını biliyorsak, topu yere düşürenin de başka bir varlık olduğunu bilmemiz gerekir. çünkü yer çekiminin kudreti yoktur. bu iki inançta eşittir.

    cevap veya dur el-cevap yazayım tanıdık olsun: asıl sıkıntı burada başlıyor. o iki bilince de inanmak eşit şekilde rasyonel değil. eğer yaprağı yaratıcı düşürüyorsa, aksini de seçebiliyor olması lazım ama biz bunu gözlemleyemiyoruz. kağıda yazıyı yazan kişi isterse türkçe kurallarına uymamayı seçebilir ama topun düşüşünü kontrol eden kişi buna müdahale edemez. edebileceğini düşünmek saf bir inançtır.

    örnek: ben kâğıda yazının bir insan tarafından yazıldığını iddia ediyorum. bunun nedeni de daha önce yazı, kalem ve kağıt hakkında bilgi sahibi olmuş olmam. daha önce yazı yazanları görmüş olmam. diyelim ki ikna olmadın. bunu kanıtlamak için gelip o yazıya müdahale edebilirim. kalemi alıp harfleri çizerim, yerlerini değiştiririm. aynı yazıyı tekrar yazarım. sen yine de inanmayabilirsin fakat %100 inanman gereken tek şey, benim o yazıya müdahale edebilecek kudretim olduğu. eğer ona da inanmazsan o zaman aşırı şüpheciliğe, descartes’in düşüncelerine gider. şimdi, yaratıcı düşen top üzerinde aynı kudrete sahip mi? isterse o topa müdahale edebilir mi? o topu 1 milyon kere havadan bıraksak 1 kere dahi olsa onu tutabilir mi? eğer edemezse, bu iki inanç eşit derecede rasyonel midir?

    bir yerde irade sahibi birinin varlığını olayın akışını değiştirmesinden anlarız. biz senle bir arabada sabit hızla giderken, ben sana “bu arabada gitmek kendinden var, sen kullanmıyorsun” dersem. senin arabanın gittiğini bana söylemen benim tezimi çürütmüyor. eğer arabaya müdahale edersen o zaman anlarım. ben araba gitmiyor demedim sen kullanmıyorsun dedim. ben bir insan olarak o yazıya müdahale edebiliyorum. silip silip tekrar yazabiliyorum. türkçe kurallarına uymamayı seçebiliyorum. bu benim o spesifik yazıyı yazdığımı kanıtlamaz fakat aynı yazıyı kurallı kuralsız tekrar yazabildiğimi veya hali hazırda yazılı olana müdahale edebildiğimi kanıtlar. yaratıcı da hali hazırda var olan yer çekimine müdahale edebilir mi? yer çekimini bozup bozup tekrar yapabilir mi?

    senin bir videoda verdiğin başka bir örnek üzerinden açıklama: dedin ki, trafik kuralları insanları bir kurala uydurtmaz. insanda irade vardır, onlar uymayı seçer. bunu nereden anlıyoruz? uymayanlar da var. doğada yaratıcının iradesini kullanarak yer çekimi kurallarına uydurmadığı bir top var mıdır?

    hadi bir örnek daha vereyim ki olay iyice açık olsun. benim tepemde şu an bir vantilatör dönüyor. ben sana desem ki, “bu vantilatörü ben döndürüyorum”. “sende o kudret yok inanmam” dersin. “bak şimdi durduracağım” dedim ve durdurdum. dersin ki “tesadüf”. bunu 50 kere üst üste yaparım. o zaman dersin ki, “sende hala onu döndürecek bir kudret yok ama bir şekilde müdahale edebiliyorsun. ya elinde kumanda var ya da başka bir dışarıdan kontrol ediyor”. yani sen eğer serinlemek için bir plan yapacaksan, ben bu olayda etkili bir elemanım. bunu kabul etmemek, gördüğünü reddetmektir. yani o olayı illa benim yaptığıma bir inanç gerekmiyor benim etkili olduğuma inandırmam için. sadece olayın akışına müdahale edebiliyor olmam yeterli. tekrar soruyorum. allah topun düşüşünde etkili eleman mıdır?

    sonuç olarak bu konu açık olmuştur herhâlde. yani yer çekiminin bir iradesi yok, var diyen de yok. bizim gördüğünüz olayı açıklayan en basit açıklama bu. her şeye gücü yeten bir yaratıcı da bir açıklamadır ama mevcut açıklamaya hiçbir artı katmaz. katmadığı gibi işin içine ilim irade kudret gibi nereden geldiği belli olmayan tanımları da sokar. o yüzden bilim yaratıcıyı reddeder. yaratıcı olmadığı için değil, etkisiz eleman olduğu için. sen dersen ki hayır yaratıcı var ama sürekli yaprağı düşürmeyi seçiyor. bunun aksini kanıtlayamam, ama ockham’ın usturası mantığı ile eğer bir olguyu açıklayan iki farklı önerme varsa (ki allah önermesi pek bir şey açıklamaz ama hadi kabul edelim), her zaman basit olan seçilir. işin içine evren yaratma kabiliyeti olan, her şeyin mutlak sahibini sokmak, hele ki olaya hiçbir etkisi yoksa, seçilebilecek en mantıksız ve anti-rasyonel yol. sen illa o yolu seçmekte diretiyorsan, bilim neden o yolu seçmiyor demek son derece saçma.

    yani çok kısa bir daha özetlersek. evrende birtakım olguların belirli bir kurala uyması bir iradeyi gerektirmez. eğer irade varsa bile, o kurallara müdahale etmiyorsa o irade yok sayılır. bir sayıyı yazarken virgülden sonraki sıfırdır o irade. sen istersen yazabilirsin. yazmak ne teoride ne de pratikte yanlış değildir ama işlemlere bir etkisi yoktur. o yüzden doğal olarak yok kabul edilir. sen virgülden sonraki o sıfırlara toplama işlemi üzerinde ilim irade kudret sahibidir diyebilirsin fakat sadece dediğin ile kalırsın. zaten bilim de o sıfırlar yoktur demiyor, etkisiz elemandır diyor.

    olabildiğince geniş ve örneklerle açıklamaya çalıştım. umarım anlaşılır olmuştur. o kağıttaki yazıyı bir insanın yazmasına olan inancımız ile, yaratıcı, yer çekimi ve top arasındaki inanç işte bu yüzden aynı derecede rasyonel değildir.

    **asıl hata teistlerde mi? evrenin başlangıcına gitmek çok mu mantıksız?

    hayır değil. aslında ben tesit olsam sürekli kullanacağım en güçlü argüman big bang olurdu. videolarda verilen örneklerde hep günümüz olaylarından bahsedilir. yaprağın düşmesi, bebeğin doğması falan. fakat dikkat edilirse günümüz olaylarından hiçbiri bir yaratma değildir. yaratma yoktan var etmek demektir fakat dünya’da her şey sadece form değiştirir. form değiştirme olayını insanlar da yapar. belki aynı şekilde değil ama farklı şekillerde. mesela bir yaratıcının tohumdan ağaç yaptığına inanılır ama ağaçtan kağıt yaptığına kimse inanmaz. bugün ay’da a4 kağıdı bulsak kimse onu oraya allah’ın koyduğuna inanmaz. tesitlerim klasik resim ressam örneğini düşünün, mikrofon uzatıp “bir odaya girdin, odada bir resim gördün ve o odada kimse yok sence o resmi kim yapmıştır?” diye bir soru sorup oradan evreni de allah’ın yaptığına atlama yaparlar. dikkat ederseniz kendileri bile o resmi oraya allah’ın koyabileceği ihtimalini hiç düşünmez. dünya’da insanın da kudretinin yettiği hiçbir şey allah’a atfedilmez. eğer bahsi geçen iki inanç da eşitse, o resmi ciddi ciddi oraya allah’ın koyduğuna inanan insan çıkması gerekmez miydi? fakat insan zihni böyle çalışmaz. mesele ne zaman insan kudretinin dışına çıkarsa, o zaman allah işin içine girer. fakat, videoda verilen örneklerin hepsi insanın bir gün yapma kapasitesi olan şeylerdir. doğadaki atomların form değiştirerek bir şeyler üretmesi. peki ya aynı şeyi bir gün insan da yaparsa?

    big bang doğadaki her şeyin yapı taşının nasıl oluştuğunu açıklar. yani orada bir yoktan var etmek durumu vardır. bazı bilinçsiz tesitler “şu gözüne bak, şu ağzına bak, şu elmaya armuta bak. 50 tane bilim adamı bir araya gelse yapabilir mi bunu?”falan diyerek aslında kendi ayaklarına sıkıyorlar. zira bir gün gerçekten 50 tane bilim adamı bir araya gelip atomların hareketini bir şekilde yöneterek armut üretse, hem de ağaçsız ilaçsız tohumsuz falan baya böyle kafanızda armudun atom atom havada oluştuğunu hayal edin. o zaman allah’ın yokluğu kanıtlanacak mı? tabii ki hayır. zira dünya’da olan her olay budur zaten farklı bir şey değil. atomların form değişmesi. yani ortada bir yoktan var olma durumu yok ki bu insanın kudretinin kesin dışında olsun.

    fakat big bang farklıdır. orada bir yoktan yaratma vardır. felsefi olarak yokluktan bahsediyorum bu arada. bilimsel olarak yokluk diye bir şeyi henüz tespit edemedik. en yoklukta bile bir şey mutlaka var. big bang’in en dibine gidildiğinde, neden hiçbir şey yerine bir şey var sorusuna ulaşılır. bu soru felsefenin en zor sorusudur. o yüzden bu argüman iyi savunulduğunda bilinçsiz bir ateist alt edilebilir.

    bugün tanrı o şekilde seçiyor diye sunulan argümanların hepsi yarın bir gün insan müdahalesi ile aksi yönde seçtirilebilir. o yüzden teistlerin doğal olarak insanın kudretinin en uzak olduğu big bang ile argümanlarını savunmaları mantıklıdır. şu güneşe bak parıl parıl yüce allah’ım diye argüman sunarsan bundan 1 milyon yıl sonra insan güneş üretebilecek bir teknolojiye ulaşsa garip bir durumda kalırsın. tabi bunlar uç örnekler bakmışsınız 50 bin yıl sonra meteor çarpmış yok olmuşuz. fakat dünyanın bilimsel olarak kesin yok olmasına yani güneşin etkisini yitirmesine henüz 4 milyar yıl var. bu çok uzun bir zaman ve şu geçen 2000 yılcık sürede yapılanlara bakılırsa, o zamana kadar insanların kendilerine yeni bir güneş kesinlikle yapamayacağının bir garantisi yok.

    insanlık kendi güneşini kesin üretir evrenin sonuna kadar kesin hayatta kalır demiyorum. aksinin olması daha olası. fakat argüman savunurken 50 tane bilim adamı senin 1 tane kolunu üretebilir mi falan demek saçma. yarın bir bakmışsın senin kolunu bırak kompleni bile üretebilir.

    insan güneş üretebilecek mi üretemeyecek mi bilmem ama aslında kırmızı asa’da farkında olmadan big bang’a götürüyor olayı. yani temel dayanakları doğa yasalarının yoktan var olması olduğu için olay otomatik olarak big bang nasıl oldu ya geliyor ama kendileri farkında değil. zira doğa sayaları big bang’den itibaren oluştu ve bildiğimiz kadarıyla herhangi bir değişiklik olmadan da devam ediyor.
    tabii ki mesele soyut olduğu için insan ne yaparsa yapsın allah öyle istediği için oldu argümanı asla çürütülemez o ayrı konu.

    **perdedeki renkler örneği doğru bir örnek mi?

    burada da yaprağın düşmesi durumuna benzer bir açıklama yapacağım çünkü analoji aynı zaten. ama öncelikle analojiyi, allah ve doğa ilişkisine uygun bir şekilde düzenlemek gerekiyor çünkü bu haliyle biraz eksik. öncelikle denk örnek olması için, projeksiyonun sonsuz bir enerjisi olması lazım yani verdiği görüntüde hiçbir değişiklik olmaması lazım ve görüntü sürekli aynı paterni izlemesi lazım. eğer analoji bu şekilde olursa evet doğru bir projeksiyonun olduğuna bilimsel olarak ulaşmak imkansızdır ve evet yeşil noktayı mavi noktanın hareket etmesi oluşturur argümanı bilimsel olarak geçerlidir. fakat burada olay şu; projeksiyon enerjisi sonsuz olduğu için, ve sıralama hiç değişmediği için (aynı allah’ın yer çekiminde etkisiz eleman olması gibi) projeksiyon orada bir etkisiz elemandır. şunu tekrar edeyim, bilim allah yoktur demez. bilim der ki allah açıklaması mevcut teoriyi bir ileriye taşımıyor o yüzden yok kabul edilir. bu örnekte de bilim projeksiyon yok demez, perdeye hiçbir etkisi yoktur o yüzden yok kabul edilir der. etki demek mevcut gidişatı değiştirmek demektir. yukarıda yaprak düşme örneğinde buna örnekler verdim. buradaki yanılgı biz videoyu izlerken projeksiyonu gördüğümüz için yani aslında etkisini bildiğimiz için, “projeksiyon perdeye etki etmez” önermesi bize yanlış geliyor. fakat önerme analojinin dışından düşünürsen yanlış, içinden düşünürsen doğru bir önerme. eğer o projeksiyonu da kontrol eden biri olsaydı ve noktalara zaman zaman müdahale etseydi o zaman işte anlardık. analojide bu yok, olsa gerçek dünyaya uygun olmuyor zaten. bu tür analojiler size mantıklı geliyorsa, hemen gerçek dünya’ya uyarlamaya çalışısın. ne kadar mantıksız olduğunu göreceksiniz.

    yukarıda bahsettiğim gibi bu olay hala bir tanrı’nın her şeyi hep aynı sırada seçmediğine bir delil değildir fakat etkisiz eleman olduğuna delildir. her seferinde istisnasız aynı şeyi seçmek, aslında seçmek midir? bunun iyice düşünülmesi gerekir.

    **evrende düzen var mı gerçekten?

    evet var. hadi yine iyisiniz. burada düzen kavramı ile mutlak düzen kavramını ayırmak gerekiyor. evrende düzen ve düzensizlikler vardır fakat bunların hiçbiri mutlak değildir. yani düzen var mı? evet. mutlak düzen var mı? hayır. biz düzeni belirli kurallara uymak olarak tanımlarız. evet, videodaki örnek gibi iki hidrojen atomu ve bir oksijen atomunun suyu oluşturması bir düzendir. neden düzendir? çünkü biz bunun formülünü bulduk. o zaman evrende henüz formülüze edemediğimiz şeyler de düzensizliğe örnek olmak zorunda. var mı peki böyle bir örnek? evet, örneğin kuantum parçacıkları. henüz onlarda biz düzen keşfetmedik. şu an bizim için kuralsızlar ve bu olayın değişmesi de yakın gelecekte mümkün değil. parçacıklar gözlem altında orada duruyor ama bakmadığın zaman evrenin herhangi bir yerinde. bir parçacığın yerini ne kadar net tahmin edersen hızı ışık hızına gitmeye başlıyor yani karma karışık bir durum var ortada. hadi onu da geçtim parçalar birbirine dönüşüyor. başta x kabul ettiğin parça bir bakmışsın bambaşka bir y parçasına dönüşmüş.

    videolardan birinde aynen şu cümle var. “eğer evrende kaos olsaydı, parçalar rastgele hareket etseydi tek bir formül bile bulabilmemiz mümkün olmazdı.” bu cümle aynen kuantumun tanımıdır. parçalar rastgele hareket eder, kaos vardır ve tek bir formül bile bulamıyoruz. bakın başka yasalara tabii değil bu kuantum parçaları, yasasız hareket ediyorlar. videoda geçen istatistiki yasalara uyarlar terimi ile ne denmek istemiş anlamadım ama burada bir yasa söz konusu değil. biz sadece olaya biraz uzaktan bakıp, tahmin yapabiliyoruz. bu içi ağzına kadar pirinç dolu bir bardağa uzaktan bakıp kaç tane var demek gibi bir şey. yani içinde 250 milyon tane pirinç olmadığını biliyoruz ama kaç tane olduğunu da bilmiyoruz gibi. sadece 1 milyar kere tahmin yaptığımızda biri tutuyor. videodaki o istatistiki yasaya uyuyor o parçalar denilen oran aşağı yukarı bu şekilde. ayrıca o 1 milyarda 1 olan oran tutturmak için de bir sürü varsayım yapıyoruz. fizikçiler boşuna ateist değil yani. einstein’ın meşhur tanrı zar atmaz lafı da bu olay üzerine, kendisi kuantum mekaniğini kabul etmekte baya zorlanmıştır.

    bir gün o parçacıkların da bir düzenini bulabilir miyiz? belli olmaz olabilir. ama videodaki argüman evrende düzen olduğunu yine evrenden belirli örneklerle açıklıyor. bende düzen olmayan başka bir örnek veriyorum o zaman ben de evren düzensiz diyebilir miyim? hayır. bu mutlak düzen veya düzensizlik tamamen bakış açısı ile alakalıdır.

    yani yarın bir gün kuantumda da biz bir düzen keşfetsek, teist argüman “bak orada da bir düzen varmış allah vardır” diyebilir. çalışıp çalışıp bir düzen tespit edemezsek de bu sefer “böyle büyük bir düzensizlikten düzen çıkması ancak bir yaratıcı ile mümkündür” denir yine olay allah’a bağlanır. yani dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz ama somut veriler ile yaratıcıya net bir çıkarım yapmak mümkün değildir.
    bu tamamen dünya’ya nasıl baktığın ile alakalı. yani aslında her şeyin düzensizliğe gittiğini söyleyen entropi de her şeyin düzensizliğe gitmesinin düzeni olarak tanımlanabilir. yani her şeyin düzensizliğe gitmesi de aslında bir düzendir denebilir.

    ayrıca başka bir kilit nokta da şu arkadaşlar, evrende düzen var mı? evren nasıl işler? gibi sorular fiziğin alanının içindedir. yani bir nurcu evrende düzen var diyor; aynı zamanda bir fizikçi de yok diyorsa, burada konu hakkında bilgisi olmayan fakat yeteri kadar zeki olan her insan kimin düşüncesine değer vereceğini anlamalıdır. evrende düzen var diyen herkesin istisnasız motivasyonu dindir, fizik değil.

    burada bizim sormamız gereken soru düzen var mı yok mu değil. allah o düzene müdahale edebilir mi? tamam atomlar optikten hep aynı şekilde yansır, evet doğru karbon 14 atomunun yarılanma yılı bellidir. evet, fiziksel, biyolojik, kimyasal elektronik kurallar vardır evrende. peki ya, allah bunlardan hangisine müdahale edebilir? bir olgu üzerinde sonsuz hikmeti olmak ne demektir?
    evrende neden bu kurallar var sorusunun cevabını bilmiyoruz fakat allah cevabı bence hiç tatmin edici bir cevap değil.

    **deve ve dna konusu doğru bir argüman mı?

    burada sıkıntı ortada karşılaştırma yapacak bir durum olmaması. yani her şey neden olması gerektiği gibi sorusu olmadığı durumu bilmediğimiz için çok anlamlı değil. örnek olarak devenin tam olması gibi yaratıldığını ve bunu deveyi o şekilde yaratmayı yaratmamaya tercih eden birinden dolayı olduğu veriliyor ama tam olması gerektiği gibi yaratılmayan bir deve piyasada yok. yine aynı şekilde insanın dili neden topuğunda değil de olması gerektiği gibi ağzında, bunu biri seçmiştir diye başka bir argüman var. hassas ayar argümanına benziyor bu argüman. benzer başka başka örnekleri verilip duruyor. bu argümanın hassas ayar argümanına benzer şekilde en büyük sıkıntısı ise, kıyas yapacak bir zıttı olmaması yani ortada tamamen atış serbest durumu var. mesela; bir başka örnekte sağlıklı insanın kan değerlerinin hep olması gerektiği gibi olduğunu, işte atıyorum şeker yüksek olsaydı bir sürü sıkıntı çekeceğimizi bunu allah ayarlamış olduğunu söylüyor. fakat kan değerleri normalin çok dışında olduğu halde sağlıklı olan insan örneği olmadığı için, ortada kıyas olmadığı halde kıyas süsü verilmiş bir durum var. o zaman karşıdaki de diyebilir ki, allah madem seçerek yaptı, neden kan değerinde bir sınır var. koyma şeker dengesi falan problem çıkmasın. şeker hastalığı diye bir şey komple olmasın bu daha iyi değil mi? yani bir sınır koyup o sınırlara sıkıştıracağına kaldır sınırları hiç problem yaşamayalım? yani anlatmak istediğim durum, ortada hassas olmayan ayar diye bir olgu yok ki iyi mi kötü mü bilelim. her ayar bakış açına göre hassastır zaten. tek yaptığımız şöyle olsaydı böyle olsaydı diye olaylar kurgulamak. olumlu sonuçlarda doğurabilir olumsuzda. adam diyor ki mesela ellerimizde 5 parmak var ya 2 parmaklı olsaydık ne olurdu allah’a şükredelim. ben de diyorum ki gözüm bozuk. benim gözlerim de şahin gözü olsaydı ne olurdu allah’a isyan edeyim. atış serbest ya illaki bulursun şükredecek bir şey. bakın ben şükretmeyin demiyorum bu arada, gayet tabii inançlıysanız şükredin. ayrıca bu söylediklerimin hiçbiri allah’ın olmadığının, olaylara etki etmediğinin, bir şeyleri seçmediğinin delili değil. benim anlatmak istediğim kurduğun mantık yanlış.

    **cep telefonu ve ilkel adam analojisi

    bu analojinin çok eleştirilecek bir tarafı yok çünkü gerçekten çok saçma. şimdi bilimsel metot ile mutlak gerçeğe ulaşılamayacağı eğer eleştiriliyorsa, bilimin böyle bir iddiası yok zaten. bilim evrendeki somut gerçeklikleri verir hayatın anlamı bilimde aranmaz. bilimsel metot ile allah’ı da bulamazsın doğru, ama bilimsel metot amacı ne allah’ı bulmak ne de insanların allah’ı bulmasını engellemektir. bilimsel metot evrendeki olgulara, yine evrenden somut cevaplar verilmek için geliştirilmiştir haliyle o iş için kullanılması en uygundur.

    eğer eleştiri bilimsel metot ile yapılan bir işin daha verimlisini kur’an yolu ile yaparız ise, eleştirmeye bile gerek yok. zira kur’an bir bilim kitabı değil. içinde de bilimsel bir şey yok, ki kimse olmasını da beklemiyor zaten bu bir eksiklik değil.

    eğer eleştiri, biz evreni bilimsel metot ile yanlış okuyoruz asıl evren kur’an metodu ile okunur ise, o metot ile çıkan sonucun da bilime bir etkisi yok. yani tamam evreni kur’an metodu ile okuduk ve allah’a ulaştık bu bilime ne katacak? bilime katmaz ama bana bir şey katacak ise neden bilimsel metot eleştiriliyor. ikisi birbirine engel değil.

    eğer bilimsel metot allah’ı bulmaya engel oluyor ise, müslüman bilim adamları nasıl buluyor allah’ı? onlar başka metot mu kullanıyor bilimde? nedir o metot? veya herhangi bir müslüman bilim adamının “bilime rağmen allah’ı buldum, bilim olmasa çok daha rahat bulacaktım.” gibi bir lafı mı var?

    yani ne diyor anlamadım burası açıkçası garip bir analoji olmuş nereden çeksek oraya geliyor. asıl din dersleri fizik, kimya biyolojidir kısmını sevdim ama fena bir bakış açısı değil.

    bilim adamları neden ateist?

    bilimsel metot nedir? bilimde gerçekten tanrıya atıf yapmak yasak mı? değilse neden yapılmaz?

    yukarıdaki soruların cevabı diğer entryde var. her ne kadar benzer konular olsa da ikisini de okunabilir. farklılıklar mevcut.

    edit: birtakım düzeltmeler ve imla.
  • çok basit ve kısa bir şekilde neden kendi içinde çelişkili olduğunu anlatmaya çalışacağım, (gelecekten yazıyorum, kısa olmadı)

    bildiğiniz gibi, doğadaki olaylar arasında bir neden-sonuç ilişkisi olduğuna ikna olmadıklarını söylüyorlar ve video serisi buradan başlıyor. buna paralel olarak evrendeki olayları açıkladıkları bir projeksiyon makinesi örneği sunuyorlar.

    diyorlar ki, duvara yansıtılan görüntüde mavi kare hareket ettikten sonra yeşil kare ortaya çıkmaktadır. projeksiyon makinesinin varlığı denkleme katılmazsa bu, mavi kare yeşil kareyi ortaya çıkartmış, ona sebep olmuş gibi görünecektir. ancak aslına tüm bunlara projeksiyon makinesi sebep olmaktadır. doğada neden sonuç ilişkisi kurduğumuz olaylar da böyle. allah'ı hesaba katmadığımız için çakmak, ateşin yanmasına sebep olur gibi görüyoruz, diyorlar.

    şimdi, burada yapılabilecek en temel çıkarım şudur, projeksiyon örneğinde mavi karenin yeşil kareye hiçbir "etkisi" yoktur. videoda da bu cümle aynen geçiyor. bu iki durum sadece birbiri ardına gelir, bu kadar. bu durumda bir insan "mavi kare hareket etmeseydi, yeşil kare ortaya çıkamazdı" gibi iddialar ortaya atamaz. çünkü yeşil karenin ortaya çıkma sebebi zaten projeksiyon makinesidir. projeksiyon makinesi isterse mavi kare pembe üçgene dönüşür, yeşil kare öyle ortaya çıkar.

    devam ediyoruz.
    evreni okuma metodu diye bir şey tanıtılıyor sonraki videolarda. arkadaş diyor ki, şu an elimde kan tahlili sonuçlarımı tutuyorum. sağda olması gereken değerler ve solda gerçekte olan değerler var. bu bir sürü değerin hepsi, ben farkında bile olmamama rağmen olması gereken aralıktalar.

    "eğer bu değerlerden bir tanesi farklı olsaydı, bisiklet süremeyecektim."
    tanıdık geldi mi bu cümle size?
    "eğer mavi kare hareket etmeseydi, yeşil kare ortaya çıkmayacaktı"

    kan değerlerim farklı olsaydı bisiklet süremeyecektim demek, bu iki durum arasında bir neden-sonuç ilişkisi gözetmektir. halbuki kendi görüşüne göre, sağlıklı olmanı o an allah emrettiği için sağlıklısın sen, ötesi hakkında yorum yapamazsın. "allah sağlıklı olmamı kan değerlerim yoluyla sağladı" da diyemezsin çünkü kan değerlerin sadece bir korelasyon demiştin. belki kan değerlerinin hepsi yanlış olsa, belki damarlarında karpuz dolaşıyor olsan bile allah senin sağlıklı olmanı tercih edecekti ve bisiklet sürecektin. bilemezsin.
    allah seni hangi sebeple sağlıklı kıldı bilemezsin.

    dolayısıyla evreni okuyamazsın. çünkü evreni okuman için baktığın olaylarda neden sonuç ilişkisi gözetmen gerekiyor. "bu olmasaydı bu olmayacaktı" diyebilmen gerekiyor ki o olayın ne kadar küçük ihtmalli ne kadar mucizevi olduğunu görüp şaşır.

    değil mi?
hesabın var mı? giriş yap