• sabancı üniversitesi özelinde konuşmak gerekirse, öğrenci ve hocalarının, "hani" kelimesi olmaksızın kendilerini ifade edemedikleri bir disiplindir. foucault, derrida, sub-altern, post-colonial falan hikaye. varsa yoksa "hani!":
    -ııııı, şimdi hani, post-modern edebiyatta, hani o çok kullanılagelen, ııııı hani, kayıp kitap metaforu...
    -söylemeye çalıştığım, haniii, derrida'nın o çok bilinen, hanii, metinlerin dışında bir gerçekliğin olmaması, hanii, intertextuality hadisesi..
    -foucault hani hapishanenin doğuşu'nda, hanii modern dünyanın, hani cezalandırma ve gözetleme mekanizmalarını yönetmesi üzerinden...

    insan, yemin ediyorum, ders-konferans-muhabbet sırasında, "haniiiii o saçlarınaaaa taç yaptığın çiçekleeeeer" namesini patlatmamak için kendini zor tutuyor.
  • şöyle bir ibretlik hikayeye konu olmuş alandır.

    ülkemizin güzide üniversitelerinden birinde bir türkiye'de gender dersinde başörtülü bir öğrenci de bulunmaktadır. e dersin ilgi alanı gender olduğu için, dönüp dolaşıp konu kaçınılmaz olarak başörtülülerin toplumsal ve kültürel konumundan da açılır -- özellikle de "mağduriyet" konusu. dersin bir noktasında, başörtülü arkadaşımıza beklentili bakışlarla beraber belli bir soru da yöneltilir dersin hocası tarafından:

    - x, mutlaka senin de paylaşacağın bazı şeyler vardır, biraz kendi tecrübelerini anlatabilir misin?

    x'in cevabı ise bu ibretlik öykünün en can alıcı noktasıdır:

    + ya iyi de, ben hiç mağdur olmadım ki!

    işte bu öğrencinin adı çok da önemli değildir (kendisi sevdiğimiz, mizahı güçlü de bir arkadaşımızdır), ama kültürel çalışmaların temel sıkıntılarından birine güzelce işaret eder. bu alanın konu aldığı topluluklara yönelik bazı önkabulleri vardır. mesela, eğer kürt ya da özellikle ermeniyseniz, mutlaka anlatacağınız bazı şeyler vardır (buna "sözlü tarih" derler (bkz: oral history)) ve mutlaka bu hikayeler dedenizden falan gelmelidir ki, "o dönem..." ile ilgili olsun. başörtülüyseniz de mutlaka mağdur olmanız gerektiği yönde temel bir kanı vardır.

    en kötüsü, bunlara pek karşı çıkılamaz çünkü bu alanda çalışan insanların en önemli muhattabı yine kendileridir. elit bir akademisyen sınıfı tüm kültürel meşguliyet çerçevesi altında yine aynı elit akademisyenlere sunulan bir bilgiyi üretir, o bilgi asla aşağılara doğru inmez.
  • "antropologlar kültürel çalışmalar hareketinin işçi sınıfı haline gelmiş durumda. akademik iş bölümünde etnografik emekçiler statüsüne sürgün edilerek, uzun günler, haftalar, aylar boyunca pis ve rahatsız(saha) çalışmaları yapmaya mahkum edilmiş durumdalar. inatçı kültürel gerçeklikler üstüne emek vermekten uyuşmuş beyinleriyle, daha yüksek kuramları ingilizce profesörlerine bırakıyorlar. bu cult stud'lar düşünen sınıf, özgür kılınmış(ve özgür kılan) aydınlar iken, antropologlar da onların hegemonyacı söylemlerinin alt sınıftan müşterileri olmaktan memnun.
    dünyanın bütün antropologları, birleşin..."
    ` : marshall sahlins, foucault'yu beklerken`
  • jacques derrida'nın, deconstruction kavramının teorisini tam olarak çizmemesi yahut çok farklı şekillerde çizmesi veya michel foucault'nun discourse temelli teorik çalışmalarına, hiçbir zaman "nedir bu discourse" diye dipnot düşmemesi, jean baudrillard'ın her zaman postmodern düşünür olduğunu reddetmesi, hatta ve hatta ferdinand de saussure'ün 20. yy başında structuralism akımının temelini attığının farkında bile değilken ölmesi gibi durumlarda, mevzu bahis bütün redlerin, inkarların, boşlukların, farkındasızlıkların ve isimsizliklerin imdadına yetişen, kıtasal felsefenin tanımlamadıklarını tanımlamayı ve bütün bunları bir hediye paketi haline getirerek, öğrenci olarak tanımladığı bireylere armağan etmeyi arzulayan bir akademik bölümdür cultural studies.

    michel foucault, discourse tanımını yapmamıştı çünkü kendisinden sonra eserlerinin içinde kaybolacak akademinin ne yapıp edip bu yoksunluğu çekip çevireceğinden emindi. ileriyi görebilen, zeki bir adam olmalıydı. öte yandan jacques derrida'nın, her zaman deconstruction'ın metalaşmasından korktuğu söylenebilirdi. jean baudrillard'ın ise gömüldüyse kemikleri, yakıldıysa külleri sızlıyor çünkü akademi onu postmodern düşünür olarak tanımlıyor. ilginçtir ki, ferdinand de saussure, torunlarına büyük bir miras bıraktı; yeni nesiller yapısalcılığın dedesinin soyundan gelmenin tadını çıkarırken, o, eğer hala bir boyutta var ise, "vay ben ne büyük iş yapmışım" diye gururlanıyor ve akademiye şükranlarını sunuyor. öteki bir boyut yok ise, ölümünden sonra eserleri milyonlaca dolara satılan vincent van gogh ile aynı kaderi paylaşıyor. pardon, hayır, paylaşmıyor çünkü saussure'ün eserlerine gigapedia'dan ücretsiz erişebiliyoruz.

    öne sürdüğüm argümanlardan yola çıkarak kültürel çalışmalar meselesini akademik çerçevede psikanalitik düşüneyim dese; tanımlanmamış, bilinememiş olanları, lacan'cı sembolik evrenimize dahil etme çabasının bir mahsülü mü bu meret, diye aklından geçirmiş olabilirdi slavoj zizek ve bana tavsiye mektubu verebilirdi. böylece akademinin bir parçası olup, kıtasal felsefeyi kalıplaştırma misyonuna iştahla girişir, yeni nesillere gilles deleuze'ün kendisini anlatacağından daha farklı bir biçimde onu anlatır ve freudian ego'mu zevkten dört köşe ederdim. oysa, walter benjamin yaşasaydı bu kadar şanslı olmayabilirdim. ağız değiştirir, derdim ki, cultural studies, kendinden önceki ummansal bir fikriyat birikimini nasıl tanımlıyorsa, esasında ilkin kendisi tanımlanmaya muhtaçtır. ve akademiye savaş ilanı şeklinde algılanabilecek bu karşı tanımlama eylemini de, walter benjamin, paul klee'nin angelus novus'u üzerinden öne sürdüğü history-progress bağlantısallığı metaforu dahilinde yapabilirdi:

    kültürel çalışmalar, yapısalcılık, postyapısalcılık, neo marksizm, postmodernizm gibi isimler altında topladığı 20. yüzyıl avrupa felsefesini ve bu felsefenin bütün ölü veya hayatta olan düşünürlerinin söylediklerini, günümüze, progress şiarıyla sürükleyen, ve ne acıdır ki cennetten ayrı gelen bir fırtınadır.
  • bilgi üniversitesindeki yüksek lisans programının bu seneki yazılı bilim sınavında şu entry (bkz: #13443605) ile ilgili soru sorulmuş olan disiplinlerarası "disiplin".
  • bilgi' nin pek bir hos olan master programinin, okumalariyla beraber ogrencileri -abartmiyorum- tam anlamiyla helak edilecegini cok net bir sekilde anlamis bulunmaktayim su an. "offff buraya kadarmis napalim" dedirten, rahatlikla gunun 24 saatini alabilecek, almamasi icin beynin ve psikolojinin azcik saglam kalmasina kati suretle dikkat edilmesi gereken, cok keyifli olmasina ragmen icinden pek kolay cikilamayacak acayip hadise.
  • seçmek için baya cesaret gerektiren bölüm. yarın anne baba sorduğu zaman ne cevap vereceksiniz?

    - ee oğlum, üçüncü sınıfa geldin artık, kararın nedir, hangi bölümü seçtin? **
    - kültürel etüdler baba.
    - ?!??! o ne?

    yıllar sonra gelen edit: (bkz: akla gelmeyenin başa gelmesi)
  • ekonomi politikçiler tarafından sıkça marksizmden uzaklaştıkları iddiasıyla eleştirilen düşünürleri birarada toplayan akademi havuzu. cultural studiesin köklerinin 1970'lere, ingiliz işçi sınıfının kültürel yaşamını masaya yatırdığı "the uses of literacy" çalışmasıyla hogart adlı araştırmacı kişiye kadar uzandığı rivayet edilegelmektedir.
  • özellikle kitle iletişim araştırmaları alanında sıkça değinilen kültürel çalışmalar, kültürün ve toplumun incelenmesine yönelik disiplinler arası bir yaklaşımdır. özellikle ingiltere’nin birmingham üniversitesi’nde, 1964 yılında richard hoggart’ın yönetiminde kurulan çağdaş kültürel çalışmalar merkezi’nin çalışmalarıyla birlikte anılır. diğer bir ifadeyle kültürel çalışmalar olarak kavramsallaştırdığımız alan, en basit ifadeyle ingiltere merkezli bir merkezin çalışmalarına ve bu çalışmalardan etkilenerek üretilen tüm üretimlere gönderme yapar. kültürel çalışmalar, adından da anlaşılacağı gibi tam olarak ne bir toplumsal teoridir, ne de kitle iletişimi teorisidir. bununla beraber, kültür endüstrileri ve onların izleyicileri arasındaki ilişkiyi yorumlayış biçimleri onları hem işlevselci okulun hem de izleyiciye ve alımlamaya atfettikleri önem nedeniyle frankfurt okulu kuramcılarının karsısında konumlandırmaktadır. kültürel çalışmaların frankfurt okulu ile olan ilişkisine ve etkileşimine geçmeden önce genel olarak tanımını ve yoğunlaştığı alanları betimlemekte ve alanın ilk ve değerli sayılan eserlerinden bahsetmekte yarar vardır. ingiliz kültürel çalışmaları, savaş sonrası ingiltere’sinde kültür, endüstri, demokrasi ve sınıf arasındaki ilişkileri, medya içerikleri, popüler kültür ürünleri ve edebi metinleri inceleyerek ortaya koyan bir okul olarak tanımlanabilir. marksist kuramı temel almasına karşın güncel sorunların kavramlaştırılmasında ve kuramsallaştırılmasında alternatif bir kaynak olarak değerlendirilmektedir. marksist kuramın etkilerinin belirgin bir biçimde görüldüğü kültürel çalışmaların en çok üzerinde durduğu kavram adının da göndermede bulunduğu gibi kültürdür. kültürel çalışmalar, kültür ve kültürel ürünlere yaklaşımları açısından, genellikle frankfurt okulu yaklaşımı, ingiliz kültürel çalışmaları ve postmodern/postyapısalcı yaklaşımlar olarak sınıflanır. frankfurt okulunun önemi, kültür endüstrisi kavramını ortaya atmasından gelir. ingiliz kültürel çalışmaları ve hall, kültürü toplumsal üretim ve yeniden üretim kuramına oturtur ve hakimiyet (domination) ve direnç (resistans) yapıları üstünde durur. postmodern/post yapısalcı çalışmalar ise özne kökenli olup; izleyici ve onun medya metinlerini alımlaması üstünde durur. kültürel çalışmalar merkezi, kültürü ele alırken bazı kavramlardan yararlanır ve bu kavramların sıkça kullanılması bazen frankfurt okulu bağlamında bazen de marksizm bağlamında ele alınır. ancak kültürel çalışmaların, frankfurt okulundan değişik olarak farklı yönlerden ve daha olumlu bakma kabiliyeti olduğunu ifade edebiliriz. bu yüzden birmingham okulu, sosyalist bir perspektifle göstergebilimsel analizi bir araya getiren çalışmalar ışığında kültür endüstrisinin alt sınıflar üzerindeki hükümranlığının tek yönlü, ezici, manzaranın tamamını açıklayıcı olamayacağını; gençliğin, isçi sınıfının, marjinallerin, vs kapitalizmin kültürel tahakkümüne direniş gösterebileceğini savundu. popüler kültür, alt kültürler, direniş mekanları, çoğul kimlikler gibi kavramlarla klasik marksizmin oldukça az ilgi göstermiş olduğu kültür alanı 70’ler ve 80’ler boyunca pek çok boyutuyla çalışıldı.

    kültürel çalışmalar merkezinin ve kültürel çalışmalar olarak adlandırdığımız alanın var olmasına etki eden bir çok neden olması ile birlikte özellikle, raymond leavis, raymond williams, richard hogart ve stuart hall’un eserlerinin payı önemlidir. altmışlı ve yetmişli yıllarda cultural studies adı altında gelişen akımın uzak kaynağı frank raymond leavis’in otuzlu yıllarda yayınlanan yazınsal eleştiri incelemeleridir. mass civilisation and minority culture adlı yapıt, öğrencilerin ticari kültüre karşı korunmasını savunmayı hedeflemektedir. leavis’in düşüncesine göre endüstri kapitalizmi ve onun kültürel dışavurumlarının (o dönemde özellikle sinema söz konusudur) ister halk kültürü isterse seçkin kültür olsun değişik geleneksel kültür biçimleri üzerinde zararlı bir etkisi vardır. leavis ve 1932’de kurulmuş scrutiny dergisi çevresinde toplanmış olan grup yazınsal değerlerin bilgisini yaymak için okulu kullanmayı isterler. leavis yüksek kültürün ve endüstri öncesi dönemin “üstün” değerlerini taşıdığı varsayılan büyük yazın geleneğinin özlemi içinde olmakla birlikte, kendi döneminde yazınsal eleştirinin özelliği olan tutucu tavırla da ilişkisini koparır. kültürel çalışmalar merkezinin kuruluşuna ve zihinsel iklimine etki eden leavis’in eserlerinin yanı sıra, hoggart’ın çalışmaları da büyük katkı sağlamış ve kendisi de kültür incelemelerine devam etmiştir. ancak hoggart’ın kültür ile ilgili düşünceleri, leavis’inkinden bir parça da olsa farklılık göstermektedir. hoggart ilk çalışmalarında kültürün yönlendirici olduğu ve halkın tümüyle edilgenliğini savunan yaklaşıma karşı çıkmış, örnek olarak da çağdaş işçi sınıfının yaşamının yaratıcılığını ve yapay olmayan yönlerini ele almıştır. özellikle hoggart’ın the uses of literacy ve raymond williams’ın culture and society adlı kitapları kültür ve kitle kültürü kavramları, kitle iletişim araçlarının temsilleri üzerine yoğunlaşmıştır. ancak daha önce de belirttiğimiz gibi kültürel çalışmalar geleneği, frankfurt okulundan etkilense de onun karamsar kitle ve kültür tanımlamalarından farklı bir bakış açısına sahiptir. hoggart’ın alana katkısı sadece kitaplarla sınırlı değildir. richard hoggart bu merkezin ilk yöneticisidir. 1968’de unesco’nun genel müdür yardımcısı olunca, jamaika kökenli stuart hall 1979 yılına değin onun yerini aldı. merkez, new left’in atağa geçmesine denk düşen bu dönemde en parlak çağını yaşadı. 1972’ de working papers in cultural studies (wpcs) dergisini çıkardı.

    kültürel çalışmalar alanına dahil olan teorisyenler sadece yazınsal anlamda üretimle ya da kitle kültürü, popüler kültür ve kitle iletişim araçlarının ideolojik anlamları ve çözümlemeleriyle ilgilenmemiş, aksine bazı metinleri yeniden okumuş bazılarını ise çevirerek alana katkıda bulunmuşlardır. özellikle son dönemlerde daha bilinir ve popüler hale gelen bazı kavramlar, kuramlar ya da kuramcıların isimlerinin yaygınlaşmasında kültürel çalışmalar geleneğinin etkisi ve katkısı söz konudur.

    belçika mattelart'lar şöyle bahsederler: "bunlar, ortodoks olmayan bir marksizmin arayışı içinde, macar düşünür georg lukacs’ın yazın tarihi incelemelerini, özellikle de histoire et conscience de classe’ı ve rus yazını kuramcısı ve düşünür mikhail bakhtin’in marxisme et la philosophie du langage konusundaki çalışmalarını ve popüler kültür anlatımlarının tarihsel çözümlemelerini yeniden okurlar; walter benjamin’i çevirirler; yazın toplumbilimcisi lucien goldmann’ın le dieu cache: tude sur la vision tragique dans les pens de pascal et dans le th de racine’ini ve jean-paul sartre’ın questions de méthode'unu keşfederler. louis althusser ile, artık özdeksel temelin yalın bir “yansıması” gibi düşünülemeyen, ancak toplumsal yeniden üretimde etkin bir rol alan ideolojinin yapısına ilişkin sorunları paylaşırlar. roland barthes’la birlikte “kültürel” olanın özgüllüğü konusuyla ilgilenirler ve bu dönemde başlıca sorun olan “ideolojik okumalar” sorununu ele almak için dilbilim kuramına dayanan bir yöntemi benimserler. kadın dergilerinin, televizyondaki fiksiyon ve haber programlarının, yazılı basın söylemlerinin çözümlenmesi bu merkezin araştırmalarının odağını oluşturur".

    tüm bu yeniden okumalar, çeviriler ya da kitle iletişim araçları ve popüler kültür bağlamında bazı teorilerin yeniden ele alınması, alana hissedilir bir hareketlilik kazandırmış ve bazı kuramcıların ve kavramların daha bilinir hale gelmesini sağlamış ve bu da dolaylı bir şekilde olsa da bir çok çalışmaya atıfta bulunulmasını ve kültürel çalışmalar şemsiyesi altında üretilen metinlerin zenginleşmesini ve açılım kazanmasını sağlamıştır.

    kültürel çalışmaların bugün geldiği noktadan geriye doğru dönüp baktığımızda kültürel çalışmalar olarak tanımladığımız alanın sadece ve sadece ingiltere'de kurulan çağdaş kültürel çalışmalar merkezi ile sınırlı olmadığını söylememiz gerekmektedir. kültürel çalışmalar zaman içerisinde, merkezin binasından bağımsız, soyut bir alanı işaret eder hale gelmiştir. kültürel çalışmalar olarak tanımladığımız tüm yazınsal ürünler dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir dilde üretilmiş olabilmektedir. yazınsal ürünler arası bütünlüğü ve tutarlılığı sağlayan, temelde görülen zihinsel bir aradalık ve alanın çalışma sınırlarıdır.

    özellikle kitle iletişim araçları ve popüler kültür üzerine yoğunlaşan kültürel çalışmalar, her zaman popüler kültürün üst kültüre yeğ tutulduğu ya da olumlandığı bir gelenek değildir. popüler kültür, üst sınıfın kültürü olmadığı için daha çok alt sınıfların, işçilerin kültürü olarak da tanımlanabilir. kültürel çalışmalar, popüler kültür yaratmanın dünyadaki egemen güçlerin anlayışlarına karşı bir direniş; tabi/yönetilen grupların anlayışlarına ise bir destek olabileceğini ısrarla belirtirler. fakat bu, popüler kültürün her zaman destekleyici ve direnişçi olduğu anlamına gelmez. örneğin tüketimin pasif bir eylem olduğunu inkar etmek, bazen onun da pasif olabileceğini inkar etmek değildir; veya popüler kültür tüketicilerinin kültürel açıdan aldatılmış olduğunu inkar etmek, hepimizin de zaman zaman aldatılabileceğimizi inkar etmek değildir. asıl inkar edilen, popüler kültürün, kar elde etmek veya ideolojik kontrolü sağlamak için, başarılı bir şekilde yukarıdan dayatılmış yoz bir kültürden daha çok önemli olduğu gerçeğidir. en verimli kültürel çalışmalar, bu sorunlar hakkında bir karara varabilmek için, kültürün üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. dolayısıyla bu açıdan baktığımızda kültürel çalışmalar alanı daha çok birey ve iktidar arasındaki ilişkiye ve bunun kültür içindeki yansımasına odaklanır. ve özellikle bu noktada kitle iletişim araçlarının ürünleri kültürel çalışmalar için zengin bir temel sunar. frankfurt okulu yaklaşımından başlamak üzere kültürel çalışmalar geleneği, medyanın bütün toplumsal çevreyi ideolojik olarak biçimlendirmesi üzerinde dururlar. medya kuruluşları ideolojiyi ve iktidarı toplumun geneline yayarak, her sosyal ilişkide ideolojiyi ve iktidar ilişkisini ortaya çıkarmayı amaçlar. kültürel çalışmalar geleneği, ideoloji ve iktidarı, mesaj ve okuyucu arasındaki ilişkide ele alır.

    kültürel çalışmalar alanının yukarıda da belirttiğimiz gibi kültürün içinde iktidar ve direnişin aynı anda işlediği düşüncesini de barındırdığını belirtmiştik. bu bağlamda iktidar ve direniş arasındaki ilişkiye odaklanan çoğu metin kültürel çalışmalar alanından ve onun kavramlarından etkilenmiştir. çünkü kültürel çalışmalar, dinamik, değişken olabilme gücünü içinde barındırmaktadır. zamana uygun bir şekilde bazı metinleri çevirmeyi bazı metinleri yeniden okumayı başarabilmişlerdir. kültürel çalışmalar, sürekli değişen tarihsel ve siyasal koşullara uyum sağladığı için her zaman göz önünde bulundurulan bir alan olmuş ve çoğu zaman tartışma, anlaşmazlık ve müdahale ile şekillendirilmiştir. örneğin 1970’lerin sonlarında, sınıf merkezli kültürel çalışmalar, önce feministlerin, cinsiyetin önemi konusundaki ısrarlı tutumları; sonra da siyah öğrencilerin, bu çalışmalarda ırk konusu üzerinde durulmadığını vurgulamaları sonucunda şiddetle eleştirilmiş ve önemli bir darbe yemiştir.

    kültürel çalışmalar, geçen zaman içerisinde yukarıda da değindiğimiz gibi, bir çok alandan beslenerek gelişimini sürdürmüştür. özellikle günümüzde kültürel çalışmalar geleneğinin marksizm'le olan ilişkisine atıfta bulunulmaktadır. her iki geleneğin kesişim noktası olarak kültüre vurgu yapılmaktadır. marksizm, kültürel çalışmaları iki ana boyutta ele alır. buna göre öncelikle, bir kültürel konuyu ve pratiği doğru anlayabilmek için, onu toplumsal ve tarihsel üretim ve tüketim koşulları içerisinde analiz etmeliyiz. fakat kültür, her ne kadar belirli bir tarihsel sürecin ve belirli bir toplumsal yapının üzerine kurulmuş olsa da, bu yapı ve tarihin basit bir yansıması olarak algılanamaz. kültürel çalışmalar geleneği kültürü değişken bir yapı olarak ele alması ve kültürü bağlamı yani tarihsel koşullar içinde değerlendirmesi ile marksizm ile benzerlik gösterir. öte yandan kültürel çalışmalar geleneğinin marksizm’e dayandırılması açısından üzerinde durulması gereken ikinci nokta, kültürü iktidar ve bireyler arasındaki karşılıklı ilişki ve bireylerin iktidara direnişi olarak ele alması ile benzerlik göstermiş olmasıdır. marksizm’in üzerinde durduğu ikinci nokta ise kapitalist sanayi toplumunun etnik, cinsel ve sınıfsal açıdan eşitlikçi olma yan temeller üzerine oturtulan bir toplum biçimi olarak algılanması gerektiğidir. kültürel çalışmalara göre, bu eşitsizliğin oluşturulduğu temel alanlardan biri de kültürdür. bu açıdan kültür, tabi grupların, egemen grupların çıkarlarını yansıtan anlamların zorla kabul ettirilmesine karşı direndiği bir sürekli mücadele alanıdır. kültürel çalışmalar alanı özellikle bu iktidar pratiklerinin nasıl işlediği ve geliştiği, gündelik hayatta ve medya çıktılarında nasıl yer aldığı ya da toplumsal cinsiyet, sınıf gibi kavramlar bağlamında iktidarın nasıl yansıdığı üzerine yoğunlaşmaktadır. diğer bir deyişler kültürel çalışmalar iktidar sistemleriyle çoğul ilişkileri bakımından metinsellik, anlam, ideoloji ve kimlik meselelerini sorgulayan dinamik ve karmaşık bir alan olarak tanımlanabilmektedir.
  • "bitirince ne olucan" adamciklarinin bok atmaya calistigi bölüm, herkes ya psikolog ya da doktor olsun, herkesin sifati bilinsin dimi?

    (bkz: aferin)
hesabın var mı? giriş yap