• cluzot'nun yine tum ailesini oynattigi bir filmdir, pek iyidir, heyecandan insana tirnaklarini yedirtir. dvd'sinde falan bulunan orjinal versiyonu izlendiginde (zira film yayinlandiginda bazi ulkelerde seyirci sikilmasin diye uzun mu uzun giris bolumu kirpilmisti) bir kirkbes dakika falan insani hafif hafif bunaltan bir giris karsilar insani. karakterlerin hissettigi bunalimi, o kucuk, sicak, bir amerikan petrol sirketi disinda is imkani bile olmayan o kasabada hapsolmusluk hissini aynen iletir insana. ayni karakterler gibi seyirci de oradan kurtulmak icin herseyini vermeye hazirdir adeta (kotu anlamda soylemiyorum, ama bir yere kadar sikilmislik hissini iletebilmek icin abartmadan seyirciyi de sikmak gerekir ne de olsa). o kadar ki karakterlerimiz olum tehlikesi asiri yuksek olan gorevi heyecanla ve hatta sevincle aldiklarinda insanin aklinin ucundan bile deli mi bu adamlar diye dusunmek gecmez, hatta hak verir o karara. tek kelimeyle bir bas yapit (pardon iki kelime oldu).

    bir donemin sinemacilari arasinda da buyuk etki yapmistir film. 1977'de william friedkin buyuk basari elde ettigi the exorcist filminden sonra bu filmin bir amerikan versiyonunu yapmistir sorcerer adi altinda (ben seyretmedim ama cok kotu oldugu soylenir).
  • yves montand'in en iyi oyunculuk sergiledigi filmlerden biridir. dario moreno'muz da barmen rolunde izlenebilir.
  • insanı en baba korku filminden bile daha cok geren sağlam bi yol hikayesi.
  • georges arnaud'nun romanından henri georges clouzot'nun senaryolaştırdığı ve yönetmenliğini yaptığı 1953 yapımı 155 dakikalık siyah beyaz fransız filmi. başrollerde yves montand, charles vanel, jean gabin var. nitrogliserin taşıyan kamyoncuların öyküsünü anlatan başarılı bir thriller
  • daha çok les diaboliques ile tanınan henri georges clouzot'nun izleyiciyi sürekli koltuk kenarında oturmaya zorlayan, tırnak yedirten, gerim gerim geren altın palmiyeli filmi. giriş bölümü gerçekten çok ama çok uzun olmasına rağmen karakterlerin çaresizliklerini vurgulamak açısından bir o kadar önemlidir,ki bu açıdan sık sık john huston'ın benzer temalı filmi the treasure of the sierra madre ile karşılaştırılır. gelgelelim filmin en büyük başarısı, bu bölümde sıkılan, "hadi ulan çıkacaksanız çıkın artık yola, basın gidin" diyen izleyiciyi, ikinci bölümde "aman kaptan yavaş git gözünü seveyim" moduna sokabilmesidir kanımca.

    aslen ortada temel olarak tek gerilim unsuru vardır; nitrogliserin yüklü kamyonların; bol virajlı, bir bölümü dağ yolu olan güzergah üzerindeki bir yere ulaşması. kamyonların 40 km hız limitini aşmaması ve virajları mümkün olduğu ölçüde dikkatli ve yavaş almaları gerekmektedir. sadece bu iki engelden clouzot öyle bir gerilim yaratır ki, fransız hitchcock lakabını sonuna kadar hakettiğini gösterir.

    hele hele filmin sonlarına doğru kamyonların normal şartlarda alamayacağı bir virajın, çürük olduğu her halinden belli olan bir tahta iskele vasıtasıyla alınma bölümü vardır ki, clouzot alenen izleyicinin dayanma gücünü sınar, psikolojisini bozar. aynı şekilde karamsar sayılabilecek sonu ile de her daim mutlu sonlu amerikan filmlerine de gerekli ayarı verir.

    amerika'ya sağlam bir eleştiri de filmde bahsi geçen paragöz, vurdumduymaz ve bencil amerikalı petrol şirketi üzerinden yapılır. bu yüzden film amerika'da bu bölümler çıkartıldıktan sonra dağıtım izni alabilmiş ve anti-amerikan olmakla suçlanmıştır. sinema tarihinin gizli hazinelerinden biridir, bulunursa kaçırılmadan kitlenmelidir.
  • --- spoiler ---

    vals yapan kamyon nasıl olurmuş görebileceğimiz güzel bir gerilim filmidir.

    --- spoiler ---
  • bar kızının filmin başında yerleri silerkenki sahneleri izlediğim en iç gıcıklayıcı, en tahrik edici ve hatta en erotik film sahnelerinden biridir.
  • william friedkin'in heyran oldugu bir filmdir, hatta bir remakeini çekerek kariyerini mahfetmiştir. remake ini çekip kariyerini mahfetmeye degecek derecede iyi bir filmdir, işin içinde araba, kamyon veya başka bir taşıt bulunan aksiyon filmlerinin hıza, kovalamacaya dayalı kalıbını tersyüz etmiş, izleyiciyi "daha yavaş lan!" diye yalvartmıştır.
  • clouzot'un tonla toplumsal mesaj içerikli harika bir gerilim filmi.

    insanı bir paçavra gibi kullanan vahşi kapitalizme oldukça ciddi eleştiriler getirmiştir yönetmen.maddi kazancın peşinde koşarken yitirilen manevi değerler filmin temel sorunsalı olarak dikkat çekiyor.

    bir taraftan iki bin doların peşinde acımasızca hiçe sayılan insani değerler.diğer yandan para kazanmak için düşülen en aşağılık haller.ölümle umudun arasına sıkışmış gözü dönmüş hesaplar.yoksulluğun bir kene gibi bulaştığı bir güney amerika kasabasında yaşarken çürüyen cılız bedenler.

    bence filmin en kilit cümlesi maalesef bugün bile anlamını, değerini koruyan şu muhteşem söz olsa gerek:
    "bir yerde petrol varsa amerika'lılar fazla uzakta değildir."

    henri-georges clouzot her ne kadar filmi klasik bir gerilim macera eksenine oturtmuş gibi gözükse de esasında güney amerika'da kıstırılmış bir kedi gibi çırpınan hayatların başka seçenekleri kalmayınca hayatlarındaki mecburiyet hapsinden bir çıkış yolu ararken ölümün kucağına atılmalarına seyircinin gözünde anlamlı kılıyor.
    film her ne kadar biraz uzun gibi gözükse de (2 saati aşkın) muhteşem kurgu ve senaryo sayesinde bir an bile sıkmıyor.

    ve bu gerilimli yol macerasına 5. şoför sanki bizmişiz gibi yolculuğa farkında olmadan katılmış oluyoruz.finali fazlasıyla trajik bir sonla bitse de keyifle seyrettiğim bir filmdi.tavsiye edilir.
  • bu filmle ilgili ilk söylenecek şey bu değil kesinlikle ama bir an önce söylemem lazım: aynı zamanda o sıralarda yönetmenin eşi olan vera clouzot'nun filmin başındaki yerleri silme sahnesi ne güzeldir ya. "ne tatlı kadın be!" dedim ama az sonra fark ettim ki inanılmaz boyutlarda boy problemi var kendisinin. sonrasında çirkin de gelmeye başladı açıkçası ama en baştaki o sahne çok güzel.

    filmin, yola çıkılmadan önceki yaklaşık ilk kırk dakikası ayrı güzel, yol ayrı güzel. o sıralarda öyle latin amerika'da başı boş dolanan beyaz adamların hikayelerini seviyorum nedense. ben de gezdim biraz latin amerika'da ama işte bu filmlerdeki kadar bakir değil artık latin amerika pek tabii. the treasure of the sierra madre'nin de başında böyle başı boş, sefil durumda takılan beyaz adamlar vardı mesela. o da güzeldi. o hiçbir baltaya sap olamamayı, bir beyaz olarak latin amerika'da "bile" aşağılanmayı, açlığı ve bu durumdan kurtuluş yolu olmamasını çok güzel vermiş o ilk kırk dakika.

    bence en başarılı karakter jo idi. adam filme nasıl başladı sonra spoiler* ne hale geldi. filmin "asıl" kısmı olan yol bölümü ise gerçekten gerim gerim gerdi ve bırakın kimin ne zaman öleceğini tahmin edebilmeyi her sahnede acaba hepsi ölecek mi ya da acaba hepsi mi yaşayacak, ya şu giderse falan diye merak ede ede izledim. luigi'yi de karakter olarak sevdim. ah bir de dario moreno var tabii, kendisine olan sevgimden sahnelerini gülümsemeden izleyemedim.

    waltz yapan kamyon mu olur ya?!* gözü pekliğin yanı sıra korkunun da ne kadar da gerekli olduğunu gördük.
hesabın var mı? giriş yap