• ınstagramda sashapcb gibi hesapları takip edenlerin, mesleki teknik anadolu liselerinde kız öğrencilerin de "teknik" işlerde başarılı olduğunun ve "erkek işi" sanılan işlerde gayet başarılı olduklarının farkında olunmamasından kaynaklı şaşırmadır.

    yakışıklı değil, güzeldir :) çocuk da yapar kariyer de, nefis börekler ve sarmalar da yapar. ablaları da vardır. uzaydan da gelmemiştir gayet de anadolu insanıdır. :))

    harika dosttur aynı zamanda. candır..

    vardır cidden. valla bak.
  • liquid fluxı olayım bga reballing yapsın bana. o olmadı sıcak hava tabancasıyla smd de kabul.

    şakalar komiklikler bir yana kod yazan kadınlar var etrafımda ama donanımdan anlayan hiç yok, üzülüyorum. gerçi 2000 lerde e-mule, torrent kullanabilenler bile sevindirirdi. kendi keyim olan private tracker torrent dosyası atardım garibanlara, public trackerlarda bulamadıkları içerikler için. indirip hemen silerlerdi seed etmeden.
  • beraber devre tasarlarız ne güzel))
  • hiç alakam olmamasına rağmen benim bu. diyeceksiniz nasıl oluyor, ben de inanamıyorum ama on numara kalitede lehim yapmayı öğrendim.

    2015 yılı civarı odtü’de doktora yapan arkadaşımın ısrarlı daveti üzerine odtü bahar şenliği’ne katılmak için istanbul’dan ankara’ya gittim. arkadaşımın evinde kalıyorum. odtü ortamını da çok seviyorum, daha önceleri çok geldim bu okula. ilk gün bir konsere gittik, eğlendik gayet keyifli bir ortamdı. ikinci gün de başka bir konser var, sol ağırlıklı bir grup konser veriyor. onu da dinlemeye gittik. yanımda da bir çocuk var ama öğrenci diyemem, yaşı biraz büyük gibi, gözlüklü, saç sakal birbirine karışmış bi tip. selamlaştık, merhaba hocam falan dedi (odtü’de okuyanlar genelde hocam diye hitap ediyor birbirlerine, kız erkek fark etmiyor), tanıştık ettik.

    kendisinin odtü elektrik ve elektronik mühendisliği bölümünde yüksek lisans yaptığını ve tezini sunmak üzere olduğundan bahsetti. çok zeki, çalışkan bi tip belli. sohbet ortamı bayağı gelişti, iş aradığını istanbul’dan birkaç şirket ile görüştüğünü, iki hafta sonra kendisiyle mülakat yapmak istediklerini belirtti. askerlik yapmadığı için pek de umutlu değil bu iş görüşmesinden, askerlik öncesi tecrübe edinebilmek için bu iş ilanlarına başvurduğunu anlatıyor. ama kalacak yer olmadığından dem vuruyor arada. istanbul’u da çok bilmediğini ifade ediyor. ben de o esnada ağzımdan pat diye “bende kalabilirsin istersen” cümlesi çıkıverdi. (niye dedim ben de bilmiyorum, aniden oluştu, çocuk da efendi, aklı başında birisi). ama ben ev arkadaşıma sormadan aldım bu kararı.

    konserde de arada sürekli sol tandanslı konuşmalar yapıyor. işçi hakları, sendikalaşma, kapitalizmin insanları sömürmesinden, sosyalizmin eşitlik getireceğinden bahsediyor. tam tipik odtü’lü. (konserde tanışmışız, konuştuğumuz konular bunlar, ben diyorum birazdan parti kurarız herhalde). insanların tüketim anlayışından dem vuruyor, örnek olarak diyor, aslında apple’ı apple yapan çin’deki iphone fabrikasındaki çalışanlar, aslında bütün her şeyi yapan onlar, ama bütün kaymağı steve jobs yiyor falan diyor.(ben bu arada utanarak elimdeki iphone’u çantama soktum usulca)

    neyse konuşmalar böyle devam ediyor ama adam da romantizmin r’si yok (nerdeyse bana yoldaş demeye başlayacak, haklı davamız, bütün davaların üstündedir falan diyecek artık nerdeyse). sanki hatırla sevgili dizisinden çıkmış bi tip. ben diyorum pişman bir şekilde, ben bu adamı neden eve kabul ettim, hem de arkadaşıma sormadan. ama artık söz verdim yapacak bişey yok, gelip bizde kalacak. ertesi gün ben istanbul’a döndüm, işime gücüme bakıyorum.

    samimiyeti baya ilerlettik, sürekli yazışmaya başladık ama dedim ya romantizmin r’si yok, sevgili gibi de değiliz. 2 hafta sonra bizde kalmaya geldi. arkadaşım da var, o da kabul etti, kalsın bişey olmaz dedi. çocuk elinde bi valizle geldi, lan diyorum ne valizi, altı üstü 2 gün kalırsın sonra gidersin.

    benim de o esnada masanın üzerinde kopmuş halhalım duruyor. kusura bakma ev dağınık, şunları bi çöpe atayım dedim. aniden dedi ki, neden çöpe atıyorsun? ben de dedim, kırık işte napıcam, bi işe yaramaz, yenisini alırım dedim. sonra dedi ben tamir ederim. nasıl edeceksin falan derken, o getirdiği valizinden bişeyler çıkardı. içerisinde kendi söylemesine göre ismi havya (havyardan aklıma geliyor bu) olan bi alet, lehim teli dediği bir tel, krem kutusuna benzer bişeyin içinde krem var. havyar şekil olarak böyle ucu sivri bişey, onu fişe taktı ve dedi bu birazdan ısınır, ben onları lehimlerim dedi.

    neyse bu havyar aleti ısındı, o krem gibi bişeye batırıyor, duman çıkıyor, cıs diye ses çıkıyor, sonra o tel ile ısınan ucu birleştirip eritiyor, sonra benim halhalın kırılan iki ucunu birleştiriyor. hakikaten de tamir etti, sonra üfledi falan donması gerekiyormuş. o an aniden ağzımdan helal olsun, bravo yoldaş dedim. çocuk da bana bi baktı, ya dedi sen benim kafadaymışsın, senden hiç ummadım dedi. ben bile şaşırdım kendime, nerdeyse sol yumruğumu havaya kaldırıp, slogan felan atacağım yani o kadar olaya kapılmışım. hakikaten şaşırdım

    sonra dedim bu lehim işini bana da öğret lazım olur bana bu. tamam dedi. elimden tutarak lehim aletinin ucunu krem gibi olan bişeye batırıyor (kendisi de elimi tutuyor bu arada, ikimiz beraber yapıyoruz, burada bi elektriklenme oldu tabi, hayalet filmindeki demi moore ile patrick swayze’nin çömlek sahnesinin aynısı ama bizde çömlek yerine havyar var). daha sonra tuttuğu elimi lehim teline götürüp lehimi eritiyor, ben de tekrar halhalın üzerine tutarak lehimliyorum. kafam da güzel oldu, lehim için kullandığı kremin dumanı beni transa geçirdi sanki. ama bizim mühendis hiç oralı değil, zaten elimi de sanki araba kapısının kolunu tutar gibi tutuyor. lehimi yaptım bana aniden çok iyi yaptın yoldaş falan dedi. ben de hiç bozuntuya vermeden, kolaymış yoldaş bunda bişey yok, hep yaparım ben bunu diyorum. ama bazen soğuk lehim falan olur diyor (ne demekse artık soğuk lehim, çok ilgilenmiyorum detaylarla, soğuk sensin dedim içimden, o kadar elimi tutuyorsun adamda tık yok, üstelik şişesi 100 avro olan dior parfümü fısırdatmama rağmen). sonuçta ben lehim yapmayı öğrendim.

    2-3 gün geçti, bu çocuk her şeyi tamir etmeye başladı evde, arızalı ne varsa yapıyor. çalışmayan saç kurutma makinemi açtı tornavida ile falan, bişeyler yaptı, hakikaten saç kurutma makinesi çalışmaya başladı.

    bu arada günde tek bardak çay içilen evde biz demlik demlik çay içmeye alıştık, sürekli çay demliyoruz, durduramıyoruz. dişlerimiz sarardı çay içmekten. kendisi sigara da içiyor ama biz evde içmesine izin vermiyoruz, çıkıp balkona içiyor. sigara dediysem sarma sigara içiyor, global sigara şirketleri para kazanmasın diye tütün sarıyormuş. bir gün balkonda sigara içerken yönetici görmüş, geldi bize evde kim kalıyor diye soruyor. (bizim yönetici de emekli astsubay zaten bütün yöneticiler emekli asker olur). biz de tamirci dedik, yönetici de demesin mi, o zaman şu apartmanın merdiven otomatiğini tamir et, ücreti ne ise veririz diyor. bu da hemen ederim dedi. gitti bi malzemeler falan aldı geldi, merdiven otomatiğini değiştirdi. bunu duyan üst komşu demesin mi, bizim bi arızalı davul fırın var, bir bakar mısın diye. tamam teyzem ona da yarın gelir bakarım diyor. ertesi gün de bi rezistans alıp davul fırının rezistansını değiştirdi (rezistans da ne ise artık, sadece calgon reklamlarında alman profesörün elinde gördüm bu rezistans denen şeyi). çocuk apartmanda popüler oldu, duyan evde bi arızası var buna söylüyor, bu da sürekli tamam teyze yarın gelir hallederim. (lan zaten alt katta kalıyorsun, iyice evi benimsemişsin, elektrikçi kıvamında takılmaya başladın iyice, bi git artık şu evden, lan evde mülteci konumuna gelmeye başladık, apartmandakilere de kendini sevdirdi iyice).

    ama bizi iyice baymaya başladı bu durum. çok da işe yarıyor, zararsız bir tip, kovamıyoruz da elemanı. televizyon izliyoruz bize soruyor bu nasıl çalışıyor (lan ne yapıcam, nasıl çalışırsa çalışsın). ben dedim düğmesine basıyorum çalışıyor, gerisi beni ilgilendirmez. bu başlıyor anlatmaya, elektromanyetik dalgalar uydu antenine gelir, sonra akım oluşur, o akım bişeyler olur falan (hiç anlamadığım konular). ben diyorum bana ne, ne yapacağım falan. olsun diyor, bilmek gerekir falan. ev arkadaşım telefonla konuşuyor. ona soruyor, sen telefonun çalışma prensibini bilir misin? o da diyor, yok bilmiyorum, bilmeme de gerek yok sanırım. yes tuşuna basıp arıyorum, no tuşuna basıp kapatıyorum, whatsapp’da yazan olursa cevaplarım falan filan anlatıyor kız. bu da diyor işte gsm şebeksinden gelen sinyaller telefonun antenine falan değdiği zaman akım oluşur falan (yeminle baydı ikimizi de, lan ne televizyon seyredebiliyoruz evde, ne telefonla konuşabiliyoruz, sikecem böyle işi diyorum). mikrodalga aleti çalıştırıyoruz yine elektromanyetik bilmem ne başlıyor, ben diyorum he tabi tabii.

    o hafta içinde yine iş görüşmesine gitti. olumsuz cevap almış. başlıyor bu kapitalizmin insanları köle olarak kullandığını falan bahsetmeye. ama sürekli kapitalist sistemi eleştiriyor. starbucks'da kahve içmeyin (lan nerde içelim şeyho’nun çay ocağına mı gidelim kadın başımıza), mcdonalds’da yemek yemeyin falan filan, apple telefon kullanmayın vesaire.

    1 hafta sonra bir telekomünikasyon şirketine iş görüşmesine gitti bu. sorduk nasıl geçti falan. yok dedi almadılar yine. üzüldük falan diyoruz kendisine. aniden dedi yok yok şaka yaptım size, kabul edildim işe dedi, biz bi sevindik bu olaya, göbek atıyorum ben amk. akşam kutlama yapalım falan diyor (bizim için evden ayrılma kutlaması).

    kutlama için de dışarıda yemek yiyeceğiz falan sanıyoruz. eleman ev arkadaşımla beni istanbul’daki yoldaşlarının bulunduğu mekana götürdü. mekan dediğim de tarlabaşı'nda bi apartman altı garaj, kapıyı tıklattık, arkadaşı geldi, kapıyı açtı, selamlaştılar, merhaba gardaş falan. lan diyorum bu nasıl ortam. yemek yapmışlar, piknik tüp var, hamsi tava yapıyorlar. gazete kağıtlarının üzerinde hamsi yiyoruz. bira içiyoruz ama cam tombul şişeden. (yapacağın kutlamayı sikeyim dedim içimden). neyse kazasız belasız kutlamadan döndük eve ( tabi o da bizle dönüyor amk, lan bi sal artık bizi diyorum içimden).

    neyse işte bu eleman işe başladı, 2 hafta civarı geçti kendine ev arıyor çıkacak artık. ama bunda bi değişimler olmaya başladı. bi gün bi baktık elinde iphone telefonun en üst modeli, şirket hattı ile birlikte verilmiş, dedik ne oluyor sen bu apple olayına falan karşıydın, hani emek sömürüsü falan, yok ya dedi, o eskidendi, her koyun kendi bacağından asılır, ben yanlış işlerle uğraşmışım diyor. alla alla dedik biz, şaşırdık. cumartesi oldu, bize diyor, kızlar starbucks’a gidelim kahve içelim. yav ne starbucks’ı sen bizle dalga mı geçiyosun, senin olayların değil bunlar. yok diyor ben değiştim artık. hadi gidelim diyor. lan o hatırla sevgili dizisindeki solcu tipli adam gitti yerine on numara bi starbucks hayranı apple fan boy olan bir plaza beyaz yakalısı geldi. ben de diyorum hayat ne garip, vapurlar falan. 2 hafta sonra da levent’de bi ev tuttu kendisine. bizim evden ayrıldı (çok şükür). herhangi bir gönül ilişkimiz de olmadı tabi.

    buraları okuyorsan sana çok teşekkür ederim çakma solcu starbucks hayranı apple fan boy, sayende lehim yapmayı öğrendim…

    bu da o günlerden bana kalan bir hatıra havyarım. kopan halhalınız olursa yaparım yani.
  • 5 dakikada öğrenilen bir olayı, dünyanın en zor kazanılan skill'i gibi lanse edenlerin tartıştığı kızdır.
  • ilkokul son sınıftaydım, elektronik bir şey vardı şimdi hatırlamıyorum neydi, oyuncaktı heralde. çalışmayınca açtım içini, baktım devreye lehimli bir bağlantı kopmuş, nasıl olduysa artık. basit de bir şeydi zaten, öyle karışık bir devre değildi. babama söyledim, "uğraşamam şimdi, al lehimi takım çantamdan yap" dedi. bir kere izlemiştim onu yaparken, aynısını yaptım. bu mu şimdi tapılacak yetenek? hayır, bilmesek erkekleri çok kolay beğenen canlılar sanacağız.
  • bu ne demek oluyor anlamadım.lehim nazik yapılması makbül olan bir iştir ve de özel yetenek ister.zerafet ister.o halde de bu başlıkta cinsiyet ters seçilmiş.doğrusu"lehim yapabilen erkek" olmalıdır.
  • aman ne var onda yaa verin bir tabanca yapalım nedir yani ama tercihim kurşunlu olanından
  • elektrod kaynağı yapabilen bir kızın anca getir götürünü yapar.
hesabın var mı? giriş yap