• "anlamsızlık" duygumun depreşmesi ile yıllar sonra tekrar bugün izlediğim filmdir.

    --- spoiler ---

    19.delik: filmden sonra başlıkta aradım fakat über güzel şato-arsasındaki 18 delik varken sonrasında "19.delik" olması ile ilgili , "claire"in çocuğunun onda yarattığı ağırlık" gibi yorumlar dışında pek bir şey bulamadım. benim yorumum ise farklı. golf oyununda "19.delik", oyundan sonra gidilen "bar"ı simgeler. dolayısıyla bence 19.delik burada "hayat oyunun bittiği noktada gidilen yer" yani "ölüm" ü simgeliyor. ya da hayat oyunu bitip ölüm oyunu başlamadan önceki "farkındalık" ruh halini. çünkü deli yönetmen bir röportajında "ben yıllardır 19.delikteyim" demiş.

    justine-claire: justine hayatla baş edemeyen, claire ölümle baş edemeyen. bu nedenle ölümün ve sonun yaklaşması justine'i sakinleştirirken claire'i delirtiyor. hayat söz konusu iken de tam tersi. gezegeni kabullendiğinde hala dünyevi seromonilerine bağlı kalmak için çırpınan claire'in , justine'i çıldırtma sebebi bu zaten. hep beraber olmak, terasta şarap içmek.bethooven dinlemek vs. bunlar klişeler. justine'in gece çıplak şekilde yeni gezegenin altında yatmasını, hem ölümün gözünün içine bakmak hem de ölüm karşısında çırıl çıplak durumu kabul edip ve durumdan zevk almakla ilgili olduğunu düşünüyorum. gezegen nihayet claire'in her an bildiği "ölüm"ü getirecek, artık dünyalılar gibi davranmak zorunda olmak yok, beklentiler yok, istendiği saatte pasta kesmek zorunda olmak, mal patronunu alttan almak zorunda kalmak yok. ayrıca, yönetmenimizin kadınlarla ilgili "cadılık- şamanlık" atıflarını biliyoruz. kanlı ay ayini ile kendini ay'a adayıp en yüksek cadılık mertebesine ulaşmaya da atıf olabilir. zira justine, bazı bilinmeyen şeyler bilir ( fasülye sayısı) .

    --- spoiler ---

    böyle uzar gider. hastasıyız o ayrı. her 3-5 yılda bir seyredilmeli.
  • filmde her şey mükemmel. melankolinin ve bilim kurgunun uyumu harika işlenmiş. filmin başında aklıma direkt 2001 a space odyssey geldi. tabi onun kadar uzatmadı, gayet yerindeydi. justine bölümü daha uzun olsun isterdim. o ruh halini o kadar iyi tanıyorum ki!

    anlamadığım nokta o psikolojide biri nasıl evlenme noktasına geliyor. o kısım bende biraz kayıp.
  • 2001 a space odyss gibi iğrenç sıkıcı bir film. net.
    eğlendirme amaçlı çekilmediği belli de ne için çekildiği belli değil. gereksiz. ömrümün 2 saatini çaldı.
  • bu yönetmenin izlediğim ikinci filmi* izlemesi zor filmler üretiyor. izledikten sonra ilk izlediğim filmi kadar etkili olmadı ama yine metaforlar uçuşuyor.
    ritm eksikliği ve seyirciye birşeyler öğretmeden direkt konuya girişi filmi sıkıcı hale getiriyor. muhtemelen bunu bilerek yapıyor, belki de şaşkınlık yaratmak istiyordur.
    ne kadar enerjik olursanız olun; ışık, akış, çekim teknikleri bakımından içinizin daralacağına garanti veririm, tam ismini yansıtmış.
  • ecnebilerin çok şık bir lafı var ya hani, beğenmedikleri bir şey hakında yorum yaparken aşağılamadan, basitleştirmeden sadece "not my cup of coffee" diyorlar, ne de güzel laf be. keşke bizde de buna benzer bir laf olsa. ama yok işte, o yüzden ben bu filmi kendi çapımda itin götüne sokup sokup çıkarmaya geldim.

    spoiler var, uyarıldınız.

    hayatınızda defalarca karşılaşmış olduğunuzdan emin olduğum bir durum var; çok basit bir hareketi, çok kolay bir şeyi ünlü/popüler birisi yapınca insanlar onun altında milyar tane mana arayıp en sonunda da zorlaya zorlaya bulurlar. cem yılmaz, alışkın olduğumuzun dışında, gayet basit bir espri yapar ve kimse öeh demez aksine süper zeki filan der mesela. ama aynı hareketi siz yapsanız, aynı şeyi siz becerseniz kimsenin umrunda olmaz, kafasını çevirip bakmaz bile. lars von trier ve türevi yönetmenlerin işleri artık tamamen bu kategoriye giriyor, adam 90larda yaptığı ünün ekmeğini yiyor hala. zira melancholia tam tabiriyle basit ve sıkıcı bir film olmasına rağmen üzerinde dönen geyikleri hayretle dinledim, ünlü yazarların bu filmi analiz ederken leonardo da vinci çalışmalarındaki göndermelerden referans almalarını, kasılmaktan beyin amcıkalaması yaşamalarını ağzım açık okudum.

    filmin açılış sahnesindeki limuzin sekansını bile "patikalarda limuzin ile dolaşılmaz, insanoğlu teknoloji ile doğayı belli bir yere kadar yener, sonrasında tek başına kalır, sezgilerine güvenmek zorundadır, bilimi terk edip sezgilerine teslim olur" şeklinde yorumlayan, hatta bunu dahice bulan, yönetmene övgüler düzen kişi olsa olsa bir dalkavuktur, en olmadı lars von trier üzerinden çakma entelektüellik izlenimi vermeye çalışan biridir. ancak bunu diyorum ben bu adamlara. başka türlü olamaz.

    gelin bunu size kanıtlayayım. bir örnek vereyim; varsayalım ki filmin başındaki limuzin sahnesinin yerinde grand cherokee bir jip olsun. böyle canavar gibi, 4 çeker bir araç. fakat çiftimizin düğüne geç kalması senaryo icabı olduğu için bu canavar gibi grand cherokee patikada bir kaza yapsın, arızalansın. çiftimiz törene yürüyerek gitsin. limuzin yok, jip var. şimdi soruyorum arkadaşlar, ne değişti? limuzinin yola sığmaması yerine lastiği patlayan bir grand cherokee koyunca da aynı anlam çıkmıyor mu buradan? yine teknoloji doğaya yenik düşmüş olmuyor mu? sadece bu örnekle bile bu yorumun aşırı kasıntı olduğu sırıtmıyor mu uzaklardan? tekrarlıyorum, limuzini aldım, yerine jip koydum, ne değişti? tabi ki hiçbir bok değişmedi. peki acaba buna da birileri kalkıp "ooo dahice bir sahne, muhteşem bir mesaj verilmiş, imgeleme tekniği kullanılmış, off be adam deha ya" filan deyiverecek mi? hiç sanmıyorum. ne de olsa bunu yazan benim yau. olay şekilcilikte bitiyor, her zamanki gibi.

    sonrasında bipolar hastalığı olduğu gözümüze sokulan justine kısmı başlıyor ki evlerden ırak, aşırı sıkıcı, aşırı yavan, aşırı sinir bozucu bir bölüm bu. anlıyoruz ki justine ağır hasta, psikiyatrik tedavi görmesi, ömrü boyunca antidepresan ilaçlar kullanması gereken yardıma muhtaç bir kadın ama işin içinde lars von trier olunca bu da manyaklaşıyor elbette. saçmasapan bir düğün hadisesi rezaletle sonuçlanınca kızımız iyice dibe vurup kendi bölümünü de noktalıyor. bu bölümün filme katkısı nedir derseniz justine ağır hasta ve kardeşi ona göz kulak oluyor, bunu anlıyorsunuz. başka bir görevi yok. boşa geçen bir saat.

    ikinci kısımda işin içine justin'in kız kardeşi claire giriyor ve asıl olay da burada patlak veriyor zaten. dünyaya yaklaşan ve melancholia olarak adlandırılan gezegen/göktaşı/her ne boksa sebebiyle dünya telaş içinde ve kız kardeşler de bu havaya yavaşça girerken filmin temposunun artmasını bekliyorsunuz. boşa beklersiniz. bir halta benzemiyor tüm bu anlatılar. justine her zamanki ağır hasta halleriyle alakasız laflar ediyor, gayet sakin şekilde ölümü bekliyor, claire ise tüm film boyunca gayet aklı başında bir insan olarak portre edilmesine rağmen delleniyor, ölümü kabullenemeyior. hatta bir bilim aşığı olan kocası öleceğini anlayınca beklemekten vazgeçip intihar ediyor. justinse sakince kız kardeşinin panikleyişini izliyor. buradan çıkan neymiş efendim, bilime tutunan akıllara bilimsel gerçekler yardımcı olamaz hale gelince panikleyip çıldırıyorlarmış da sezgisel yaşayan, bipolar dengesizler gerçekleri en sakince kucaklayanlar oluyormuş. vay anunakoim. lars von trier amca, kusura bakma da yapacağın filme, mesaj verdiğin yere sıçayım be aga.

    şimdi elbette anlattıklarımın dışında bir sürü mevzu var filmde, her biri irili ufaklı olaylardan oluşuyor ve elbette eleştirmenlerin aynı tavrı yine devam ediyor; justin'in yerlerini ve sayfalarını değiştirdiği kitapların açık olan sayfalarındaki resimlerin rönesans zamanındaki ressamlara ait oluşundan, belli bir temayı işlemelerinden tutun da dante'nin 18. delik muhabbettine kadar kısa kısa göndermelerle muazzam bir iş çıkartıldığına uzanan övgü yazıları dolu her yer. düşünün, dantenin araf tasvirindeki limbo mevzusuna yapılan tek gönderme "18 deliği olan golf sahamız var" cümlesinden ibaret, ne bir eksik ne bir fazla! eğer bir gönderme varsa tamamı sadece bu cümle ile başlayıp bitiyor, üstüne eklenen tek sahne dahi yok ve bunu dahice bulan insanlar film eleştiriyor lan bu memlekette. justin eski zamanların cadısı oluveriyor, buradan girip metafiziğe kadar götürenler dahi var mevzuyu.

    şu filmi ünlü olmayan bir yönetmen çekse bir daha sittin sene set yüzü göstermezlerdi adama. ama yönetmen koltuğunda tüm şimşekleri üzerine çekip her festivalde saçmasapan açıklamalar yapan, hitler'i anlayabildiğini filan söyleyen, bol fularlı, rezillik üstadı lars von trier olunca herkes adamı yere göğe sığdıramamış.

    zamanının değerli olduğunu düşünen, sinemayı önemseyen ve lars von trier gibi şaklabanlarla kubrick gibi gerçek dehaların arasındaki farkı görebilen adamların bu filmden fersah fersah uzak durmaları gerektiğini söyleyerek bitiriyorum yorumumu. iyi seyirler. sana değil lan fularlı!
  • tüm insanlık kendi sonunu getirirken dünyada sadece hayvanların kalması ve filmde ki atın yani abrahaman'ın (ibrahim) bir tesadüf mü sanıyorsunuz ?
    tıpkı dogville de tüm insanlar adilce öldülürken sadece köpeğin (adını unuttum şimdi ) kalması gibi ...
  • ölüm korkusunu iliklerime kadar hissettiren ve izledikten sonraki 3-5 günü anksiyeteli geçirmeme sebep olan film. tek kelimeyle muhteşem bir film.

    ama bu film beni normal insanlardan daha fazla germiş olabilir zira filmi mubi'nin ios uygulamasında izlemiştim ve o dönemki bir bug dolayısı ile filmlerde özellikle ses varken arkaplanda tık tık tık tık tık diye atan tok bir ses oluşuyordu. ben tabi bunun bir bug olduğunu başka filmlerde de karşılaşınca anladığım için melankoli'yi izlerken filmin gerilimi arttırıcı bir parçası sanıp takdir bile etmiştim. evet işte böyle trier'cim, biraz daha çalışman lazım.
  • ilk birinci saatini sabırla atladıktan sonra sizi gereken doyumu, ikinci yarsında veriyor.
    hele bir de film bittikten sonra karakterlerin üzerinden tek tek geçerseniz, sizin için daha keyifli olacaktır.

    --- spoiler ---
    filmden etkilenmemek mümkün değil tabii, hele bir de benim gibi dünya'ya bodoslama çarpan ay/gezegen kıyamet rüyalarını onlarca kez görmüşseniz, gerilimi iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz.

    insanlığın en eski ritüellerinden biri olan bir düğünde , insanlığın içinde bulunduğu tüm açmazları, tabiatındaki kusurları tek tek karakter bazında güzelce işlenmiş.

    hedonist baba,
    sadist -faşist anne,
    düğünde bile iş peşine düşen, kendi yeğenine dahi acımayan kapitalist patron,
    bipolar justin (gelin),
    ölüm korkusu altında ilk kırılan; akıl, mantık ve plan insanları clarie ve jack.
    düğündeki onca saçmalığa hiç tepki vermeyen, sadece tüketen misafirler
    ve masum, savunmasız çocuk leo.

    filmdeki bir çok detay yukarıdaki entry'lerde güzelce anlatılmış, sadece filmdeki en güçlü ve mantıklı karakter olan jack'in ölüm korkusu karşında ilk kırılan olması, oğlunu düşünmeyecek kadar bencil bir hale dönüşmesi yani eşi clarie'in, kaçınılmaz sonu en acısız şekilde karşılamak için aldığı intihar ilacını, oğlunu ve eşini düşünmeden tek başına bitirmesi, güzel bir detaydı bence.
    bir güzel detayda dünyanın sonuna günler kalmışken, kahyanın işe gelmeyişini kafaya takan, mantıklı bulmayan clarie'di.

    tabii bir de kurgusal hatalar vardı; örneğin dünya'dan katbekat büyük bir gezegen dünya'ya yaklaşınca daha çarpmadan hayatın çoğu yıkıcı deprem ve tsunamilerle son bulmuş olur zaten, öyle sinema perdesindeymiş gibi de dünya'nın gezegene çarpışını görmeniz mümkün olmaz ama filmin mevzu da bilim kurgu değil zaten...

    --- spoiler ---
  • (bkz: franz kafka) romanı okumuşcasına müthiş bir etki bırakan tam bir sanat filmi. filmin başlangıcı zaten klasik müzik eşliğindeki görüntülerle bir beyin fırtınası yaşatıyor.
    gölgeler niye çift derken halüsinatif görüntüler, metaforlar oyunculuklar da harikaydı. yönetmen müthiş bir iş çıkarmış.

    --- spoiler ---
    ölüme teyzesinin hayali mağarasında mutlu ve inançlı giden çocuk, masumluğun ve temizliğin simgesi olurken, ailenin en güçlüsü annenin ölüm karşısındaki çaresizliği, zayıflığı, major depresyondaki teyzenin realist ve güçlü davranıp hayatın iplerini son anda ellerine alması çok etkileyiciydi. bilim adamı rolündeki babanın ise rasyonel insan modeli olarak intihar etmesi beni şaşırtan sahne oldu.
    --- spoiler --

    edit: ikitekerlibisiklet'e sonsuz teşekkürler, engin sinema ve kitap bilgisini paylaştığı için.
  • lars von trierin ustalık eserlerinden biridir. bir şey anlamıyorum, anlamayacağım endişesinden uzak izlenirse film sizi diyardan diyara götürür. kültür farklılıklarından dolayı bazı bölümleri anlamsız gelse de gerçekten ince elenip sık dokunan bir filmdir. film severlerin (bkz: mutlaka izlenilmesi gereken filmler) listesinde olmalı.
hesabın var mı? giriş yap