• 20. yüzyılın önemli entelektüel figürlerinden biri.

    tanımımızı yapalım evvela. maç başlıklarında herkesin birbirine sövdüğü sözlükte, çaylak olarak tanım yapmaz isek uçururlar hafazanallah.

    şöyle bir göz gezdirdiğim kadarı ile fuko hakkında kimse, ''sözlük'' bilgisi vermemiş. ya '' onun yazdığı şeylerden copy, paste olarak tabir edilen ufak pasajlar'' verilmiş, ya da ufak bakınızlarla konu geçiştirilmiş.

    vardır muhakkak bilgi veren giri lakin son sayfalarda pek göremedim. o yüzden ben de şöyle bir bildiklerimi boşalıyım şuraya bir yere.

    focuault'un araştırmalarıyla, düşüncesinin yapısalcı ve post yapısalcı olarak ikiye ayrıldığı kabul edilir. bunlardan birincisinde * yüzey ve derinlik ayrımı üzerinden yapısalcılığın dilini kullanan foucault, yöntem olarak da arkeolojiden faydalanır. arkeolojik yöntemin ondaki işlevi, çeşitli söylemlerden veya diskürsif pratiklerden meydana gelen yüzeyin, gerideki derin yapıları çözmek üzere, onları göz önüne getirip, şifresini çözmektir. tam da bu dönemde beşeri bilimlerin önermelerine doğruluk, yanlışlık veya anlamla ilgili bütün değerlendirmelerden bağımsız olarak yaptığı vurgu, ancak böyle bir yapısalcı çerçeve içinde anlaşılır olmaktadır.

    mezkur dönemin * temsil edici eseri: şeylerin düzenidir. burada söylemin tarihinin nedensel analiz imkanını ortadan kaldıran epistemolojik kopuş veya sıçramalar dizisinden meydana geldiğini savunan foucault'ya göre tarih; her biri karakterize edici bir epistemeyle tanımlanan ayrı dönemlerden meydana gelir. onun gözünde bir episteme ya da bilgisel kod, bir çağın epistemolojik aksiyomlarıyla bilimlerini koşullayıp, şekillendiren diskürsif pratikleri birbirine bağlayan bütün bir ilişkiler kümesine karşılık gelir. hangi söylemlerin ciddiye alınıp, hangilerinin alınamayacağının, bir çağın bilimlerinin konularını nasıl tanımlayıp metodolojilerini ne şekilde geliştirererk teorilerini nasıl oluşturacaklarını dikte eden şey kurallar öbeğidir. tüm bu epistemeler birbirlerinin yerini, tedrici olarak veya aşamalı bir geçiş yoluyla değil de bütünüyle süreksizlik arz eden emistemolojik kopuşlar yoluyla alır.

    bir arkeolog edasıyla üç temel epistemeyi birbirinden ayırır foucault:
    1- rönesans'ın sözcükleri ''şeyler'' olarak gören epistemesi
    2- klasik çağın sözcükleri şeylerin temsilleri olarak mütalaa eden epistemesi
    3 modern çağın sözcükleri, dışsal herhangi bir ilişki olmadan kendi kendilerine gönderimde bulunan özerk kendilikler olarak değerlendiren epistemesidir.

    entelektüel kariyerinin * ikinci döneminde, diskürsif pratiklerin, söylemsel oluşumların şifresini çözme yöntemi olarak arkeolojik yerini, bireysel söylemlerin başlangıçları ve toplumsal işlevleriyle meşgul olan jeneolojiye yani soykütüğüne bırakır. bunu demekle de bırakmaz ve şöyle devam eder foucault: uygulama ve teknoloji söylem ve pratikten çok daha önemlidir der. insan bilimleri de iktidar tarafından şekillendirilen sosyal pratikler kümesidir.

    21. yüzyıl, 20. yüzyılın ikinci yarısı.... bu kadar iyi tanımlanabilir miydi. bilemiyorum.

    çağımızı ele alıp, her yönüyle kavramak isteyen herkesin okuması gereken bir feylosoftur özetle.
  • "büyük yabancı-dil, delilik ve edebiyat üstüne konuşmalar" adlı son kitabı savaş kılıç çevirisiyle metis yayınevinden 18 eylül'de çıkacakmış. kitabın içerik tanımı şöyle: "filozofların edebiyat üstüne düşünmeleri her zaman ufuk açıcı ve heyecan verici olmuştur. iyi bir edebiyat okuru olduğunu bildiğimiz, kitaplarında kullandığı kıvrak dil hemen fark edilen foucault, yeni yayımlanan bu konuşma metinlerinde 1960’larda kafasını en çok meşgul eden meselelerden üçünü ele alıyor: dil, delilik ve edebiyat. birinci konuşmada deliliğin dil ve edebiyatla kesişme noktası üstünde durduktan sonra, ikinci konuşmada edebiyatın ve edebiyat eserinin dille ilişkisini –yapısalcıların yönteminden esinlenen ama aynı zamanda ona eleştirel yaklaşan– felsefi bir yöntemle irdeliyor ve edebiyat eleştirisinin ufkunda araştırılmayı bekleyen konulara işaret ediyor. üçüncü konuşmadaysa sade’ın kurmaca metinlerindeki hakikat iddiasının temelini araştırdıktan sonra, eserlerinde teorik söylevler ile kurmaca sahneler arasındaki ilişkiyi odağa alıyor ve bu söylevlerin edebi ve felsefi işlevini inceliyor.
    diğer kitaplarında olduğu gibi zekice fikirler, gözlemler, eleştirilerle dolu bu metinler hem foucault okumayı sevenler için hem de edebiyata felsefeyle yaklaşma çabasını önemseyenler için zevkli bir okuma vaad ediyor."
    kitabın kapağında kullanılan 'agnes'in ceketi' nin kısa bir hikayesi için şuraya bakılabilir.
  • gün be gün, geçmişteki hayranlığımın tümü siliniyormuşcasına, foucault'nun bahsettiği sayısız bilgi ve iktidar düzeneklerinin onun inşa ettiği, kendini hapsettiği, içinde entelektüelliğinden gelen gücünün keyfini sürdüğü güvenli bir kafes (aslında örümcek ağı daha etkileyici bir benzetme olabilirdi) olduğunu ve o kafesten çıkmamak için günümüzün söylem düzeneklerini analiz etmeye karşı olan gönülsüzlüğünü, tarihin ölü söylemlerinin bilgi hazineleriyle kendinden geçmiş olabileceğini hissediyorum. cinselliğin tarihi'ni antik yunan ve roma'ya ayıran foucault, tıpkı onlar gibi haz ilkesi içinde yaşayan bir stoikti bence. baudrillard'a yine hak veriyorum; foucault'yu unutmadıkça onun esiri olmamak imkansız. bir kapma aygıtıydı belki de foucault; üniversite söylemi içinde pek çok kişinin onun baştan çıkarıcı etkisine kapılmaya ne kadar hevesli olduğunu yazılan tezler eşliğinde düşününce buna bir kat daha inanıyorum.

    çatlaksız bir iktidar sistemi kurmuş olan foucault'ydu, öyle bir iktidar yok. bilginin yoğunluğu arttıkça çatlakları sıvamak mümkün hale gelebilirmiş gibi görünür ki bu saplantılının mantığıdır, yani foucault'nun, foucault'ya hayran olduğum zamanlardaki benim, "foucault der ki" diye başlayan gelecekteki saplantılının.. bilgisiyle iktidar kurmaya çalışan saplantılının baştan çıkarıcılığına kapılmamak her ne denli zor olabilirse de, bir kere de bu şüpheyle okuyun bay filozofu.

    foucault'yu unutmak yetmez, onu kusmak lazım.
  • kafese zorunlu olarak sıkışan; ama özellikle 1980 sonrasında kafesten çıkmak için bir şeyler bulmaya çalışan düşünür. yazdıklarını bourdieu ile birlikte, kafesin sınırlarıyla beraber düşünmek eğlenceli olabilir.

    geleneksel anlamda 3 döneme ayrılıyor foucault; arkeoloji - genealogy, bir de 1980 sonrası self'e döndüğü dönem. ki kendisi de "subject and power" makalesinde benzeri bir ayrım yapıyor. objectivation'ın (nesneleşme?) 3 yolla yapıldığını, bunun ilkinin bilim (discourse/söylem), ikincisinin pratikler, üçüncüsünün insan olduğunu söylüyor. benzeri bir ayrımı yine son dönemlerindeki "polemics, politics, problematization" röportajında da görmek mümkün. bu yaptığım ayrımda dikkat edilmesi nokta 1-2 (1 ve 2'yi bir bütün olarak düşünüyorum) ve 3. dönem arasındaki farklılık. ilk 2 dönemde özneden bahsetmek mümkün değilken; 3. dönemde öznenin, self/kendi aracılığıyla geri döndüğünü görüyoruz.

    foucault'nun ve bence benzeri bir şekilde bourdieu'nun kendini hapsettiği kafese geri dönelim, foucault'un ilk 2 döneminde bunu görmek mümkün. öznenin belirli tarihsel süreçlerle oluştuğunu söylemek demek, özneye herhangi bir güç atfetmemek demek. yani özne "direnirken" bile, belirli tarihsel koşulların ürünü olarak direnebilir ancak. bu da işte zorunlu olarak bir kafes; çatlaksız olmasının sebebi de herhangi kendiliğinden bir özneye izin vermemiş olması.

    buradan foucault'un analizlerine geçecek olursak, ilişkilerin her zaman bir güç ilişkisi olarak incelendiğini görüyoruz. bu aynı zamanda neyi inceleyeceğiz sorusuyla beraber düşünülmesi gereken bir şey. bourdieu referansı bu noktada önemli, "is disinterested action possible" yazısında tam da buradan giderek, "yapacağı şeyle ilgili herhangi bir şey söyleyemediğimiz bir özne varsayacaksak, sosyal bilimleri kapatıp gidelim" tarzında bir şeyler söylüyor. ki insan olarak özne tarihsel bir formasyonun ürünüyse (ki foucault'ya göre öyle), onu verili kabul edip, analizi onun üstünden yapmak pek de mümkün değil. öznenin ölümü teması üstüne şurada yazılmış bir şeyle de var:

    (bkz: #54642619)

    bu analizin getirdiği nokta da zorunlu olarak kafes. yani belirli pratiklerle üretilmiş olan öznenin, kendinde öyle bir güce sahip olmadığı için, o kafesten çıkması mümkün değil. ki foucault'nun cinselliğin tarihi'nin ilk cildinden sonra eleştirilmesinin sebebi de bu, her şeyi kapsayan, direnişe vs olanak sağlamayan bir felsefe ortaya koymuş olması. insan (ve dolayısıyla insan hakları da) tarihsel bir üretimken, direnmek için bir zemin bulmak pek de kolay değil. foucault'nun 3. dönemini biraz da bunun ışığında okumak lazım. "kendi"ye bir geri dönüşten bahsediyor (kendi - özne çok benzer duruyor). özellikle "polemics, politics, problematization" yazısının sonunda söylediği bir şey var; discourse'un kırılıp öznenin ortaya çıkmasını çok net görebiliyoruz: "ben kriz zamanlarını inceliyorum çünkü kriz zamanlarında halihazırda var olmayan yaratıcı çözümler üretilebiliyor". yani kafesin içinden çıkmak belirli söylemlerin tartışılmaya başlandığı noktada mümkün. bu söylemlerin sorgulanması peki nasıl oluyor, bu da işte foucault'nun yaptığı şey. "hapishanenin doğuşu"nda geçmişle ilgilenmesinin sebebini "bugünden geçmişin tarihini yazmak" değil, "bugünün tarihini yazmak" olarak açıklıyor. yani, şu andaki uygulamaların şeylerin doğasından gelmediğini, değiştirilebileceğini gösteriyor. son söyledikleriyle beraber düşünürsek amacı "yeni bir kriz anı yaratmak". ama yeni çözümlerin özneden geldiğini, belirli tarihsel dinamiklerin ürünü olmadığını söylemek ne kadar mümkün?

    bu kafes sorunu, benzeri bir şekilde bourdieu'nun karşısına da çıkıyor. hepimiz belirli bir alandaki (field, champ) aktörlersek, belirli pozisyonlarımız varsa ve bunlara göre hareket ediyorsak; bu pozisyonları nasıl analiz edebiliriz? bu problem önemli, çünkü bourdieu "homo academicus"ta akademik alanı inceleyecek. cevabı düşünümsellik yoluyla bunun elde edilebileceği. bu düşünümselliği de 3 eksenden kuruyor, biri de aktörün alandaki kendi çıkarlarını, pozisyonunu incelemesi. ancak bu inceleme sonunda, yazarın kendini de nesneleştirmesi sonucunda, belirli bir incelemenin yapılabileceğini söylüyor. ne kadar yeterli bir çözüm, tartışılabilir. ama en azından sosyal bilimleri mümkün kılmak için başka pek bir çözüm yok.

    bu düşünümsellik çağrısına uyarak, analizi belirli bir güç alanı (field of power) içerisinde yapmanın da tarihsel bir ürün olduğunu söyleyip sorunsallaştırabiliriz (ki bourdieu da masculine domination'ın sonunda ve terry eagleton'la doxa üstüne yaptığı röportajda kendi analizinin sınırlılıklarından bahsediyor). ama bu kafesi sorunsallaştırmak, yerine yeni bir şey koymak o kadar da kolay değil. foucault'nun son döneminde yaptığı self'i geri getirmek pek de bir çözüm değil. kavramsallaştırılamayacak, anlaşılamayacak (anlaşılsa içeri olacak) dışarı fikri de ne kadar verimli bilemiyorum.

    özetle, zor olan çatlaksız bir iktidar alanı kurabilmek değil. zor olan, çatlağın (çatlak, foucault'da kriz anında gelen değişim, bourdieu'nun akademik alanı anlamasını sağlayan şey) nereden kavramsallaştırılabileceği, çatlak yaratabilecek güce sahip şey olarak neyin koyulabileceği.
  • tez çalışmamda '(bkz: panoptikon)' adından sıkça bahsettiğim arkadaş. adının fuko diye okunuyor olması ayrı bir ironi katıyor tabi.
  • 1979 senesinde mültecilerle ilgili verdiği röportajın tercüme edilmiş hali yayınlanmıştır.

    vietnam ve kamboçya'da yaşanan mülteci akınlarından yola çıkarak, 21.yy'a ışık tutacak tespitler yapmıştır.

    --- spoiler ---

    "...ve bu halk göçleri mevcut koşullar yüzünden daha da acı dolu ve trajik hale gelmekte ve kaçınılmaz olarak ölümler ve cinayetler eşliğinde ilerlemektedir. korkarım ki vietnam’da olanlar yalnızca geçmişte yaşananların bir sonucu değil, geleceğin de bir habercisi niteliğindedir."

    --- spoiler ---

    röportajın tamamı için link yenilendi ziyaret edilebilir.

    edit
  • "eninde sonunda, herkesin cinselliğinin sırrını açıklaması için memurlara para veren tek uygarlık bizimki değil midir? sanki cinsellikten söz etme arzusu ve bundan beklenen çıkar dinleme olanaklarını fazlasıyla aşmış gibi, bazıları kulaklarını bile kiralamışlardır."

    (bkz: cinselliğin tarihi)
  • fransız düşünür, sosyal teorici. sosyoloji, psikoloji ve psikopatoloji diploması vardır. teorik olarak post-moderniteye yakındır ve hatta bu yüzden, iddia edilen odur ki, uppsala üniversitesi'ndeki doktora tezi positivism eleştirileri ve bilimsel olmayışı nedeniyle reddedilmiştir. noam chomsky ile insan doğası üstüne olan tartışması muazzam bir entellektüel seviye içermektedir. bu tartışmada chomsky ingilizce cevap verirken foucault ise fransızca konuşmaktadır.
  • bazı sözleri türkiye'de çeşitli idari soruşturmalara da konu olabiliyor. acınası bir durum...

    http://www.birgun.net/…foucault-surgunu-100943.html
hesabın var mı? giriş yap