• taksimde kaset dagitiyodu bunlar. bir tane almistim, icinde abuk subuk hikayeler falan vardi. ertesi gun ayni kizla cocugun yanina bir daha gittim, kaseti cok ilginc buldugumu, bircok arkadasimin bunu dinlemekten zevk duyacagini soyleyerek daha cok kaset istedim. on tane daha verdiler. hepsini silip ustlerine sevdigim sarkilari cekmistim. bir arkadasim da zamaninda bu yolla onlarca vhs kaset almisti hz. isa'nin hayati diye, uzerlerine alfin butun bolumlerini cekmisti. hala izleriz sikilinca. misyonerlerin art niyetli insanlar olduklarini dusunuyorum. neyse ki kafalari iyi calismiyor.
  • bir grup koreli misyonerle bir tura katılmıştım. (porno film cd arkası yazısı gibi bir cümle oldu lakin tamamen saf ve temiz duygularla yazıyorum) yani tura katılmıştım dediysem; benim katıldığım bir tura gelen koreli ekip, misyoner çıkmıştı.
    koreliler zaten yapıları gereği küçümen ve sevimli olduklarından anlaşamamak mümkün değil, bir de misyonları gereği sevgi pırtlatıyorlardı sağa sola. içine pilav sarılmış yosun ve fasulye şerbeti falan ikram edip duruyorlardı.
    gezi otobüsünde ilahiler söylüyorlar, her gezdiğimiz tarihi mekanda da ayinimsi bir dans sergiliyorlardı.
    herşey güllük gülistanlıktı taa ki kahraman maraş kalesine çıkana kadar..

    maraş kalesinde altıgenimsi bir şekil alıp önce ilahilerini söylediler sonra da danslarına başladılar.
    bu arada maraşta yaşayan hayvan bir kitle, etraflarına 4 sıralık bir tribün oluşturdu.

    konuşmalarını duyuyordum ama hala terbiye sınırlarımı zorladığı için özetle belirteceğim;
    -o'lum bu karıların .... da gözleri gibi daracık oluyomuş lan!
    -aha haha dömelik dömelik hazırlandı karılar
    -o' lum bunların otobüsü neredemiş? otelde motelde kalacaklarsa akşama ziyaret edek.
    -heee valla yanıyor bunlar yanıyor, baksana mart kedisi gibi döneliyorlar.

    ben hemen kardeşimin kulaklarını tıkadım, rehberimiz geldi panikle hepimizi toplamaya çalıştı, tur otobüsünün iki şöförü -lan lan lan- diye koşarak yetiştiler, bizi otobüse tıktılar.

    adamlar arkamızdan koşuyordu, daha doğrusu korelilerin peşinden koşuyordu.
    çok sinirlenmiştim; salak bi şekilde;
    -ulan ne beyinsiz heriflersiniz, misyoner o zavallılar, ibadet ediyorlar be kendi çaplarında - diye höykürdüm.

    adam da; - misyoner de olur, malak da olur, döndere döndere.....

    ol sebepten derim ki; tanrıları misyonerleri korusun.
    cennet de cehennem de ortak.
  • bulundugum yerde, her allahin gunu hiristiyan olanlarinin tacizine ugradigim, lakin bedava yemeklerini cok yemisligim oldugundan aleni hayirsizlik yapamayacagim insanlar. gerci yemekleri de o kadar guzel olmuyor, herhalde cennetteki bal akan (herhalde ahirette balin akiskanlik katsayisi da yeniden ayarlanacak) irmaklari bekliyorlar; o yuzden dobra olalim.

    misyonerlik kavrami genis acidan tartisilabilir ama amerikadaki misyonerlik anlayisi hakkinda konusuyorsak, bunun hakkinda pozitif dusunceler beslemiyorum pek. ozellikle universite kampuslerinde pek aktif olan ve cok iyi orgutlenmis olan bir takim gruplar, israrla ve mutemadiyen sizle isa ve ruhsallik hakkinda konusmaya can atarlar. yani inancini insanlara anlatma hakkinin olmasi baska sey, bunu resmen milyarlarca dolarlik bir endustri haline getirip, bir virus gibi her yere yayilarak, televizyonlari (bkz: televangelism) yuzlerce radyo istasyonunu, ayni okul icinde 30 degisik ogrenci grubunu kullanarak sistematik bir propaganda yapmak apayri.

    abarttigimi dusunenler kendi acilarindan hakli olabilirler ama ozellikle yurtdisinda birkac yildan fazla kalinca isin ic yuzu kabak gibi gorunuyor. bu isin inanc ozgurluguyle ve samimiyetle zerre alakasi yok; belirli bir beyni olmayan fakat yayilmaya calisan buyuk bir organizma gibi. sadece hirs goruyorum bakinca.

    soyle basit bir ornekle izah edeyim derdimi: amerikada faaliyet gosteren hiristiyan gruplarinin sayisini kestirmek guc, ben deyim 50, siz deyin 150. cogunun finansal altyapilari epey saglam, dedigim gibi buyuklerinin medya imparatorluklari bile var. isin ilginc yani, hepsinin adinin hiristiyan olmasi, rekabet etmelerine engel olmuyor. biraz gunluk tadinda olsa da bahsedeyim; sirf bugun 3 ayri grup geliyor konusmak icin. (genelde 2li gruplar halinde gezerler, bir kiz bir oglan) sakince isim gucum var diyorum ve okumakta oldugum kitaplari gosteriyorum. onlar da sakince israr ediyorlar. cantamda, bu tip durumlar icin tasidigim birkac ufak incil ve dini yayindan birini cikariyorum. amacim, zaten onlarla ilgileniyor oldugumu, geri arayacagimi, hatta toplantilarina katilacagimi belli etmek. sansina, ilk gruba gosterdigim kitapcik, yehova sahitlerinin bir standindan elime tutusturulmus birseydi.

    [kitap da ayri komedi. evrim teorisiyle yaradilisciligi karsilastiriyor sozde ama bilimsel bir dille yazilmis olmasi icin olsa gerek, darwinin ilk ortaya attigi teoriyi elestirip duruyorlar, icerik disindan alintilar yapiyorlar, vs. eglenceli bir kitap olmasinin yaninda kendi mantiklarinin ve daha dogrusu, ikna ettikleri insanlarin mantiklarinin nasil isledigini gostermesi acisindan yararli]

    her neyse, kitabi yehova sahitlerinden aldigimi duyunca suratlari bes karis oldu ve iki saniye sonra gulumsemeleri yerine geldi. bir iki laf edip gittiler. tesaduf olup olmadigini anlamak icin hemen bilimsel bir iki deney daha yaptim diger gelen gruplarla. resmen uzuluyorlar. illa su inancin, su alt kategorisinin, su versiyonuna inanacaksin, yoksa bu gulumsememin ardindaki boslukla yuzyuze gelirsin deniyor. allahtan okumus etmisligimiz var ve hepsinden onemlisi karnimiz tok. lakin, bu tip bir yayilmacilik, temel ihtiyaclarini karsilayamamis ve entelektuel gelisimlerine henuz baslamis insanlari daha hazirliksiz yakaliyor ve anlamadiklari seylere bagnazca inanmalarini sagliyor. tipki ruhsal bosluk ve bunalimlar gibi, yemek de bu alisveriste bir gecer akce olarak kullaniliyor. karsiliginda ise "bizdensin" etiketini kabul etmek var. bir cok sanssiz insan icin akillica, hatta tek secim.

    evet, savunduklari inanclara bile hic girmeden sirf savunus ve yayma sekillerine bakarak soyleyebiiriz ki, ozellikle amerikadaki misyonerlik muessesesiyle, daha genis capta, inanin bana turkiyenin bile gormedigi boyutlardaki o igrenc din somurusunu birbirinden ayiran ince bir cizgi bile yok; icice gecmisler iyice. gorunce kacin, saklanin demiyorum elbette. aksine tanisin, ogrenin, tecrube edin. ne de olsa sizi oldurmeyen sey sadece daha guclu yapar.
  • istanbul üniversitesi iletişim fakültesi bahçesinde iki amerikalı kızla tanıştıran hede.. önceleri kültürünüzü merak ediyoruz derler ki bir saate kalmadan elinizde incil, elektronik posta ve posta adresleri, telefon numaralarıyla kalakalırsınız. sorulan sorular, inancı, aileyi, yaratıcıyı ve ahireti sorgular.. verdiğiniz yanıtlar dumur olmalarına sebebiyet veriyorsa iyice üstünüze düşerler.. misal:

    ---cennete ve cehenneme inanır mısın?
    ---emin değilim.
    ---cennete gitmek istermisin?
    ---hayır!
    ---neden?
    ---eğer ben bi insansam her zaman her şeyin mükemmel olmasını istemem. yalnızlığı da tatmak isterim acıyı da..
    ---sence sen nereye gideceksin?
    ---cehenneme..
    neden?
    ---herkes herkesin cehenneme gideceğini düşünüyor, cennet boş kalacaksa ben de cehenneme gidicem.

    galiba en ilginç soru şuydu:
    ---nasıl bi koca istersin?
    ---nasıl yani?
    ---doktor mu, mühendis mi?
    ---hönk!!

    özellikle "haftasonu parti var sen de gel" tongasına düşülmemeli.. çünkü içeriği belli olmayan bu parti beşiktaş protestan kilisesinde gerçekleşiyor..
  • son bir buçuk yılda, yani yurttan eve taşındığımdan beri 4. ya da 5. kere kapımı çalmış olan hristiyanlık yayıcıları. en sonuncusu da bugündü.

    cumartesi günleri çalışıyorum. işten 4'te çıkıyorum. alışveriş de edersem eve gelişim 5'i buluyor. çok açsam 6 gibi yemek yiyorum. bugün çok aç hissetmediğim için kendime akşamüstü kahvesi yapıp yatağıma yayıldım. gün çok güzel batıyordu. bir yandan müzik dinleyip bir yandan da göğü izliyordum. yaşamımdaki en huzurlu dakikalardan bazılarıydı sanki. derken kapı usulca çaldı. durduk yere kimse gelmez bana. alt kat komşum aynı zamanda bölümden arkadaşım. arada çaya geliyor ama, kız mesaj atıyor gelmeden. kim gelmiş olabilirdi?

    kapıyı usulca açtım. orta yaşlı bir japon amca ile teyze tüm dişlerini göstererek gülümsüyorlardı. "tamam" dedim, "bunlar misyoner". "merhabaaağ" dediler. sonra birkaç bir şey daha dediler de orasını anlamadım. anlamadığımı söyleyince "incil, incil'i biliyor musun?" dediler. "biliyorum; ama ben inanmıyorum. özür dilerim" dedim. böyle dediğimde gitmişti bir önceki misyoner amca çünkü. bu seferkiler inatçı çıktılar ama. "aaa, inanmıyor musun? ne zamandan beri inanmıyorsun?" diye sordu teyze. üniversiteden beri inanmadığımı söyledim. bu sefer de "neden inanmıyorsun?" diye sordu teyze. "inanmıyorum; çünkü tanrı'ya gereksinim duymuyorum" dedim. "neden gereksinim duymuyorsun? yardım istemiyor musun?" dedi. "yok, yardım istemiyorum. kendim hallediyorum" dedim. "mutlu musun? yaşamın mutlu mu geçiyor?" diye sordu teyze bu sefer. "evet öyle. çok mutluyum" dedim. bir yandan da kendimi tutamayıp gülüyorum ama. teyze "e peki sorunun olduğunda ne yapıyorsun?" diye sordu. "kendim azmediyorum ben" dedim. yok, ikna olmadı. hangi dili konuştuğumu sordu. türkçe dedim de türkçe yokmuş ellerinde. japonca seviyemi sordu. "eh işte" dedim. incil'den bir bölümü tabletten açıp elime tutuşturdu. "okudum da pek bir şey anlamadım" dedim. gerçekten de okuyabildim ve hiçbir şey de anlamadım. evet, gerizekalıyım. teyze açıkladı sonra. "hala inanmıyorum" dedim. sonra müslümanların bol olduğu bir ülkeden geldiğimi, müslümanlarla hristiyanların zihniyetinin benzediğini, bana açıkladıkları şeyleri zaten bildiğimi dilimin döndüğünce açıklamaya çalıştım. ikna olmadı. "inandığın bir tanrı var mı?" diye sorularına inatla devam etti teyze. "tanrı'nın olup olmaması beni pek ilgilendirmiyor. önemli değil benim için" dedim. şansını başka bir yerden denemeye karar veren teyze "hristiyanlık sana bir yaşama amacı verir. yaşamının bir amacı olur. inanmazsan yaşamda anlamsızlaşır. öyle değil mi? o zaman ne yapıyorsun?" dedi. "evet evet, biliyorum. yaşam anlamsız, doğru; ama kendi anlamımı kendim buldum ben" dedim. yüzüme bakakalıp "nedir peki?" diyebildiler yalnızca. "çalışmak. ben ders çalışmayı çok seviyorum. hep ders çalışıyorum. çok hoşuma gidiyor" dedim gülerek. "inanmıyorum. inanacağımı da sanmıyorum" diye ekledikten sonra artık mecburen gittiler.

    üstüm başım pijama, kafamda yana kaymış bir topuzla 20 dakika kapıda din konuştuk. hava karardı. içeriye de ne kadar börtü böcek varsa doluştu.

    hristiyanlık yaymaya çalışan misyonerlerden, eve televizyon bağlamak isteyip istemediğimi soran televizyonculardan ve posta kutumu pizza broşürlerine boğan pizzacılardan fenalık geldi. kapitalizm ayağıma kadar geliyor resmen.
  • niyeyse oturduğum apartmana gelip yerleşiyolar bunnar. amerikadan geliyo çoğu, çalışmıyolar bile, paraları kilise tarafından ödeniyor herhalde. türkçe öğrenmeye gayret ediyorlar. her daim mütebessimler. bazıları içki bile içmiyor. iyi komşuluk ilişkileri kısve si altında evinize gelmeye başlıyorlar, kekler, kurabiyeler getiriyorlar sonra sorular sormaya başlıyor, daha sonra da kilisede o cuma düzenlenecek olan alpha coursea davet ediyorlar. bedava akşam yemeği var, eğlenceli oluyor gelsene diyorlar.
    ilk konuyu açtığında bunlardan birisine direkt yapıştırdım misyoner misiniz siz dedim, sonra tasavvuftan girdim paganizmden çıktım, monizm , düalizm, tanrı da şeytan da dışımızda diil içimizdedir, emc2, enerji madde, tanrının yansıması, enel hak, adem aynası artık allah ne verdiyse konuştum da konuştum allak bullak oldu, saatine bakmaya başladı sonra da eve gideyim çocuklar bekler türünden bişi dedi ve gitti. ama usanmıyorlar, üşenmiyorlar, azimliler bunlar.
  • insanlarin birbirinden mumkun oldugunca uzak kalmak istedigi amerikada, eger hic tanimadiginiz biri size yaklasip muhabbete dalip arkadasca davraniyorsa, 3 kisi trivia oynarken sizin oyunuza katilmak istiyorsa, fotograf cekerken yaniniza yaklasip "ne guzel ben de fotograf cekmeyi seviyorum aha bu da makinem" diyorsa, piyanoya yeni baslamisken iki kizin gelip "cok guzel caliyorsun" diyorsa, bu insanlar yuksek ihtimalle artniyetli misyonerlerdir
  • istanbul da son yıllarda daha da artarak devam eden misyoner faaliyetleri dogrultusunda , orta halli semtlere yerleşen amerikalı, ingiliz, koreli .. vb kişiler ya da aileler müslüman komşularının sempatisini kazanmaya çalışarak bir yandan da kendi dinlerinin propogandasını yapmaktadır. bunlardan bazıları ; kilise de yemekli tplantıların düzenlenmesi , gençlere yönelik müzikli eğlenceli toplantılar, hristiyanlıga ozgu dini bayramlarda kilise de yapılan toplantılara çağrılar, her özel dini gün sanki müslümanlarında günüymüş gibi onlara hediyeler alınması yemekler ve özellikle tatlılar yapılması , christmas da mumlar yakılarak kapı kapı dolaşıp şarkılar söylenmesi, yılbaşı hediyelerinin alınması, sonsuz ilgi alaka, sevimli yüzler , sempatik davranışlar, muslumanlıga ozgu dini gunlerin de hatırlanması ama - bak bu da benim dinim deyip incil hediye edilmesi , akşam caylarına misafir gittikleri evde incil den parcalar okumak istemeleri ve daha birçok ilginc aktivite ...
  • 'dindar nesil yetiştirmek istiyoruz' sözünü söyleyen kişidir.
  • dun 2 tane citi piti genc kiz zili caldi. actim, hz isanin askini yayiyorlarmis, hangi kilisenin mudavimi oldugumu sordu. asiri kibarlikla musluman oldugumu soyledim. sordugu ilk soru;
    "ohh cool, where are you from"
    bu guzel kizcagizlar amerikada amerikali muslumanlarin varligindan birhaber oldugu icin muslumansa muhtemelen amerikali degildir on kabuluyle bu soruyu sordular. siyaset bilimi ile hasir nesir olunca "politically correct" olmaya zorlaniyorsun burda, bozmadim kizlari gittiler.
    3 yil once yine kapimi caldi biri, siyahi papaz. yine musluman oldugumu, yeni tasindigimi ve komsulari da tanimadigimi soyledim (yonlendirecegim biri olup olmadigini da soruyorlar) nereli oldugumu sordugunda turk oldugumu soylememle birlikte
    "ohh great, i have a friend from zimbabwe"
    turkiye ile zimbamwe yi komsu saniyor zaar.
    bana denk gelen 2 misyoner cahillik seviyesiyle kulak kanatti, genelleme yapmiyorum ama tersini yasadigim bir durum olursa editlerim.
hesabın var mı? giriş yap