• art house kapsamında 2 mart'ta vizyona girecek olan film. online izlemeyeceğim asla. ilk gösterimine bilet alıp, salonun tam ortasından izleme hayalleri kuruyorum şimdiden. normalde fragman izlemem ama bugün sinemada denk geldim fragmanına. fragmanda kullandıkları şarkı nedir öyle?! resmen bütün hücrelerim ritme eşlik etti, içime işledi. bıkmadan 1000 kere dinleyebileceğim yeni bir şarkı bulduğum çok mutluyum: link

    henüz izlemedim ama muhteşem bir film olduğundan eminim. izleyin, izlettirin. grinin bilmem kaç tonu, görevimiz tatil vb. sikik filmleri izleyeceğinize gözünüz gönlünüz azıcık sanatla dolsun.
  • 1 mart akşamı armadada !f festivali kapsamında izlediğim film. gerçekçi ve çarpıcı bir film olmuş. savaş dönemi öncesini ve sonrasını ırkçılık kapsamında değerlendiren film hem beyazların ve hem de siyahların bakış açısından çok iyi aktarıyor. aynı zamanda amerikanın o dönem ahlaki çarpıklığını da yüzümüze vuruyor. oyunculuklar olağanüstü. filmin konusu çok bilindik ve klişe olsa da bunu yönetmenin bakış açısıyla izlemek bambaşka bir duygu. gerçekten izlenmesi gereken bir film. bugün gösterime giriyor. kaçırmayın.
  • 134 dakikalık, 2017 yapımı film.

    7 / 10.

    1977 doğumlu kadın yönetmen dee rees hem savaş sonrası psikolojisini hem de amerikan siyahi halkının yaşadığı sosyal sıkıntıları 2. dünya savaşı sonrası amerika'sının yerel yaşamında göstermeye çalışıyor. sinema tarihinde iki ana konu da birçok farklı yöntemle yüzlerce defa aktarılmış temalardan ama biçim, hikaye ve anlatım olarak mudbound'un vasat bir iş olmadığını söyleyebiliriz. yine de uzamış süresi, zaman zaman fazlaca düşen temposu, tekrarlayan diyalog ve sahneler yapımın biçim olarak daha fazla yükselmesini engelleyen ögelerden.

    iyi oynanmış, hikaye bütünlüğüne sadık bir film. 2017 yılının görülmesi gerekenlerinden. kişisel olarak the shape of water ya da darkest hour'dan daha iyi olduğunu düşünsem de; akademi gecesinde ise 4 adaylığının pek azında şansının olduğuna inanıyorum, ayrıca.

    her eve imdb
  • yönetmenliğini dee rees'in yaptığı, başrollerinde carey mulligan, jason clarke, mary j. blige, garrett hedlund, jason mitchell, rob morgan ve jonathan banks'ın bulunduğu 2017 yapımı netflix filmi.

    film, dünya prömiyerini sundance film festivali'nde yaptıktan sonra londra film festivali ve toronto film festivalleri'nde gösterilmiş, gotham ödülleri'nde ''jüri özel ödülü''ne layık görülmüştür. film, son olarak ise los angeles'taki dolby theatre'da 4 mart'ta verilecek oscar ödülleri'nde ''en iyi yardımcı kadın oyuncu'', ''en iyi uyarlama senaryo'', ''en iyi görüntü yönetmeni'' ve ''en iyi özgün şarkı'' olmak üzere dört dalda ödül için yarışacak. film ülkemizde ise ilk olarak şubat ayındaki if istanbul 2018'de gösterime girmiştir.

    hillary jordan'ın aynı isimli romanından ''dee rees'' tarafından sinemaya uyarlanan film, ii. dünya savaşı'nın ertesinde mississippi'deki çiftliklerine dönen genç ''jamie'' ve ''ronsel''in gelişen dostluğu ile ''mcallan'' ve ''jackson'' ailelerini odağına alarak dönemin sosyal adaletsizlik, ırkçılık ve toprak mücadelesi gibi konularını gözler önüne seriyor. film, köleliğin kağıt üstünde sona erdiği, ancak sosyal yaşamdaki adaletsizliğin şiddetle sürdüğü yıllarda geçiyor. büyük şehirdeki konforlu hayatlarından, baba yadigarı toprağın bulunduğu kırsala göç etmek zorunda kalan ''laura'' ve kocası ''henry'', çocuklarını yetiştirirken çiftlik hayatının zorluklarıyla yüzleşir. nesillerdir çiftlikte çalışan ''jackson'' ailesi ise yeni kazandıkları hakların bilinci ve ilk kez toprak sahibi olmanın heyecanına rağmen, sosyal yaşamlarında ırkçı ön yargılarla boğuşmaya devam eder. aynı çiftliği paylaşan bu iki ailenin savaştan birer kahraman olarak dönen iki genç oğlu, memleketlerinde devam eden ırk savaşına esir olmamayı seçerek sıra dışı bir dostluk kurarlar ve bunun sonucunda olaylar gelişir.

    film, günümüzde halen daha dünyanın kanayan yaralarından biri olan ırkçılık meselesine başka bir açıdan bakıyor ve başarılı bir yapım ortaya koyuyor. toplumun her alanında ırkçılığın aşırı derecede hissedildiği ve siyahi kişilerin haklara sahip olsa dahi geçmişten gelen alışkanlık ve beyazların eşit olmama isteğinden dolayı ezik bir biçimde yaşadığı toplum karşılıyor bizleri. tüm bunlara karşın aynı ülkenin idealleri için savaşan iki amerikan vatandaşının arkadaş olma çabaları birçok zorlukla karşılaşıyor fakat onlar hiçbir şekilde toplumun düşüncelerini dikkate almayarak arkadaşlıklarına devam ediyorlar. süresi biraz uzun olsa da birbirinden habersiz iki farklı insanın savaşta başlayan hikayesini aynı mekana doğru yönelten ve sonrasında bu hikayeyi dramatik bir hale sokan film senenin bana kalırsa en başarılı ve vurucu etkiye sahip yapımlarından biri olarak ön plana çıkıyor.
  • fragmanı ve fragmandaki müziğiyle beni etkilemişti ancak izleyince beklentimin altında bir film olduğu gerçeğiyle karşılaştım. işlediği konu oldukça etkileyici ancak bazı sahneler fazla uzundu. özellikle sonu öyle bitmemeliydi.
  • her ne kadar konu itibariyle beyaz-zenci ilişkisini* ele alsa da izlemeye değer kaliteli bir film. oscar alır mı diye sorarsanız alamaz, çünkü filmdeki zenciler gay değil*

    filmde dikkatimi çeken bazı diyaloglar şu şekildedir:

    pappy mcallan: you betray your own blood for the sake of a nigger?

    pappy mcallan: i don't know what they let you do over there, but you're in mississippi now, nigger.
    ronsel jackson: yes, sir. you know what we did? we kicked the hell out of hitler and them jerries. while y'all at home safe and sound.

    not: türkçede zenci kelimesi ingilizcedeki negrokelimesi ile aynı anlama gelmeyip hakaret amacı taşımaz. şahsi fikrime göre siyahidemek çok yapay ve gereksiz.
  • hollywood filmlerlerinde daha önce işlenmiş kardeşinin karısına aşık olma, ırkçılık, aksi baba ve savaş travmaları konularını bir araya getirerek üretilmiş yapım. kasvetli olması için ekstra çaba sarf edilmiş gibi. açıkçası pek beğenmedim.
  • filmloverss incelemesi:
    neden izlenmeli?

    ıı. dünya savaşı’nın ardından evleri mississipi’ye dönen iki adamın bir yandan ırkçılıkla mücadele verirken diğer yandan şehir hayatına yeniden alışma sürecine odaklanan film, prömiyerini sundance’te yaptıktan sonra londra ve toronto film festivalleri’nde gösterilmiş, gotham ödülleri’nde jüri özel ödülü’ne layık görülmüştü. son olarak ise en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi uyarlama senaryo, en iyi görüntü yönetimi ve en iyi özgün şarkı dalları dahil olmak üzere toplam 4 oscar adaylığı elde eden film, bir kez daha dikkatleri üzerine çekmişti. dostluğun, fedakarlığın, iç içe geçmiş iyiliğin ve kötülüğün çarpıcı bir hikâyesini sunan ve ıı. dünya savaşı’nı bir dönem olarak politik ve sosyo-kültürel anlamda başarılı bir biçimde işlemeyi başaran mudbound, büyüleyici sinematografisiyle de dev ekranda izlenmeyi hak eden bir yapım olarak karşımıza çıkıyor.
    2011 yapımı pariah isimli filmiyle büyük bir çıkış yakalayan yönetmen dee rees’in, prömiyerini sundance film festivali’nde yapan ve gotham ödülleri’nde en iyi toplu oyunculuk performansı ödülünü paylaşan son filmi mudbound; hilary jordan’ın 2008 yılında yayımlanan ve amerika’da büyük ses getiren aynı isimli romanının uyarlaması. dee rees’in başarılı yönetimiyle bu yılın öne çıkan filmlerinden birine dönüşen mudbound, beyazperdede deneyimlenmeyi hak eden bir dönem draması.
    hilary jordan’ın 2008 yılında yayımlanan ve amerika’da büyük ses getiren aynı isimli romanından dee rees ve virgil williams tarafından sinemaya uyarlanan mudbound – savaştan sonra, her bir karakterini derinleştiren ve hepsine bir misyon yükleyen bir senaryoya sahip. bu bağlamda hem uyarlandığı eserin kıymetli noktalarını ıskalamayan hem de kendinden bir şeyler ekleyerek anlatıyı çoğaltarak büyüten dee rees ve virgil williams, başarılı bir uyarlamaya imza atıyor.
    köleliğin kağıt üzerinde bittiği ancak sosyal hayatta hiyerarşik anlamda bir türlü sonlandırılamadığı ve siyahilerin haklarının farkında olamadığı, beyazların ise hâlâ aynı fütursuz hareketlerle türlü aşağılamalara devam ettiği bir dönemde, ıı. dünya savaşı’ndan birer kahraman olarak dönen jamie ve ronsel’in farklı renklerine rağmen aynı frekansta kurdukları dostlukları, birlikte birçok zorluğu yaşamalarına ve bu zorluklarla yüzleşmelerine neden oluyor. ancak bu dostluk ikisi için de beraberinde büyük fedakarlıkları getiriyor.
    mary j. blige’in seslendirdiği mighty river, filmin dramatik, vurucu ancak bir yandan da hayatın devam eden ve güçlü durabilenleri bir araya getiren yapısını tüm karmaşık hisleri iç içe geçirerek yansıtmayı başarıyor. en iyi özgün müzik dalında da oscar’a aday olan mighty river’ın yanı sıra film hikâyesini tamamlayıcı birçok başarılı soundtrackle ilerliyor. müziğin, izleyicinin duygularını harekete geçiren etkisini yadsımayan ve bunu başarılı ve göze batırmadan kullanan mudbound, işitsel olarak da ön plana çıkan bir film.
    mudbound, izleyiciye sunduğu karakterlerle mutlak iyi ve mutlak kötülerin temsillerini sunarken bir yandan da arada kalanlara, ses çıkaramayanlara, kendisine doğru olarak öğretilenleri deneyimleyerek kıranlara da yer veriyor. beyazlar ve siyahların bir arada yaşadığı bu yerleşim yerinde beyazlar genellikle siyahileri aşağılamaya meyilliyken carey mulligan’ın canlandırdığı laura ve garrett hedlund’un canlandırdığı jamie karakterleri, iletişime girmekten çekinmeyen ve kurdukları iletişim sonucunda yıllarca kendilerine öğretilen düşmanlığı yıkmayı başarabilen karakterler. bu noktada film, kötülerin ve iyilerin her zaman var olduğunu ancak bazı arada gibi görünenlerin içindeki iyiliğin de ortaya çıkabileceğini vurguluyor.
    rees ve senaryonun ortak yazarı olan virgil williams, mudbound’a farklı perspektifler katmak ve anlatıda öne çıkan her karakterinin hikâyeyi geliştirmesine aracı olup onlara güç katmak için tek bir anlatıcı yerine birden fazla üst ses kullanırlar. bu tercih filmin ilk yarısında biraz kafa karışıklığı yaratsa da farklı bakış açıları deneyimleyebilmek adına oldukça adaletlidir. bu farklı bakış açıları ve derinlikli karakterleri sırtlayıp daha da ileriye taşıyabilen en önemli nosyon ise filmde biri diğerinden aşağı kalmayacak derecede eşit başarıyla sergilenen oyunculuklar.
    oscar adaylıklarının yıllar içerisindeki cinsiyet dağılımına baktığımızda, son dönemde özellikle sosyal medyada başlatılan farkındalık hareketleri, amaçlanan farkındalığı yaratmaya, görülmeyeni gördürmeyi, es geçilene dikkat çekmeyi yeterli olmasa da başarıyor. ilerlenecek çok yol, atılacak çok fazla adım hali hazırda bir köşede birikse de mudbound’ın görüntü yönetmeni rachel morrison’ın görüntü yönetimi dalında adaylık elde eden ilk kadın olduğunu hem utanç duyarak hem de bu utancı sonlandırmasına sevinerek belirtmek gerekiyor. mudbound, gerçekten pastel tonlardaki büyüleyici görselliğiyle elde ettiği bu adaylığı sonuna kadar hak eden bir görüntü yönetmenine sahip.
    amerika’da tanıklık ettiğimiz bu dönem, ıı. dünya savaşı sırasında bir yandan cepheye kendisi için savaşmaya götürdüğü siyahilere verilen mücadelenin büyük bölümünü borçluyken iki yüzlü bir biçimde, evlerine dönen siyahileri büyük bir baskı ve aşağılamaya maruz bırakmaya devam etmesiyle, içeride ve dışarıda farklı politik hamleler güden ve bu şekilde kendi vatandaşlarının da zihnini karıştıran ve en büyük zararı yine siyahilere veren bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. mudbound ise hikâyesini bu ikiliğin ve hatta bu iki yüzlülüğün üzerine inşa ederek bir döneme acımasız bir ayna tutuyor.
  • 4 dalda oscar adayı olmayı nasıl başardığı meçhul film. ne anlatılmak istenen anlatılabilmiş ne de seyirciyi çekmeyi başarabilecek tarzda anlatım sergilenmiş. hiç beğenmedim, tavsiye edilmez.
  • klasik kırsal filmleri gibi ağır ilerliyor, yoğun diyaloglar içeriyor fakat sonlara doğru düğüm çözülüyor. "konusu beni ilgilendirmez film dediğin akar gider" diyenlere tavsiye edilmez. ama "hele neyi işliyor anlat bir diyenler" için birkaç bir şey yazabilirim. sapiens a brief history of humankind'da harari'nin bahsettiği memetik denilen durum vardı. memetik bir fikir ve düşüncenin, iyi veya kötü, mutluluğu artırsın veya artırmasın ifadesi diye tarif edebiliriz. nasıl ki genetik'in evrimsel açıdan yegane amacı kendini kopyalayıp çoğaltmak ise memetik'in de yegane amacı birçok kişinin beyninde kendine inanılmasını sağlamak ve bir sonraki beyine geçmektir. şimdi bu fikir ve düşünce tek amacı çoğalmak olan, bilinçsiz, temelinde masum(!) bir virüs veya tümör gibi zararlı bir fikir ve düşünce de olabilir. yani aslında amacı size zarar vermek olmasa da uzun vadede bedeni kemirir ve finish eder. bahsi geçen kitapta insanlar arasındaki ten rengi farkına yönelik ayrımcılık aslında ekonomik temelli. ama bundan ekonomik fayda sağlayacak her kesim kendince bunu haklı çıkaracak yollar öne sürmüş. evrim teorisyenleri, biyologlar hatta ruhban kesimi. sonucunda insanoğlunun önüne yıllarca savaşması gereken bir soyut virüs veya tümör veya her ne derseniz çıkmış: ırkçılık. film işte daha üzerinden yüzyıl bile geçmemiş bir tarihte hala yıkılamamış ırkçılık sorununu işliyor. atatürk nasıl kurtuluş savaşı'ndan sonra asıl savaş şimdi başlıyor demişse, işte amerika'da da birleşik devletler'in konfedere devletler'i mağlup etmesinden sonra başladı asıl ırkçılık savaşı. çünkü silahla yapılan savaş sadece karşı tarafın pes demesiyle bitiyor ama asıl savaş her bireyin beynindeki o kurtçuğu temizlemekle ilgili. bugün bile atatürk'ün öğretmeye çalıştığı değerler nüfusun ne kadarının zihninde eski kurtçukları öldürüp yerleşebilmiş malum. işte memetik bu. sen meydanda istediğin kadar yen, o düşünce yıllarca beslenip kök salmış o zihinlere. ronsel black, iç savaşı atlatmış, köleliğin kaldırıldığını ilan etmiş ülkesi adına yine dönemin en ırkçı politikasına sahip düşman ülke'ye (almanya) karşı savaşa gitmiş, madalyalar almış fakat yurduna dönerken siyahların beyazlarla birlikte yolculuk edemediği otobüslerle, ön kapıdan çıkmasının mümkün olmadığı dükkanlarla karşılaşıyor. cehalet, kapalı kırsal toplumlara bayılır. insanoğlu, temelsiz bir düşünce uğruna ne kadar vahşileşebilir çok güzel gösteriyor film. bence izlenmeli.
hesabın var mı? giriş yap