• netflix türkiye yöneticisi arkadaşlar burayı okuyor ise;

    dublajlı dandik içerik değil, altyazılı düzgün içerik istiyoruz.
    sansür, flulaştırma falan istemiyoruz.
    bunları yapacak iseniz zaten izlemediğimiz tv kanallarından farkınız yok.
    benzemeye çalıştığınız tv kanallarını izleyenler para verip de size abone olmaz.
    ya hitap etmeniz gereken kitleye göre iş yapın ya da dükkanı kapatıp gidin, çünkü böyle devam ederseniz batacaksınız.

    yoksa biz torrent ile işimizi görürüz, lakin beleş izleyeceğiz diye bir kaygımız yok, adam gibi sansürsüz altyazılı içerik koyun parasını verip izleyelim. dublaj iğrenç, tiksinç ben ve benim şahsımda esas hedef kitleniz için.

    bu yazıyı o kalın kafalı yöneticilerinize okutun.

    edit: şahsen dublaj istememenin asıl sebebi dublaj ciddi maliyetler getirdiği için içeriğin zayıf kalmasıdır. yoksa bana ne yapsınlar dublajı, ben yine orjinal dilinde altyazılı izlerim. bu arada bu kadar favlanmasına da şaşırdım, ne kadar çok bu konuda dertli insan varmış.
  • türk dizileri için;

    yıllarca sektör yalandan '3 saat olmasa çok güzel şeyler çıkarırız, 3 saat olduğu için her şey saçma türk dizilerinde' şeklinde herkesi yedi.
    netflix geldi ve ellerine de fırsat geldi bu şekilde.
    bekledik ki efsane işler çıkar. e malum tv'deki gibi upuzuuuuuun olmayacak diziler.
    e malum beklentiyi yükselttiler.

    ama o da ne. dünyanın en salak dizileri çekilmeye devam etti. sorun 3 saatte değilmiş. sorun tüm ekipteymiş zaten. aynı kafa aynı salaklık. sadece bu sefer 1 saat.

    tüm ekipleri tebrik ediyorum. bir daha da tvlere, saatlerin uzunluğuna bok atıp herkesi salak yerine koymazlar umarım.
  • the last dance gibi türünün belki de en değerli örneklerinden olan ve nakış gibi işlenmiş bir belgeseli, cahil oğlu cahil bir çevirmenin eline teslim edip, çıkan ürünün nasıl bir facia olduğunu algılayamayan cahil oğlu cahil bir denetim mekanizmasına sahip kişi, kurum ya da kuruluş. ya hep kendimi tekrar ediyormuş gibi hissediyorum ama gerçekten vasatlık bizde ata sporu. tüm genetiğimize sirayet etmiş.

    televizyon sektöründe çalışmaya başladığım ilk yıl boyunca yaptığım diğer işlerin yanında altyazı da yazıyordum. hata yapmamak için o kadar çok kontrol ediyordum ki yazdıklarımı, hakim olmadığım bir alanda yazıyorsam en az 2 gün ön çalışma yapıp, her tereddütümde de arama motoru üzerinden çevirilerimi teyit etme ihtiyacı duyuyordum. az izlenen ve görece değersiz projeler olmasına rağmen verilen emeğe olan saygımdan dolayı bunu yapmak zorunda hissediyordum.

    arkadaşım eline the last dance altyazı çevirmeni olma fırsatı geçmiş, be cahil oğlu cahil, bilgiye ulaşmak bu kadar kolayken bir adet basketbol terimini bile nasıl doğru çeviremezsin. hadi diyelim bu adam/kadın içerikle alakalı cahil, tamam denetim mekanizması da basketbol topunu görse bomba zannedecek tipler, abicim ilk iki bölümün ardından bir sürü eleştiri ve uyarı gelmiş size. 10 saatlik bir içeriğin altyazısını küçük bir ekiple yazmak 2, bilemedin 3 günlük iş. ver parasını, al danışmanlığını, tekrar yazdır. eminim ki sözlükten bile bu işi bedavaya yapmaya gönüllü pek çok insan çıkar.

    ben belki 2-3 kişinin okuyacağı şu yazıyı yazarken bile en az 5 defa kelimelerin doğru yazılışını aratıyorken, her ay belli bir miktar para karşılığında bana sunulan bu vasatlığa tahammül edemiyorum.
  • bu platform ülkemize girdiği günden beri, kıçımızla güldüğümüz türk televizyonları, masumlar apartmanı, kırmızı oda (dizi), yargı (dizi), yasak elma gibi diziler yaptı. blutv, masum (dizi), alef, 7 yüz, ilk ve son, börü 2039 gibi diziler yaptı. daha küçük ölçekli girişimlerden olan gain'e bakıyorsun ayak işleri yapmış, sektörle alakası olmayan puhutv bile şahsiyet (dizi), dip (dizi) falan yaptı ulan kıçımızla bile gülmediğimiz acun'un exxen'i gibi (dizi) yaptı allahsızlar sizin tam olarak hitap etmek istediğiniz kitle kim ki hakan muhafız, atiye, aşk 101 gibi lise müsamerelerine bütçe ayırıyorsunuz. kim yönetiyor sizi kimden akıl alıyorsunuz. ne hayallerimiz ne beklentilerimiz vardı be. star'ı, show tv'yi kendine benzetirsin behzat ç'ler, leyla ile mecnunlar havada uçuşur diye hayaller kurarken gittin flash tv'ye, kanal 7'ye benzedin amk hint ve kore dizisinden başka birşey yok.
  • siz de netflix ten şikayetçi misiniz. filmler ve diziler ulusal kanal dizilerine benzediğini mi düşünüyorsunuz. cevap çok uzakta değil aslında.

    "kanal d'de genel yayın yönetmenliği ve genel müdürlük görevinin ardından ay yapım'da yapımcı olarak çalışan netflix türkiye içerik direktörü pelin diştaş, yaşamını sürdürdüğü amsterdam'da, netflix bünyesinde türkiye için uluslararası orijinal dizilerden sorumlu içerik direktörü olarak görev yapıyor."
  • anasayfasında oğuzhan uğur'u görmek için para vermediğim şirket. ne kadar leş yerli film varsa hepsini topladılar, biz onlardan kaçmak için girdik siteye onlar oraya da bunları topladılar. ya içerik yöneticilerini değiştirsinler ya da kendilerine çeki düzen versinler. midem bulandı artık yeter ya.
  • (debe editi: bir yazar arkadaş küfür etmemişsin diyerek uyardı. evet buyrun birkaç tane: “çük, kuku, pipi, kıç.” ayrıca aralara da baharat misali birkaç tane ekledim.)

    bazı arkadaşlar dışarıya kapalılıktan ve proje kabul ettirememe meselesinden dert yanmış. benim de birkaç söyleyeceğim var. biraz uzun olabilir.

    öncelikle yazıyı şu beş başlığa açacağım;
    1) netflix kalıpları
    2) netflix türkiye çalışanları
    3) pelin diştaş sorunu
    4) aracılık ve menajerlik sorunu
    5) “buyurma” sorunu

    gelin netflix'in kepazeliğini hep beraber inceleyelim;

    1) netflix kalıpları
    netflix herkesin süper kahramanı olacaktı. gelecekti ve her şeyi değiştirecekti. yapımcılar, senaristler, yönetmenler avuçlarını kaşıdı. hem para kazanacaklardı hem de kendi ülkelerine ait özgün işler yazacaklar, televizyonla sinemayla uğraşmak zorunda kalmayacaklardı. kurtulmuşlardı artık. netflix ile özgürlük burun burunaydı. istedikleri gibi olmadı. öncelikle, tahmin ettikleri kadar para yoktu. hatta para için yapılmayacak bir şeydi. hikayecilik adına ne yapıldıysa, hakan muhafız ve atiye'yle yapılmıştı ve oracıkta bitmişti. türkiyede istedikleri seyirci sayısını toplamışlardı. hatta daha fazlasını (bir başkadır dizisi sağolsun)

    sonra birden netflix'in istediği türden işler yazılmaya başlandı. yazılanlar da buna göre revize edildi. bunların tamamı bir kalıptı.

    +karakter kalıbı,
    +hikaye kalıbı,
    +batı yaşamı kalıbı
    +evrensel hukuk normlarını kapsayıcı kalıplar

    bütün bu kalıpları zaten kullanıyorlar, kullandılar, kullanacaklar. bu zaten işi ruhunu öldürüyor. yani siz bir proje yazdınız ve on numara oldu diyelim. sizi hemencecik çağırırlar ve “bu hikayede niye amerikanvarî bir karakter yok?” diye hesap sorabilirler. (tabii böyle söylemiyorlar) bunu diğer kozmopolit ülkelerde daha çok yapıyorlar “ay tamam ama bu hikayede neden bir zenci yok. bi zenci ekleyelim?” yani siz ne yaparsanız yapın hikayenizi bu kalıplara doğru ittirirler ve sizin işinizin özgünlüğü de ruhu da oracıkta ölüverir. birden yapaylaşır. hangi netflix işini izlersen izle bir yapaylık, bir plastik vardır o işte. o işin dokusuna zarar verilmiş gibidir.

    çünkü netflix türkiye'deki bilmem kaç milyon abonesine izletme peşinde değil, bütün dünyaya izletme peşinde.

    sonuç; zaten hali hazırda bu kalıplara uygun olmayan işler onların gözünde bir paçavra. netflix her şeyi yayımlayamaz, her projeyi çekemez (ekstrem bir durum olmadığı sürece)

    2) netflix türkiye çalışanları
    projenizi yazdınız ve bomba bir senaryo var elinizde. çıktınız netflix'in karşısına (ki bu yirmi tane film çekmekten daha zordur) ve dediniz “size harika bir iş anlatıcam” onlar da tabi dediler ve heyecanla seni dinliyorlar. oturdu sizin karşınıza 8 kadın 1 erkek. (en feministi bile bu konudan dert yanar) anlatıyorsunuz projenizi ve şöyle tepkiler geliyor;

    -ay harikaydı
    -inanılmaz!
    -ay çok beğendiğim, özellikle o şey karakteri...
    -a-aaaaaa inanılmaz
    -yiaaaaa çok güzell

    sonuç: koca bir sıfır. aylarca haber beklersiniz. o mesajdan bu mesaja ömrünüz geçer. iki tane mesaj atmalarını beklerken kalp spazmı geçirip geberirsiniz bir köşede. aylar sonra bir mesaj “ya işte mehmet bey, sizin projeniz bizim şu anki gündemimiz yok, iyi çalışmalar” o da sırf peşine düştünüz diye. peşine düşmeseniz asla ve kat'a yazmazlar. iyi proje varsa zaten başkalarına apartırlar, emin olun. (what is the aparma: çalma çırpma...)

    3) pelin diştaş sorunu
    tam adıyla pelin diştaş yaşaroğlu. evet anam. bu ablamız netflix türkiye'nin başındaki patroniçedir. bir ay yapım yapımcısıdır. ay yapım'la yıllarca çalışmış, kerem çatay'ın kanatları altında özgürlüğüne kavuşmuş, parasına para katmış, namına nam katmıştır.

    netflix'in istediği seküler zihniyeti temsil edebilecek ve daha önce bolca deneyim kazanmış biri olarak direkt parladı. ayrıca kadın olması çok önemliydi. çünkü netflix tıpkı dünyadaki diğer yapımlar gibi “kadın odaklı işler” yapacaktı. bu şarttı. seküler dünyayı sıkı sıkıya temsil eden ve bu duruşunu hiçbir zaman bozmayan iki tane yapım şirketi vardı: ay yapım ve medyapım. (ogm pictures henüz böyle bir şey için hazır değildi. ama önünde sonunda ogm o koltuğu kapacak, çünkü dini imanı para) zaten türkiye için seçilecek yöneticinin bu iki şirkete doğrudan ve dolaylı yoldan bağlı olan bir isim seçilecekti. nitekim öyle de olmuştu. kerem çatay'ın yuvadan uçurduğu kuş netflix'in tepesine kondu. adına pelin diştaş kondu.

    şimdi aklı başında herkes bilir ki, pelin diştaş denen bu kadın sıklıkla, ogm pictures, medyapım ve ay yapım'la çalışacaktı. bakın projelere, çoğunluğu böyledir. tims&b bile doğru düzgün çalışamadı. pelin diştaş buna izin vermediği için değil, diğer şirketlerle gönülden bir ilişkisi var. (ve de bu sekülerizme iman meselesi) çünkü tims&b yerli yapımlara pırlanta gözüyle bakabiliyorken, ay yapım hiç de öyle bakmaz. icabında anında uyarlama yapabilir, alakasız bir iş yapabilir.

    bu sayılan yapım şirketlerinin dışındakiler tamamen rastlantısal, şans, tesadüf eseri ya da “e hadi şunlarla da bir proje üretelim” diyerek yapılan yapım şirketleridir.

    zaten netflix'in satın alma operasyonundaki çocuklar bütün içerikleri birer birer satın alıyor. diğer yapım şirketleri bir şekilde proje satabiliyor ama üretemiyor. sebebi de dediğim nedenler ve para. netflix sanıldığı kadar para kazandırmıyor. televizyonda izlediğiniz dizilerle, netflix işlerinin arasında uçurum kadar kazanç farkı var. dolayısıyla kimse öyle, özellikle de netflix'le çalışalım demiyor yani, çünkü az kazanıyorlar. yapımcı ve hikaye meselesine bir de bu açıdan bakınız rica ediyorum.

    4) aracılık ve menajerlik sorunu
    aracılık derken torpilden bahsediyorum. türkiye'de oturmuş bir menajerlik sistemi olmadığı için senaristler ellerinde projeleriyle zavallı köşelerinde oralet içip bekliyorlar. şaka bir yana, dışardan hiçbir şekilde proje kabul edilmiyor. menajerlik sistemi hiç yok türkiye'de. hiç! daha yeni yeni birkaç şirket ve ajans bu işe yönelmeye başladı. oturması yirmi yıl sürer. çünkü menajerlik sisteminin oturması için fikirleri koruma yasaları hayata geçmeli. yasalar olmazsa herkes göçüğün altında kalır.

    eğer torpilin ve menajerin yoksa zaten bu işlerden vazgeç anam. kaldı ki netflix hiç uğraşmaz. yüzüne dahi bakmaz. türkiyede yapım şirketlerinin en azından sabit telefonu var, bunların ofislerinin numaraları bile yok. mesele senin onlara nasıl ulaşacağın değil. onlar zaten dışardan kimseyle çalışmıyorlar. yani sistem bunun üzerine kurulu. çünkü senin dramaturji bilgin ne bunu bilmiyorlar ki? önüne gelen hikaye yazdım diyor, ben senaristim diyor. bok senaristsin? dramaturji biliyor musun? mckee bilir misin? vogler bilir misin? işte netflix bunu bildiği için direkt bu işi yapan insanlarla yürümeye çalışıyor. diğer neden zaten dediğim şeyler, hak-hukuk, fikir hakları kanunu, mahkeme meseleleri falan.

    5) “buyurma” sorunu
    arkadaşlar kardeşler! bir şey yazmayın. türkiye'de şu an tanıdığınız herhangi bir senarist varsa bilin ki, hiçbiri bir şey yazmaz. yani çok zordur yazması. neden? çünkü yapım şirketleri zaten kendi projelerini kendileri yazdırıyorlar/üretiyorlar. zaten şirketlerinde senaristler, drama departmanı çalışanları, araştırma bölümleri falan var. zaten hali hazırda şirketlerle temas halindeler. yani o yüzden bir şey yazmayı bırakın. şirketler zaten senaristlere hikaye ve projeleri kendileri gönderiyor. o yüzden senaristler bir şey yazmaz; bekler. birgün bir yapımcı senaristi arar “ya mahmut, netflix bize bir kişisel gelişim kitabı gönderdi, onu bir okusana bir şeyler yapmak istiyolar” falan der. piyasadaki senaristlerin ağzından hep şöyle bir söz duyarsınız “o proje bana geldiğinde...”

    yani demem o ki bol bol insan tanıyın ve yalakalık yapın. yavşak olun. höt derlerse “götüm” deyin. bir şey yazmayı bırakın. onlar buyurmazlarsa olmaz!

    hem yazmayı bırakın hem de şunu bilin; türkiye'de dizi veya film... alayı reklam ve sponsor anlaşmaları için yapılıyor. yani migros gidip nulook production'a “ya bir film yapalım, şu market alışverişleri konusunda insanları iştahlandıralım, markamız bu konuda öncü olmak istiyor. alın bizden size film için şu kadar para!” demezse lohusa filmi çekilmez. meseleyi iyi anlayın. netflix'te durum bu kadar açık saçık işlemiyor olabilir ama inanın üç aşağı beş yukarı böyle... drama yani dramaturji bu cıvılıkta. öyle oturupta “lan netflix'e o kadar para veriyoruz, izlediklerimize bak!” falan demeyin... boşverin...

    demek istediğim şu: yazdıklarınızın ve yazarlığınızın ötesinde koca bir dünya var bilinmeyen. çok köklü sorunlar var. netflix ak parti gibi, trt 1 gibi yönetiliyor inanın bana böyle.
  • bok gibi çevirmenleri olan platform.

    pulp fiction'ı izliyorum;

    uma thurman'ın oynadığı mia wallace karakteri daha önce yayınlanmayan bir dizinin pilot bölümünde oynamış.

    andy warhol'un “birgün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” sözüne gönderme yaparak.

    that was my fifteen minutes diyor.

    çevirmenimiz götüyle çevirdiği için 15 dakikaydı diye geçiştiriyor.

    muhtemelen ne andy warholl'dan ne de o sözden haberi var.

    artık klişe olmuş her yerde kullanılmış bir sözü de çevirin be amk.

    ki andy warholl'u da bilmene gerek yok. olduğu gibi çevir işte.

    edit:imla
  • hala "bu film niye var?" diyerek eleştiriliyor.
    sana ne kardeşim neden varsa var. izleyeni var demek ki, sana ne? sen eleştireceksen bu neden yok diye eleştir. koskoca platform senin film zevkine göre şekillenecek sanki amk.

    edit: 20 liranıza kıyıp abone olun bence şuna. türk abone sayısı arttıkça yerli yapımlara başlayacaklar ve bizim artık yerin dibine batmış dizi kalitemiz böylece epey yükselecek. 180 dakikalık türk dizilerini, dünya standardına getirmenin yolu netflix'in türk şirketlere dizi yaptırması. bir sinema-dizi sektörü çalışanı olarak, sektörün kurtarıcısı olarak görüyorum netflixi.
  • 3 gündür ses seda yok bu arkadaşlardan. dünya seferber oldu ama ne bir taziye mesajı ne de bir yardım eli uzatmış değiller hala.

    enflasyon zammı deseler anında fiyata yansıtmayı biliyorlar. buraları okuduğunuz biliyoruz. saçma sapan yerli dizi finanse etmek yerine deprem bölgelerine yardım edin.

    bunun bir diğer muadili (bkz: starbucks)

    edit: gerek burası gerekse twitter üzerinden ortak koyduğumuz tepki sonucu gerekli açıklama ve en önemlisi bağış geldi. sadece netflix değil birkaç zincir mağazadan da gereken destek bu tepkiler sonucu yapıldı. emeği geçen herkese teşekkürler.
hesabın var mı? giriş yap