• muhsin ertuğrul sahnesi'nde istanbul şehir tiyatroları'nca sergilenen oyun için;

    ibsen'in harikülade metni, gayet başarılı şekilde sahneye taşınmış. uzun süren ve tempodan çok mesaj kaygısı güden 100 küsür yıllık bu oyunu sahneye hakkıyla taşımak için; dekor, kostüm ve özellikle ışık oyunları çok önemli. izlenebilirliği destekleyecek şekilde gayet tadında ve başarılı kullanılmış. oyundaki ışık kullanımına ayrı parantez açmak lazım, özellikle tarantella kısmındaki ambiyans geçişi için.

    hiçbir şey için değilse 100 küsür senedir yaşayan bir metin olduğu için, insanın aslında hep "kusurlu insan" kaldığını gösterdiği için izlenmeli.
  • erkeğin ve toplumun kadın üzerindeki psikolojik baskısını konu alan şehir tiyatroları oyunu. --- spoiler ---

    oyun 1800'lerde yazılmış ancak biz hala bu oyunu -konu itibariyle-
    garipsemiyoruz, hala nora karakterinde kendimizden bir şeyler görüp, onun kabuğunu kırmasıyla umutlanabiliyoruz koca bir toplum olarak ve bu çok acı. krogstad karakterinin ben mutlu değilsem kimse olmasın minvalinde düşünüp şantaj yapması, lakin sonradan kristine'yi bulup tamamen değişmesi, insanın iki yüzlülüğünü, bencilliğini, kendi kuyruk acısıyla yapabileceklerini gösteriyor.
    --- spoiler ---
    eğer yanlış yorumlamıyorsam, nora'nın kocası eve geldiğinde evin içindeki ışıkların sıcak sarıya dönmesi, krogstad ile görüşmelerde ise soğuk renklere dönmesi hisleri anlatmak için kullanılmış hoş bir ayrıntı olmuş. oyuncuların performansları, müzik, dekor ve kostümler iyiydi. izleyiniz.
  • çağdaş tiyatronun kurucularından kabul edilen henrik ibsen’in bu sezon yeniden ibb şehir tiyatroları’nda sahnelenmeye başlayan iki perde ve ara dahil 135 dakikalık oyunu.

    konusunu gerçek hayattan alan oyun ağırlıkla 19. yy.da kadının toplumda olmayan yerini sorgulasa da aslında tüm toplum genelinde, insanlık onuru ve dürüstlük üzerine kurulmayan ilişkiler gibi sorunları da irdeliyor.

    oyunun ana karakteri nora’nın penceresinden, önce babası sonra kocası sayesinde “varoluşunu” izlemek sinir bozucu geliyor. yeşim koçak, nora rolünde dengeli bir iş çıkartmış. ilk perdedeki hayatı sorgulamayan şımarık kadının adım adım kendini bulması güzeldi.

    kendi tercihi olmasa da yaşamak için kendi ayakları üstünde duran christine (berna adıgüzel) karakteri ise adeta evinin süs objesi olan nora’ya karşı nefis tezat oluşturuyor. yaşamak için bir sebep arayışında öyle dokunaklı bir saflık var ki. gerçi nils ile bir mazisi olmasaydı yine çok sağlıksız bir iş yapmış olacaktı. ama tutunacak bir dal arayışında, o boşluğu tarif edişinde içe dokunur bir yalnızlık tasviri var. bazen birinin çaresizliği bir başkasının umudu olabiliyor gerçekten.

    bir diğer tezat karakter de krogstad (bkz: cengiz tangör). hırsıyla olayı farklı yerlere çekmesi beklenirken sadece bir şans verilmesiyle onurunu korumayı başarıyor.

    gelelim torvald denen at gözlüğüne. bodoslama dalmadan önce bir parantez açayım. mert tanık daima sahnede izlemekten keyif aldığım bir isimdir. genelde söyleyecek sözü olan oyunlar tercih ettiğinden, içinde olduğu işler daha bir dikkatimi çeker. burada da öyle bir karaktere bürünmüş ki sağolsun bütün feminist duygularımızı ayaklandırdı. kapa parantez. bunlar var ya bunlar, kayınpederden damada nesil. bunlar için kadınlar, salonlarında “doğru yerde durması gereken” koltuklar gibi hayatlarında “doğru yerde durması gereken” objelerden ibaret. o yüzden çizdikleri ikiyüzlü toplumsal resimde en ufak bir bozulma tehlikesi ortaya çıkınca iki dakika önce koklaştığı karısına kuş beyinli diyebiliyorlar. çalışkan, işinde dürüst, çok varlıklı olmasa da saygıdeğer bir beyefendinin hiç sorgulamadan toplumun kendisine dayattıklarına göre yaşamasının nelere mal olduğunu güzel resmediyor. şüphesiz tepkileri de düşünceleri de kendi çağına göre yani o şekilde değerlendirmek gerekir fakat sen yapmazsan ben yapmazsam nasıl olacak bu devrimler torvald?

    dr. rank karakteri oyuncu hakan arlı’dan bağımsız olarak fazlalık hissi veriyor. acaba ibsen katalizör olarak mı düşünmüştü? hani nora’nın sırrına ortak olsaydı en azından bir işlevi olurdu ama o da olmadı. açıkçası o karakter olmasa oyundan temiz bi yarım saat sadeleştirilebilirmiş.

    kostümler (gamze kuş) ve dekor (eylül gürcan) güzeldi. ışık yönetimini özellikle takdir ettim (bkz: kemal yiğitcan) zira torvald’lı sahnelerde görece sıcak ev ortamı havası veren -ve bana göre boğucu- sarı gün ışığına karşılık, krogstad sahnelerindeki donuk fakat net beyaz ışık kullanımındaki inceliği sevdim.

    bol bol sorgulamalı ve en acısı yüzyıl öncesinden rahatlıkla alıp bugüne yerleştirebileceğimiz oyunun ilk perdesi biraz geç ısınıyor. metnin klasik yapısına sadık kalındığı için oyunun genel temposu sakin. yalnız dans sahnesinde güzel bir gerilim yakalanmış. ibsen sadece kadının toplumdaki yerini değil toplumsalcılığa karşı bireyselciliği ortaya koyarak alın size bir kaya demiş. bayılıyorum böyle kendi döneminde ortalığı karıştıran kafalara.

    özetle; sevgili kadınlar/hemcinslerim/romalılar! dışarılarda bir yerlerde sizi bekleyen bir mucize yok. mucize bizzat sizsiniz. ve elinize tutuşturulan o oyuncak bebeği bırakmadıkça yani kendinizi bırakıp özünüzü bulmadığınız sürece, o mucize de gerçekleşmeyecek.
  • torvald: hiçbir erkek sevdiği kadın uğruna onurunu feda etmez.
    nora: ama milyonlarca kadın yapıyor bunu.

    1973 yapımı filmde (bkz: claire bloom) ve (bkz: anthony hopkins) öyle bir oynamışlar ki. yukarıdaki gibi can alıcı diyalogları nakış gibi öyle işlemişler ki.

    oyunun neden bir çok ülkede yasaklandığını, tepki gördüğünü anlamak çok zor değil. kadın her ne kadar haklı olursa olsun, karşısındaki erkek tarafından sadece kadın olduğu için dinlenmediği, önem verilmediği bölümü claire bloom ve anthony hopkins öyle muazzam oynamışlar ki. o kadar müthiş mesaj, o kadar iç burkan gerçekler ve detaylar var ki eserde, tek kelimeyle kusursuz.

    bu arada film uzun olmasına ve neredeyse tamamı bir evde geçmesine rağmen tiyatro tadında hiç sıkmadan keyifle seyrettirdi.

    bu filmden, daha doğrusu henrik ibsen'in müthiş kurgusundan ve cesaretinden bu kadar etkilendikten sonra bu akşam galata'da nora 2 oyununu seyredeceğim. bakalım daha ne kadar etkilenebilirim..
  • uzun sürmesine rağmen hiç sıkmadan izlenen güzel bir şehir tiyatroları oyunu.

    --- spoiler ---
    nora'nın tarantella dansı'nı çalışırken gitgide dansın şiddetini arttırması, bir anlığına nora'nın içindeki karanlığa dalmamız, o küçük andaki ışıklar, o anın, o evin, o evliliğin ikiyüzlülüğünü gözümüze çarpan çok güzel bir ayrıntıydı.
    oyun boyunca bir köşede duran bebek evinin, oyuna adını veren bebek evi olmadığını gösteren o son sahne ise muhteşemdi. metafor kullanımında çok başarılıydı.
    --- spoiler ---

    izlerken aklıma gelen, bizzat tanıdığım noraların sayısı öyle çok ki, sırf bu yüzden bile izlemek gerek.
  • her ne kadar verdiği mesajlar, kostümler ve dekorlar çok güzel olsa da fazlasıyla uzun ve ne yazık ki sıkıcı bir oyun.
  • kadının toplumdaki konumunu ela alan çok güzel bir ibb şehir tiyatrosu oyunu... yüz yıllar geçmesine rağmen kadınların hala geri planda olması ve aynı sorunları yaşaması çok düşündürücü!.. oyunu seyrederken insan düşünceden düşünceye dalıyor! oyun kadının ezilmişliğini ve "oyuncak bir bebek" olmasını çok iyi anlatıyor, oyunun verdiği mesajlar çok önemli ve çok yerinde... başta oyuncular (berna adıgüzel, cengiz tangör, hakan arlı, mert tanık, nurdan gür, reyhan karasu, yeşim koçak) olmak üzere oyunda emeği geçen herkese çok teşekkür ederim... fakat yeşim koçak hanıma ayrı bir parantez de açmak gerek, oyundaki duyguları çok iyi yansıtıyor... oyunun müzikleri de çok iyi (tolga çebi tarafından hazırlanmış) bir örnek; noel (bazen bu melodiyi kendi kendime söylerim.)

    oyundan:
    torvald helmer:"bir erkek, bir kadını ne kadar severse sevsin onun için onurunu ayaklar altına almaz."
    nora:"ama kadınlar bunu yapıyor."
    torvald helmer:"her şeyden önce sen bir annesin ve eşimsin, bunun sorumlulukları var."
    nora:"ben bir bireyim, ben bir insanım."

    torvald helmer:"peki hiç mutlu olmadın mı?"
    nora:"hayır, sadece neşeliydim."
  • ibsen'in bir oyununu daha izlemiştim: yaban ördeği. 2 sene önce genç günler'de bir üniversitenin tiyatro bölümü oynamıştı. yönetmen özellikle oyunu ağır ilerler tavırda tasarlamıştı. sessizliği de bir anlam aktarma aracı olarak kullanıyordu. tabi, hızlı yaşamaya, seyirciyi koparmayan aksiyona alışkın olmayan seyircilerimiz sıkıldıkları için telefonlarına sarılmıştı.

    aynı sessizliğin kullanımı yaban ördeği'ndeki kadar olmasa da bu oyunda da var. hiç ibsen metni okumadım, fakat büyük olasılık metinde sessizliğin kullanılması gerektiğine dair ifadeler var diye sanıyorum. evet, izlerken yer yer bana da sıkıcı geldi, fakat önceki tecrübemden ve ibsen'in nasıl bir görüşe sahip olduğundan hareketle eğlenceli, komik veya akan bir oyun olmayacağını da bilerek gittim.

    bu nedenle, bir tiyatro oyunu illaki komik veya eğlenceli olmak zorunda değil. aksiyonu sizin alıştığınız şekilde yaratmak zorunda da değil. insana dair güzel bir hikaye anlatıyorsa benim açımdan başarılıdır. burada başlı başına bir insan hikayesi var. sağlam karakterler var. kendisine özgü bir anlatımı var.

    bu nedenle oyuna gidecekler için, beklentilerinizi doğru ayarlayarak gidin. ki hayal kırıklığına uğramayasınız.

    hem oyunculuk, hem hikaye açısından oldukça başarılı bulduğum oyun.
  • ibsen oyunu için (bkz: et dukkehjem)
hesabın var mı? giriş yap