• uyuşturucu, uyarıcı ve diğer maddelerin fiziksel zarar ve bağımlılık oranları
    eroin zarar/bağımlılık olarak zirvede. işin komik yanı alkol ve tütün'ün, hint keneviri, ecstasy ve hatta lsd'ye göre daha fazla bağımlılık ve fiziksel zarar yaratması.
  • mevlana celaleddin rumi' yi chicken translate yapmazsanız romalı değil anadolu'lu diye çevirirsiniz. küçük asyalı mevlana.
  • geçtiğimiz günlerde 92. oscar ödül töreniile birlikte joaquin phoenix en iyi erkek oyuncu ödülünü joker filmindeki performansıyla kazanmıştı. heath ledger da aynı karakterle 2008 yapımı the dark knight filmindeki performansı ile en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü kazanmıştı. ben de merak ettim acaba bunun gibi başka durumlar olmuş mudur diye internette biraz araştırma yaptım. aynı karakteri oynayan farklı oyuncuların ödül aldığı joker dışındaki tek karakter vito corleone karakteri olmuş. joker karakteri ile benzer şekilde marlon brando don vito rolü ile en iyi erkek oyuncu oscarını kazandıktan sonra robert deniro da 2 yıl sonra aynı rolle en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü kazanmış. bu arada aynı rolle en iyi oyuncu ödülünü kazanmış birden fazla oyuncu yok. sadece bu iki örnekteki gibi en iyi oyuncu/en iyi yardımcı oyuncu ödülleri var.

    bunun dışında da aynı karakteri canlandırarak oscar adaylığı almış oyuncular var fakat bazılarında ikisi de kazanamamışlar ya da sadece biri ödül alabilmiş;

    laurence olivier ve kenneth branagh beşinci henry rolleri ile en iyi erkek oyuncu ödüllerine aday olmuş fakat ikisi de kazanamamış.

    anthony hopkins ve frank langella richard nixon rolleri ile en iyi erkek oyuncu ödülüne aday olmuş fakat ikisi de kazanamamış.

    leslie howard ve rex harrison henry higgins karakteri ile en iyi erkek oyuncu oscarına aday gösterilmiş. harrison ödülü kazanırken howard kazanamamış.

    cate blanchett ve judi dench enteresan şekilde aynı yıl içerisinde 2 farklı filmde kraliçe elizabeth'i canlandırarak oscar adaylığı almışlardı. burada da blanchett ödülü kazanamazken dench en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü kazanmıştı. burada enteresan olan bir diğer şey de blanchett'in 9 yıl sonra aynı rol ile tekrar oscara aday olmasıydı.

    charles laughton ve richard burton sekizinci henry karakterleri ile oscar adaylığı almışlardı. laughton ödülü kazanarak oscar sahibi olan ilk ingiliz olurken burton kaybetmişti.

    kate winslet ve gloria stuart'un durumları da hayli enteresan. iki kadın da 1997 yapımı titanic filminde aynı karakteri canlandırarak oscara aday olmuşlardı. kate winslet rose karakteri ile en iyi kadın oyuncu ödülüne aday olurken glorai stuart aynı filmde rose'un yaşlılığını canlandırarak en iyi yardımcı kadın oyuncu ödlüne aday olmuştu. ikisi de ödül alamadılar.

    2002 yılında titanic'tekine benzer şekilde yine kate winslet ve judi dench iris filminde aynı karakteri oynayarak oscar'a aday olmuşlardı. kate winslet ıris murdoch'ın gençliğini oynayarak en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülüne, dench ise yetişkinliğini oynayarak en iyi kadın oyuncu ödülüne aday olmuştu.
  • ampute edilen insanlar kesilen organlarını hastaneden alıp onlara mezar yaptırıyorlar.(örneğin parmak, ayak, kol, bacak..)
    ve bunu yapan insanların sayısı hiç de azımsanmayacak ölçüde.
    ufku iki katına çıkartır mı bilmem ama beni şaşırtmıştı.

    not: organları almayanlar da olabilir. onlar uygun biçimde imha ediliyordur heralde.
  • tevfik fikret'in ad ve soyadının ilk hecelerinin birleşimi adını, ikinci hecelerinin birleşimi ise soyadını verir... ufku iki katına çıkarmaz ama yine de keyifli bir ilginçlik...
  • osmanlı’da şehzade olmak

    -osmanlı devleti’nin yönetimini, padişahları daha iyi anlamak için “şehzadelerin” nasıl yetiştirildiğine bakmak bakış açımızı genişletecektir. çünkü şehzadelik, padişahlığın arka planıdır.

    -on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda padişahların erkek çocuklarına “çelebi” denilmiştir. türkçe bir kelime olan “çelebi”, “görgülü, bilge, terbiyeli ve olgun” anlamlarına gelmektedir. şehzade sözcüğü ise farsça olup, “şah” ile “oğul” anlamındaki “zade” kelimesinin birleşmesidir. şehzade ünvanı on yedinci yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. padişahın haseki, gözde ve cariyelerinden doğmuş fark etmez erkek çocukların hepsine şehzade denilmiştir. şehzade’nin avrupa’da karşılığı prenstir (başka unvanlar da kullanılmıştır: paşa, emir, çelebi ve sultan).

    -osmanlı devleti, türk devlet geleneğinin bir devamıdır. bu yüzden kısaca selçuklu devleti’nde şehzadelerin durumuna bakalım.

    -selçuklu devleti’nde şehzadeler idari ve askeri tecrübe kazanması için, eyaletlere melik (vali) olarak atanırdı. yanlarına onları yetiştirmesi için atabey verilirdi. atabey, uzun yıllar devlet hizmetinde bulunmuş tecrübeli kimselerdi. selçuklu döneminde bilinen ilk atabey ünlü vezir nizamülmülk’tür. sultan alp arslan tarafından 5 yaşında olan melikşah’a atabey olarak tayin edilmiştir.

    -osmanlı devleti uzunca bir süre selçuklu devleti’ndekine benzer bir uygulama yapmıştır. lala ile şehzadeyi, bir sancağa göndermiştir. taht kavgaları, şehzadelerin başına buyruk hareketleri gibi sebeplerle kafes usulü denilen sisteme geçilmiştir. sancak sistemi ve kafes sistemi üzerinde duracağım ancak şehzadelerin doğumu, sünneti, eğitiminden biraz bahsedelim.

    -şehzadenin doğumu
    -padişah çocuklarının doğumuna “veladet-i hümayun”(kutlu doğum) denilmekteydi. şehzade doğduğu zaman önce bir hatt-ı hümayunla (padişah fermanı) sadrazama bildirilirdi. şehzade için her gün beş vakitte yedişer top atılır(doğan çocuğun cinsiyetine veya kaçıncı sırada dünyaya geldiği göre atılan topların sayısı değişebilirdi), sadrazam, şeyhülislam, vezirler, kazasker, yeniçeri ağası ve diğer devlet önde gelenleri saraya davet edilirdi. ülkenin her yanına fermanlar gönderilerek halk şehzadenin doğumundan haberdar edilir ve doğum şer’i mahkeme sicillerine kaydedilirdi.

    -çocuk doğar doğmaz iyi bir aileden, genç ve bebekli bir kadın sütnine (daye, taya) olarak atanırdı. anneye destek olarak sütnine de çocuğu emzirirdi. ayrıca sarayda yetişmiş deneyimli, zeki cariyelerden bir de dadı tayin edilirdi.

    -bebek bir yaşında sütten kesilirdi ve yanına bir görevli verilirdi. bu görevlilere “lala” denilirdi. lala, şehzadenin olgunlaşmasını sağlayan “atabey” gibiydi. lala, çocuğun bakımını ve yetiştirilmesini kontrol ederdi.

    -şehzadenin sünnet düğünü
    -şehzadelerin sünnet düğünleri büyük eğlencelerle kutlanırdı. her sünnet düğününün daha öncekilerden farklı ve üstün olması önemliydi. sünnet düğünlerinin osmanlı hükümdarının gücünü ve zenginliğini gelen misafirlere gösterdiği bir tören olduğu unutulmamalıdır. kutlamalara osmanlı beyleri ve diğer ülkelerin hükümdarları davet edilmekteydi. pek çok sünnet düğünü yapılmıştır ancak “en mükemmel, en muhteşem, en gösterişli, en masraflı ve en uzun süre devam eden” gibi sıfatlarla nitelendirilebilecek olan 1582 yılında ııı. murat’ın, şehzadesi ııı. mehmet’e yaptırttığı sünnet düğünüdür. sultanahmet meydanı’nda yapılan kutlamalarda kumaştan yapılan kuş figürleri, boyu yirmi metreye ulaşan nahıl ağaçlarına dikkat edin.

    -şehzadelerin eğitimi
    -şehzadeler kendilerine tutulan özel hocalardan eğitim alırdı. sarayın içinde şehzade mektebi’nde bu eğitim verilirdi. şehzadelere tarih, edebiyat, fen, matematik, astronomi bilimleri yanında dini eğitim (arapça, kur’an eğitimi, hadis, kelam, fıkıh) de verilirdi. her şehzade savaş eğitimi(kılıç, ok ve yay kullanma) ve yeteneğine göre bir spor eğitimi(binicilik, atıcılık) de alırdı.

    -her şehzade, sultan adayı olduğu için her bir şehzadenin eğitimi üzerinde titizlikle durulmuştur. eğitimin süresi dönemlere göre değişiklik göstermektedir. klasik dönemde 5-6 yaşında eğitime başlanıp, 12-13 yaşına kadar devam etmiş daha sonra sancağa gönderilmişlerdir.

    -şehzadelerin ilk arkadaşları, “enderun” alınmış yetenekli, devşirme çocuklardır. saray bahçesinde diğer şehzadelerle vakit geçirmenin yanında, mangala ve dokuztaş oyunları da oynamışlardır.

    -şehzadelerin ilk eğitimi bahsedildiği gibidir. eğitimlerinin devamı osmanlı tarihi açısından iki döneme ayrılabilir: sancak sistemi ve kafes usulü. bunları açıklamadan önce şehzadenin tahta çıkması ve sonrasında gerçekleşenlere kısaca bakalım.

    -on altıncı yüzyılın sonuna kadar şehzadeler sancakta olduğu için, padişah öldüğünde ve yeni şehzadenin tahta davet edilmesi gerektiğinde bir hüküm yazılır ve özel bir haberci aracılığı ile şehzadeye ulaştırılırdı. halkın ve ordunun ayaklanmaması için padişahın ölümü gizli tutulurdu. padişahın ölüm haberinin ardından başkente gelen şehzade tahta oturur ve biatleri kabul ederdi. ardından cülus töreni yapılırdı. arapça da oturmak anlamına gelen cülus, osmanlıda padişahların tahta oturması yani padişah olması anlamında kullanılmıştır. biat anlamı ise, devlet erkânı, ulema ve ordunun, tahta geçen padişaha bağlılıklarını bildirmeleridir. cülus ve biat töreninden sonra tahta yeni oturan padişah, büyük camilerden birinde, genellikle ayasofya’da ilk cuma selamlığına çıkardı.

    -taht mücadelesinde bulunan şehzadeler arasında kazanan padişah olur, kaybeden ise genelde bir çekişmenin ya da isyanın sebebi olurdu. cülus ve biat yapıldıktan sonra sultan olma girişimleri isyan kabul edilirdi. türk devlet geleneğine göre her şehzadenin padişah olma ihtimali vardı.

    -bu uygulama taht kavgalarına sebep olmuştur. padişah olamayanlar diğer devletlerle işbirliği dahi yapmıştır. devletin bekası için fatih sultan mehmet, kanunnamesine kardeş katlini ekler. ( “her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katl etmek münâsibdir. ekser ulemâ dahi tecvîz etmişdir. anınla âmil olalar.”) böylece önce hükümdar olan kendisine rakip olabilecek kardeşlerini ortadan kaldırmak için yasal zemin oluşturulur. bu uygulama yüzünden onlarca şehzade yaşına bakılmaksızın öldürülmüştür.

    -sancak sistemi
    -şehzade eğitiminin en önemli boyutu devlet yönetimi becerisidir. bu sebeple (selçuklu devleti’ndekine benzer bir uygulama olarak) sarayda temel eğitim verilen şehzadeler yanlarında tecrübeli bir lala ile birlikte sancağa gönderilirlerdi. sancakta devlet yönetiminin küçük bir örneğini yaşayarak tecrübe etmeleri beklenirdi. hükümdar tarafından sancağa çıkmasına izin verilen şehzâdeler, büyük bir törenle gidecekleri sancaklara uğurlanırlardı. sancağa çıkacak olan şehzâdeye atanma beratı verilirdi (sancağa çıkmanın resmi bir yönü bulunmaktadır).

    -sancakbeyi olarak gönderilen şehzade, lalasının rehberliğinde pek çok yetkiye sahip olurdu. kendi adına para bastırabilir, vakıf yaptırabilir, camide adına hutbe okutabilirdi. sancakta vergi toplama işi de ona aitti. görüldüğü gibi geniş yetkileri vardı ancak padişah değildi ve bunun da farkındaydı. kendi sancaklarında bir hükümdar gibiydiler. savaş sırasında ordunun sağ-sol kanatlarını komuta edip, savaş sonrası ganimetten pay alırlardı. merkez ile ilişkileri yaptıkları tayinleri devlet merkezine bildirmekten ibaretti. şehzadelerin sancaktaki yetkilerinin çok kısıtlı olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. lalasının emri altında, saray tarafından kendisine çizilen sınır içinde hareket ettiği, sadece gözlemci gibi sancakta bulunduğu da söylenmektedir.

    -osmanlı devleti kuruluş ve yükselme döneminde bu uygulamaya devam etmiştir. on altıncı yüzyılın sonuna kadar şehzadeler sancağa gönderilmiş (15 yaşında sancağa çıkmayla ilgili kanun bulunmasına rağmen 7-8 yaşında sancağa gönderilen şehzadeler olmuştur.), yönetim tecrübeleri kazanması istenmiştir. bu uygulama şehzadelerin yetişmesini sağlamıştır ancak padişah öldüğünde ise kanlı taht kavgalarına sebep olmuştur. ııı. murat(1546-1595), oğlu ııı. mehmet’i(1566-1603) sancağa gönderen son sultan, ııı. mehmet’in, oğlu ı. ahmet’te(1590-1617), sancağa çıkmadan padişah olan ilk şehzadedir.

    -kafes sistemi
    -on yedinci yüzyılda şehzadeler gözetim altında tutulmak istenmiş, bu yüzden sancağa çıkma uygulaması kaldırılmıştır. olumlu ve olumsuz yönleri bulunan kafes sistemi, taht kavgalarını sonlandırmış ancak şehzadeleri pek çok açıdan etkilemiştir.

    -kafes sisteminden kasıt, şehzadelerin sarayda tutulmasıdır. “gerçek” anlamda kafesin içinde değillerdir. sarayda hareme bitişik on iki daire ve küçük bir bahçeden oluşan bir alanda yaşamışlardır. kafes sisteminde kalmanın belli bir süresi yoktur. kardeş katlinin devam ettiği yıllarda şehzadelerin burada kaldığı süre, babalarının ölümü ve yerine geçen kardeşlerinin erkek çocuk sahibi olmasına kadardır. kardeş katli geleneğine son verildikten sonra ise şehzadeler eğer ömürleri vefa ederse tahta çıkana kadar kafeste kalmışlardır. kafes usulüyle şehzadelerin sadece eğitimleri değil sosyal hayatları da sekteye uğramıştır. şehzadelerin anneleriyle görüşmelerine bile kısıtlı olarak izin verilmiş, gözetim altında yapılan bu görüşmeler padişahın özel izniyle gerçekleşmiştir.

    -kafes sistemiyle birlikte tahtın varisi için “ekberiyet” usulü uygulanmıştır. padişahın en büyük oğlu tahtın varisi olmuştur. ı.ahmet’in akli dengesini kaybetmesi, öldüğünde oğlu olmadığı için kardeşi ı.mustafa tahta çıkarılmıştır. böylece taht ilk defa babadan oğula değil kardeşe geçmiştir. zaman içerisinde kardeş, yeğen, kuzen tahta geçmiştir. veraset sistemi zaman içerisinde “ekber ve erşed” olarak değişmiştir.

    entry izlemek için video
    tarih içerikli videolar hazırlıyorum, youtube kanalıma buradan ulaşabilirsiniz.

    kaynakça
    • eroğlu, h. (2002) osmanlı imparatorluğunda şehzadelik kurumu (klasik dönem). doktora tezi.
    • genç, f.g.(2015) 19. yüzyılda şehzade olmak: modernleşme sürecinde şehzadeler. yüksek lisans tezi.
    • yılmaz, c. (2012) 17. yüzyıl osmanlı şehzadelerinin yaşam ve giyim tarzları. yüksek lisans tezi.
    • islam ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/sehzade
  • güzel ülkemiz türkiye’de içinden hiç bir trenin geçmediği, en yakın demiryolunun yüzlerce kilometre ötede olduğu bir tren istasyonun olduğunu söylesem herhalde herkes şaşırır.ama içinde demiryolu ağı olmayan muğla ilinin dalaman ilçesinde bundan 100 yıl önce bir tren istasyonu yapıldı ve bu tren istasyonu hala senelere meydan okurcasına ayakta durmaktadır.gelin bu yapının ilginç istasyonunun hikayesine birlikte bakalım.
    19.yüzyılın başlarında kavalalı mehmet ali paşa (hani hep tarih derslerinde okuduğumuz osmanlı’nın avrupalı devletler nezdinde ne yazıkki bir valisine bile söz geçiremeyecek kadar güçsüzleştiği paşa) musır’ı ele geçirdi ve mısır valisi oldu. ileriki yıllarda da osmanlı ordularını belirli yerlerde yenerek kütahya’ya kadar ilerledi. kavalalı mehmet ali paşa’nın işgal ettiği yerlerin içinde, zamanın osmanlı imparatoru ııı. selim’in annesi mihrişah hatun’a hediye ettiği tepearası, eskiköy, dalyan, ortaca, akıncı, güzelyurt ve dalaman’ın tamamını kapsayan 360 bin dekarlık çiftlik alanı da bulunuyordu.

    kavalalı’nın osmanlı ile yaptığı anlaşma gereği mısır’ın idaresi babadan oğla geçecekti. bu anlaşma sayesinde mehmet ali paşa’nın ölümü ile arazilerin idaresi aileye kaldı ve 1874’de doğan ıı. abbas hilmi paşa ileriki yıllarda mısır’a hidiv olunca mısır ve dalaman’daki toprakların da mülkiyetini ele geçirdi.

    abbas hilmi paşa,1905 yılında gemi ile sarsala koyuna geldi. bugünkü dalaman’ın henüz olmadığı o günlerde, 30 evin bulunduğu söğüt isimli bir köyün bulunduğu bölge oldukça verimli toprakları ve uçsuz bucaksız ovaları ile av meraklısı olan abbas hilmi paşa’nın büyük beğenisini kazandı.
    şu an bile sarsala koyudalaman’ın en güzel koyları arasında gelmektedir.her yıl yüzlerce turistin geldiği bu koy ve çevresinin bir de 19.yüzyıldaki bakir halini düşünürsek abbas hilmi paşa’nın neden beğendiğini anlayabiliriz.
    bölgeye yerleşen mısır hidivi, kısa sürede iskele ve depo inşa ettirdi. etraftaki bataklıkları da kurutan hidiv, son iş olarak dalaman’a bir av köşkü yaptırmak için harekete geçti. aynı günlerde hidiv’in mısır’a da bir tren istasyonu projesi vardı. her iki projeyi de fransız mimarlara verdi.

    iki binanın da projesi hazırlandı ve fransa’dan biri dalaman’a diğeri de mısır’a olmak üzere 2 ayrı gemi proje ve malzemelerle birlikte yola çıktı. kimi rivayete göre gemilerin rotaları yanlış verildi, kimilerine göreyse malzeme ve projeler yanlış gemilere yüklendi ama sonuçta mısır’a gitmesi gereken tren istasyonu projesi dalaman’a, av köşkü projesi ise mısır’a gitti.

    sarsala koyuna gelen gemilerdeki malzemelerin bir kısmı abbas paşa’nın sıcağa dayanıklı diye mısır ve sudan’dan getirdiği işçilerin sırtında, daha ağır malzemeler ise kağnı, deve ve eşeklerle yaklaşık 12 kilometrelik mesafeye götürüldü. iddialara göre hidiv abbas paşa bu kağnıların geçmesi için bu alana özel yol yaptırmıştı. vakit kaybedilmeden binanın inşasına başlandı ve kısa sürede bitirildi. inşaat bitince de dalaman’a bir tren istasyonu, mısır’a da o yıllar için oldukça modern ve mükemmel bir av köşkü ortaya çıktı. hatta plana göre yapılan binanın hatalı olduğunu fark etmeyen işçiler bina önüne bilet gişesi yapmış ve ray döşemişti.

    dalaman’a geldiğinde yapılan yanlışlığı anlayan hidiv, bitmiş binayı yıktırmadı ancak gişe bölümü ve rayları kaldırttı. ileriki yıllarda da istasyonun yanında bir de camii inşaa ettirdi ve 1928 yılına kadar çiftlik hidiv abbas hilmi paşa’nın mülkiyetinde kaldı.

    hidivi abbas paşa‘nın çiftliğin reorganizasyonu için aldığı banka kredisini geri ödeyememesi üzerine çiftlik özel bir yasa ile atatürk tarafından 1928 yılında hidivi‘den alınarak, gros adında bir fransız şirketine kiralanıyor. şirket tarafından 10 yıl işletildikten sonra, 1938 yılında atatürk‘ ün vasiyeti doğrultusunda ziraat vekâletine bağlı devlet işletmeleri kurumu‘na devredilen çiftlik; 1950 yılından sonra dalaman devlet üretme çiftliği oluyor. bu tarihten itibaren jandarma karakolu olarak kullanılan bina, 1958 yılında devlet üretme çiftliği’ne devredildi. çiftlik, 1984 yılından bu yana da tigem çatısı altında, dalaman tarım işletmesi müdürlüğü olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
    işte dünyada içinden hiç tren geçmeyen bir tren istasyonunun hikayesi budur.
    ek bilgi:
    dalamandaki tren istasyonunu yaptıran abbas hilmi paşa aynı zamanda istanbul’daki hidiv kasrını da yaptıran kişidir.
    kaynak:
    dalaman kaymakamlığı
  • amsterdamda atatürk isimli sokak bulunmaktadır. gelirseniz resim çektirmeyi unutmayın :)
  • bu başlığa belki tam uymayabilir; ufku iki katına çıkarabilecek ama öğrenmelik olmayan bir şeyler paylaşayım.

    aklınızı zorlamanız gerekecek* 28 adet zeka sorusu ------> (bkz: #102034846)
  • --- spoiler ---

    insanların politik seçimleri, hormonları ve kas miktarları arasında bağlantılar mevcut. uzun bir yazı olabilir, referanslarla açıklamaya çalışacağım. bu yazıda herhangi bir tarafı savunmak gibi bir niyetim olmadığını, tamamen araştırmaları ve istatistiksel çalışmaları derleyip, yorumladığımı özellikle belirtmek isterim.

    insanlar arasındaki genetik farklılıklar üretilen hormonlarımızın oranını belirliyor. buna göre hücrelerimiz protein üretiyor ve yayılan bu sinyallerle biz bazı şeyleri hissediyoruz, öğreniyoruz, kanıksıyoruz. bu da toplamda bizim kim olduğumuzu, neyi seçtiğimizi belirliyor. siyasi seçimlerimiz de bunun içinde.

    örneğin kortizol hormonu, stres hormonu olarak bilinir. strese girdiğimizde bu hormon seviyesi artar ve kendimizi endişeli hissederiz. kortizol seviyesi yüksek insanlar oy vermeye daha az yatkın. çünkü politik seçim bu insanlar sres yaratıyor.

    testosteron seviyesi, kas miktarımı, maskülenliğimizi kontrol eden, cesaret veren bir hormon. zengin insanların biceps (kol kası), düşük gelirli insanlara göre daha büyük olduğu bulunmuş. yani kapitalist görüşü bu insanlar daha çok savunuyor. bazı önyargılı inançları daha dışa yönük savunduğu görülmüş. aslında oldukça mantıklı. yüksek testosteron agrasifliği, tek olmayı, aşırı korumacı kıskanç tavrı ve rekabetçi davranışı arttırıyor. bu da eşitlikçi ve paylaşımcı sol görüş yerine sağ görüşe daha yatkın.

    aşağıdaki makalede 171 kişi üstünde 18-40 yaş arası araştırma yapılıyor. çalışılan grubun etnik yapısı şöye: 51% beyaz, 25% asyalı or asyalı ingiliz, 11% siyah veya siyah-ingiliz melezi, 6% karışık, and 6% diğerleri şeklinde. katılımcıların çıplak vücut ölçüleri(kol, kalça, göğüs vs.) ve kaldırabildikleri maksimum yük ölçülüyor ve fotoğrafları çekiliyor.

    artan kas oranıyla, özellikle göğüs/kalça oranı yüksek, yüz hatları maskülen ve düzgün erkekler sağ görüşe daha yatkın. çünkü bunlar da yüksek testosteron göstergesi ve bu erkeklerin eşitlikçi anlayıştan (sol görüşten) daha uzak olduğu görülüyor. yani hakedenin bir şeyleri kazanması gerektiğini düşünüyorlar. (ek not: kadınların da etkilendiği en önemli fiziksel özelliklerden birinin üst vücut kasları olduğunu hatırlatalım.) çalışmada kadınların göğüs/kalça oranıyla siyasi seçimlerinde pozitif bir korelasyon bulunamamış.
    ref1: https://www.sciencedirect.com/…ii/s1090513816303907
    ref2: https://www.amazon.com/…mal-evolution/dp/0226319105

    aşk ve bağlılık hormonu olarak bilinen oksitosini yüksek olan insanların daha paylaşımcı olduğu bulunmuş. yani bu kişiler daha cömert fakat bir diğer araştırma bu paylaşımın sadece grup içinde olduğunu gösteriyor, yani bu grubu tehdit eden birileri olduğunda oldukça saldırganlaşılıyor. gayet mantıklı çünkü sevgi paylaşılmaz.

    bir transmiter olan ve ödül sistemi olarak çalışan dopomine sahip olanların ise daha liberal görüşte olduğu görülmüş. örneğin bu durum amerika'da demokrat partiye daha yakın olduklarını gösteriyor.

    genetik yapınız ve bu gelişiminiz esnasında bu hormonlarınızı hangi oranda salgıladığınız seçimleriniz konusunda belirleyici diyebiliriz.
    ref: https://www.motherjones.com/…ur-political-opinions/

    diğer çalışmalara baktığımızda ingiltere'de exeter üniversitesinde yapılan bir sinir-bilim çalışmasında kumar oynayan 82 kişiye beyin taraması yapılıyor ve sonuçlar oldukça ilginç. artan riskle birlikte cumhuriyetçilerin(muhafazakar) ve demokratların(liberal) farklı beyin bölgerinin çalıştığı görülüyor. cumhuriyetçiler beynin korku-tehdit sistemi olan amigdala'ı kullanırken, demokratların empatiyle ilgili olan insula ile hareket ettiği görülüyor.
    ref: https://www.motherjones.com/…democrats-republicans/

    alttaki çalışmada da korku dolu insanların daha muhafazakar olduğu görülmüş. erkekler daha gelenekselci. eğitim seviyesi arttıkça demokrat partinin oyu artıyor. yalnız erkekler ne kadar eğitilirse oran olarak demokratlar yüksek çıkmıyor. bu da muhtemelen yüksek testosteron seviyesi ile ilgili olabilir. yani erkekler daha sahiplenici bir yapıda. eğitim seviyesi artmasıyla demokratların oyu artıyor, çünkü beyin amigdala ile karar vermemeye başlıyor.

    genelde kadınların oy kullanması erkeklere göre daha yüksek. bunun çeşitli nedenleri mevcut. en önemli sebebi erkekler iş-güç stres altındayken kadınların sosyal konularda daha duyarlı ve aktif olmaları. üstte bahsetmiştik artan stres seviyesi insanları politakadan hatta bilinen bir çok çalışmaya göre yaratıcı düşünceden de alıkoyuyor.

    yalnız burada ilginç bir nokta var, anket yapıldığında(2017) kadınların %62'si erkeklerin ise %70'i politikayla ilgilendiğini söylemiş, yine ingiltere'de kadınların %17si, erkeklerin ise %10u oy kullanmayacağını belirtmiş, buna rağmen kadınların toplamda oyu daha fazla.
    ref: https://www.pewresearch.org/…race-gender-education/

    peki kadın-erkek oyları içinde dağılım nasıl? toplamda kadınlar, demokrat görüşe daha yakın ama beyazlar içinde cumhuriyetçilere yatkınlık, siyahi kadınlar içinde ise ezici şekilde (%90 oranda) demokrat partiye yatkınlık var. bu veriler oldukça ilginç. siyahiler zamanında çok ezildikleri için cumhuriyetçilere uzak duruyor ve genel olarak kadınların daha özgürlükçü ve bağımsız olduğunu görüyoruz. özellikle feminist akımın gelişmesi ve kadınların sosyal olarak eşitlik istemesiyle bu oranın artması normal.
    ref: https://www.kcl.ac.uk/…rage-voter-is-a-female-voter

    (bkz: hormonlar ve politik seçimler arasındaki bağlantı)
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap