• bir anlık dalgınlık, ayağın bir yere takılması ya da muz kabuğu gibi kaygan bir şeye basmak beklenmedik kazalara yol açabilir. düşme anında reflekslerimizle dengemizi bulmaya çalışırız ama bazen gafil avlanırız. öte yandan bazı sporlarda düşme antrenmanları bile yapılır. örneğin kaleciler nasıl düşmesi gerektiğini çok iyi bilmek zorundadır. peki biz sıradan insanlar, düşerken kaslarımızı germeli mi yoksa serbest mi bırakmalıyız? hangisi oluşacak hasarı azaltır?

    öncelikle bedenimizin kontrolünü kaybettiğimizde vücudumuzda neler olduğuna bakalım: bunun için otomobil kazası örneği üzerinden ilerlemek en doğrusudur. diyelim ki karşı yönden gelen araçla çarpışacağınızı anladınız. saliseler sonra çarpışmanın gerçekleşeceği aşikar. artık çarpışmayı önlemenize imkan yok, vücudunuzdaki tüm kaslar gerildi, çarpışma anının gelmesini bekliyorsunuz. bu anlatması uzun ama aslında kısacık anda yapmanız gereken vücudunuzu mümkün olduğunca serbest bırakmaktır. çünkü kasların gevşemesi vücudun farklı bölümlerinin çarpışmaya bağımsız olarak tepki vermesini mümkün kılar. bu da etki süresinin uzamasını ve çarpmanın etkisinin dağılmasını sağlar. böylesi bir konuda deney yapmak mümkün değildir. bu bilgilerin kaynağı trafik kazalarında meydana gelen yaralanmalarda kazazedenin alkollü olmasının oluşan hasara olan etkisiyle ilgili gözlemler sayesinde olmuştur. polis memurları, acil doktorları ve hemşireleri alkollü kazazedelerin daha az yaranlandıkları gözlemlemişlerdir.

    çünkü alkol beynin işlevlerini yavaşlatır ve vücudun tepki süresini uzatır. dolayısıyla bir kaza anında sarhoş sürücüler çoğunlukla kaslarını germe şansını bulamazlar. sarhoşken merdivenlerden yuvarlanan ve aşağı vardığında sanki hiç düşmemiş gibi kalkıp yürüyen insanların bunu yapabilme nedenleri düştüklerini unutmaları değil, vücutlarını serbest bıraktıkları için daha az hasar görmüş olmalarıdır.

    düşme senaryosuna geri dönecek olursak belki bir kaleci kadar antrenman yapamayız ama nasıl düşeceğini bilmek göreceğimiz hasarı azaltır. düşerken en önemli olan kafa bölgesini mümkün olduğunca güvende tutmaktır. çünkü kafamız vücudumuzun en kritik bölgesidir. bu yüzden öne veya arkaya düşmek yerine sağa ya da sola düşmeye çalışabiliriz. böylece omuzlarımız çarpma kuvvetinin bir miktarını emerek, kafamızın alacağı hasarı yumuşatır.

    düşme durumunda çoğumuz kollarımızı vücudumuza sararız ancak aslında bu iyi bir fikir değildir. çünkü bu hareket bileklerin kırılmasına yol açabilir. düşme sırasında bacakları kıvırma gibi bir reflekste sıklıkla devreye girer ve bu da düşmeyi daha tehlikeli hale getirir. dizlerin hasar görmesine yol açabilir. dirsek ve bilek gibi eklem yerlerini korumak önemlidir. bunun için düşmeyi kabullenmeli ve yere mümkün olduğunca yumuşak inmenin yollarını aramalıyız. dublörlerin ya da futbolcuların düşüşlerine dikkat edecek olursanız düşme süresini uzatmak için yuvarlandıklarını görürsünüz. bu yuvarlanma olayı, çarpmanın süresini uzatarak çarpma kuvvetinin dağılmasını sağlar. aynı zamanda darbe vücudun omuz, sırt ve kalçalar gibi daha etli ve yumuşak yerleri tarafından karşılanmış olur. bu kemik ve eklem bölgelerinin darbe almasından daha iyidir. bu bilginin bir diğer kanıtı da boksörlerin ringde hafifçe yaylanarak durmaları ve aldıkları yumrukları yumruğun temas gücünü azaltmak için yumruğun geldiği yönün tersine doğru vücutlarını esnetmeleridir.
  • en önemli anın şu an olduğu.
    geçmişin grandiyöz olaylarına gömülmeyi tercih edip şu ana olan ilgimi tamamen kaybettiğimde, şu an sanki laçka bir zaman, gereksiz ve var olmak durumundan dolayı tecrübe etmek zorunda olduğum bir süreklilik, beslemek zorunda olduğum vucuttan ibaret gelse de aslında dünya tarihinin en büyük felaketi de, bulutların üstünde uçmamız da şu an olanlara bağlı.
    sürdürmek değil değiştirmek lazım. müdahale etmek.
  • yakın dünya tarihinin kalbini tek bir resme sığdır deseler, o resim şu resim olurdu...

    bu resim, daha doğrusu harita, neden önemli biliyor musunuz?

    bu haritada, kutsal roma germen imparatorluğundaki en önemli hanedanları görüyorsunuz. önemlerine gelecek olursak

    1) kırmızı ile gösterilen (bkz: house wettin), ingiliz, portekiz, bulgaristan, polonya ve belçika kralları çıkardı. house wettin'in alt branşı sayılan house of saxe-coburg and gotha, halen ingiliz tahtında oturmaktadır ama 1900'lerin başında adlarını windsor olarak değiştirmiştir.

    2) sarı renk ile gösterilen (bkz: house hanover), alman kökenli olmasına rağmen 5 ingiliz kralı (george i, george ii, george iii, george iv, william iv) ve 1 de ingiliz kraliçesi (queen victoria) çıkarmıştır.

    3) koyu yeşil ile gösterilen bavyeralı (bkz: house of wittelsbach), kutsal roma germen, hollanda, isveç, danimarka, norveç, macaristan, bohemya ve yunanistan kralları çıkarmıştır.

    4) mavi renk ile gösterilen (bkz: house of hohenzollern), prusya ve birleşik alman imparatorluğunun imparatorlarını çıkarmıştır. 1918 de birinci dünya savaşının bitimiyle alman monarşisi kağıt üzerinde sona ermiştir.

    5) son olarak turuncu ile gösterilen (bkz: house of habsburg). avusturya kökenli olan bu hanedan, stratejik evliliklerle o kadar çok dallanıp budaklanmış ki avusturya'dan macaristan'a, kutsal roma germen imparatorluğu'ndan hirvatistan'a, ispanya ve ispanyol kolonilerinden italyan şehir devletlerine kadar, hatta atlantik okyanusunun öte tarafından bir tane meksika imparatoru çıkaracak kadar etki alanlarını genişletmiştir. muhtemelen bugün "ben soyluyum" diyip damarlarında az da olsa habsburg kanı akmayan biri çok azdır.

    belki de tüm bunların en büyük ironisi, 1. dünya savaşı, haritada sarı-kırmızı olan haneler ile mavi-turuncu olan haneler arasında yaşanmıştır :)

    yani alman kanlı britanik hanedan, alman kanlı hohenzollern ve avusturya habsburglarını yenip, bu iki devlette monarşiyi bitirmiştir.

    resmen alman iç savaşı :)
  • sevgili ekşici dostlar,

    yaşam bir ikna etme ve ikna edilme döngüsü diyebiliriz. burada mesele "ben kesinlikle kül yutmam" tarzı yaşamak değil algı yönetiminin temel psikolojisini anlayarak göstere göstere golleri yememektir.

    ülkemizin kamuya açık belki de tek algı yönetimi uzmanı olarak bugün size sık kullanılan 3 psikolojik ikna yöntemini paylaşacağım ki kendinizi zararlı virüslere karşı koruyun.

    yöntem 1 : mekan sahibi avantajı

    alıştığımız çevre bizi rahatlatır. evimiz, işyerindeki masamız veya arabamız beynimizin içinde olmaya alıştığı stres seviyesi düşük ortamlardır. tüm gün koşturduktan sonra evinizdeki özel köşenizde kafa dinleyebilmenizin sebebi beyninizin bu ortamı çok iyi tanıması ve tahmin edilmezlikten kaynaklanan streslere girmemesidir.

    şimdi efendim bunun tam tersi olarak bilmediğimiz ve ait hissetmediğimiz her türlü ortam bizde stres duygusu üretir çünkü beynimiz bilinmez ortamlarda potansiyel tehlike arama radarlarını açar ve zihin gücünün büyük kısmını bu radara aktarır. burada yaşadığınız stres üstüne zihin gücünüzün koruma kalkanlarına aktarılması bünyenizi kandırılmaya acayip müsait kılar çünkü doğru dürüst düşünüp akıl yürütecek zihinsel enerjiniz kalmaz.

    bu sebeple sizi ikna etmek isteyenler bu maçı kendi bildikleri mekanlarda oynamak isterler. ikna edileceğiniz görüşmeyi kendi bürosunda veya evinde yapmayı teklif eder. önemli bir konuyu sana kendi arabasında yolda giderken açar. ya da her gün sürekli gittiği ve ıcığını cıcığını bildiği kafeye veya restorana davet eder.

    işte tüm bu sebeplerle dostum eğer önemli bir görüşme yapacaksan ve doğru dürüst düşünebilmek istiyorsan bu görüşmeyi mutlaka kendi mekanında ya da tanıdığın bildiğin bir yerlerde yapmayı planla. eğer bunu beceremezsen en azından iki tarafında bilmediği tarafsız bir mekan önerisinde bulun. ancak asla ve katiyetle karşındaki insanın mekanında ikna edilmene izin verme.

    bu taktiğin varyasyonları da vardır. örneğin seni ikna etmek isteyen kişi ilk görüşmeyi senin ofisinde yapar ama esas kararın alınacağı görüşme için kendi ofisine veya iyi bildiği bir restorana davet eder. üstüne üstlük işin içine bir de yemek içmek girerse hele de sana bol şekerli bir şeyler yedirirlerse senin beyin hoşafa döndü ve teslim oldu bil.

    yöntem 2 : ilk konuşturma avantajı

    bu yöntemde karşınızdaki kişi ikna edileceğiniz konu hakkında size basit sorular sorarak işe başlar. böylece düşünce tarzınız, istekleriniz, endişeleriniz ve potansiyel direnme noktalarınızı anlamaya çalışır. teklifini yapmadan önce zihin haritanızı ince ince çıkarır.

    bir ikna görüşmesinde en çok konuşan ve poker deyimiyle elindeki kağıtları en fazla gösteren kaybeder. bu sebeple size sorulan her sorunun aslında ciddi bir ikna girişimi olduğunu bilmeniz lazım. örneğin buzdolabı alacaksınız. satıcı size neden buzdolabı alacağınız konusunda soru soruduğu zaman verdiğiniz her cevap nasıl ikna edileceğinizi de gösterir. bu sebeple bir şey alacağınız zaman soruları soran siz olun ve araştırmanızı mutlaka önceden yapın.

    eğer çok konuşma huyunuz varsa bunun size ne kadar zararlı olduğunu anlamanın şimdi tam zamanıdır. eğer taktiksel olarak çok konuşarak hedef saptırmaya çalışmıyorsanız ağzınızdan çıkan her şey karşınızdaki kişiye müthiş ipuçları verir. örneğin ben bir satışçıysam ve iki ay sonra evlenecek olduğun bilgisini bana verirsen yedim seni dostum. sana tekerleksiz araba bile satma şansım vardır.

    kısadan hisse : çeneni kapat.

    yöntem 3 : gerçeklerin çarpıtılması

    bu aslında yalan dediğimiz olguya benzer ancak buradaki fark tamamen desteksiz yalan söylenmemesi ve size verilen bilginin sadece ufak kısmının çarpıtılmasıdır.

    bu taktik psikolojik operasyonlarda sıkça kullanılır. mesela akli dengesi bozuk biri bulunur ve bu kişi kandırılarak çırılçıplak biçimde tepki çekeceği bir mekana salınır. bu kişinin çırılçıplak görüntüleri çekilerek sosyal medyaya " kilisede çırılçıplak dolaşan kişi halkın tepkisine sebep oldu" başlığıyla sürülür. burada olay gerçektir ama organik değildir.

    kişisel olarak bundan kurtulmanızın en önemli yöntemi sorgulayıcı olmanızdır.

    önünüze konan her tür bilgiyi farklı kaynaklardan onaylatmak, etkili sorularla doğruluğunu test etmek ve bilginin sizde ortaya çıkaracağı duyguların hangi amaçla kullanılacağını anlamaya çalışmaktır.

    mesela eğer ihtiyacınızdan fazla şeker almanızı istersem "bir ay sonra piyasada şeker kalmayacakmış ben altı çuval şeker aldım evime götürdüm" türü verilecek bir bilgi sizi paniğe sokacaktır üstelik bu bilgi güvendiğiniz bir kişiden gelirse hiç sorgulanmaz. bu güvendiğiniz kişi de bilgiyi başka bir güvendiği kişiden almış olabilir. ancak bilmedikleri şey tüm bu "güvenilir arkadaşlar" zincirin başındaki kaynağın güvenilmez olduğudur.

    evet sevgili dostlar kısaca üç yöntem paylaştım. eğer sizlerden devamı gelsin hocam sinyalleri alırsam devamı da gelir. ne kadar ekmek o kadar köfte ekolündenim efendim.

    bu konularda geniş bilgiyi zaten yazdığım iki kitapta verdim. ismimi google hazretlerine aratmanız kitapları bulmanız için yeterli.

    bir de güzellik yapayım.

    you tube kanalımdaki "yem atma taktiği" videomu da bir izleyin derim. kaymaksız ekmek kadayıfı olmaz bu videoda yazının kaymağıdır.

    kanalım burada efendim.

    https://www.youtube.com/c/aydinserdarkuru

    güvenli ve keyifli günler dileklerimle

    sevgiler
  • mö 500'lü yıllarda mezopotamya'nın kuzeyinde bir halk yaşıyordu. bu dağ halkı perslerdi.

    imparator dara zamanında ülke, mısır'dan hindistan sınırlarına kadar uzanan koca bir imparatorluk olmuştu. imparator ülkeyi kendi istediği gibi yönetiyordu. buyruklarının, ülkesinin her yanına aynı zamanda ulaşabilmesi için yollar yaptırdı. fakat anadolu'nun batı sahillerinde yaşayan iyonlar, böyle buyruklara uymaya alışkın değillerdi. ne bir başkasının uyruğu olmak ne de pers kralına haraç ödemek istiyorlardı.

    perslere karşı ayaklanan iyonlara atinalılar da destek oldular. bu durum imparator dara'nın hiç ama hiç hoşuna gitmedi. önce iyonları susturdu sonra da atina üzerine yürüdü. “maraton” denilen yerde yapılan savaşta düşman ordusundan 7 kat büyük bir orduya sahip olmasına karşın pers ordusu yenildi ve kıyıdan uzaklaşmaya başladı. ancak atina ordusunun komutanı, pers gemilerinin karadan tam uzaklaşmadıklarını ve atina yönüne doğru dümen kırdıklarını gördü. ne var ki maraton'dan atina'ya deniz yolu ile gitmek kara yolundan daha uzun sürüyordu. komutan, askerlerinden birini bir an önce atina'ya ulaşıp durumu bildirmesi için görevlendirdi. haberci, o uzun mesafeyi koşarak geçti ve atinalıları uyardı. işte ünlü “maraton koşusunun” kaynağı, tarihteki bu olaydır.
  • alkol alırsak donmayız, üşümeyiz vb...

    alkol vücudun genelindeki kan damarlarını genişletir, böylece kan cilde yaklaşır ve cilt daha fazla kızarır. kan damarlarının bu genişlemesi ısıyı serbest bırakır ve cildin sinir uçları ısıyı kaybeder. bundan dolayı daha az üşürüz.

    ancak bu his sadece birkaç dakika sürer. en önemlisi aynı zamanda, (bkz: vazodilatasyon) vücudun geri kalanının ısıyı kaybetmesine neden olur çünkü alkol, ısıyı vücudun iç kısmından( hayati bölgelerden) yüzeye taşır.
  • olasılıklar da bir düzene sahiptir

    gerceklesmesi rastlantiya dayali olan deneylere rastlantisal deney ismi verilir bu deneylerdeki belirsizligi sayısal olarak ifade etmek icin geliştirilmiş düşünme aracına da olasılık denir.

    örnek veriyorum zar attigimizda 1 gelme olasiligi 1/6 dır.

    teorik olarak 6 kere atarsanız bir kere 6 gelmesini beklersiniz.

    bir bozuk para atıldığında yazı gelme olasigili 1/2 dir.

    iste simdi basliyoruz onemli olan kisma dagilimin da bir duzen icinde oldugunu kanitlamaya.

    bir bozuk parayi 10 kere atarsaniz 1/2 oranindan dolayi teorik olarak 5 kere yazi 5 kere tura gelmesiniz ongoruruz ancak deneysel olarak bunu bu kadar az deneme sayisiyla yakalamaniz gercekten zordur 3 tura 7 yazi da gelebilir 8 yazi 2 tura da gelebilir.

    tekrarlı olasilik deneylerinde saglıklı sonuclar elde etmenin en iyi yolu deneme sayisini artirmaktir.

    söyle anlatayim bozuk parayi 10 kere degil de 100 kere atarsaniz az onceki kadar birbirinden uzak sonuclar gelmez 46 yazı 54 tura gibi oran olarak daha yakın bir sonuc elde ederiz.

    500 kere atarsak 248-252 gibi daha da yakin sonuclar elde ederiz bu rastgeleligin bir dogasi vardir eger para hileli degilse ve deney yapan kişi ekstra hamlelerde bulunmuyorsa kesinlikle bu kurala uyacaktir.

    olasilik islemlerinde deney sayisini artirmak deneyin sonucunun daha dogru ve isabetli olmasina yardim eder.

    tabi ki sorabilirsiniz 100 kere atinca 30 tura 70 yazi gelemez mi ?

    cevap: gelebilir olasilik bu hatta 100 kere yazi da gelebilir bu mumkun :)

    ama 1/2 lik ihtimalle yola baslayan paramizla bu kadar ucurum farkli sonuclar elde etmeniz gercekten de cok zor belki binlerce kez milyonlarca kez denemeniz gerekir.

    100 kere tura gelmesi icin evrenin olustugu zamandan bu zamana atsaniz yine elde edemezsiniz :)

    (1/2)^100= 7.88x10^-31

    böyle bir ihtimal

    kisaca imkansiz diyebiliriz.

    isteseniz de istemeseniz de olasiliga uyarsiniz istisnalar kaideyi bozmaz deneme sayisi artarsa hep teorik veriye yaklasilir (herhangi bir hile yok ise)

    zar icin de ayni dagilimlar gecerli 600 kere atarsaniz hile yok ise hepsi tahmini 90-110 defa gelir.

    varsayimlarda %100 net bir sey soylenemez adi ustunde olasilik :)

    yazıya katlandıysanız teşekkür ederim az önce olasılık ve istatistik fizigine dair mükemmel bir adım attınız.
  • kocaeli ve ilçelerinin isimlerinin nereden geldiğini biliyor muydunuz?

    (bkz: kocaeli) : kocaeli, (bkz: osman bey) ve oğlu (bkz: orhan bey)’in uç beylerinden (bkz: akçakoca bey) tarafından 1337 yılında osmanlı topraklarına katıldı. nikomedya osmanlı egemenliğine geçtikten sonra, önce iznikmid, daha sonra izmid (izmit) adını almıştır. şehir en parlak dönemine kanuni sultan süleyman zamanında ulaştı. 19. yüzyılda istanbul-izmit arasında işleyen ve 1873 yılından itibaren de haydarpaşa-ankara güzergâhında faaliyet gösteren demiryolunun kente ulaşmasından sonra kocaeli’nin ticari ve sosyal yaşamı canlanmaya başladı. kent, 1888 yılında bağımsız sancak oldu ve ismi izmit olarak değiştirildi. daha sonra bölgeye fatihi akçakoca bey'den dolayı akçakoca’nın yurdu manâsına gelen ‘kocaeli’ adı verildi.

    (bkz: başiskele) : ilçe, adını kocaeli körfezinde yer alan ilk iskelenin bulunduğu mevki anlamında kullanılan "başiskele” den almıştır.

    (bkz: çayırova) : izmit körfezi’nin kuzey batı kesimine uzanan geniş düzlük ve çayırlık bir alana önceden beri çayırova denildiği bilinmektedir. (bkz: fatih sultan mehmet)’in 3 mayıs 1481 tarihinde düzenlediği bir sefer için 300 bin kişilik ordusuyla mola verdiği çayırlık alan diye vasıflandırdığı gibi fatih’in otağının kurulduğu yer olarak da ifade edilmektedir.

    (bkz: darıca) : darıca, ismini sahilden 200 m. kuzeyde bulunan, günümüzde bir burcu ayakta kalan darıca kalesinden alır. bizanslılar döneminde dışarıdan gelebilecek taarruzlara karşı bir tevkif kalesi olarak kullanılan kalenin tarihteki en eski adı "tararion" olarak bilinmektedir. bu kaleden daha sonraları "toricion" olarak bahsedilir. bizans döneminde antik dönem "bithyniesine" özel önem verilirmiş. bu dönemde şehir ve kiliseler bir yol örgütüyle birbirine bağlanmıştır; önem derecesine göre sıralanan kent ve kiliseler yol örgütü listesinde darıca; "kalos agros" ismiyle anılır. danca'nın (1329) (bkz: pelekanon savaşı)yla türklerin eline geçmesinden cumhuriyet dönemine kadar geçen sürede burada oturan yerli rumlarca darıca, "arecu" ismiyle anılmıştır. (bkz: evliya çelebi) seyahatnamesinde danca'dan "dar uca" olarak bahseder. cumhuriyet döneminde "daruca" halk dilinde darıca şeklinde isimlendirilerek günümüzdeki ismini almıştır.

    (bkz: derince) : 1890 yılında liman kurulması için izmit körfezi’ nde en derin kıyısı bulunan bir yer aranır, yetkililer en derin yer olarak bugünkü limanın bulunduğu yeri tespit ederler. burası derinliğinden dolayı “derince liman” diye anılmaya başlar. bu nedenle, derince adını limandan almıştır.

    (bkz: dilovası) : tarihte değişik isimlerle anılmıştır. (boution, aigiabi) bu isimler arasında en çok bilineni ise libyssa'dır. son olarak ise adını diliskelesi sahilinde karanın denize doğru yaptığı dil şeklindeki çıkıntıdan almaktadır.

    (bkz: gebze) : gebze adı köken olarak, diğer eski yerleşmelerin ismine bağlanmaktadır. araştırmacıların bir çoğu bu görüştedir. bazılarıysa libyssa ve dakibyza isimlerini bazı ufak değişikliklerle kullanmışlardır. antik çağ araştırmacılarının hemen hemen hepsi libyssa adını kullanmışlardır. roma ve bizans döneminde dakibyza adı da kullanılmaya başlanan bir diğer isimdir. okunuş açısından da bu isimlerin gebze sözcüğünü andırması, kelimenin kökeninin çok eski olduğunu kanıtlamaktadır. bazı araştırmacılar da yöreden bahsederken, gebseh, gebisseh, gjabseh isimlerini kullanmışlardır. gekbuze, ghviza, gavize, dschebse, dschebize, gebize de kullanılan diğer isimlerden bazılarıdır. evliya çelebi seyahatnamesi'nde de bir kez kekbeziye ismini kullanmış, erzurum seyahatı esnasındaysa gebze kelimesinin gelbize'den kaynaklandığını yazmıştır. (bkz: ibrahim hakkı konyalı) ise, eski osmanlı arşiv kaynaklarında geybüyze, geybüveyze, geyibüveyze, geyiboyze, geykivize şeklinde yazıldığını, halen yaşayan ismininse gebze olduğunu vurgulamıştır. bazı araştırmacılar da, "gebze"nin bir zamanlar osmanlı ve bizans savaşçıları arasında sık sık el değiştiren ve özlenen bir yöre olması itibariyle "gel bize" veya "bize gel" ifadelerinden oluşan ve zaman içinde değişerek, halkın öz dilinde "gebze"ye dönüşen bir ad olduğunu belirtmişlerdir. ancak, 1640 yılında "gebze"ye geldiği anlaşılan evliya çelebi, ünlü seyahatname'sinin ilgili bölümünde (gebze, "gelbize"den galattır.) ifadesiyle bu konuyu vurgulamaktadır.

    (bkz: gölcük) : ilçenin tarihi , 1924 yılında (bkz: bahriye vekaleti)' nin kurulup gölcük'ün tersane bölgesi olarak seçilmesiyle başlamıştır. kurulan tersanede ilk olarak (bkz: birinci dünya savaşı)'nda mayına çarparak yara alan (bkz: yavuz zırhlısı)'nın onarımı yapıldı. gemi 1927 yılında havuza indirildi. 1933 yılında donanma ana üssü'nün gölcük'te kurulmasına karar verildi. bundan sonra askeri fabrikaların , atölyelerin , tesislerin, işçi evlerinin yapılmasıyla birlikte sahil boyunda yoğun yerleşim başladı. ilçenin adının , tersanenin kurulup , yavuz zırhlısının havuzlandığı bölgedeki gölden geldiği söylenmektedir.

    (bkz: izmit) : ilk çağlarda, bithynia adı verilen bölgede kurulan kentler, sırasıyla, olibya, astakoz, nicomedia, iznikmid, izmid ve kocaeli adlarını almıştır. asya ve avrupa doğal geçiş yolları üzerinde önemli bir kültür, ticaret ve jeopolitik köprü işlevi gören kent, m. ö. bugünkü izmit’in güney doğusuna, başiskele çevresine yerleşen megaralı göçmenler tarafından m.ö. 712 yılında kurulmuş ve astakoz adını almıştır. kent, m.ö. 300 yılına kadar yöreye egemen olmuş, m.ö. 500-435 yılları arasında bağımsız bir kent olarak yaşamış ve kendi adına sikke bastırmıştır. m.ö. 262 yılında astakoz halkı, bugünkü izmit’in bulunduğu alanda kurulan bölgeye yerleşmiş ve kent bithynia kralı olan nikomedes dolayısıyla nikomedya adını almıştır. nikomedya 1331 yılında osmanlı egemenliğine geçtikten sonra, önce iznikmid, daha sonra izmid (izmit) adını almıştır.

    (bkz: kandıra) : tarih öncesinden osmanlı'ya kadar kandıra üzerine resmi belgeye rastanmasa da, kandıra'nın milattan önce 3000'li yıllarda sit'lerin, as'ların ve amazon'ların yaşadığı yönünde rivayetlere rastlandığı ifade edilmektedir. mö 7. yüzyılda ege göç kavimleri ile gelen mis'ler, bebrik'ler ve megaralı'ların da kandıra'ya yerleştiği söylenmektedir. kandıra'nın fethi sırasında yaşanan kanlı çarpışmalarda akan insan kanı ile kızıla boyanan ve ismini akan kızıl dereden alan kanlıdere, zamanla kandere, kandura ve ardından da kandıra şekline dönüşmüştür. kandıra ve çevresindeki eski muhtarların mühürlerinde kandıra adının hep kandere şeklinde olması bu rivayeti doğrulamaktadır.

    (bkz: karamürsel) : karamürsel'in tarihi m.ö.ıx ve vıı. yüzyıllara kadar uzanır. ünlü yunan filozofu (bkz: socrates)'in 'kilise tarihi' adlı eserinde, karamürsel'in prainetos adıyla (bkz: hersek) mevkiinde yer aldığı belirtilir. bizanslılar döneminde, bizans imparatoru (bkz: kostantin), annesi helena'nın namını yüceltmek için prainetos (karamürsel-hersek) bölgesine helenopolis adını verir. karamürsel, 1324 yılında (bkz: osmanlı devleti)nin 2.padişahı orhan gazi'nin (bkz: bursa)'yı fethinden önce, orhan gazinin yakın silah arkadaşlarından kara lakaplı mürsel alp tarafından osmanlı topraklarına dahil edildi. ilçe adını bu sebeple (bkz: karamürsel bey)'den almaktadır.

    (bkz: kartepe) : önceleri keltepe diye anılan (bkz: samanlı dağları)nın zirvesi , son yıllardaki değişimle kartepe olarak değişmiş ve ilçeye kartepe ismi verilmiştir. keltepe ; kartepe’nin eski adıdır. bir efsaneye göre yüzyıllar boyunca samanlı dağları’nın en yüksek tepesinde hiç ağaç bulunmadığı için keltepe olarak anılmıştır. yöre halkı bundan 30 yıl öncesine kadar keltepe ismini kullanmıştır.

    (bkz: körfez) : tarih içerisinde; brunga, grünge, brunca, satryas gibi isimleri taşıdıktan sonra 1420 yıllarında türklerin eline geçmesiyle, yarım kalmış konut yerlerinde oluşmasından dolayı yarımca ismini, son olarak da 1988 yılında körfez ismini almıştır.

    kaynakça

    kocaeli tarihi ve rehberi - (bkz: atilla oral) - 2007
    milli mücadele döneminde kocaeli - (bkz: adnan sofuoğlu) - 2006
  • kenevir neden yasaklandı?

    1. bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir.

    2. yine bir dönümlük kenevirden, 4 dönüm ağaça eş kağıt üretilebilir.

    3. kenevir tam 8 kez kağıda dönüştürülebilirken, ağaç 3 kez kağıda dönüştürebilir.

    4. kenevir 4 ayda yetişir, bir ağaç ise 20-50 yılda.

    5. kenevir, gerçek bir radyasyon temizleyicidir.

    6. kenevir dünyanın her yerinde yetiştirilebilir ve çok az suya ihtiyaç duyar. ayrıca kendisini böceklerden koruyabildiği için tarım ilacına da ihtiyaç duymaz.

    7. kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşırsa, tarım ilacı sektörü tamamen ortadan kalkabilir.

    8. ilk kot pantolon, kenevirden yapılmıştır; hatta “kanvas” kelimesi kenevir ürünlerine verilen isimdir.

    kenevir ayrıca ip, halat, çanta, ayakkabı, şapka yapımı için de ideal bir bitkidir.

    9. kenevir, aids ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltma; romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta kullanılmaktadır.

    10. kenevir tohumunun protein değeri çok yüksektir ve içindeki iki yağ asidi de doğada başka hiçbir yerde bulunmamaktadır.

    11. kenevirin üretimi soyadan bile daha ucuzdur.

    12. kenevirle beslenen hayvanlar, hormon takviyesine ihtiyaç duymaz.

    13. plastik ürünlerin tamamı, kenevirden üretilebilir ve kenevir plastiğinin doğaya dönüşmesi oldukça kolaydır.

    14. bir arabanın gövdesi kenevirden yapılırsa, dayanıklılığı çelikten tam 10 kat fazla olur.

    15. binaların yalıtımı için de kullanılabilir; dayanıklı, ucuz ve esnektir.

    16. kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetik ürünler, suyu kirletmez; yani tamamen doğa dostudur.

    amerika’da 18. yüzyılda üretimi zorunluydu ve üretmeyen çiftçiler hapse atılıyordu. ancak durum şimdi tam tersi. neden?

    -w. r. hearst, 1900’lü yıllarda amerika’da gazete, dergilerin ve medyanın sahibiydi. ormanları vardı ve kağıt üretiyordu. eğer kenevirden kağıt yapılırsa, milyonlarını kaybedebilirdi.

    -rockefeller, dünyanın en zengin adamıydı. petrol şirketi vardı. bio yakıt olan kenevir yağı da, elbette onun en büyük düşmanıydı.

    -mellon, dupont şirketinin ana hissedarıydı ve petrol ürünlerinden plastik üretmek için patente sahipti. ve kenevir endüstrisi, onun pazarını tehdit ediyordu.

    -sonra ise, mellon abd başkanı hoover’in hazine bakanı oldu. bu bahsettiğimiz büyük isimler yaptıkları toplantılarda, kenevirin bir düşman olduğuna karar verdiler. ve onu ortadan kaldırdılar. medya aracılığıyla, marihuana sözcüğüyle birlikte keneviri, insanların beynine, zehirli bir uyuşturucu olarak kazıdılar.
    kenevir ilaçları piyasadan çekildi, bunun yerini bugün kullanılan kimnyasal ilaçlar aldı.
    kağıt üretimi için, ormanlar katledildi.
    tarım ilaçları ile zehirlenme ve kanser arttı.
    ve derken dünyamızı plastik çöplerle, zararlı atıklarla donattık..
hesabın var mı? giriş yap