• dün izlediğim bir belgeselde şu bilgiyi öğrendim;eğer çok soğuk bir havada vücudunuzun herhangi bir yerine çelik yapışırsa(bıçak,vs)onu çekerseniz elinize zarar verebilirsiniz ama o bölgenin üstüne işer iseniz kendiliğinden vücuttan sökülür.
  • baş ağrısının aslında beynimizin ağrıdığı anlamına gelmediği...
    çünkü beyin kendi acısını veya ağrısını hissetmezmiş. olay beyin ile kafatası arasındaki kılcal damarlarda yatıyormuş. şöyle ki; genel anlamda bu damarlar beyin sıvısının azalması durumunda genelde gerginleşerek ağrı yapıyorlarmış. yani vücudumuzdan suyu ne kadar fazla uzaklaştırırsak, başımız da o kadar ağrıyacakmış. mesela sarhoş olunan gecenin sabahındaki baş ağrısı, tamamen alkolün vücutta su kaybına sebep olmasındanmış.
    bu sebeple bol bol su içmeliymişiz. hatta ve de hatta günde 1 lt den daha az su içmemiz hafızamızda gerilemeye ve yüzümüzün daha çabuk buruşmasına da sebep oluyormuş.
    evet şimdi bunu okuyup hemen mutfağa su içmeye gittiğinizi tahmin edebiliyorum.*
  • önceki bir entryde bahsedildiğinin aksine nota adları "ut queant laxis" isimli hymnden gelmedir. en azından müzik tarihçilerince ve araştırmacılarca böyle kabul edilir.

    daha fazla bilgi için

    ut queant laxis
    resonare fibris
    mira gestorum
    famuli tuorum
    solve polluti
    labii reatum
    sancte iohannes

    ilk zamanlar ut kullanılmış olsa da sonraları yerini do almıştır. do'nun isimlendirmesi hakkında farklı görüşler vardır.

    si ise saint johannes'in isimlerinin baş harflerinden gelmektedir. ti olarak kullanıldığı da görülebilir.
  • ikisi de hatrı sayılır şarkılar olmasına rağmen zeki müren'den kimseye etmem şikayet müzeyyen senar'dan ise gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar şarkılarının kaydı yoktur.
  • eminim daha önce yazılmıştır ama hala bazı arkadaşlarımızın haberi yok. tr.wikipedia.com diye gelen linkte w’nin önüne 0 koyup, enterlayın. hayırlı forumlar
  • 5 x 5 x 5 kuralını uyguladığınızda üzülmek yerine size kalan zamanda ufkunuzu artırabilirsiniz.

    nedir bu kural?

    sizi üzen veya kısaca hakkında kötü hissettiğiniz/kafanıza takılan herhangi bir durum karşısında kendinize şu 3 soruyu sorun:

    *5 gün sonra bu benim için değer arz edecek mi?

    *5 ay sonra bu benim için değer arz edecek mi?

    *5 yıl sonra bu benim için değer arz edecek mi?

    eğer bu 3 sorudan en az ikisine hayır diyorsanız bu konu hakkında vakit kaybetmeye devam etmeyin. hayata kaldığınız yerden devam edin.

    eğer en az ikisine hayır diyemiyorsanız, benzer soruları farklı konular için sorun ve onlara harcadığınız vakti kendinize hayır diyemediğiniz sorunu çözmek için ayırın.

    hayat başarısızlıklarınıza üzülmek için fazla kısa. o yüzden üzülmek için vaktiniz yok, yalnızca başarmak için var.
  • atatürk havalimanında personel yemekhanesinde ucuza yemek yemek
  • eğer bunları yapıyorsanız vaktinizi çok boşa harcıyorsunuz:

    1. düzenli olarak ve planlı şekilde mastürbasyon yapıyorsanız,
    2.sosyal medya hesaplarınızı her 5 dakikada bir kontrol ediyorsanız. whatsapp, instagram vs.
    3.bir şeyleri başarmak yerine, başarmayı planlıyorsanız ve harekete asla geçmiyorsanız
    4.sabahları 6dan sonra kalkıyorsanız, (evet, başarısız insanların çoğu 6'dan sonra kalkıyor.)
    5.gün içinde hiçbir şey okumuyorsanız.
    6.spor yapmıyorsanız.(spor yapacak vatki bulamıyorsanız, muhtemelen çöpe attığınız vakitleri kontrol etmeniz lazım)
    7.sağlıksız besleniyorsanız ve kontrolsüz para harcıyorsanız,
    8.düzenli olarak porno izliyorsanız, (enerjisiz,mutsuz ve ilgisiz yaşıyorsunuz)
    9.tembelliğinizden kahvaltıyı es geçiyorsanız,
    10.fırsatları yeterince hazırlıklı olmadığınız için tepiyorsanız,
    11. sorumluluk alacak modda hiçbir zaman değilseniz,
    12. bir işi yaparken başka işleri planlıyorsanız

    çok fazla vakit kaybediyorsunuz.

    (kaynak: https://www.quora.com/…g-your-life/answers/49792480 buradan çevirdim.)
  • not: diyet ve fitness ile ilgili başlıklara yazılabilecek bir bilgiyi beslenme konusunda ufkunuzu en az iki katına çıkaracağını düşündüğüm için bu başlık altına yazıyorum.

    uyarı: beslenme uzmanı değilim.

    insanların çoğu beslenme uzmanı olmadıkları için "daha sağlıklı nasıl beslenebilirim?" sorusuna kolay yanıt bulamıyorlar. aslında çok değişik kaynaklardan (internet, kitaplar, televizyon, uzmanlar, eş dost vs.)karmaşık bir bilgi bombardımanı altındayız. tüm bunları anlayıp kendimize uygun bir diyet seçmek de zor bir tercih. dolayısıyla size bu seçimde işinizi kolaylaştıracak bir bilgi vereceğim:

    ilkel beslenme

    ilkel beslenme olarak kastettiğim şey insanların ilkel çağlardaki beslenme şekillerini taklit etmektir. bir besini seçerken tüketirken ilkel insan olsa ne yapardı gibi düşünürek karar verin diyetinizi ona göre oluşturun. örneğin önemli bir karbonhidrat kaynağı ve temel besin maddesi olan buğdaya bakalım. buğdayı, buğday filizi, olgun buğday(tam buğday), bulgur, ekmek gibi değişik şekillerde tüketebiliriz. ancak burada en sağlıklısı buğday filizi iken en sağlıksızı ekmektir. çünkü bir besin maddesi işlendikçe kalori değeri artarken içeriğindeki besin maddeleri tektipleşmekte ve sağlıksız hale gelmektedir. dolayısıyla temel ölçütünüz, çok fazla işleme giren besinlerin tüketimini azaltmak, daha az işlenenleri tercih etmek olmalıdır. bulgur pilavını ekmeğe, meyveyi meyve sularına, et balık tavuğu sosis salam jambona, kurutulmuş meyveleri tatlı ve pastalara tercih edin.

    bugün zararlı olarak bahsedilen besinlerin çoğunu ilkel insanlar bulamamaktaydı. çayına şeker atan, ya da pastayla meyve suyu tüketen, kolayla cips yiyen bir kaptan mağara adamı maalesef yoktu.

    dolayısıyla yiyeceğiniz şeyleri seçerken, "bunu ilkel insan bulabilir miydi?" diye sormanız size sağlıklı beslenme adına kolaylıklar sağlayacaktır.

    eyyorlamam bu kadar.

    edit: düzeltme ve imla.
  • ben bugün sci-fi filmlerde gördüğümüz o ölümcül virüsün yanlışlıkla enfekte olduğu (genelde zombi filmlerinde) zavallı bilimadamlarının arkadaşları tarafından "do it, do it! kill me!" nidalarıyla izleyiciyi dramdan drama sürükleyen o sahnelerin zamanında gerçek olduğunu, bilim için nice yiğitlerin gözünü kırpmadan canını verdiğini gördüm. (öleceksem bilim adına öleyim zaten, toprak uğruna ölmeyi kim şanlı bir davaya dönüştürdüyse insanlık tarihinde onun ben mk)

    "... ın the late nineteenth century, louis pasteur's laboratory assistants made sure to always have a loaded gun on hand. their boss, who was already famous for his revolutionary work on food safety, had turned his attention to rabies. since the infectious agent—later identified as a virus—was too small to be isolated at the time, the only way to study the disease was to keep a steady of supply of infected animals in the basement of the parisian lab. as part of their research, pasteur and his assistants routinely pinned down rabid dogs and collected vials of their foamy saliva. the risk of losing control of these animals loomed large, but the bullets in the revolver weren't intended for the dogs. rather, if one of the assistants was bitten, his colleagues were under orders to shoot him in the head."

    çevirecek olursak deniyor ki sevgili okur;
    on dokuzuncu yüzyılın sonlarında, louis pasteur'un laboratuvar asistanları yanlarında her zaman dolu bir silah bulundurmaya özen göstermişlerdir. zaten gıda güvenliği konusundaki devrim niteliğindeki çalışmalarıyla meşhur olan pasteur, dikkatini bir süre sonra kuduz hastalığına çevirmiştir. daha sonra virüs olarak tanımlanan enfeksiyöz ajan, o zaman izole edilemeyecek kadar küçüktür. hastalığın incelenmesinin tek yolu, paristeki laboratuvarının bodrumunda, enfekte hayvanların düzenli bir şekilde beslenmesini sağlamaktır. araştırmalarının bir parçası olarak, pasteur ve yardımcıları düzenli olarak kuduz köpekleri tutup köpüklü tükürüklerini küçük şişelerde toplamaktadırlar. bu hayvanların kontrolünü kaybetme riski büyüktür, ancak tabancadaki kurşunlar köpekler için tasarlanmamıştır. aksine, asistanlardan birinin ısırılması halinde, meslektaşları onu kafasından vurmak üzere emir almışlardır.**
hesabın var mı? giriş yap